SORGU

1518 Words
Motorun uğultusu ve aracın titremesiyle birlikte kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ellerim sanki titriyordu. Sordum, “Nereye gidiyoruz? Herkes iyi mi?” diye, ama cevap gelmedi. Sanki yokmuşum gibi, sessizce ilerliyorduk. Bu kaçıncı soruşum ama hep aynı sessizlik. Dışarıya bakmaya cesaret edemiyordum. Çatışma sesi hala kulaklarımdaydı, içimde hala bir korku fırtınası vardı. Otobüsteki insanların hala hayatta olup olmadığını merak ediyordum. Onlar için ne yapabilirdim, yoksa ben mi hata yaptım. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu şu an. Olanları bile öğrenemiyorum. Araç sınırı geçtiğinde, her kilometre biraz daha ağırlık yüklüyordu omuzlarıma. Şırnak ’a yaklaştığımızı hissettim. Çevre değişmişti, ağaçlar, dağlar ve sönük güneş Her şey bir anda farklı bir gerçekliğe dönüştü. Askeriyeye vardığımızda, araçtan indim. Hava sanki burada soğuktu ve taş duvarlar, yüksek teller. Beni bir odaya götürdüler. Adeta yerin altına soktular resmen. İçerisi zindan gibi, sıkışık, ışık az ve sessizlik boğucuydu. Beni götüren asker hiçbir şey söylemeden kapıları kilitledi ve uzaklaştı. Şimdi tamamen boşlukta hissediyordum kendimi. İki saat boyunca orada bekledim. Duvarlara bakarken zaman uzuyor, nefes almak bile bir yük haline geliyordu. Psikolojik baskı her nefeste biraz daha artıyordu; ne soracaklar, ne yapacaklar. Tek bildiğim, kapının arkasında her an birinin gelebileceği korkusuydu. Burada bekleyince bu ağır koku altında kendimi suçlu hissediyordum. Belki de amaç buydu. Ve tam o anda, kapı açıldı. İçeriye bir adam girdi. Uzun boylu, geniş omuzlu… Gözlerim hemen ona kilitlendi. Kalbim hızla çarptı, nefesimi tutmuş, kendimi olduğu yerde donmuş hissettim. Yine o soğuk adam. Beni buraya gönderen. Henüz adını bilmiyordum, ama bir şey kesindi. Bu kişi yakışıklılığı ziyan ediyordu. Ve bir sonraki saniye, ona ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemeden sessizce durdum. Ellerimi havaya kaldırdım. Göğsüm sıkışmıştı. Karşımda duran adamın sert bakışları altında nefes almak bile zor geliyordu. Sanırım teslim oluyorum ya da ben masumum anlamına geliyordu elimi kaldırmam. Ne hissettiğimi bile bilmiyorum o an. Sessizlik uzun sürmedi; sert, kontrol dolu bir ses yankılandı: " İsmin ne? Orada ne işin vardı?" " Ben Elif Sonay. Pratisyen hekimim. Oraya tıbbi yardım ve seminer için gidiyordum. "dedim, titrek ama kendimi toparlamaya çalışarak. Adam bir adım ileri geldi, gözlerini benden ayırmadı ve yeni sorular sordu. Bu kez tek tek, her biri bir tokat gibi. "Neden herkesi bayılttın?" Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Derin bir nefes aldım, ellerimi hala havada tutarak cevap verdim. İndir dese ölürdü herhalde. " Çünkü… çünkü tehlike altındaydık. Teröristler saldırganlardı. Kimseye zarar gelmemesi gerekiyordu. Bayıltmazsam, herkes yaralanabilirdi." Komutan gözlerimi süzdü, ciddiyeti ve beklenen açıklık hissiyle sorularını sürdürdü: " Neden sivilleri etkiledin? " " Kimseyi hedef almadım. Ama başka şansım yoktu. " kelimelerim boğazımda düğümlendi, titreyerek ekledim. " " Siviller çoğu iş arkadaşım, kimseye zarar gelmemesi için. Seçme şansım yoktu. " Bir sonraki soru daha sertti." "Peki, neden telefonları alıp kaçtın? " Telefonları onlar toplamıştı zaten. O poşete koymuşlardı. Baygınlıkları kısa süreceği için hızlı hareket etmek zorundaydım. Seçim yapma zamanım yoktu. Sizin orada olduğunuzu bilemezdim. Haber vermem gerekiyordu. " Sesi titriyordu ama kararlılıkla kontrol sağlamak için uğraştım. Sonunda suçlu sanılmakta vardı. " Peki onları nasıl bayılttın?" Yaptıklarımı tek tek anlattım. Hem malzemeleri hemde yöntemi. Açık arıyor gibi tekrar tekrar sordu. Sonra birden sustu. Komutan bir süre sessiz kaldı, gözlerinde bir sorgulama vardı. Sanki cevabımın yeterli olup olmadığını tartıyordu. İçimde, her sorusunun altında başka bir endişe, başka bir test olduğunu seziyordum. " Başka birini de bayılttın mı daha önce? Denediğin bir şey miydi?" diye sordu sonra, sesi hala sert ama biraz daha ölçülü. " Hayır. Kimseyi bilerek incitmedim. Tüm niyetim onları korumaktı. Daha önce de sadece bu malzemeler üzerine eğitim aldım. Bizzat kullanmadım ders harici. " " Bu olayda neyi amaçladın?" dedi bir sonraki soruda, gözleri hala keskin ve dikkat kesilmişti. Ama hep soruları evirip çevirip soruyordu tekrar. " Amacım hayatta kalmalarını sağlamak ve durumu kontrol etmekti. " cevabımın sonunda kendimi toparlamaya çalıştım. " Teröristler otobüsün kontrolünü ele geçirmişlerdi. Hepimizi öldürebilirlerdi. Ben bunu engellemek zorundaydım." Komutan sessizce bana baktı. Sert ve ölçülü duruşu, ortamın gerginliği, nefesimi bile kontrol etmeme neden oluyordu. İçimden “Anlar mı, anlamaz mı?” diye geçiriyordum. " Yeter. Şimdilik." Adımlarım ağırlaşmıştı; hala ellerim havadaydı. Her kelimeyi söylerken, onun sert bakışları altında kendimi savunmaya çalışmak, nefesimi tutmak ve korkuyu bastırmak, hepsi bir arada yaşanıyordu. Komutan bir an beni süzdü, sonra telsizden kısa bir emir verdi. Birini çağırdı. Yanıma bir asker geldi ve soğuk bir sesle. " Bilgilerini alacak bir asker, ondan sonra gidebilirsin. " Gözlerime bakmadan yürüyüp gitti. Bir kaç dakika sonra bir asker geldi. Asker beni yukarıya, bir odaya götürdü. Oda basitti, ama biraz resmi ve ciddi bir hava vardı. Masanın başında oturmuş, defterini ve kalemini hazır bekleyen asker bana dönüp: " Adını, soyadını, çalıştığın yerleri söyle. " dedi. Hepsini söyledim. Eşyalarımı verdi. Ama telefonum yoktu. " Telefonum?" diye sordum şaşkınlıkla. Aslında onu onlara teslim etmiştim diğerleri ile birlikte ama otobüsteki eşyalarımı verip onu vermediler. " Şimdilik bizde kalacak, sonra iade ederiz." dedi asker soğukkanlı ama sakin bir sesle. Başımı salladım. Ardından tereddütle sordum " Otobüstekiler, onlar nasıl?" Asker tek kelime etmedi. Gözlerini kaçırarak sadece başını salladı ve başka bir işlemle uğraşmaya başladı. İçimdeki endişe katlanıyordu. Bu kadar gizlilik kötü bir şey olduğunu düşündürüyordu . " Peki buradan nasıl gideceğim?" diye sordum sonunda. Gelirken mevreme bakmıştım, etraf dağ başı gibi, bir iz, bir yol yok gibiydi. Asker kısa bir süre düşündü, sonra telsizini aldı ve birkaç kelime konuştu. Başını bana çevirip: "Taksi çağırıyoruz. Gelince buradan çıkarsınız. " dedi. Kısa süre sonra bir taksi geldi. Araca binerken kalbim hala hızlı atıyordu. Dışarıya, özgürlüğe doğru adım atmak, bir yandan da hala endişelenmek hepsi birbirine karışmıştı. Taksi çalıştı, ben arka koltuğa oturdum ve gözlerimi camdan dışarıya diktim. Şırnak ’taki hastaneye, yani bildiğim ve güvenli hissettiğim yere doğru gidiyordum. Ama otobüsteki herkesin durumu hala kafamda dönüyordu. Hala onların güvenliğini merak ediyor, ama şimdilik yapabileceğim tek şey, kendimi güvenli bir yere ulaştırmak ve sonrasında yardım etmeye çalışmaktı. En yakın ve en büyük hastane oradaydı. Belki onlar da oradaydı. ... Taksi durduğunda ellerim hala titriyordu. Hızla kapıyı açtım ve hastanenin girişine doğru koştum. Gözlerim hemen Şerife Teyze ’yi aradı; onu yaralıların arasında gördüm. Hemen yanına yürüdüm. "Teyze!" diye seslendim, nefes nefese. " Herkes… herkes nasıl?" Şerife Teyze başını kaldırdı, yüzünde hem şaşkınlık hem de hafif bir rahatlama vardı. Çevresindeki yaralılarla ilgilenirken bana bakıp hızlıca cevap verdi. " Elif… Geldin demek. Herkes iyi, korkma. Birkaç kişi hafif yaralı ama hepsi kontrol altında. Sen endişelenme." İçim biraz olsun rahatladı, ama hala otobüsteki diğer insanların yüzlerini görememiş olmanın verdiği bir tedirginlik vardı. "Peki herkesin durumu gerçekten iyi mi? " diye sordum tekrar, hala sesimde endişe vardı. Şerife Teyze başını salladı, gergin ama kararlı bir şekilde: "Evet Elif, herkes iyi. Şu an için hepsi iyi. O doktor hariç. " dedi. Bir kayıp vermiştik. O an biraz nefes aldım, gözlerim etraftaki yaralılara takıldı. İnsanlar yavaş yavaş kendilerine gelmiş, bazıları hala destekle yürüyordu. Hafif yaralılar koltuklara oturmuş, ciddi yaralılar sedyelere taşınmıştı. En azından artık kontrol altındaydılar. Şerife Teyze bana baktı, gözlerinde hem merak hem de hafif bir kızgınlık vardı. " Elif… Sen neler yaptınböyle? Yusuf Sinan oğlum dedi ki seni sorguya alacaklarmış falan. Kendini tehlikeye mi attın kızım? " diye sordu, sesi hâlâ endişeli ama biraz da sertti. Nefesimi tutarak, hafifçe gerildim. "Teyze Yusuf Sinan orada mıydı? " diye sordum, sesim titredi. Şerife Teyze başını salladı, gözlerinde hafif bir gülümseme vardı. " Evet, onun komutasındaki tim kurtardı bizi. Sen de görmüş olmalısın Yusuf Sinan ’ı. Gerçi seni göremedim ben ama. " Donup kaldım. Gözlerim bir an boşluğa takıldı, kalbim hızla çarptı. Gerçekten o muydu? O sorgulayan soğuk, sert ve heybetli komutan Şerife Teyze ’nin bahsettiği, bizi kurtaran ve otobüsteki kaosu sonlandıran Yusuf Sinan, evlenmemi istediği adam. Aynı kişi mi? O anda aklım karıştı. Donmuş gibi orada dururken, hem korku hem de şaşkınlık iç içe geçti. Şerife Teyze ’nin sözleri hala kulaklarımda çınlıyordu: “Sen de görmüş olmalısın Yusuf Sinan ’ı…” " Teyze Yusuf Sinan ’ın tipi yani görünüşü nasıldı?" diye sordum, merakımı saklayamayarak. Şerife Teyze derin bir nefes aldı, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. " Ah Elif… O adam öyle yakışıklı ki. Yüz hatları keskin, gözleri derin ve bakışları sanki her şeyi görüyor. Onun gibi göz rengini daha önce görmedim. Kehribar diyorlar galiba. Uzun boylu. Kalıplı. Sadece normal bir asker değil, planlı, dikkatli ve etkileyici. O kadar teröristi kontrol ederken bile bir an için bile gözünü kırpmadı. Hepsi yaşıyor mu diye tek tek kendi baktı. Hepimizi de gözüyle kontrol etti. Senin sorguya alınacağını da bana o söyledi. " Bir an donakaldım, kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Hafifçe irkildim, sonra dudaklarımdan istemsizce çıktı. "Aşk olsun Teyze. O adam buz gibi… Beni ona mı uygun gördün gerçekten? Sence bende gözünde buz gibi miyim yoksa?" Şerife Teyze kahkahayı bastı, gözleri gülüyordu ama hala ciddi bir ton taşıyordu: " Evet Elif. Adam işi gereği elbette sert olacak. Ama o ortam içinde bile teyze dedi, iyi miyim baktı. Hemen bizi sevk ettirdi. Beklettirmedi bile. Her şeyi organize etti beş dakikada. Sende öylesin hastanede. Her hastaya yetişiyorsun. İşin bitse bile öylece gitmiyorsun. Üstelik çok yakışıklı değil mi?" Her şey bir yana o kadar yakışıklıydı ki o bana bakmazdı. Annem burada olsa; " Sen hiç aynaya bakmıyor musun? Senin neyine baksın o adam. " derdi. " Yakışıklı ama sadece yakışıklı olması yetmez ki. Adam beni sorguya aldı. " " Tamam işte sen onu işte gördün. Bir de iş dışı görüşün bakalım ne olacak?" dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD