Aradan geçen zaman hiçbir şeyi değiştirmemişti. Cenkay’la karşılaştığım zaman, sakinliğimi korumaya çalışmak için kendimle çok mücadele ettim. Kimseye, en önemlisi de ona bir şey belli etmek istemiyordum. Umrumda değilmiş gibi davranmak gerçekten çok zordu. Aradan geçen bunca zamana rağmen, ona olan öfkem hiç geçmemişti. Onu, dayımın teknesinin çapasıyla parçalayıp denize atmak istiyordum resmen. Nefes alıp vererek kendimi dizginlemeye çalıştım. Dayımlar ayrılana kadar sabretmeliydim en azından. Dayım bana bir kere daha sarıldı ve gemiye binip ayrıldı. Bu süre zarfında Cenkay’ın bana tereddütlü bir şekilde verdiği baş selamı dışında hiçbir iletişimimiz olmadı.
Tekne iyice gözden kaybolana kadar iskelede bekledim. Yanımda Cenkay da sessizce duruyordu. Sahiden bana bakıcılık yapacağını mı zannediyordu bu? Evde durmayacaktım ki, başka planlarım vardı. Beni bir gece baştan çıkarmış olabilirdi, ona olan duygularımı ve zaafımı kullanmış olabilirdi ama bundan sonra bana dokunmaya kalkması, bu ihtimali düşünmesi istismar demekti. Bunu isteyecek ve deneyecek veya istemeyecek diyemezdim, ama düşük de olsa böyle bir ihtimal vardı. Onunla baş başa bir evde kalmak demek, göz göre göre beni istismar edecek biriyle aynı çatı altında yalnız kalmak demekti.
Dayımın teknesi gözden kaybolunca ben de park halindeki arabama doğru yürümeye başladım. Liseden arkadaşım Alara’nın yanına, Kilyos’a gidecektim. Onun ailesi de tatilde olduğu için, eve arkadaşlarını doldurmuştu. Beni de çağırınca, iyi bir fırsat dedim ve değerlendirdim. Orada, kendi yaş grubumdaki arkadaşlarımla, Cenkay’ın varlığından, o iğneleyici bakışlarından uzak, özgürce nefes alacaktım. Bu ev, bu şehir, onun hatıraları... Hepsi bir süreliğine daha geride kalacaktı.
Kilyos yolunda, arabamın camlarını sonuna kadar açtım. Ağustos sıcağında, rüzgâr saçlarımı savururken, rastgele açtığım bir Lana Del Rey şarkısına eşlik ettim. Şarkının ritmi, içimdeki kasveti bir an için dağıttı. Her notayla, Cenkay’ın bende bıraktığı o ağır yükü biraz daha atıyordum üstümden. Ama tamamen değil; onun sesi, o geceki dokunuşları, sabahki inkarı... Hepsi zihnimde bir gölge gibi dolanıyordu. Yarım yıldan fazla zaman geçmişti ama atlatamıyordum. Yine de kendimi kandırmaya kararlıydım. Bu hafta, sadece ben olacaktım. Ne o aptal, aşık Rana, ne de Cenkay’ın gölgesinde kaybolan bir kız. Sadece Rana. Özgür, güçlü, kendi yolunda… Yani öyle olmalıydım. Kendime gelmem lazımdı artık. Yoksa gençliğimin, hayatımın en güzel zamanlarını bir hiç uğruna ziyan edecektim. Annem beni bunun için doğurmamıştı, onun hatırasına yani kendime sahip çıkmam lazımdı.
Alara’nın yazlık evi, Kilyos’un en güzel plajlarından birine bakıyordu. Arabamı park edip çantamı omzuma attığımda, Alara’nın balkondan bağırışını duydum:
“Rana! Nihayet gelebildin!”
Onun neşeli sesi, içimdeki o yumruyu bir anlığına unutturdu. Kapıda beni sarıp sarmaladı.
‘’Aylardır yoksun Amerika fatihi! İfadeni alacağım!” dedi gözleri merakla parlayarak.
Gülümsedim, ama ne anlatabilirdim ki? Cenkay’ı unutmak için kendimi canıma kastedercesine derslerime gömdüğümü mü?
“Sadece biraz kafa dağıtmaya geldim.” dedim. Zaten ders çalıştım, bir şey yapmadım pek.’’
Alara, elime bol buzlu bir mojito tutuşturdu. Koca bir kokteyl sebili yapmışlardı manyaklar.
“Tamam, o zaman bu gece kafa dağıtıyoruz!’’
‘’Öyle görünüyor zaten. Buradan çıktıktan sonra Adsız Alkolikler Derneği kuracağız belli ki.’’
‘’Abartma Rana. Kırk yılda bir kere içiyoruz. Bugün hiçbir şeyi düşünmüyoruz, sadece kendimize bakıyoruz. Anlaştık mı?’’
‘’Anlaştık yavrum!’’ dedim.
Alara’nın evi, tam bir yazlık kaosu içindeydi. Liseden tanıdığım arkadaşlarım Sırma, Mert, Deniz, birkaç yeni yüz ve Alara’nın her zamanki enerjik ekibi; İstanbul’un en meşhur after party organizasyoncuları! Salon, kahkahalar, müzik ve bira şişelerinin çınlamasıyla doluydu. Bir köşede Mert, UNO oynayan gruba espri yapıp gülüyordu; diğer köşede Sırma, telefonundan komik videolar gösterip kahkahalar atıyordu.
Alara, “Hadi, hazırlanıyoruz! Bu akşam Kilyos’un altını üstüne getiriyoruz!” dedi.
Salonun camından baktığımızda, evin arka kapısının açıldığı plajın çoktan hazırlandığı belliydi. 2013 yılında çok özendiğim ama yaşımdan dolayı hiç katılamadığım o Kilyos ruhu geri gelmiş gibiydi. Zuma Beach ruhuna ufak bir selam gönderdik sanki. Gecenin açılışını Ajda Pekkan’nın Ara Sıcak şarkısıyla yapmalıydık kesinlikle. Zaten sözleri de benim durumuma çok uyuyordu; ‘Kuş havalandı, kaçış mübahtır… İntikam soğuk, bazen ara sıcaktır…’
Alara’nın odasına hazırlanmak için geçtiğimizde, aynanın karşısında dans ederek hazırlandık. Aylardır ilk defa gerçekten neşe hissediyordum. Bunu bir daha ne Cenkay’a ne de başka birine kaybetmeyecektim. Aynada bakıştığım kız, yorgun ama kararlıydı.
“Bu gece senin gecen, Rana!” dedim kendi kendime sanki bir söz verir gibi.
Cenkay’ın gölgesini silmek için bir gece bile olsa yeterdi, değil mi?
Saç ve makyajdan sonra giyindiğimde, üzerimde kırmızı, derin dekolteli, sırtı tamamen açık bir elbise vardı. Aynada kendimi gördüğümde, yüzümde şeytani bir gülümseme belirdi. Bu elbise, vücudumun her hattını vurguluyordu; kumaş tenime yapışıyor, bacaklarımı açıkta bırakıyordu. Mücevher gibi parlayan topuklu ayakkabılarım, her adımda kendime güvenimi biraz daha pekiştiriyordu. Normalde plajda topuklu ayakkabı giyilmezdi ama bizim için bir platform yapılmıştı, onun üstünde partileyecektik. Bilemiyorum, belki gecenin ilerleyen saatlerinde çırılçıplak denize de girebilirdik.
Dans pistinde, neon ışıkların altında, Alara’yla kol kola dans ederken, her ritimle biraz daha özgür hissediyordum. Alara’nın kuzeni Can, gece boyunca yanımdan ayrılmadı. Uzun boylu, geniş omuzlu, gülüşüyle insanı eriten bir çocuktu. Bana bakarken gözlerindeki hayranlık, içimdeki yaralı gururu okşuyordu.
“Rana, sen bu gece başka bir seviyedesin.” dedi kulağıma eğilip, sesi müziğin gürültüsünü delip geçerken.
Gülümsedim, ama aklım Cenkay’daydı. Yanımda kim olursa olsun, Cenkay’la kıyaslamadan edemiyordum. Eğer burada olsaydı, Can’a böyle bakarken, belimi sarıp, basenlerime kadar okşayan ellerinin arasında dans ederken, onun ne yapacağını düşünmeden edemedim. Kıskanır mıydı? O soğuk maskesi çatlar mıydı?
Can, elinde bir kadehle dans pistinde bana eşlik ederken “Sen hep böyle miydin, yoksa bu gece mi özel?” dedi gülerek.
Ben lisedeyken defalarca karşılaşmıştık. Kendisi bizden altı yaş büyüktü. Sanırım aradan geçen yıllarda büyüdüğümü ve artık bir kadın olduğumu görmüştü. Beni beğenmesi özgüvenimi okşadı. Biz lisedeyken Can bizim için Henry Cavill gibi bir şeydi ve ben o çocukla dans ediyordum.
