DAVET

2015 Words
Tam, can beni öpecekti ki, beni bir hapşırık tuttu. Bir tane de değil… Peş peşe dört beş tane birden. Son anda ağzımı kapatabilmiştim de, çocuğun yüzüne hapşırmamıştım iyi ki… Elimdeki limonları alıp tezgaha koydu ve beni mutfağın kapısından bahçeye çıkardı. Temiz havanın iyi geleceğini söyledi. ‘’Affedersin.’’ dedim. ‘’Hastasın güzelim, bunun affı mı olur?’’ eliyle yüzümü sevmeye başladı. Sonra bir şey fark etmiş gibi duraksadı. ‘’Ateşin mi var senin yine?’’ ‘’Bilmem. Yemeğe inmeden ölçtüğümde yoktu.’’ ‘’Ateşölçer nerede?’’ ‘’Odamda, dur getireyim.’’ ‘’Dur burada, ben getiririm. Sen su iç bol bol.’’ Can, telaşlı bir şekilde odama çıkarken ben de su içmeye başladım. Onun gitmesiyle Cenkay girdi mutfağa. ‘’Rana kendimi tutmaya çalışıyorum ama sen de dur durak bilmiyorsun. Saat dörde geliyor, ne işi var bunun burada hâlâ?’’ ‘’Sana ne Cenkay abi? Benim evim, benim misafirim. Hem ben senin sevgiline böyle mi yaptım? Rüyalarıma girip, aklımı karıştıracak kadar yüksek sesle seviştiniz ya hani… Ben o gece size karıştım mı? Sen ne hakla bana hesap soruyorsun?’’ ‘’Rana ben o geceyi sevdiğim kadınla geçirdim.’’ Alakaya maydanoz, dam üstünde saksağan… Ben diyordum Çanakkale Boğazı, Cenkay diyordu Truva atı… ‘’Mesele buysa, ben de sevdiğim erkekleyim Cenkay abi.’’ Can’ı sevmiyordum tabii ki. Onun da beni sevdiğini düşünmüyordum ama birbirimizle karşılıklı çapkınlık yapıyorduk. Can’ın adım seslerini duyduk. Hafif bir ürperme geldi bana, kapıyı kapattım. ‘’Niye kapattın?’’ ‘’Üşüdüm Cenkay abi, soğuk.’’ dedim. Dudaklarım da titremeye başladı. ‘’Geldim.’’ dedi Can elindeki ateş ölçerle. ‘’38.7 olmuş. Rana, hastaneye gidelim mi?’’ ‘’İlaçlarım var zaten. İçerim, düşer şimdi Can.’’ ‘’Olmaz öyle, biz gidelim.’’ ‘’Gerçekten gerek yok.’’ ‘’Ben götürürüm Can, sana daha fazla zahmet vermeyelim.’’ ‘’Ben iyiyim. Uyurum, geçer.’’ Can beni ani bir hareketle kucağına aldı. ‘’Oyalanmaya gerek yok küçük hanım. Hastaneye gidiyoruz.’’ Saatler önce Cenkay’ın yaptığı gibi beni arabasına bindirip hastaneye götürdü. Öncesine göre daha iyi durumdaydım ama ateşimin gitgide yükseldiği de gelen titremelerle belli oluyordu. Cenkay’ın arabasının arkamızdan geldiğini gördüm. ‘’Cenkay abinin arabası bu?’’ dedi arkamızdakini kastederek. ‘’Buna binebilirdi. Sorması yeterliydi.’’ dedi. Can gerçekten iyi ve anlayışlı biri miydi yoksa bir planı mı vardı benimle ilgili, çözemiyordum. Zaten hasta halimle bunu da düşünemezdim. Can beni kucağında götürdü hastaneye. ‘’Bu kadarı da show artık Can. Kendim yürüyebilirim.’’ ‘’Olsun, ya tansiyonun düşerse?’’ ‘’Bir de bayıl istersen Can.’’ ‘’Sen iyi ol da, ben gerekirse bayılırım da prensesim.’’ Salaktı bu çocuk. Arkamızdan gelen Cenkay’ın sesini duydum. ‘’Kızın nüfus cüzdanı olmadan nereye götürüyorsun ucuz kahraman?’’ Gerçekten ikimizin de aklına gelmemişti bu. Cenkay’a teşekkür ettik ama o, Can’la didişmekten kendini alıkoyamadı. Can da bir yerden sonra alttan alamadı ve kavga etmeye başladılar. Kulaklarımda bir Firdevs Hanım kahkahası çınladı. ‘Düşünsene; iki erkek senin için kavga ediyor. Ay ne hoş…’ sözleri yankılanıyordu. Güvenlik bunları atarken beni de yatırdılar. Evde ilaçla tedavinin yeterli olmayacağını anladılar ve beni hastaneye yatırdılar. Cenkay salaktı, şerefsizdi, hadsizdi ama zor zamanlarımda gerçekten beni düşündü. Güzide’yi kendimi daha iyi hissedeceğimi bildiği için çağırdı ama yattığım üç gün içinde de her şeyime koştu. Güzide’nin dediğine göre gerçekten perişan olmuştu. Ben de her gördüğümde fark ediyordum. Alt tarafı bir enfeksiyon kapmıştım ama bana sanki kanser tedavisi görüyormuşum gibi davranıyordu. Dayıma haber vermesini ben istemedim. Kısacık tatili vardı zaten. Üç gün sonra taburcu olduğumda yanımda Beren vardı. Üniversiteye başladığım yıl katıldığım müzikal kulübünden arkadaşımdı. Çok uzun süren yurtdışı tatilleri yapardı her yaz. Benim hastaneye yattığım gece yurda dönüş yapmış, jetlagged olduğu için de ancak kendine gelmişti. Onun Yeniköy’deki dairesinde kaldım dayım tatilden dönene kadar. Kız kıza gerçekten güzel zaman geçirmiştik. Tabii bu arada benim dramalarımın fazla geldiği Can, yoğun işleri bahanesiyle çapkınlık turlarına çıkmış, bana sadece öylesine bir iki tane mesaj atmıştı. Zaten hayatımda o kadar da önemli bir rolü yoktu, çeşnilendirmişti sadece aktarımın başı. Günler geçmiş, Eylül’ün serin rüzgârları İstanbul’un sokaklarını sarmış, okullar açılmıştı. Seçmeli ders sınıfında tanıştığım Erasmus öğrencisi Enrique yeni maceramdı. Siyah dalgalı saçları, zeytin rengi teni, ve o şakacı, ateşli gülüşüyle tam bir İspanyol fırtınasıydı. Okula ilk geldiğinde başka kızlarla da flört etmişti tabii ki. Sonra benimle tanıştı. İlgisini üstümde uuzn süre tutacağım belliydi. Benim de kanımı kaynatıyordu aslında. Özellikle konuştupunda İspanyol aksanı kelimelerine bir alev katıyordu. Sunum yapmak için onunla aynı konuyu seçtiğimden, ikimizi partner olmuştuk. Çalışma salonunda geç saatlere kadar beraber çalıştık. O günden sonra, Enrique bir gölge gibi peşime takıldı. Kampüs koridorlarında, okul dışındaki eventlerde, her yerde… Onun flörtöz dokunuşları, omzuma değen parmakları, kulağıma fısıldadığı İspanyolca iltifatlar tam da ihtiyacım olan şeydi. Okul, beni içine çekmişti. Sabahları derslerle boğuşuyor, hocaların sesleri zihnimi dolduruyordu. Son senem olduğu için dersler yoğundu, sosyalleşebildiğim tek anlar, Enrique’yle birlikte kahve içebildiğim anlardı. Finallerden sonra onunla baş başa tatile çıkmayı ve resmen bir rızık gibi düştüğü için nimetin tadını çıkarmayı çok istiyordum. Dayımın holdinginin gelenekesel yıldönümü geldi çattı. Her yıl olduğu gibi yine Çırağan’da verdiği bir davetle kutlayacaktık. Ben de davete bu sene Enrique’yle gidecektim. Normalde iki kuzen olarak Cenkay’la katılırdık ve Cenkay beni umursamadan diğer kadınlarla flört ederdi. Bu gece umursasın veya umursamasın, onun gözü önünde biriyle olacaktım. Onun kıskançlığını hissetmek, içimde bir zafer ateşi yakıyordu ve buna engel olamıyordum. Davet gecesi, aynanın karşısında durmuş, kırmızı, derin dekolteli bir elbise giyiyordum. Kumaş, bedenimi sarıyor, bacaklarımı açıkta bırakıyordu, ince askıları omuzlarımı çıplak sergiliyordu. Topuklu ayakkabılarım, yalının taş zemininde tıkırdıyordu, her adımda kendime güvenim artıyordu. Saçlarım dalgalı, omuzlarıma dökülüyordu; vişne çürüğü rujum, dudaklarımda bir silah gibi parlıyordu. Enrique, yalının kapısında beni bekliyordu, lacivert takım elbisesiyle, gözleri hayranlıkla parlayarak bana baktı. “Hayatımda gördüğüm en güzel kurbağasın.’’ dedi belimi sararken. Rana, İspanyolca’da kurbağa demekti. Kahkaha attım bunu demesine. Çırağan Sarayı’nın ışıkları, Boğaz’ın sularına yansıyordu, kristal avizeler salonu bir rüya gibi aydınlatıyordu. Davet, şampanya kadehleri, smokinler ve ipek elbiselerle doluydu. Enrique, elini belime koyarak beni içeri soktu, parmakları elbisemin açık sırtından tenime değiyordu. Bundan keyif aldığını, sırtımı okşayarak belli ediyordu. Dayım ve yengem, davet sahipleri olarak girişte misafirleri karşılıyordu, yengemin gülüşü salonu ısıtıyordu. “Rana, ne kadar güzel olmuşsun!” dedi. Fotoğraflarımızı çekmek isteyen basın mensuplarına ‘Sadece bizi çek’ diye şaka yollu istekte bulundu. Zümrüt yeşili elbisesiyle çok şık ve zarif duruyordu. Açılış dansını dayım ve yengem açtılar. Sonra da ben ve Enrique onlara eşlik ettik. Bir ara dayım benimle dans etmek isteyince, yengem de Enrique’yle dans etti. Her şey çok güzel gidiyordu ki, onu gördüm. Cenkay. Kolunda uzun boylu, sarışın bir kadın… Ten rengi bir elbise içinde, gülüşü sahte bir zarafetle parlıyordu. Cenkay, siyah smokiniyle, her zamanki gibi tehlikeli bir cazibeyle duruyordu, kolları sıvanmış gömleği yerine resmi bir şıklık içindeydi. Gözlerimiz kesiştiğinde, onun gözlerinde okumakta zorlandığım bir şey vardı. Şarkı bitmişti ama bu sefer ben bir şarkı istedim. Hareketli bir latin şarkısı. Sonra da Enrique’yle birlikte dans etmeye başladım. Bizi izleyen Cenkay’la göz göze gelince beden dilimi daha flörtöz kullanmaya başladım. Bunu yapmamdan rahatsız olduğu her halinden belli oldukça, dudaklarım keyifle kıvrıldı. Enrique’yle, dans pistinde, elleri belimde, nefesi kulağımdayken söylediği ateşli ve baştan çıkarıcı sözlerin hareketlerimi etkilemesine izin verdim. “Bu gece sadece sen ve ben, hermosa. (güzelim)’’ dedi. Gülümsedim, bedenimi ona yaklaştırdım, elbisemin kumaşı tenime sürtünürken, ritme teslim oldum. Cenkay’ın bakışlarını hissediyordum. Oturduğu masadan, o sarışın kadının yanında, gözleri, Enrique’nin ellerine, benim gülüşüme, açıkta kalan boynuma, dekoltemin gölgesine kilitlenmişti. Neredeyse bir yıl olacaktı ama onun kıskandığını düşünmek hâlâ içimi bir ateşle dolduruyordu. Bana gözlerinin önünde başkasının dokunduğunu görmesi ve yanındaki kadınla olduğu anların burnundan gelmesi fikri, damarlarımda bir zafer şarkısı çalıyordu. Enrique’ye daha da yaklaştım, parmaklarımı gömleğinin yakasına kaydırdım, kulağına fısıldadım: “Bu gece benimle buranın dans kraliyeti olmaya var mısın?” Enrique, gülerek, “Seninle her şeye varım.” dedi ve beni kendine daha da çekti. Bedenlerimiz müziğin ritminde birleşti, tenlerimiz birbirine değdi. Gece ilerledikçe, şampanya kadehleri boşaldı, kahkahalar yükseldi, salon bir rüya gibi parlıyordu. Enrique, her fırsatta bana dokunuyor, elimi sıkıyor, boynuma eğilip İspanyolca fısıldıyordu: “Eres mía esta noche. (Bu gece benimsin.)” gibi şeyler söylüyordu. Cenkay’ın gözleri, bir an bile ayrılmadı bizde. Yanındaki sarışın kadın, ona bir şeyler söylüyordu, kadehini dudaklarına götürüyordu, ama Cenkay’ın dikkati bende ve Enrique’deydi. Onun çenesindeki kasılma, yumruklarının sıkılışı, smokinin altındaki kollarının gerginliği... Her şey, onun içindeki fırtınayı ele veriyordu. Bu, bir oyundu, ve ben kazanıyordum. ‘’Siz bu gece hiç dans etmediniz. Rana’yı dansa kaldırmayacak mısın, Cenkay?’’ Nergiz yenge ne gerek vardı şimdi buna? ‘’Benim bu gece bir kavalyem var yenge. Ona ayıp olmaz mı?’’ Cenkay sanki bu anı bekliyormuş gibi ‘olmaz olmaz’ diyerek beni elimden tutup, dans pistine çekti. Yanındaki kızdan izin bile istemedi. Kızın şaşkın bakışlarına aldırmadan, beni resmen sürükledi. Bir elini, açık sırtıma koyarak beni kendine çekti. O kadar hoyrat davranıyordu ki, bıraktığı anda düşebilirdim. ‘’Yavaş olsana biraz Cenkay abi.’’ ‘’Canın mı yandı?’’ ‘’Hayır ama düşeceğim.’’ ‘’Ben seni düşürmem.’’ Duy da inanma. Düşürmek ne kelime, sen beni duvardan duvara vurursun be! ‘’Kim bu lavuk?’’ ‘’Kim?’’ ‘’Lavuk lavuk… Yanındaki dalyarrrr- Tövbe tövbe… Kim bu?’’ ‘’Erkek arkadaşım, görmüyor musun?’’ ‘’Can bitti dedik, ithal lavuk buldun.’’ ‘’Erkek arkadaşım hakkında düzgün konuş. Ben senin kız arkadaşına laf ediyor muyum?’’ ‘’Mis gibi kız, nesi var?’’ ‘’Geldiğinizden beri herkes fısır fısır konuşuyor. Sosyetenin en meşhur escortunu getirmişsin. Bütün basın, bütün çevremiz, herkes burada. Dayımın itibarını hiç mi düşünmedin?’’ ‘’Ne saçmalıyorsun sen?’’ ‘’Saçmalamıyorum Cenkay. Bu kız, meşhur bir escort.’’ ‘’Ben bu gece bana eşlik etsin diye modellik ajansından tuttum bu kızı.’’ ‘’Ajanstan tutulan bir kadın için sence de fazla samimi davranmıyor mu? Bundan da mı şüphelenmedin?’’ ‘’Benden hoşlandığını düşündüm. Bana asıl işinin reklam ajansında editörlük olduğunu, bu işi part time olarak yaptığını söyledi.’’ ‘’Part time hayat kadınlığı… İyiymiş… Bu arada kadının işini küçümsemiyorum. Ama bu kadar bilinen bir kadını dayımın gecesine getirmen dayımın itibarını alaşağı etti. Kendinden utanmalısın.’’ Cenkay beni bırakıp hemen masaya döndü. Ben de Enrique’nin yanına döndüm. Elimi omzuna koyup hafifçe okşayarak Cenkay’ı izledim. Çünkü onu oyuna getirmiştim. Kız escort filan değildi, sadece Cenkay’ı huzursuz etmek istemiştim. Ajanstan tuttuğunu söylemesi gerçekten tesadüftü hem de iyi bir tesadüf. Kızın ekşittiği suratıyla kalkması ve insanlardan özür dileyerek gitmesiyle, Cenkay şaşkınlıkla bakakaldı. Masada duran kadehime uzandım ve yüzümdeki hınzır gülümsemeyle kadehimi ona kaldırdım. Omzunu okşadığım canım erkek arkadaşım da elimi okşayıp, ona eğilmem için bir işaret yaptı. Eğildiğimde önce yanağıma bir öpücük bıraktı. Bunun yapmasıyla, Cenkay’ın elindeki kadehi masaya sertçe koyması bir oldu. Hepimiz ona baktığımızda da ‘pardon, elimden kaydı’ dedi sahte bir mahcubiyetle. Enrique dikkatimi tekrar kendi üstüne çekip “Rana, gel, biraz hava alalım.” diye kulağıma fısıldadı. ‘’Olur.’’ dediğimde gözlerinde bir kıvılcım, dudaklarında tehlikeli bir gülüş belirdi sanki ama göz ardı ettim. Burada bana ne yapabilirdi sonuçta? Elimi tuttu, kalabalığı yararak beni salonun arka koridorlarına, Çırağan’ın gölgeli bahçelerine çekti. Loş ışıklar, taş patikalar, denizin tuzlu kokusu arasında adımladık. Burası, gizli bir dünya gibiydi ve İstanbul’un güzelliğine bir kere daha hayran bırakıyordu. Enrique, bir ağacın gölgesine, taş bir bankın yanına çekti beni, elleri belime sarıldı, parmakları tenimde bir alev gibi gezindi. “Sana dokunmak istiyorum, Rana.” dedi arzu dolu bir fısıltıyla. Gülümsedim, dudaklarımı onunkilere yaklaştırdım ve birkaç öpücüğe izin verdim. Onun istekli ve sıcak dudakları parmaklarımı karıncalandırıyordu. Daha fazlasını istediği belliydi ama burada olmazdı. Bir an için duraksadım ve ellerimi göğsüne koydum. “Enrique, yavaş…’’ diye uyardım. Sesim titrek, nefesim düzensizdi. Ama bu onu durdurmadı. Ellerinin baskısı arttı, belimden kalçalarıma kaydı, nefesi hızlandı, kulağıma eğildi. “Hadi Rana, daha fazla uzatma…” Sesinde hem sabırsızlık hem de sert bir ifade vardı. Kalbim hızlandı, ama bu sefer korkudan. “Hayır, istemiyorum.” dedim kararlı bir ses tonuyla. Onu itmeye çalıştım. Gözleri karardı, elimi bileğimden yakaladı. O kadar sıkıydı ki, canımı yakıyordu. “Ne bu şimdi, oyun mu oynuyorsun?” Sesi kısıktı ama tehditkardı. Kolumu çektim, ama o daha sıkı tuttu. ‘’Lüten bırak. Ne burası uygun bir yer ne de şimdi uygun bir zaman.’’ ‘’Çocuklar gibi sadece öpüşüyoruz Rana. Ben gerçek bir kadın istiyorum karşımda.’’ ‘’Enrique, lütfen. Bu hiç ama hiç iyi bir fikir değil.’’ ‘’Bana bak, bütün gece beni baştan çıkardın. Şimdi beni bu halde bırakamazsın.’’ ‘’İstemiyorum, bırak!’’ dedim elimi kendime hızla çekerken. Onu bırakıp salona döneceğim anda beni kolumdan tutup çekti. ‘’Bırak diyorum, nesini anlamıyorsun?’’ dedim tuttuğu kolumu kendime geri çekmeye çalışırken. Kolumu tuttuğu eli beni iyice kendine çekerken, diğer elini kaldırdı. Vuracağını anlayınca nefesim kesildi, gözlerim korkuyla büyüdü ve korkuyla çığlık attım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD