Yaz sezonu her zaman hareketli ve yoğun geçiyordu. Otelde yer bulmak bu sezonda hiç kolay değildi. Sahil oteller zinciri de bu bölgede fazlasıyla rağbet gören bir yerdi. Kapladığı alan ve denize sıfır konumu, beş yıldızlı olması talebi daha çok arttırıyordu.
Reyhan ve Kerime yaşadıkları tatsız olaylardan sonra yine işlerine dönmüşler ve yaklaşık on gündür tabiri caiz ise nefes almadan çalışıyorlardı. Reyhan mutfaktan, Kerime de odalardan çıkamıyordu. Otel çalışanları da onlar kadar yoğun ve telaş içindeydi. Giden tatilcilerin yerine yenileri geliyor, işleri hiç bitmiyordu.
Havuzlar ve plaj doluydu. Kahvaltı ve yemek saatlerinde yemek salonu da doluydu. Otel yüzde yüz kapasitesiyle çalışıyor, hizmet konusunda hiç bir sıkıntı yaşanmıyordu. Gece geç saatlere kadar açık olan barından gelen müzik sesi, çoğu zaman sabaha karşı ancak susuyordu. İnsanlarda tatili her yönüyle mükemmel geçirme hevesi ve heyecanı, bitmek bilmez bir enerji varken, onlara hizmet edenler de elbette ki fazlasıyla yoruluyordu.
Yine yorucu geçen bir günün ardından, banyo yapmış ve kendini yatağına atmıştı Reyhan. Kısa şortu ve askılı atleti ile odada durmadan çalışan klimaya rağmen sıcaktan bunalmış ve pencereyi açmıştı. Bitmesine az kalan kitabını okuyordu. Kerime banyodan yeni çıkmış, yatağına oturmuş küçük bir havlu ile saçlarını kuruluyordu.
"Yazın bitmesini ve kışın gelmesini hiç bu kadar istememiştim."derken yorgunluktan şikayet eden Kerime'ydi. "Haziran ayındayız ve koca bir yaz bizi bekliyor. Her gün böyle geçerse kışı görmeden öleceğim kesin."
"Üç ay çok yoğun oluyor. Eylülden sonra çok fazla insan gelmez. Yani bu kadar kalabalık olmaz."
"İnşallah Reyhan."
"Kışın personel sayısı da azalıyor. Geçici işçiler de gidiyor. Bu sezonu da öyle böyle geçireceğiz. "
"Olayı duydun değil mi?"
"Hangi olayı?"derken kitabını karnının üzerine bırakıp ona doğru baktı Reyhan.
"Polat var ya hani şu barı işleten yakışıklı çocuk."
"Adını bilmiyordum ama onu bir kaç kez gördüm. Ne olmuş ki?"
"Bizim odacılardan Neşe ile çıkıyordu."
"E..."
"Hatta nişanlanacaklar diye duymuştum."
"Ne güzel..."
"Hiç güzel değil Reyhan."
"Niye ki?"
"Polat resepsiyonist bir kızla Neşe'yi aldatıyormuş."
"Cidden mi? Kiminle?"
"Ecrin var ya... Hani şu suni sarışın olan. Suratında bir ton boya ile gezen kız."
"Onu tanıyorum. Güzel bir kız ama..."
"Neşe de güzel. Hatta ondan çok daha güzel. Üstelik güzel olması için onun kadar çaba harcamasına da gerek yok."
"Belki dedikodudur."
"Değil tatlım. Neşe dün gece ikisini bir güzel basmış. Öyle iştahla birbirlerini yiyorlarmış ki onun geldiğini bile fark etmemişler."
"Çok utanç verici ve üzücü. Neşe için üzüldüm."
"Bugün onu bir odada ağlarken gördüm ve ben de çok üzüldüm."
"Kendisini üzmeye değmez. Belki de böylesi daha hayırlı. Evli olup aldatılsaydı çok daha zor olurdu."
"Aynen canım. İşte erkeklerden nefret etmeme sebep olan başka bir neden. Aldatmak onların doğasında var. Ben asla aldatmam diyen hiç bir erkeğe güvenmem."
"Öyle düşünme. Sevdiği kadına sadık olan erkekler de var."
"Eskiden vardı. Şu zamanda sadık erkek bulmak çok zor. Otele gelen zamparaların yanındaki kadınlar karıları mı sanıyorsun? İnan bana çoğu evli ve heyecan peşinde."
"Ben senin kadar umutsuz değilim."
"Hayat okuduğun kitaplardaki gibi değil Reyhan. Sonsuza kadar mutluluk diye bir şey yok. Hiç kimse sonsuza kadar mutlu olamaz."
"Belki de... Belki de sen haklısın. Mutluluk hayata nasıl baktığımıza bağlı."
"Aslında Neşe de Ecrin de iyi kızlar. Suçlu onlar değil, onları bu duruma düşüren adam suçlu. Şerefsiz!"
"Aynı anda iki kişiyi sevemezsin Kerime. Aşk üç kişilik değil."
"Ama iki kadında aynı adama aşık olmuş."
"Sanırım ikisini de kaybetti. Neşe'nin yerinde olsam onu asla affetmezdim. Ecrin'in yerinde olsam da..."
"Ecrin onların birlikte olduğunu biliyordu. Bildiği halde ikinci kadın oldu."
"Zor bir durum."
"Cidden çok zor. Yine de Neşe hiç bir şey yapmamış. "
"Ne yapabilir ki?"
"Onun yerinde ben olsaydım eğer, önce adamın hayalarına sıkı bir tekme atar, kadını da saçından tuttuğum gibi yerlerde sürükler, tüm otele rezil ederdim."
"Ne değişirdi?"
"Hiç bir şey değişmezdi ama içimdeki öfkeyi sonuna kadar kusardım."
"Bazen sessizlik en güzel cevap Kerime. Bazen susmak, insanı yaralayan en iyi silah."
"Sen bu lafları kitaplardan mı öğreniyorsun?"derken güldü Kerime.
"Kitaplardan öğrendiğim bir çok şey var ama hayatın kendisini yaşayarak öğreniyorum. "
"Böyle bir şeyi inşallah yaşamazsın Reyhan. Allah insanın karşısına helal süt emmiş adamlar çıkarsın."
"İnşallah ancak yaşarsam da sanırım ben de Neşe gibi yapardım. Sessiz kalır ve o adamı kendi vicdanına bırakırdım."
Reyhan tekrar kitabına dönerken, Kerime onu izliyordu.
"Ne kadar beyazsın kızım sen. Bu vücut hiç mi güneş görmüyor? Süt kovasına düşmüş gibisin."
"Tüm gün mutfaktayım. Güneş görmek için vaktim olmuyor."
"Böyle de çok güzelsin ama denize girmemiz ve bizim de güneşlenmeye ihtiyacımız var. Biraz bronzlaşmanın zararı olmaz."
"Ben bronzlaşmam canım. Direk kıpkırmızı yanarım. Beyaz tenli olmanın zararları."
"Sarışınlara has bir özellik canım. Ama ben esmer olduğum için çok kolay kararıyorum."
"Sarışın mı?"dedi Reyhan gülümserken "Kumralım ben Kerime. Sadece tenim beyaz."
"Saçlarında pek ala sarı."
"Koyu sarı demek daha doğru olur."
"Ve senin aksine saçlarının çok güzel olduğunu düşünüyorum. Kızım ben o kıvırcık ve dalga dalga saçlar için kaç para verirdim biliyor musun? Oysa sen de en doğalı ve güzeli var. Ve çok sağlıklı görünüyor."
"Ya ne demezsin... Kabaran ve ağırlık yapan koca bir saç yumağı."
"Ayağa kalksana sen!"
"Ayağa mı? Neden ki?"
"Hadi bir kalk."
Oflayarak ve ağır ağır ayağa kalktı Reyhan.
"E.. Kerime."
"Arkanı dön bakayım."
Dediğini yaptı Reyhan.
"Şimdi bana aynada ne gördüğünü söyle."
"Ne göreceğim? Kendimi görüyorum."
"Kendine bir bak Reyhan. Tüm gün deli gibi çalışan ve beyaz bir üniformanın içinde sıkışıp kalan kızla sen aynı kişi misin? Kafandaki bone saçına yapıştı resmen."
"Elbette aynı kişiyim." Bu kez kahkaha attı Reyhan. Onun ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu.
"Külahıma anlat. Çok güzelsin kuzum ya... Saçlarına bak. Neredeyse beline iniyor ve inanılmaz havalı. Göz rengin sana özel ve herkeste yok. Üstelikte kocaman. Allah yüzünü özenerek yaratmış. Türkan Şoray gibi dudakların var."
Yine güldü Reyhan.
"Güldürme beni Kerime ya..."
"Ne? Şaka yapmıyorum. Sendeki burun için ameliyat masasına yatan kadınlar var. Ve vücuduna bir bak. Tek gram yağ yok. Üstelikte hatların çok hoş. Sütyen takmadan böyle dik ve dolgun durabilen göğüslerim olsun çok isterdim. Boyun kaç senin? En az 1,70."
"1,68"
"Doğru tahmin ettim işte."
Yine ona döndü Reyhan.
"Ne bu şimdi? Yoksa beni bir mankenlik ya da güzellik yarışmasına mı göndermeyi düşünüyorsun? Yani öyle bir isteğin varsa şimdiden söyleyim, ailem beni reddeder ve annen kahrından ölür. "
"Keşke öyle bir şey olsaydı ama korkma öyle bir niyetim yok. Sadece kendini mutfakta değil, gerçekte de görmeni istiyorum. Şuan bana bakan kadın, Bursa'da bir manifaturacının karısı olmamalı. Sevmediği bir adama bu güzelliği hayatının sonuna kadar feda etmemeli."
"Yine aynı konu Kerime. Ben kendime senin baktığın şekilde bakmıyorum."
"Seni nasıl hayal ediyorum biliyor musun? Bana asla olmayacak bir hayalinden bahsetmiştin... Denize sıfır bir restorant... Nostaljik bir dekorasyon, mükemmel yemekler ve oranın sahibi sen. Her gün şu gördüğüm güzel kadın, en güzel ve en şık elbiseleri ile müşterilerini karşılarken, ona hayran hayran bakan insanlar. Yemeklerinin ününü duyup gelmiş, onlarca insan... Ve sana gerçek aşkı yaşatacak doğru bir adam. Seni hak eden bir erkek."
"Hayalim asla olmayacak. O yüzden vazgeçtim."diyerek yine yatağına döndü Reyhan.
"Benim içim sıkıldı. Bahçeye inip sigara içeceğim geliyor musun?"
"Hayır canım sen git. Kitabımı bitirip uyumak istiyorum."
"Sen bilirsin. İyi geceler o zaman."
"İyi geceler."
Kerime gittikten sonra yine kitabına döndü Reyhan. Bir kaç sayfa okumuştu ki telefonu çaldı. Arayan yeğeni Bahar'dı. Dünyada en sevdiği çocuk...
**
On dört yaşına yeni girmişti Bahar. Reyhan onun halası olmaktan dolayı da çok mutluydu. Ağabeyinin elle tutulur tek başarısı onun gibi harika bir evlada sahip olmaktı. Sesini duyunca gülümsedi.
"Bahar..."
"Hala."
"Güzelim aradığına çok sevindim. Nasılsın?"
"İyi olmaya çalışıyorum hala. Seni çok özledim. Sen nasılsın?"
"Ben de seni çok özledim ve iyiyim... Sesini duyunca çok daha iyi oldum. Tatil nasıl gidiyor bakalım?"
"Bildiğin gibi işte. Evden dışarı çıktığım yok. Pek bir şey yaptığım söylenemez."
"Dinlenmekte bir tatil."
"Sen ne zaman geleceksin?"
"Henüz belli değil tatlım. Yazın izin almam imkansız. Belki Kasım gibi."
"Keşke hemen gelebilsen?"
Bahar'ın ses tonu alçak ve donuktu. Canının sıkkın olduğunu anladı Reyhan.
"Senin neyin var bakayım? Sanki canın sıkkın gibi..."
"Her zamanki şeyler hala. Yine babam ve yine annem."
"Takma onları kafana. Yetişkin onlar. Sorunlarını elbet çözerler."
"Çözemiyorlar... Sürekli kavga etmelerinden, babamın sorumsuzluklarından, annemin hiç susmayan dilinden bıktım."
"Kavga etseler de onlar birbirlerini seviyorlar. Hala bir arada olmaları bunun kanıtı değil mi?"
"Annem dün babama seni boşayacağım dedi. Galiba babamın yine borçları varmış. Bu kadar borcu nasıl yapar anlamıyorum. Olmayan para ile kumar oynuyorsun diyor annem. Bir gün evimizi de alacaklar diyor. Dedem de kızdı babama. Benim babam neden böyle hala? Neden ailesini hiç düşünmüyor? Neden?"
"Her şey yoluna girecek. O sizleri seviyor. Sizler için düzelecek ve bu günleri unutacaksınız."
"Ben babamdan nefret ediyorum. İnsan babasından nefret eder mi? Ediyorum işte..."
Reyhan'ın gözleri doldu. Ağabeyini savunmak istese de onu haklı gösterecek hiç bir sebep bulamıyordu.
"Seni anlıyorum canım..."dedi usulca. "Ama lütfen böyle düşünme. Ne olursa olsun baban seni çok seviyor."
"Seninle yaşayabilir miyim? En azından bu yaz yanında kalsam..."
"Burada bir evim olsaydı hemen gel derdim ama yok Bahar. Lojmanda kalıyorum. Seni buraya davet edemem."
"Ev tutsan olmaz mı?"
"O kadar param yok."
"Doğru..."dedi Bahar hayal kırıklığına uğradığını belli eden ses tonuyla. "Çünkü tüm paran babamın borçlarına ve bize gidiyor. Benim okul masraflarımı bile sen ödedin."
"Seve seve yapıyorum. Sen de çok çalışarak ve okuyarak beni mutlu edeceksin. Anlaştık mı?"
"Tamam hala. Kendine dikkat et. Çok seviyorum seni."
"Ben de seni meleğim... Ve sakın kendini üzme. Yanında senin için her şeyi yapmaya hazır bir halan var."
"Biliyorum... İyi geceler hala."
"İyi geceler."
Sabah yine aynı saat ve aynı telaşla mutfağa inmişti Reyhan. Her gün olduğu gibi açık büfe kahvaltı için çalışanlara yardım ediyordu. Ömer Usta bir hafta önce
"Artık terfi ettin." demişti. "Sen benim yardımcımsın Reyhan. Mutfakta çalışanlara nasıl yapacaklarını anlatacak, düzeni sağlayacak, menüleri kontrol edecek ve yemeklere birlikte karar vereceğiz. Onlara ne yapmalarını gerektiğini söyle. Malzemeleri seç. Senden yeni tarifler ve harika bir menü bekliyorum."
Çok mutlu olmuştu Reyhan. İşi biraz daha azalasada, sorumluluğu artmış ama bir nevi terfi etmişti. Ömer Usta ile yemeklere karar veriyor, salatalar seçiyor ve ikindi çayı kurabiyelerini yapmaya bolca fırsatı oluyordu. Saat dokuzda yemek salonunda her şey hazırdı. Açık büfe kahvaltı da olabilecek onlarca çeşit, müşterileri bekliyordu.
İşi bitmiş, kısa bir mola vermek için mutfaktaki köşesine oturduğu anda içeri telaşla giren Ömer Usta'nın sesini duydu.
"Reyhan!"
"Efendim ustam."diyerek ayağa kalktı Reyhan. Usta da hemen yanına geldi.
"Fırat Bey aradı."
Kaç gündür ilk defa o adamın adını duymuştu genç kız. İlginç ama onu görmeyeli günler olmuştu. Hatta yaşadığı iki günü bile unutmuş sayılırdı. İyi de olmuştu. O yoksa hayatında sorun da yoktu.
"Bir şey mi oldu?"demekten yine de kendini alamadı. Nedense o adamın hayır için arayacağını düşünmüyordu.
"Çiçek Hanım'la birlikte terasta kahvaltı edeceklermiş. Saat on da masanın hazır olmasını istedi."
"Tamam ustam. Hiç sorun değil. Cennet'e söylerim hemen halleder."
"Cennet beceremez. Sen yapacaksın. O anlamaz güzel masa kurmaktan falan... Düzeni bilmez."
"Neden bilmesin? Kaç yıldır burada..."
"Hadi Reyhan. Vakit daralıyor. Bir an önce masayı hazırlamaya başla. Unutma ki o adam patron. Ve yanında Çiçek Hanım var. Sunumun harika olmalı."
Reyhan kabul etmek istemese de mecburen boyun eğdi. Nasıl olsa sadece masa hazırlayacak ve onları görmeden yok olacaktı.
"Ve sakın yanlarından ayrılma. İkram işini de sen yapacaksın!"
Hayda!
İşte bu hiç olmamıştı. Otelde bunca garson varken, bu işi neden kendisi yapıyordu ki? Sabah sabah güne başlamak için hiç iyi bir haber değildi.
Yarım saat sonra; ki bu yarım saat inanılmaz bir koşturmaca ile geçmişti. Cennet yiyecekleri taşımasına yardım etmiş, masa düzenini Reyhan hazırlamıştı. Masada sadece bir kuş sütü eksikti. Görüntü ise mükemmeldi. Her yiyecek tabakta harika şekiller verilmiş dururken, ortada çiçek sepetini andıran yeşillikler ve üzerine gül şekli verdiği domates kabukları çok hoştu.
Terasın bu kısmı özel bir yerdi. Özel misafirler, patron ve onun ailesi için her zaman hazırdı. Üstü kapalı olduğu için güneşin yakıcı sıcaklığını kesiyordu. Ancak yine de bir klima bile bulunuyordu.
Reyhan'ın işi bittiğinde saat tam ondu. Her şey hazır olduğuna göre Fırat Bey ve nişanlısı gelebilirdi. Nitekim de öyle oldu. Terasın kapısından içeri girenler onlardı. Önde Çiçek Hanım arkada da Fırat Bey... Gözucuyla ikisini bakıp, başını hafifçe yere eğdi.
Çiçek Hanım kahkaha atarak girmişti içeri. Artık ne anlatıyorsa eğlendiği her halinden belli oluyordu. Fırat Bey ise sadece gülümsüyordu. İlginç ama bu adam gülümsemeyi de biliyordu yani... Onu ciddi ve asık bir suratla görmeye o kadar alışmıştı ki birden inanamadı.
Reyhan ve Cennet masanın hemen yanında dikiliyordu. Fırat Bey yanındaki kadın için sandalyeyi çekmiş, onun oturmasına nezaketen yardımcı olmuştu.
Pek de kibardı...
Kendisi de yerine oturdu. Onunla henüz gözgöze gelmemişti Reyhan. Hatta kendisini fark ettiğinden bile emin değildi. Demek ki aralarında geçen tatsızlığı ve hatta kim olduğunu bile unutmuştu. Bunu fark edince biraz daha rahatladı.
"Sonra dedim ki ona..." Hala konuşuyordu Çiçek Hanım. Kızıl saçlarını; boya olduğunu almak zor değildi çünkü kızılın ötesinde neredeyse kırmızı da denebilirdi rengine... Dudaklarında da aynı renk ruj vardı. Sabahın köründe bu kadar ağır makyaj yapmak cidden zahmetli bir iş olsa gerekti.
"Dedim ki... Sen bu çelimsiz halinle mi o adamı tavlayacaksın? Kıza bak adama bak! Bir görsen Aylin'i bana hak verirsin. Zayıf, çelimsiz, sönük bir tip. Aynı şu kız gibi işte..."
Çiçek Hanım parmağını Reyhan'a doğru uzatıp, onu gösterince Reyhan bir an affaladı ve ona baktı. Kendisini birine mi benzemişti o? Çelimsiz, zayıf ve sönük bir tip derken...
Fırat Bey kısa bir an Reyhan'a bakıp, tekrar Çiçek Hanım'a odaklandı. Yüzündeki ifade bu kez daha resmiydi. Reyhan genç adamın kendisini hatırlamadığından kesin emin olmuştu ama bu kez onu rahatsız eden kişi o değil karşısında oturan kadındı. O kim oluyordu da dış görünüşünü bir başkası için örnek olarak sunmuştu. Anlattığı kişiyle dalga geçmek için işte şekil A daki kişi der gibi, kendisini göstermişti.
Bir kere çelimsiz değildi! Zayıf da değildi. Tamam sönük bir tipti ama bu bakan kişiye göre değişirdi.
"Aylin'in aklı başına geldi ama çok sonra. Bir süre aptal aşık gibi gezindi durdu. Ama o sürede o kadar çok eğlendim ki..."
Fırat Bey eliyle ikramın başlamasını işaret edince, Reyhan tabaklarına servis yapmaya koyuldu. Ne onların yüzüne bakıyor, ne de onlar genç kızın ne yaptığı ile ilgileniyordu. Çiçek Hanım güzel bir kadındı. Renkli gözlerinin lens mi yoksa gerçek rengi mi olduğu anlaşılmıyordu. Reyhan'dan uzun değildi. Hatta bir kaç santim kısa bile olabilirdi. Fırat Bey'in yanında tabii kısaydı. Fiziği de gayet düzgündü. Rahatsız edici tek noktası, konuşma şekliydi. Zorlama ile kibar olmaya çalışan, Türkçeyi sonradan öğrenmiş gurbetçiler gibi konuşuyordu.
Muhteşem yüzyılda oynayan Meryem Uzerli gibi... O diziyi çok izlemese de onu çağrıştırmıştı o an. Yurt dışında büyüdü ise olabilirdi. Sohbete Fırat Bey devam ediyordu.
"Nişan için düşündüğün bir tarih var mı?"
"Aslında yok..."derken gülüyordu Çiçek. "Tam olarak yok desem daha doğru olur. Ya da yılbaşına ne dersin?"
"Olabilir... O ara işler de çok yoğun olmaz."
"Nişanımız harika olsun istiyorum."
"Sen nasıl istersen Çiçek?"
"Ailen peki? Onlar da gelecek mi?"
Duruldu Fırat. Kısa bir an sustu.
"Çok sorun değil Fırat. Gelmek zorunda değiller."
"Ailem zaten iki kişi Çiçek. Annem ve kız kardeşim. Onların da durumunu biliyorsun."
"Biliyorum canım... O yüzden diyorum hiç sorun değil. "
"Teşekkür ederim."
Birbirlerine gülümsediler ve tabaklarına yöneldiler. Reyhan orada öylece dikilmekten gerçekten sıkılmıştı. Onlara değil, etrafına bakıyor, bir an önce bu olayın bitmesini diliyordu.
Çiçek Hanım bir ara ikisine bakıp, tekrar tabağına yöneldi.
"Otelimiz çok güzel, her şey mükemmel ama şu çalışanlar konusunda biraz daha dikkatli davransak olur Fırat?"
"Ne demek istediğini anlamadım."dedi Fırat tek kaşını havaya kaldırmış, onu izlerken.
"Vitrin diyorum... Artık vitrin diye bir şey var. Ve biz bu vitrine taşralı tipleri koyarsak ciddi anlamda kaybederiz. Bak havayolu şirketlerine... Hiç çirkin ve şişman hostesler var mı? Adamlar işi biliyor. Valla Avrupa'daki otellerde çalışan kadınları bir görsen, güzellik yarışmasına geldim zannedersin. Kaç dil biliyorlar ve ayrıca işlerinde çok iyiler."
Reyhan genç kadının neden bahsettiği anlamış, yumruklarını ve dişlerini istemsizce sıkarken, öfkesini gizleyemediği bakışlarıyla onu izliyordu. Fırat Bey'in cevabını da merakla bekliyordu.
"Burası Avrupa değil Çiçek."
Bu mu yani? Kısa bir cevap!
"Neyse aşkım..."dedi Çiçek Hanım yine gülerek. "Seninle başbaşa kalmak için geldim ama..."
Fırat Bey servis için bekleyen kadınlara bakmadan "gidebilirsiniz!" diyerek onun isteğini yerine getirdi.
Reyhan ve Cennet arkalarına bakmadan oradan çıktılar. Cennet olanların pek farkında değildi ama Reyhan'ın içi içini yiyordu. Hayatında ilk kez bu kadar aşağılanmış ve alt sınıf insan muamelesi görmüştü.
İlk kez...
**
Çiçek nişan töreni için planlarını ardı ardına sıralarken, Fırat sandalyesine yaslanmış onu dinliyordu. Salon, masa düzeni, yemekler ve çiçekler... Her bir ayrıntıyı incelikle düşünüp planladığı çok belliydi. Heyecanı ve telaşı genç kızın gözlerinden okunuyordu.
Gözler...
Onu izlerken aklına gelen bir çift bal rengi göz dikkatini dağıttı genç adamın. Öfkeli bakan kocaman gözler... Öfkesini belli etmemek için yumruklarını sıkan ve sessizce Çiçek'i izleyen genç bir kadın... Kaçamak bir bakış atarken, onu görmüştü. Odasına kelebek şeklinde kurabiye getiren, kurabiyelerin arasına not bırakan aşçı kız...
Ve yediği en güzel kurabiyeler...
Kahvaltı masasını onun düzenlediğini biliyordu. Çiçek çok ilgilenmese de masa gerçekten güzel olmuştu. Özenle hazırladığını fark etmemek mümkün değildi. Bu kez kalp şeklinde olan kurabiyeleri de onun yaptığını tahmin ediyordu.
"Fırat..."
Çiçek ona seslenince dikkatini dağıtan düşünceleri bir kenarı itip, ona odaklandı.
"Nasıl istiyorsan öyle olsun."dedi nişan töreni hakkındaki planlarını kastederek Fırat. "Sonuçta ikimiz de ilk kez evleniyoruz."
Çiçek ona hayranlık ve sevgi ile bakıyordu.
"Hayatımda aldığım en doğru karar sana evlenme teklif etmek oldu Fırat." derken sevgisi sesine yansıdı. "Her şey o kadar güzel ki... Bazen bunların bir rüya olduğunu düşünüyorum. Geçmişim hatalarla dolu biliyorsun. Ve ben ilk kez bir erkekle hayatımdaki her şeyi paylaştım. Sana karşı her zaman dürüst oldum. Bir yıldır birlikteyiz. Bu bir yıl birbirimizi yeterince tanımamızı sağladı. Senin de bana karşı dürüst olduğunu biliyorum."
"Öyle olması gerekiyor Çiçek. Evlilik benim için bir kaç gün sürecek bir oyun değil. Hayatımızı birleştiriyorsak birbirimize dürüst olmamız lazım."
"Babam senin benim için doğru adam olduğundan emin. Onun sana olan güveni sonsuz. Tamam başta birbirimize uygun olmadığımızı düşündü ama..."
"Hakkımda araştırma yaptı."
"Evet ve nasıl biri olduğunu öğrendi. Başarılı, dürüst, ailesine değer veren, çalışkan bir adam. Kızı için uygun bir damat. Bana karşı bile tavırları değişti."
"Teşekkür ederim."
"Ben teşekkür ederim... Mutluluğa yeniden inanmamı sağladığın, en zor günlerimde yanımda olduğun için. Bu akşam bana gelsene. Akşam yemeği yer ve birlikte zaman geçiririz."
"Seninle birlikte zaman geçirmeyi seviyorum Çiçek ama bunu daha önce de konuştuk. Her şey olması gerektiği gibi olsun. Aynı evi ve aynı yatağı paylaşmak için o günü bekleyelim."
Genç kızın ister istemez gözleri doldu. Fırat daha önce hayatından geçen hiç bir adama benzemiyordu. Kendisine değer verdiğini görmek çok güzeldi. Fiziksel anlamda öpüşmeleri dışında ki; o bile çok değildi, yakınlık olmamıştı. Oysa bakire değildi. Bekaretini kaybettiğinde yirmi yaşında, arayış içinde olan, hayatı ciddiye almayan genç bir kızdı. Yurtdışında okuyordu o zamanlar... Okulda tanıştığı Alman asıllı bir gençle bir kaç ay süren bir ilişki yaşamış ve onu bir daha asla görmemişti.
Okul bitince Türkiye'ye dönmüş, iki yıl önce başka bir adamla tanışmıştı. Kendisinden on yaş büyük ve mükemmel görünen bir adam... Ona inanmış ve güvenmişti. İstanbul'da yaşıyordu ve Antalya'ya tatil için geliyordu. İyi bir işi ve kazancı olduğundan emindi. Parası umurunda olmamıştı hiç. Onunla geçirdiği anların parasal bir karşılığı olamazdı. Hamile kalmıştı... Nasıl olduğunu anlamadan kalmıştı. Ona hamile olduğunu söylediğinde hiç bir şey söylemeden çekip gitmişti. Çaresizlik içinde bebeğini aldırmak zorunda kalınca yıkılmıştı. Ailesine anlatamazdı. Babası evlatlıktan reddeder, tek başına beş parasız kalırdı. Bu olaydan bir kaç ay sonra tanışmıştı Fırat'la... Kendini dağıttığı ve sarhoş olduğu bir gece, kendisini onun yanında bulmuştu. Adını bile hatırlamayan, Kemer'in ıssız sokaklarında kaybolmuş bir kadındı o gece. İnsanlardan, hayattan ve kendisinden nefret eden, yaşamak istemeyen bir kadın. Ona yardım etmek için arabasına almıştı genç adam. Arabanın içine kusmuş, sabaha kadar orada uyumuştu. Gözünü açtığında yanında oturan ve önünde uzanan denizi izleyen yabancı bir erkekle birlikteydi. Yakışıklı, kibar ve anlayışlı bir erkek... Sonrasında her şey rüya gibiydi. Onunla önce dost olmuştu. Bir yabancıya yaşadıklarını anlatmak gerçekten kolaydı. Sonuçta ailesini tanımıyordu. Hayatı hakkında hiç bir bilgiye sahip değildi.
Karşılaşmaları tesadüf olamazdı. Onunla birlikte olduğu her gün bunun bir işaret olduğuna inanmıştı ve yanılmamıştı. Evlenmek için doğru adamdı Fırat. Koruyan, destek olan, sahiplenen... Onu seviyordu. Sevginin ne olduğunu onunla öğrenmişti.
"Senin hakkında hiç yanılmadım Fırat."derken genç adamın gözlerinin içine bakıyordu Çiçek. "Bana karşı duyduğun saygıyı takdir ediyorum. Bazen bunu hak edecek ne yaptım diyorum."
"Sendeki değişimi için... Ama bazen beni yanıltabiliyorsun Çiçek."
Genç kızın yüzü soldu. Onun neyi kastettiğini anlamaya çalıştı.
"Kimseyi hor görme. Özellikle de emrinde çalışan insanları... "
"Ben..."dedi Çiçek usulca ama devam edemedi.
"Ben de o insanların arasından geldim. Küçük bir semtte, küçük bir evde doğdum. Babam senin baban gibi değildi. Asgari ücretle okuttu beni. Ailesine bakmak için ek iş yapıyordu. Annem ev hanımı ve şu an on altı yaşında olan engelli bir kız kardeşim var. Duygusal ve zihinsel yaşı beş yaşında bir çocuk gibi... Annem altmış yaşında ama bedenen daha yaşlı. Artık tutmayan dizleri yüzünden, yürümekte, kendine ve kız kardeşime bakmakta zorluk çekiyor. Onlar bana babamın emaneti."
Bunları zaten biliyordu Çiçek. Henüz onlarla tanışmasa da nasıl yaşadıklarından haberi vardı.
"Evlenince onları da yanımıza alacağız Fırat. Bunun için sana söz verdim. Evimiz yeterince büyük olacak. Bakıcı da tutacağız. Babam bize her konuda destek olmaya hazır."
Fırat bu evliliği fırsat olarak düşünmekten nefret ediyordu. Önüne serilen imkanların sadaka olmasını da istemiyordu. Yirmi yaşından bu yaşına kadar çalışıyordu. Son beş yıldır da eline geçen paralar ailesini rahat ettirmek için yeterince iyi olmasına rağmen yetmiyordu. Onlara bakması için tuttuğu bakıcılara para yetiştirmekte zorluk yaşadığı günler olmuştu.
Bakıcı hizmeti veren işletmelerle anlaşma yapmak cidden zordu. İyi bir hizmet iyi para demekti. Ve kahretsin ki iyi bir bakıcı bulması hiç kolay değildi. Yaşlı ve hasta annesine ayrıca bakımı zor olan kız kardeşine yeterince iyi bakmadıkları gibi onlara iyi davranmayanları bile görmüştü.
İnsanların kötülükte ne kadar ileri gidebileceğine şahit olmuştu. İnsanlardan nefret etmişti bir dönem... Kimseye güveni kalmamıştı. Hatta iyi bir aile kızı bulup evlenmeyi, annesinin evinde onunla yaşamayı bile aklından geçirmişti. Bu da bir çözüm değildi. Hangi kadın kocası için ailesine bakardı? Baksa bile ne kadar sabır gösterirdi? Kocasını sevebilirdi ama kocasının ailesini sevmek zorunda değildi. Özellikle de şuan ki genç kızlar ayrı evde yaşamak ve rahat etmek istiyordu.
Bu seçenekten daha mantıklı olan yeterince iyi bir para ile onlara vicdanlı bir bakıcı bulmaktı. Şimdi bir bakıcı vardı ama onun da şikayetlerini duyuyordu.
Kız kardeşinin yeme alışkanlığı annesinin şeker diyeti ve artı ev işleri kadını daraltıyor, bu paraya bunca hizmet verilmez diyerek sitem ediyordu. Dün yine aramış, şirketin verdiği paradan hariç para istemişti.
Sahil otellerinin genel müdürü olunca, maaşı çok daha iyi olmuş, biraz olsun rahatlamıştı fakat hayatını devam ettirmek için çok daha fazla paraya ihtiyacı vardı. Onlar için aldığı evin kredisi de yüksekti. Yani iyi bir yaşam için gerekli olan tek şey paraydı.
Çiçek karşısına tesadüf eseri çıkmamıştı belki de... Her ne kadar onunla para için evlenmiyorum diyerek kendini kandırmaya çalışsa da bu da geçerli bir sebepti. Tamam hayatı hatalarla doluydu fakat düzeliyordu Çiçek. Arasıra çekilmez yönleri olsa da onunla ciddi bir anlaşmazlık yaşamamıştı.
En önemlisi kötü niyetli değildi. Evlilik için aşık olmayı bekleme yaşını çoktan geçmişti. Çiçek'i de zamanla sevecekti. Aslında seviyordu. Adını tam olarak koyamadığı bir şekilde seviyordu. Aile olduklarında, çocukları olduğunda birbirlerine bağlılıkları çok daha fazla artacaktı. Öyle olmasını umut ediyordu.
Dünya ve insanlar bu kadar kötü ve çıkarcı iken kendisi böyle bir evlilik yapıyorsa onlar kadar kötü olamazdı değil mi?
***