"Ben kabalık etmek istemem ama açık konuşmanın en doğrusu olduğunu düşünüyorum. Böylece sonradan sorun yaşanmaz." dedi Yusuf Sinan.
O kadar ciddi ve ölçülü söylüyordu ki sanki bu masada devlet meselesi konuşuyorduk.
"Elbette." diyebildim, boğazımdaki düğümü gizlemeye çalışarak.
" Siz biraz gergin görünüyorsunuz. İsterseniz önce ben başlayayım. Zaten benim lafım kısa. Aklınıza uymayan bir şey olursa açıkça söyleyebilirsiniz."
Bütün masanın üzerime doğru eğildiğini hissettim. "Buyurun." dedim, ama içimden ben böyle konuşmaların insanı değilim ki diye geçirdim. Oysa o, karşımdaki adam, en ufak bir yüz kası kıpırdamadan konuşuyordu. Ne sesinde bir titreme, ne ellerinde bir telaş. Tam bir disiplin abidesi. Bir yandan sürekli siz diyor, kibar görünmeye mi çalışıyor diye düşünüyordum. Ben bu kibarlığın insanı da değilim. Daha doğal biriyim ama nezaket dedim. Geçtim.
"Öncelikle ailem yok ama aile gibi insanlar var etrafımda. Şerife Teyze, sizin işe devam etmek gibi bir şartınız olduğunu söyledi. Benim için hiçbir sakıncası olmamakla birlikte çalışan bir eşim olması benim de tercihimdi zaten. Mesleğim nedeniyle geleceğimin bir garantisi yok. O yüzden, ne kadar benden kalacak belli bir miktar maaş ve ev olsa da, hayat şartları malum."
Hafifçe gülümsedim. Tamam, dedim içimden, önemli bir kriterim tamam. Ama nereden bilebilirdim ki, o gün söylediği her cümlenin aslında “arkana bakmadan kaç Elif” diye bağırdığını?
" Askerim. Üsteğmenim. Maaşım belli. Borcum yok. Yakında terfi bekliyorum."
" Maddiyat benim için önemli değil. Saygın bir mesleğiniz var." dedim. Ama aslında kalbim deli gibi atıyordu. Benim de saygın mesleğim var da, senin mesleğin resmen hayat memat meselesi. Hangi gün nerede olacağını bile bilmiyorsun.
" Sizin de öyle." diye karşılık verdi. "Çocuk sahibi olmak isterim. Bunların dışında söylemem gereken önemli bir konu var. Umarım sizi rahatsız etmez."
Durdum. Sanki bir anda bulunduğum restoranın bütün sesleri kesildi. Yalnızca onun sesi kaldı kulaklarımda. "Dinliyorum." dedim.
"Sonuçta bir evlilik yaşanacak. Kabul ederseniz tabii. Ben sadakate önem veririm. Yalnız cinsel anlamda eşimin farklılıklara açık olmasını isterim."
O anda yüzümün kıpkırmızıya döndüğünü hissettim. Yere doğru baksam, yanaklarımın kızıllığı ortamı bile aydınlatırdı. Ama doğru söylüyordu. Çocuğu leylekler getirmiyordu. İnsan bunun hakkında konuşmalıydı.
" Sizi germeden konuyu biraz açayım," dedi. "Elbette uç şeylerden bahsetmiyorum. İki kişi arasında yaşanabilecek fantezilerden bahsediyorum. Sizin için bir sakıncası yoksa, ilk görüşmede uygun düşmez, daha sonra detay verebilirim. Şu an yeni tanışıyoruz, sizi rahatsız etmek istemem."
Saydıkları içinde beni en geren kısım buydu. İçimden tamam Elif, kalk git masadan, bu konu sana ağır dedim. Ama bilmiyordum ki gün gelip bu sözlerin içimde en çok rahatladığım, hatta mutlu olduğum kısım olacağını. Asıl diğerlerinde sorun olduğunu.
Sonra hiç oyalanmadan ekledi.
"Benim söyleyeceklerim bu kadar. Açıkçası sizi beğendim ve uygun buldum."
Sanki biri bana spot ışığı tutmuştu. Nefesimi dengelemek için bir an duraksadım.
"Benim soracağım bir çok şeye zaten cevap verdiniz. Ben de çocuklarım olsun isterim. Sadakate önem veririm. Benim için de uygun." dedim.
Dilimi arı soksaydı denilen noktanın orası olduğunu nereden bilecektim.
Sonra her şey çok hızlı gelişti. Numaralarımızı alıp verdik. Eve döndüğümde ilk iş aileme bahsettim. Fotoğrafını attığımda kimse inanmadı.
Annemin sesi kulaklarımda çınlıyordu.
“Sen bunu iyice bir araştır kızım. Dolandırıcı falan çıkmasın.”
Yani böylesi ancak dolandırıcı olursa bakardı bana.
Ablam da telefonun diğer ucunda kahkahalar atıyordu.
“Shop yapmayı seviyor herhalde. Yani bak bir daha dikkat et, bu kadar yakışıklı biri seninle ne iş yapsın?”
Cümle bittiğinde boğazıma bir yumru oturdu.
Demek bana göre değil yani? Demek ki o kadar yakışıklı bir adam beni beğenemez… Öyle mi?
İçimde garip bir öfke kabardı. Hem kırılmıştım hem de kanıtlamak istiyordum. Evet, Yusuf Sinan gerçekten de çok yakışıklıydı. Üniformasıyla, duruşuyla, o sert bakışlarıyla. Ama beni beğenmişti işte. Gözümün içine baka baka uygun buldum demişti. Hatta beğendim demişti.
Ailem buna inanmıyorsa bu onların sorunu olmalıydı, benim değil. Ama ben yine de içten içe hırslandım. Göstereceğim size. O da insan, ben de insanım. Neden bana bakmasın ki?
Belki de gururum okşandığı için, belki de hayatımda ilk defa biri bana böylesine ciddi yaklaşmış olduğu için, Yusuf Sinan’ ın söylediklerine gözümü kapattım. Kırmızı bayrak mı, tehlikeli cümleler mi. Hiçbirini duymak istemedim. Duysam anlar mıydım bilmiyorum. Tehlike bazen iyi gizlenirdi.
O an tek düşündüğüm şey şuydu. Beni seçti. Onca kadın arasından beni seçti. Şerife Teyze de onunla evlenmek isteyenler olduğunu söylemişti ama o beni seçmişti.
Kendi kendime fısıldıyordum.
“Evet Elif, sen de değerlisin. Sen de bir doktor, sen de ayakta duran bir insansın. Niye olmasın?”
Bir yanım hala ürkekti, buz gibi tavırlarını düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu. Ama diğer yanım, aileme göstereceğim günün hayalini kuruyordu. “Hani bana inanmıyordunuz ya? İşte, bakın. O gerçekten var. Ve benim yanımda.”
Ve işte bu inat, bana gözüme perde indiren en büyük şey oldu.
.....
İkinci buluşmamızda yine lüks ama sessiz, loş ışıklı bir mekana gittik. Masaların arası uzaktı, kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Yusuf Sinan kapıda beni bekledi, önce sandalye çekti, sonra menüyü önüme bıraktı. İlk buluşmadaki gibi aynı kibar hali ama sanki bu akşam daha ciddi bir havası vardı.
Yemek siparişlerimizi verdikten sonra birkaç dakika gündelik şeylerden konuştuk. O, görevden görevden söz etti, ben hastanedeki yoğunluğu anlattım. Ama farkındaydım, asıl meseleye gelmek istiyordu. Gözleri çok netti. Kafasında planladığı bir konuşma vardı belli.
Bir süre sonra bardağını masaya bıraktı ve bana dönerek,
“Geçen sefer söylediğim şeyi biraz açmam gerekecek Elif Hanım. Belki size tuhaf gelebilir, ama benim için evliliğin yalnızca birlikte yaşamak değil, aynı zamanda birlikte keşfetmek anlamına geldiğini söylemeliyim.”
Bir an nefesimi tuttum. Ne demek istediğini tahmin ediyordum ama ağzımdan tek kelime çıkmadı.
“Sadakat benim için şart. Ama sadakat, sıkıcılık anlamına gelmez. Evlilik hayatında eşlerin birbirini şaşırtması gerektiğine inanırım. Mesela…”
Duraksadı. Sonra sakin bir sesle, ama özenle sıralamaya başladı:
“Bazen rol yapmak, farklı kimliklere bürünmek. Kimi zaman masum bir oyuna dönüştürmek, mesela doktor– hasta ya da öğretmen– öğrenci gibi. Tabii doktor size sıkıcı gelebilir ama örnek vermek istedim. Sürpriz mekanlar ya da farklı kıyafetlerle heyecan katmak. Gözleri bağlamak, sürprizlerle merak uyandırmak. Ve en önemlisi, bunların ikimizin rızasıyla olması.”
Sanki listedeki her maddeyle ben biraz daha küçülüyor, masanın altına saklanmak istiyordum. İçimden “Allah’ ım adam neler söylüyor!” diye çığlık atıyordum ama dışarıya tek damla ses çıkmadı.
O ise ciddi ve soğukkanlıydı, hiç çekinmiyordu. “Elbette uç şeylerden söz etmiyorum. Ama monoton bir evlilik istemem. Birlikte olduğum insanla yatakta heyecanı paylaşmak isterim.”
Yanaklarımın ateş gibi yandığını hissediyordum. Bardağıma sarıldım, suyu yudumlarken elim titriyordu. O sırada kendi kendime düşündüm:
“Rol mü? Kıyafet mi? Göz bağlamak mı? Ben bunları kaldırabilir miyim? Allah ’ım daha ikinci buluşmada bunları konuşuyoruz!… Ama belki de doğru söylüyor. Belki evlilik böyle şeyleri de içeriyor. Ve o bana güvenip açık açık söylüyor.”
Gözlerimi kaldırmaya cesaret edemedim. Ama içimde garip bir duygu kabardı. Hem korku hem merak ve en çok da gurur.
“Elif, sana bakan bir Üsteğmen var. Hem yakışıklı, hem düzgün. Seninle böyle ciddi şeyler konuşuyor. Demek ki seni gerçekten düşünüyor.”
Allah’ ım, ben bunları daha dizilerde bile utanarak izleyen bir insanım! Yıllardır çalışmaktan başka bir şey bilmemişim. Hayatım, vardiyalar, acil servis nöbetleri, hastaların telaşı… Benim romantizm anlayışım, sabah kahvaltısında çayımı sıcak içebilmekten ibaretti. Cinsellik ise üzerine düşünmediğim bir şey. Tamam olacak elbette. Ama işte..
Şimdi karşımda bir adam vardı. Sadece yakışıklı değil, güçlü, soğukkanlı ve çok ciddi. Ve bu adam, daha ikinci buluşmada benimle evlilik konuşuyor; çocuk istiyor, sadakat istiyor ama bir yandan da evlilikte oyunlardan bahsediyordu.
İçimden sesler çarpışıyordu:
Elif, kaç! Daha yeni tanıyorsun, böyle şeyler ağır geliyor.
Elif, kal. Bak sana güveniyor, açık açık konuşuyor. Demek ki seni ciddiye alıyor. Adam seni izlemeye almayacak ya.
Elimi dizimin üstüne koydum, titremesin diye sıkıca bastırdım. Yutkunarak sadece “Hı…” diyebildim.
Ama içimde bir şey daha vardı gurur.
“Beni beğendi. Üsteğmen Yusuf Sinan Kurtay. Şerife Teyze ’nin hep övdüğü adam. Yakışıklı, disiplinli, kariyerli. Ve beni seçti. Demek ki ben de değerliyim. Ben de görmezden gelinecek biri değilim. Annemin, ablamın inanmadığı o ihtimal gerçek oldu.”
Bu düşünce, söylediklerinin ağırlığını biraz olsun hafifletiyordu. Yine de kafamın içinde dönüp duran sorular bitmiyordu:
“Ben böyle şeylere hazır mıyım? Bir gün bana rol yapalım derse ne olacak? Ya da gözlerimi bağlarsa korkar mıyım? Yoksa hoşuma mı gider? Allah ’ım ben hangisiyim? Ben hazır mıyım?”
Yusuf Sinan hala sakin, kibar bir şekilde konuşuyordu. Ben ise dudaklarımı ısırarak oturuyordum. İçimden, “O adamın dünyası bambaşka ya ben o dünyaya ayak uyduramazsam?” diye düşündüm.
Ama sonra kendime başka bir cevap verdim.
“Hayır Elif, uyduracaksın. Çünkü seni beğendi. Çünkü sen de onun gözünde değerlisin. Ve bu bana yetiyor.”
Onu dinlerken kalbim bir yandan sıkışıyor, bir yandan da tuhaf bir şekilde rahatlıyordu. Açık açık konuşması belki de beni en çok etkileyen buydu. Kafasında ne varsa saklamıyordu.
Bir an derin bir nefes aldım. Sesim titremesin diye boğazımı temizledim.
“Ben anladım.” dedim. “Yani, kolay şeyler değil bunlar ama eğer bu senin için önemliyse, benim için de sorun değil. Çünkü ben de sadakati önemsiyorum. Aile kurmak istiyorum. Çocuklarım olsun istiyorum. Gerisi zamanla öğrenilir. Eşler arasında tensel temasın canlı olmasının evlilikler için iyi olduğuna inanıyorum. ”
O an, gözlerinin içindeki ciddiyet yumuşadı. İlk defa dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm gördüm. O tebessüm, içimi ısıttı. “Tamam Elif… doğru yoldasın.” diye düşündüm.
Böylece kabul ettim. Sorgulamadan, sorgulasam bile kendimi susturarak sadece onu kaybetmemek için.
Yemek sonrası kahvelerimizi yudumlarken Yusuf Sinan gayet sakin ama kararlı bir sesle konuştu.
“Elif, benim görevim, senin mesain… ikimizin de vakti çok sınırlı. Fazla oyalanmak istemiyorum. İstersen en kısa zamanda ailenle tanışmaya geleyim. Hem onlar da gönül rahatlığıyla görsünler beni.”
İçimde bir telaş, bir sevinç, bir korku… hepsi birden çarpıştı.
“Evet olur.” dedim. “Annem, ablam tabii biraz şaşıracaklar ama bence tanışmanız iyi olur.”
Kendi sesimi duyduğumda bile irkildim. Her şey ne kadar hızlı gelişiyordu. Daha birkaç hafta önce otobüste kabus gibi bir olay yaşarken, şimdi anneme, ablama “Üsteğmen Yusuf Sinan Kurtay benim ailemle tanışmaya gelecek.” diyecektim.
Ama biliyordum onun yoğun görevi, benim hastane nöbetlerim arasında boşluk bulmak kolay olmayacaktı. Biz de karar verdik. Boş bulduğumuz ilk ortak vakitte Yusuf Sinan bizim eve gelecek, ailemle tanışacaktı. Her şeyi boşluklara sığdırmaya çalışıyorduk.
Kahvelerimiz bittiğinde, kafamın içinde hala aynı ses vardı.
“Elif, bu çok hızlı. Ama o seni seçti. Bu sana yetmez mi?”
Aslında bu hız bile sinyaldi ama ben görmedim. Sadece tanışmaya gitme gününü bile ayarlamak zor olmuştu ama bunu da görmedim. Bu adamın aslında evliliğe vakti bile yoktu. Sadece ailesiz büyüdüğü için ailesi olsun istiyordu. Belki bir de seks partneri.