“Belki de bu geceye özel…” dedim göz kırparak.
Onun ilgisi, içimdeki öfkeyi bir anlığına bastırıyordu. Ama sadece bir anlığına. Cenkay’ın sesi, ‘Ben dün gece sevdiğim kadının yanındaydım.’ diye zihnimde yankılanıyordu. O cümle, her düşündüğümde içimi bir bıçak gibi kesiyordu.
Dans pistinde, Can’ın kollarında kendimi müziğe bıraktım. Şarkılar, alkol, ışıklar... Her şey bir an için beni benden aldı.
Alara, “Hadi, shot atalım!” diye bağırdığında, elindeki Bacardi şişesine uzandım ve bütün şişeyi kafama diktim. Tabii bütün şişeyi tek seferde yutacak bir midem yoktu ama bir dikişte yaklaşık yirmi yirmi beş shot kadar rom içiverdim. Boğazımı yakan rom, içimdeki ateşi körükledi.
“Bu gece benim!” diye bağırdım elimdeki kadehi sanki bir müsabakada kazandığım kupa gibi kaldırarak ve Ajda Pekkan’ın Bambaşka Biri şarkısıyla zıplaya zıplaya dans etmeye başladım. Benim bu neşem, tıpkı viral bir hastalık gibi herkese bulaştı. Hepimiz, elimizde bir şişeyle zıplayarak şarkılar söylemeye başladık. Sanki bir açık hava konseri festivali havasına döndü her şey bir anda. En sonunda da kendimizi platformdan denize attık ve denizde de şarkı söylemeye devam ettik. Bir kutlama yapan korsanlar gibiydik sabaha kadar.
Kendimizi ne ara kumsala attık, ne ara orada uyuyakaldık, bilmiyoruz ama güneşin altında hepimiz yanmış bir şekilde uyandığımızda öğle saatlerine geliyordu. Hepimiz zor da olsa kalkıp eve girdik, duş aldık, bir şeyler yiyip biraz dinlendik… Akşamüstü yeniden plaja gittik.
Biraz yüzüp, güneşlendikten sonra Alara, “Hadi, voleybol oynayalım!” diye bağırdığında, kendimi kumsalda buldum.
Kırmızı bikini üstümle, güneşin altında zıplayıp topa vururken, Can’ın hayran bakışları fark edilmez gibi değildi.
“Rana, sen bu oyunda bile kraliçesin!” diye bağırdı, topu bana paslarken.
Bu da bana kur yapacakken arada yalakalığa çeviriyordu işi ama olsun… İçimde bir yerlerde, Cenkay’ın bu sahneyi görmesini istiyordum. Onun o umursamaz tavrını bu görüntüyle parçalamak istiyordum. Plajda, denizden çıkıp kuma uzandığımda, Can yanıma oturdu.
“Bütün yaz tatil yaptım ama bu iki gündür eğlendiğim kadar eğlenmedim.” dedi gülümseyerek.
“Öyle mi?” dedim, güneş gözlüğümün arkasından ona bakarak.
“Belki de seninle geçirdiğim için.” diye ekledi, elini kuma yaslayıp bana yaklaşırken. ‘’Bizimle ne kadar kalacaksın?’’
‘’Alara on gün kadar dedi ve bana da uydu açıkçası bu program. Peki sen?’’
‘’Bu sabah gidecektim, dün geceki partiyi organize etmek için geldim. Ama şimdi kalmak için çok güzel bir sebebe bakıyorum.’’
Bana o kadar güzel ve hayran bakıyordu ki, o anda ona hayır demeye merhametim bile izin vermezdi. Bu kadar güzel biri olduğumu bilmiyordum. Özellikle Cenkay yüzünden yerle bir olan özgüvenime çok iyi gelmişti Can.
Günler Kilyos’ta bir rüya gibi geçti. Gündüzleri plajda güneşlenip denize girdik, akşamları kulüplerde dans edip sabahın ilk ışıklarına kadar eğlendik. Can, her geçen gün biraz daha yakınlaştı. Onunla geçirdiğim her an, Cenkay’ın bıraktığı yaranın üstünü örtüyordu sanki. Bir akşam, plajda ateş başında otururken, Can gitar çalıp şarkı söylemeye başladı, gözlerim ona takıldı.
Yakışıklıydı, evet, ama Cenkay değildi. Hem Cenkay müzik konusunda daha yetenekliydi. Keman çaldığı o gece, balkonda göz göze geldiğimiz an, hâlâ zihnimde capcanlıydı.
Can, “Rana, ne düşünüyorsun?” diye sordu bir ara, gülümseyerek. “Güzel… Güzel çalıyorsun. Çok da güzel söyledin.” dedim. “Sayende bu gecenin tadını çıkarıyorum.”
Ama yalan söylüyordum. Cenkay’ı düşünüyordum. Onun o geceki dokunuşlarını, sabahki inkarını… Sonra Güzide’nin sözlerini… ‘Bilmediğin şeyler var’ demişti. O anda sorgulayacak halde değildim ama düşündükçe dikkatimi çekiyor ve merakımı uyarıyordu. Her şey beynimde bir fırtına gibi dönüyordu.
Bir hafta sonra, Alara’nın evindeki son gecemizde, kulüpte çılgın bir gece geçirdik. Mor, vücudumu saran, bacaklarımı tamamen açıkta bırakan bir mini elbise giymiştim. Saçlarım dalgalı, dudaklarım vişne çürüğü rujumla parlıyordu. Bu gece, son gecemizdi. Gecenin sonunda hepimiz evlerimize gidecektik. Bu yüzden zaten beni ilgiye boğan Can, hepten etrafımda dolanıyordu. Gecenin sonunda da benimle birlikte taksiye bindi. Beni o halde, tek başına takside bırakmak istememişti. Amacı her ne kadar beni eve güvenli bırakıp, kendi evine öyle gitmek olsa da; ben geceyi onunla geçirmek istiyordum. Bütün gece Cenkay’ın kulaklarını sevişme seslerimizle doldurmak istedim.
Can, taksinin arka koltuğunda kolunu belime dolamış, “Rana, sen bu gece Dolunay’dan bile daha parlaktın.” dedi.
Boştaki elini dizime koydu ama zarifçe. Gülümsedim, ama aklım yalıdaydı. Cenkay evde miydi? Beni böyle görecek miydi?
Taksi yalının önüne geldiğinde, Can kapımı açtı ve elini uzattı. Topuklarımın üstünde hafifçe sendeledim; birkaç kadeh kokteylin etkisi hâlâ üzerimdeydi.
Can, “Dikkat et güzelim, düşeceksin…” dedi kolunu belime daha sıkı dolarken.
Yalının avlusunda, loş ışıkların altında Cenkay’ı gördüm. Elinde bir kadeh viski, duvara yaslanmış duruyordu. Gözlerimiz bir an için kesişti. Onun gözlerinde öfke vardı; çenesinin kasıldığını, bakışlarının Can’ın belimdeki koluna kaydığını gördüm. O an, içimde bir zafer hissi uyandı. Onu kıskandırmak, onun o soğuk maskesini çatlatmak... İşte tam da bunu istiyordum.
Başım dönüyormuş gibi yaptım. “Rana, iyi misin?” dedi Can ilgiyle. Gülümsedim, ona daha da sokularak. “Biraz fazla içtim galiba.” dedim göz kırparak.
“Başım dönüyor, sanki düşeceğim.”
Can hemen atıldı.
“Tamam, prenses, seni taşırım,” dedi ve beni kucağına aldı.
Ufak bir çığlık attım, kollarımı boynuna dolarken.
Cenkay’a bir an için baktım. Avluda, kadehi elinde, öylece duruyordu. Gözleri alev alev, öfkeden kudurmuş gibiydi.
Can’a, “Hadi, odama çıkalım!” dedim sesimde yapmacık bir neşeyle. Merdivenlere yönelirken, Cenkay’ın avluda kaldığını biliyordum. Onun o öfkeli bakışları, sırtımda bir zafer madalyası gibiydi.
Can, gülerek, “Prensesin odasına!” dedi. Merdivenleri bir bir çıkarken, Can’ın boynunun okşayarak ona kur yapmaya başladım. Odamın kapısına geldiğimizde, beni indirmeden kapıyı açtı ve beni içeri taşırken tek ayağıyla ittiği kapıyı kapattı. Beni yatağa oturtup önümde diz çöktü ve ayakkabılarımı çıkardı.
‘’İyi geceler, prenses.’’ dedi ayağa kalkarken.
Tam kapıya doğru adımlayacağı sırada elinden tuttum ve bana dönmesini sağladım. Yüzümün hizasında duran kemerine ellerimi getirdim.
‘’Beni bu gece yalnız bırakmanı istemiyorum. Bana eşlik eder misin?’’ dedim.
Bir elini çeneme getirdi ve baş parmağıyla çene kemiğimi okşamaya başladı.
‘’Bunu gerçekten istediğine emin misin, prenses?’’