Minibüsten iner inmez Ömer Usta'yı aradı Reyhan.
"Selam Ustam."
"Selam Reyhan."
"Bugün izin günüm biliyorsunuz. Sabah sizi göremeden çıktım. Bir sorun yok değil mi?"
"Hiç bir bir sorun yok kızım. Neden sordun?"
"Şey... Fırat Bey bana mesaj atarak nerede olduğumu sordu ben de telaşlanıp oteldeyim yazdım. Doğru yapmadım biliyorum ama o adamla bir sıkıntı daha yaşamak istemiyorum. Sorun varsa otele dönebilirim. İznimi başka bir gün kullanırım."
"Fırat Bey otelde değil Reyhan. Çiçek Hanım'la birlikte çıktıklarını gördüm. Sorun etme. İzin gününün keyfini çıkar, olur da gelir de seni sorarsa ben idare ederim."
"Teşekkür ederim Ömer Ustam. Çok geç kalmam. Ama eğer bir sıkıntı olursa beni lütfen arayın olur mu? Taksiye atlar gelirim."
"Sorun olmaz. Rahat ol. Hadi takıl sen... Görüşürüz."
"Kolay gelsin görüşürüz."
Ömer Usta sorun yok diyorsa sorun yok demekti. Ve o her zaman sorunları çözmeyi kolaylıkla becerebiliyordu. Planlarına uymaya karar verip, gayet hoş bir bahçesi olan pastaneye girerek, bahçede bulunan boş bir masaya yerleşti. Bir dakika sonra genç bir garson yanına geldi.
"Hoşgeldiniz hanımefendi."
"Hoşbulduk."dedi Reyhan genç adama nazikçe gülümseyerek. "Ben kahvaltı rica edecektim."
"Elbette efendim. Yalnız mısınız?"
"Evet... Yani beklediğim birileri yok."
Genç adam kendisi gibi kibarca gülümsüyordu. Yanık tenine tezat, beyaz dişleri ve parlak mavi gözleri ile gerçekten hoş bir adamdı.
"Size tek kişilik kahvaltımızı öneriyorum. Gayet doyurucu ve güzel. Ve yanında sınırsız çay."
"Olur teşekkür ederim."
Adam başını olumlu anlamda sallayarak ve yine gülümseyerek oradan uzaklaştı. Reyhan da sandalyesi yaslanıp, bahçeyi tatlı bir ezgi misali dolduran kuş seslerine ve yeşilliklerle daldı. Fırat Bey'e yazdığı mesajı ve onun kendisine yazdığı cevabı düşünüyordu. Tamam belki de biraz abartmıştı. Zaten görevi olan işler için otel müdürünün kendisine teşekkür etmesini beklemek çocukça ve aptalca bir düşünceydi. Nihayetinde bu işten para kazanıyordu. Ama işte her gün kahvaltımı siz hazırlayın deyince kendisini tutamamıştı. Garson değildi ki... Ve onun özel hizmetçisi de değildi. Otelde her sabah çıkan açık büfe kahvaltıya inebilir, karnını doyurabilirdi.
Ne yani? Yoksa kahvaltısını kendi elleriyle odasına getirmesini mi bekliyordu? Bunun için ekstra bir ücret bile teklif etse, asla kabul etmezdi. Zaten onunla karşılaşmaktan hiç hoşlanmıyordu. Kısa süre içinde yeni otel müdürünün hedefi haline gelmek, cidden canını sıkmıştı. Daha fazlasına gerek yoktu.
Kurabiye de istemişti paşam!
Teşekkür etmek için bir kez yaptığı bu jestin, devamını da bekliyordu. Her sabah onun için özel kurabiyeler yapacak ne vakti ne de isteği vardı. Yakında evleneceğine göre, kurabiyelerini eşi yapabilirdi. Tabii Çiçek Hanım mutfağın yerini biliyorsa...
Şu kadına gıcık olduğu için kendisine kızdı. O sırada çalan cep telefonuna yöneldi. Arayan Kerime'ydi.
"Kerime günaydın."
"Günaydın kaçak."dedi Kerime yarı uykulu bir sesle. "Nereye gittin kızım sabah sabah? Uyandım yoktun."
"Bugün izin günüm biliyorsun."
"Bildiğim için soruyorum zaten. Ben de dün gece çalıştığım için bugün boşum. Beni uyandırsaydın ya... Birlikte çıkardık."
"Öyle derin uyuyordun ki yorgun olduğun için seni uyandırmak istemedim."
"Evet dün gece çok yoruldum. Sabaha kadar ayaklarım koptu resmen. Nasıl uydum bilmiyorum."
"Bugün de dinlen işte fena mı? Nasıl olsa yapacak bir işin yok."
"E soruma cevap ver?"
"Bir pastanede kahvaltı ediyorum. Sonra merkeze ineceğim. Her zaman ki şeyler."
"Peki tamam. O zaman akşam gelince görüşürüz."
"O kadar geç kalmam Kerime. Yani kalamam."
"Nedenmiş o? İzinlisin bugün. Gelmek için acele etme."
"Acelem yoktu ama sanırım küçük bir sorun var."dedi Reyhan. Endişeli sesi Kerime'nin dikkatini çekmişti.
"Ne sorunu? Hadi anlat."
"Gelince anlatsam..."
"Valla meraktan çatlarım. Telefonu da kapatmam. Anlat hadi..."
Reyhan önce Çiçek Hanım'la Fırat Bey'in kahvaltısında yaşananları sonra da az önce olan mesajları anlattı. Kerime tek kelime etmeden onu dinliyordu.
"İşte sorun bu." dedi Reyhan. "Fırat Bey benden her sabah kahvaltı isteyince, ben de onu bu mesajı yazdım."
Genç garson masaya kahvaltı tabaklarını özenle yerleştirirken, Reyhan sessizce ona teşekkür ederek yine telefona döndü.
"Valla nutkum tutuldu." derken çok şaşkındı Kerime. "Demek o kızıl çiyan sana hakaret etti öyle mi? Ne sanıyor bu kadın kendini? Asıl çelimsiz ve sönük olan o! Ben de onun kadar makyaj yapsam, onun gibi giyinsem ve onun kadar param olsa dünya güzeli olurdum kızım! Taşralıymış! Benim arkadaşıma kimse çirkin diyemez."
"Bana çirkin demedi ki..."
"Direk söylememiş ama aklı sıra kibarca ima etmiş. Valla sen ona on basarsın Reyhan. Hem güzelliğin hem de eğitiminle... Aşçısın diye kimse seni küçük göremez."
"Boş ver. Benim için onun ne düşündüğü hiç önemli değil. Belki de biraz abarttım. Koskoca müdüre bana teşekkür ederseniz yazarak trip attım. Sabah sabah ters tarafımdan kalktım galiba. "
"Ben de sana bunu diyecektim. Aslında Fırat Bey sana teşekkür etmek için mutfağa gelmişti."
"Anlamadım..."dedi Reyhan usulca.
"O gün sen mutfakta kendini kaybetmiş bir halde çalışırken, bizimle birlikte o da seni izliyordu."
"Ne?"
"Dur dinle. Ben zaten senin bir şeye kızdığını anlamıştım. Ömer Usta da anladı. Biz senin hakkında konuşurken, Fırat Bey'i fark ettim. Adam öylece durmuş, elinde bıçakla oradan oraya koşan kadını izliyordu. Valla sana nasıl baktığını bir görseydin..."
"Neden beni uyarmadın?"
"Fırsatım olmadı ki... Sonra Fırat Bey Ömer Usta'ya kahvaltı için Reyhan Hanım'a teşekkürlerimi iletin dedi ve gitti."
"Niye bana söylemediniz?" diyerek sitem etti Reyhan. Aynı zamanda sesinde ufak bir öfke vardı.
"Ben işe daldım. Anlaşılan o ki Ömer Usta da unutmuş."
Reyhan avucunun içiyle alnına vururken,"Ölmek istiyorum."demekten kendini alamadı.
O sırada masaya bir fincan çay getiren garson gülümseyerek onu izliyordu. Fincanı masaya bırakıp, yine oradan uzaklaştı ama iki kez arkasına dönerek Reyhan'a baktı. Reyhan'ın tüm dikkati telefonundaydı.
"Cidden şimdi abarttın." dedi Kerime. "Bir şey olmaz. Ne yapacak adam? Seni işten mi atacak?"
"Adama üstü kapalı kabasınız demek istedim Kerime! Bir de trip attım. Ben aşçıyım, garson değilim dedim. Ne oldu bana bu aralar bilmiyorum. Yürek mi yedim?"
Kahkaha attı Kerime.
"Başını belaya sokmakta kimse beni geçemezdi ama itiraf edeyim ki sen bu konuda beni geçtin."
"Otelin müdüründen bahsediyoruz! Adam ne emir verirse yapmam gerekirken, adama nezaket dersi veriyorum. Bir de demez mi lütfen kaç kez teşekkür edeceğimi sayı olarak belirtin diye. Yok ben iflah olmam Kerime. Söylesene şimdi ne yapacağım?"
Reyhan gergin olsa da Kerime gayet rahattı ve hatta eğleniyor gibiydi.
"Bir tabak kurabiye yaparsın olur biter. Yanına da yine not bırakırsın."
"Çocuk mu o? Saçmalama!"
"Daha önce yapmıştın ve etkili oldu."
"Bu kez olmaz." Açlıktan midesi guruldamaya başlayınca önündekileri yemeğe başladı Reyhan. Hem yiyor hem de konuşuyordu. "Tek yapmam gereken gözüne gözükmemek."
"Onunla saklambaç oynamayı mı düşünüyorsun? Korkarım ki mümkün değil çünkü seni istediği zaman bulur."
"Tamam özür dilerim ve bu konu kapanır."
"Umarım özrünü de kabul eder. Tuhaf bir adam bu Fırat Bey. Sessiz görünüyor ama böylesinden korkacaksın."
"Etmezse kendi bilir. Ölecek değilim ya..."
"Aynen canım. Takma kafana ve bugünün tadını çıkar. Akşam gelince konuşuruz. "
"Dedim ya geç kalmam. Bir de ona oteldeyim dedim. Yalanımı fark ederse özür dilemek beni asla kurtarmaz."
"Adam nişanlısı ile çıkmış. Belki de hiç dönmez. Hem işi gücü yokta seni mi düşünecek?"
"Ya dışarıda karşılaşırsak?"
"Tanımaz ki seni... Ne giydin bugün bakayım?"
"Elbise giydim. Geçen ay seninle aldığımız elbiseyi."
"Ve çok güzel oldu değil mi?"
"Elbise güzel zaten."
"Onu demiyorum. Sana çok yakışıyordu. Sivil halinle üniformalı halin çok faklı. Adam seni yolda görse tanımaz."
"Niye tanımasın? O kadar da değil Kerime."
Reyhan pastanenin içindeki tezgahta kendisini izleyen garsonu fark edince, bakışlarını kaçırdı.
Garson genç, koluna vuran patronuna baktı.
"Ne?" dedi gülerek kadına.
"Geldiğinden beri kızı kesiyorsun. Ayıp değil mi oğlum?"
"Güzele bakmanın nesi ayıp Fidan Hanım? Baksana kız çok tatlı. Acaba erkek arkadaşı var mı?"
"Var ya da yok. İnsan ilk kez gördüğü birine arkadaşlık teklifinde bulunur mi hiç?"
"Teklif edecek kadar cesur değilim." dedi genç adam gülümseyerek.
"Ama onu hiç gözünü kırpmadan izleyecek kadar cesursun." diye cevap verirken, onun gibi gülümsedi kadın. "Hadi işinin başına. Bu kız hiç yalnız olur mu? Vardır erkek arkadaşı oğlum... Mutlaka vardır."
Reyhan kahvaltısını hiç oyalanmadan yaparak, masadan kalktı. Otele erken dönmeyi planladığı için acele etmişti. Kasanın orada hesabı öderken, yine aynı genç adamın bakışları ile karşılaşmıştı. Kibardı garson çocuk. Tamam bakışları birazcık rahatsız etse de ona kızamıyordu. Söz yüzüğünü takmaya bir türlü alışamamıştı. Daha Vedat'ın hayatındaki varlığına alışamamışken, yüzüğe nasıl alışacaktı ki? Mutfakta takı kullanmak hem hijyen hem de rahatlık açısından uygun değildi. Yani bahaneleri hazırdı.
Hesabı ödeyip, pastaneden çıktı ve hediyelik eşya satan dükkanların bulunduğu caddeye girdi.
**
Kahvaltı masasında yok yoktu. Dört kişi için fazlasıyla zengin bir menüye sahipti. Fırat yakın gelecekte kayınbabası olacak olan adamın karşısına oturmuş, son yarım saattir onun otelle ilgili sohbetini dinliyordu. Konuşkan bir adamdı Sadi Bey. Her şey hakkında az çok bilgisi olan, siyaseti seven, insanlara tepeden bakmayan, alçak gönüllü ve dürüst bir adamdı. Beyazlamış gür bıyıklarına rağmen, yarısı dökülmüş saçlarıyla totton bir ihtiyara benziyordu.
Onunla sohbet etmeyi seviyordu Fırat. Karısı Güzide Hanım'ın aksine çok daha sıcakkanlıydı. Güzide Hanım garip bir kadındı. Çoğu zaman onun bakışlarından ister istemez rahatsız oluyordu. Kızının evlenmek için seçtiği adamı beğenmediğini anlamak zor değildi. Her anne kızı için en iyisini elbette ki isterdi. Çiçek tek çocuktu ve annesi onun üzerine çok fazla düşüyordu.
Tanıştıkları ilk gün "Kızımın mutluluğu benim mutluluğum." demişti. "Onu üzecek herhangi bir şey yaparsanız, karşınızda beni bulursunuz."
Çiçek annesi hakkında onu daha önce uyardığı için, ona kendinden emin ve güven verici bir şekilde cevap vermişti Fırat.
"Mutluluk çift taraflı Güzide Hanım. Evlilikte tek kişilik değil. Çiçek de ben de yetişkin insanlarız. Birbirimize güvendiğimiz ve inandığımız için bu yola çıktık."
Yine de bu kadını tatmin etmediğinin farkındaydı. Ona göre kızı çok daha iyilerini hak ediyordu. Kızının geçmişinde yaptığı hataları bilmediği açıktı. Bilse yine bu şekilde, insanı küçümseyen bir tavır sergiler miydi? Emin değildi.
Sadi Bey lafı düğüne getirince Çiçek de Fırat da ona baktı.
"Çok uzatmayalım derim Fırat. Sen artık bizim evladımızsın. Bir imza için aylarca beklemeye gerek yok. Tabii tarihi yine size bırakıyorum. Benim gönlümden geçen tarih sonbahar. Eylül ya da Ekim ayları."
"Yılbaşında nişan yapmayı düşünmüştük baba."dedi Çiçek çekinerek. Genç kız babasının yanında ürkek ve de sessizdi. Ondan korktuğunu belli ediyordu.
"Nişana ne gerek var? Eskiden kaldı bunlar. Birbirinizi tanıyorsunuz. Fırat oğlum da otelin başına geçti. İşler de gayet yolunda. Hem ne zaman dede olacağım ben? Teklemeye başlayan kalbim her an beni yarı yolda bırakabilir. Çok bekleyecek zamanım yok."
"Hazırlıklar için biraz daha..."
"Ne hazırlığı kızım? Düğün yapamayacak durumda mıyız? İstesem yarın anlı şanlı bir düğün yaparım ben! Yer yerinden oynar valla."
"Biliyorum babacığım ama Fırat..." Fırat'a baktı Çiçek. Fırat'ta onun yolladığı mesajı alınca aralarına girdi.
"Beklemeyi ben istedim Sadi Bey. Düğün için mali durumumu ayarlamam gerek."
"Sen dert etme onu evlat! Arkanızda koskoca Sadi Samancıoğlu var. Siz mutlu olun yeter."
"Teşekkür ederim Sadi Bey. Sizin samimiyetinize inanıyorum ama erkek tarafı olarak biz de yani annem ve ben üzerimize düşen görevi yapmak istiyoruz."
"Olduğu kadar evlat. Hiç kendini germe. Sorun para olsun. Başka derdimiz olmasın."
"Çok şükür yok efendim."
"Artık müdür sensin. Aldığın maaşı hak ediyorsun. Damadım olmasaydın bile sana yine aynı maaşı öderdim."
Fırat maaşının çok iyi olduğunu sözleşmede görmüştü. Hatta ilk anda inanamamıştı. Annesi ve kardeşi için çok daha kaliteli bir hayattı para... Kendisi için de öyleydi.
"Teşekkür ederim."
"Teşekkür etmene gerek yok. Siz düğün tarihini öne çekin bana yeter."
Çiçek yüzünde memnun ve mutlu bir gülümseme ile Fırat'a bakarken, Fırat ister istemez başını masaya doğru devirdi. Sonunda rahat bir hayata; ki en çok ailesi için bu hayatın daha güzel ve kolay olmasını istiyordu. Kavuşmuştu ama içini kemiren onu rahatsız eden bir şeyler vardı.
Eksik olan bir şey... Ne olduğunu henüz bulamamıştı.
Hediyelik eşya satan dükkanların arasında kendini kaybetmiş bir halde geziniyordu Reyhan. Gördüğü her şey hem çok güzel hem de inanılmaz pahalıydı. Yeteri kadar parası olmadığı için sadece bakmakla yetiniyordu. Telefonu çaldığında bir dükkandan daha yeni çıkmıştı. Arayan ağabeyiydi.
"Ağabey."
"Reyhan'ım..."
"Nasılsın ağabey?"
"İyi diyelim ceylan gözlüm. Sen nasılsın?"
"İyiyim. İzin günüm ve geziyorum."
"Gez bakalım ama dikkat et kendine. Ortalık it kopuk dolu."
"Merak etme dikkat ediyorum."
"Aferin. Benim bacım erkek gibi kız. Kendini korumayı bilir."
"Sen neler yapıyorsun? Yengemle aran nasıl?"
"Her zaman ki gibi işte... Beni gıcık etmediği bir gün yok. Valla kafam atacak yollayacağım anasının evine. Az kaldı..."
"Ağabey... Lütfen böyle konuşma. Kızını düşün. Annemi ve babamı düşün."
"Onları düşünüyorum zaten. Bahar olmasa çoktan boşanmıştık. O değil de kızımı da bana düşman ediyor. Bahar son günlerde benden iyice uzaklaştı. Ne yüzüme bakıyor, ne iki çift laf ediyor. Derdi ne anlamadım?"
Bir bank bulup, oraya oturdu Reyhan.
"Onunla konuşmayı denedin mi?"
"Konuşsam ne olacak? Kimse beni dinlemiyor ki? Adam yerine koyan yok."
"İş bakıyor musun?"
"Memlekette iş mi var? Para mı var?"
"İş bulursan belki bir şeyler yoluna girer."
"Ben de sana bunu diyecektim Reyhan. Ama nasıl diyeceğimi bilmiyorum."
Reyhan onun ne diyeceğini tahmin ediyordu. Çünkü her defasında lafa hep aynı cümle ile giriyordu ağabeyi.
"Efendim ağabey."
"Çok sıkıştım Reyhan. Boğazıma kadar borca battım. Eve icra gelecek diye ödüm kopuyor."
Reyhan'ın gözleri doldu. Yine aynı şeyleri duymaktan canı yanıyordu.
"Henüz kredim bitmedi ağabey."dedi usulca. "Biliyorsun ki o parayı da senin için çekmiştim."
"Biliyorum gülüm. Allah senden razı olsun. Ama işte yetmedi para."
"Nasıl yetmez? O zaman yeter demiştin."
"Yetmedi işte."
"Şimdi kaç para lazım?" diye sorsa da ağabeyinin vereceği cevaptan korkuyordu genç kız.
"Yirmi bin. Yani aşağı yukarı o kadar."
"Ağabey... Bu çok fazla. Ben... Ben bu parayı bulamam."
"Dedim ki belki bir kredi daha..."
"Zaten kredim var. Maaşımın yarısını banka kesiyor. Diğer yarısını da Bahar için yolluyorum. Elimde kalan kendime zor yetiyor."
"Yine de bir dene be bacım... Eve icra gelirse anam yıkılır. Babam zaten hasta. Elimizde iki katlı bir bina var. Burası da giderse sokakta kalırız."
"Allah korusun."
"Vedat'a mı sorsan ki? Damadın durumu iyi. Belki yardım eder."
"Hayır ağabey! Asla sormam. Daha onunla evli değiliz. Kaldı ki evli bile olsak ondan asla para istemem."
"Gül gibi kardeşimi alacak. Versin üç beş kuruş. Dokunmaz ona! Pintinin teki zaten."
"Beni parayla mı veriyorsunuz? Bu nasıl söz ağabey?"
"Olur mu hiç Reyhan? Onu demek istemedim. Senden daha iyisini mi bulacak diyorum. Bunun da bir bedeli olmalı değil mi? "
"Kapatıyorum ağabey." dedi Reyhan. Onunla daha fazla konuşmaya dayanabileceğini sanmıyordu.
"Sana güveniyorum gülüm. Bak bir çaresine..." diyen ağabeyinin yüzüne telefonu kapattı Reyhan. Elinde telefon, oturduğu yerde öylece kalmış, onlarca insanın geçtiği cadde de ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
***
Neden böyleydi ağabeyi? Neden değişmek ve bir iş bulup çalışmak için çaba harcamıyordu? Bir türlü bırakamadığı kumar alışkanlığının kendisine, karısına, evladına, anne ve babasına zarar verdiğini neden göremiyordu?
Şans oyunları, at yarışları, iddia kuponları arasında kaybolmuş, gizli kapaklı kumar oynatan merdiven altı kahvehanelerden çıkmıyordu. Yıllardır böyleydi. Hatta son bir kaç yıldır iyice kendini kaybetmişti. Bunların yanında günde en az üç paket sigara da içiyordu. Ona bile para yetiştirmek zordu. Babasının emekli bağkur maaşına bile göz dikmişti. Allah'tan babası maaşını ona vermiyordu. Oğluna laf anlatmaktan, nasihat vermekten bıkmıştı. Yuvası dağılmasın diye alttan alıyor, gelin ne isterse yapmaya çalışıyordu. Annesi de babası gibiydi. İki ihtiyari üzmeye nasıl gönlü razı oluyordu?
Güzel ve keyifli bir gün geçireceğini umut ederken, canı sıkılmıştı. Ağabeyinin istediği parayı bulması zaten imkansızdı. Yine de bankaya gitmeye karar verdi. Belki kredisi için bir şeyler yapabilirdi. Diğer seçenek yani Vedat'tan para istemek asla aklında yoktu. Ağabeyinin bunu teklif etmesi bile yanlıştı.
Bankadaki işi çok uzun sürmedi. Müşteri temsilcisi yeni bir kredi kullandırmanın imkansız olduğunu söyleyince, teşekkür ederek oradan ayrılmıştı. İmkansız olduğunu zaten biliyordu ama yine de şansını denemek istemişti. Kemer merkezde cadde boyu dolaşıyordu. Giyim mağazaları, lokantalar, pastaneler, her yer insan doluydu. Öğlen sıcağına rağmen, tatilciler gezmekten vazgeçmiyordu.
Önüne çıkan dondurmacıdan, bir kap dondurma aldı ve yürümeye devam etti. Bir külah dondurma bile çok pahalıydı. Tatil beldelerinde yaz sezonu fiyatlar ciddi manada yüksekti. Dondurmasını küçük kaşığı ile yavaş yavaş yerken giyim mağazalarının vitrinlerine konulan elbiseleri inceliyor, fiyatlarını sormaya açıkçası korkuyordu.
Ünlü bir giyim mağazasının önünde durarak, dikkatini çeken çok güzel bir elbiseye bakmaktan kendini alamadı. En sevdiği renkti mavi. Elbise de maviydi. Yaz için hem çok güzel hem de çok rahattı. Askılı, şifon kumaş ve kısa çapraz kesim eteği gerçekten çok hoştu. Fiyat etiketini görünce, boğazına yapışan dondurma yüzünden öksürdü.
"Yok artık..."dememek için dudaklarını birbirine bastırdı. Hemen sonra bakışları mağazanın içine kaydı. İçeride onlarca çeşit elbise modeli göze çarpıyordu. Ve mağaza doluydu. Yürümeye karar verdiği anda tanıdık bir yüzle karşılaştı. Bir koltuğa oturmuş, elinde tuttuğu dergiyi öylesine inceleyen kişi Fırat Bey'di.
"Yok artık!"dedi bu kez kendini tutmayı bırakıp. Bu kadarı cidden çok fazlaydı. Adama oteldeyim diyerek yalan söylemişti ve şimdi onunla karşılaşmıştı. Adam başını dergiden kaldırırken, hızla arkasına döndü. Şimdi yapması gereken tek şey, onu şüphelendirmeden buradan kaçmaktı.
Çiçek ısrar etmese bu sıcakta ve otelin işleri kendisini beklerken buraya gelmeyecekti Fırat. Kadınlarla alışverişe gitmekten hiç hoşlanmayan adamlardan biri de kendiydi. Bir saattir onlarca elbise denemişti Çiçek. Her elbise de beğenmediği bir taraf bulabiliyordu. Elbiselerin fiyatları ile bir aile bir ay geçinirdi.
Çok sıkılmıştı Fırat. İçine öylesine baktığı moda dergileri şuan ki durumdan bile daha sıkıcıydı. Dergiyi önünde duran sehpaya atıp, başını kaldırdığı anda onu gördü. Bu sabah durakta minibüse binen genç kız mıydı o? Evet oydu. Üzerindeki elbiseden ve saçlarından tanımıştı. Arkası dönük olsa da tanımıştı. Bir kaç saniye, belki de on saniye olduğu yerde durmuş, sonra yürümeye başlamıştı.
Ayağa kalkıp, mağazanın kapısına bir kaç hızlı adımla ulaştı. Onu oraya götüren sebep, nereden tanıdığı bu kızın yüzünü net bir şekilde görebilme isteğiydi. Ama geç kalmıştı. Genç kız adeta koşar adımlarla kaldırım boyunca yürüyen insanların arasına karışmış, kendisinden uzaklaşmıştı.
İlginç...
Bir şeylerden kaçarcasına gidiyordu. Belki de acil bir işi vardı. Belki de başka bir şey...
Niye takmıştı ki bu kıza şimdi? Neden onun kim olduğunu merak ediyordu?
"Kime bakıyorsun?"diyerek yanına gelen Çiçek'in sesini duyunca ona doğru döndü.
"Hiç..."dedi rahat bir tavırla. "Öylesine dalmışım. İşin bitti mi?"
"Bitti canım. Artık gidebiliriz."
Çok şükür dedi Fırat içinden. Bir an önce otele dönmeli ve işinin başında olmalıydı.
Nefes nefese caddeyi yürürken, arkasına hiç bakmadı Reyhan. Şimdi tek isteği bir taksi bulup otele dönmekti. Bugünlük yeterince heyecan yaşamıştı. Yani fazlasına gerek yoktu. Ana yola yakın bir köşede taksi beklemeye başladı. Zaten az olan parasının bir kısmı da taksiye gidecekti. Olsun... İşini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederdi.
Kendini boş taksinin içine attığı anda derin bir nefes aldı ve şoföre nereye gideceklerini söyledi. Bir izin günü daha bitmişti işte... Keyifli olmasa da biraz hava almış, bir kaç heyecan yaşamış, biraz canı sıkılmış ama bitmişti. Akşama daha çok olmasına rağmen, daha ne yaşayabilirdi ki? Kıyamette kopmazdı herhalde...
Çiçek bir kaç arkadaşıyla buluşacağını söyleyince, onu merkezde bırakmış, tek başına arabasıyla otele gidiyordu Fırat. Otelin garaj girişinden içeri girerek, arabasını park etti. Ofisten içeri girer girmez
"Funda Hanım."dedi kendisini görünce ayağa kalkan sekreterine "Reyhan Hanım'ı arayın. Hemen burada olsun."
Funda Hanım tamam dercesine başını salladı.
Reyhan odasına girer girmez, üzerini çıkarmadan yatağına uzandı. Sürekli yürümekten gerçekten çok yorulmuştu. Kerime odada yoktu. Dışarı çıkmış olabilirdi. Karnı aç olmasına rağmen, canı hiç bir şey yemek istemiyordu. Tek isteği biraz uyumak ve dinlenmekti. Cep telefonu çalınca, isteksizce çantasına uzandı. Tanımadığı bir numaraydı arayan.
"Alo."
"Reyhan Hanım."dedi telefondaki ses.
"Evet benim."
"Ben Funda Reyhan Hanım. Fırat Bey'in sekreteri."
İşte şimdi yanmıştı!
Yataktan öyle bir doğruldu ki neredeyse yere düşecekti.
"Funda Hanım buyurun."
"Fırat Bey sizi görmek istiyor."
"Beni mi?"derken sesi içine kaçtı adeta Reyhan'ın. "Şimdi mi?"
"Evet şimdi. Hemen gelmenizi istedi."
"Tamam."dese de onun yanına gitmeyi hiç istemiyordu.
Allah'ım... Ne kinci bir adamdı bu Fırat Bey. Kendisine yapılan hiç bir şeyi unutmuyordu. Bu kadar çabuk onunla yüzleşeceğini hiç düşünmemişti. Kerime seni mi düşünecek, unutmuştur belki demişti ama hayır! Adam da böyle katır inadı ve kin varken, hiç bir şeyi unutmayacağı açıktı.
Telefonu kapatır kapatmaz, jet hızıyla üzerini çıkarıp, inüformalarını giydi. Saçlarını topuz yaparak, başının üstünü tamamıyla saran bonesini taktı. Rujunu da silmeyi unutmadı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarken, felaketine kendi ayaklarıyla gittiğini bile bile odadan koşarak çıktı. Bir kaç dakika sonra kendisini Fırat Bey'in odasının önünde buldu.
Funda Hanım el işareti ile içeri girmesini söylerken, Fırat Bey'in odasının kapısını usulca çalarak, içeri girdi.
Allah'ım sen yardım et...