Sabah Semih'in dizlerinde uyanınca neye uğradığımı şaşırdım bir an. Nasıl bu pozisyona gelmiştik ki biz? Ne ara ben onun dizlerine yatmıştım ve neden onun eli benim saçlarımdaydı? Üstelik böyle nasıl rahat uyuyabilmişti ki?
Dizlerinden kalkıp da kafasını koltuğun başına koyan Semih'in rahatsız olduğunu düşünerek yatırmak isteyince gözlerini açtı. Hadi ama, hiç de iç açıcı bir durumda değildik şu an. Kolumun biri Semih'in boynunun altında, diğeri omzuna sarılı ve yüzümüzün arasındaki mesafe nefesimi kesecek kadar az.
"U-uyandırdım mı? Özür dilerim ya, ben böyle rahatsız olursun diye." Hızla konuşarak kollarımı üzerinden çekip banyoya kaçtım. Resmen kekeledim ya! “Ayyy ben seninle yakın olunca çok heyecanlandım.” diye bağırsam daha az anlaşılırdı ne kadar heyecanlandığım sanırım.
Yüzüme bi on kez falan su tutup kızarıklığımın geçmesini sağladıktan sonra banyodan çıktım. Ve kapıyı açar açmaz kapının önündeki Semih'in beni duvara yaslaması beklediğim son şeydi doğrusu. Semih bana yaklaştıkça kalbim orada olduğunu belli edercesine daha da hızlı atıyordu ve Semih’in bile deli gibi atan kalbimi duyduğundan emindim.
"Neden uzaksın bana karşı?"
"Ben... Bilmiyorum." Arkadaş değil miydik zaten? ‘Uzaksın.’ da ne demekti?
"Neden izin vermiyorsun ki sana yaklaşmama?" Bana iyice yaklaşıp nefesini boynuma üfleyen Semih'in ‘O’ olduğu gerçeğini anlamamla kalakaldım bir süre. Ben daha ilk olayın şokunu atlamadan kendini geriye çekip elime bir şey bir tutuşturduktan sonra "Özlemişsindir." deyip mutfağa giden Semih'in gözden kaybolmasıyla elimde duran şeye çevirdim gözlerimi. Bonibon! Yok artık ama!
En başından beri spor salonundaki ve çantama bonibon koyan kişinin aynı kişi olacağını düşünüyordum, evet. Ama o kişinin Semih olma ihtimali aklımdan bile geçmemişti nedense. Belki ona hep sadece arkadaş gözüyle baktığım içindi, belki de onun benimle ilgilenmeyeceğini düşündüğüm için. Bilmiyorum. Yani Semih ilgili bir arkadaştı evet, ama onunla ilgili böyle bir şey düşünmemiştim ben. Tamam, itiraf ediyorum ben bir şeyler hissediyordum ama okulda o kadar peşinde koşan kız varken benimle ilgileneceğini de düşünmemiştim hiç.
Biraz kendime gelince mutfağa geçip hazırlanmış olan masaya oturdum.
"Peyniri mıncıklayarak ırzına geçmek yerine yemeye ne dersin? Eminim miden de peynir de daha çok sevinir bu duruma."
Sesimi çıkartmayıp peyniri ağzıma attım.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
En baştan beri aklımı kurcalayan ilk soruyu sordum önce "Bonibon nerden aklına geldi?"
"Bilmem. Geldi işte."
Hadi ama, benim aylardır aklımda olan sorunun cevabı bu kadar basit miydi?
“Nasıl bilmem?”
“Bonibonlar sana benziyor.” deyip bana bakarak güldü Semih. “Rengarenk, tatlı, kutusu gösterişli değil ama içinden çıkan o renkli şeyler insanı mutlu etmeye yetiyor. Sen de öylesin, mesela gözlerine hiç bir şey sürmüyorsun, bazılarına göre gösterişsiz belki ama sadece gözlerin gözlerime değince bile mutlu oluyorum ben.”
Bir süre öylece ona baktıktan sonra kendime gelerek "Spor salonundaki..." dedim.
"Bendim!"
"Peki neden karşıma çıkmadın?"
"Reddedilme korkusu diyelim."
"Şimdi yok mu o korku?"
"Var.” diyerek bir süre sustu Semih. “Hem de nasıl var anlatamam. Ama artık uzak durmak istemiyorum senden."
"Tamam." deyip önüme döndüm. Biraz düşünmem gerekiyordu sonuçta. Tamam, onu tanıyordum ama... Babamdan izin alması, okula geldiğim günden beri benimle ilgilenmesi, morlukları gördüğü halde soru sormaması... Garip bir çocuktu, e ben de pek normal sayılmazdım gerçi.
"Tamam?"
"Ne demememi bekliyordun?" diyerek kaşlarımı kaldırıp Semih’e doğru döndüm.
"Sevgili olduğumuza dair bir cümle olabilirdi mesela."
Öksürük krizine girince Semih gülümsedi. Sen gülme çocuk! Kalbim tekliyor.
“Öyle her hoşlandığın kızın üzerine atlamasına alışmışsın belli ki ama kusura bakma da ortada herhangi bir teklif göremedim ben."
"Hadi ama. İlkokul çocukları gibi teklif mi edeceğim?"
"Teklif etmezsen ortada bir cevap olmaz. Kusura bakmayacaksın artık." Hah! Okulun en popüler çocuğu benden hoşlanıyordu, o teklifi ya ederdi ya ederdi. inada bitmişti bir kere.
Sofrada kalkıp masayı toplamaya başlayınca Semih'in yüzü görülmeye değerdi doğrusu. Kaç yıldır kızları peşinden koşturan çocuk bana çıkma teklifi edecekti ne de olsa. Kameraya falan mı çekseydim acaba?
Sofrayı toplayınca, toplarken salona kaçan Semih'in yanına gittim ben de.
"Şu teklif konusunda ciddi değilsin değil mi?"
"Çıkmak istemiyorsan etmezsin Semih! Zorla gel bana teklif et diyecek halim yok. İstediğini yapabilirsin." deyip dışarı çıktım.
Ben daha olayların şokunu atlatmamışken iyice sinirlerimi bozuyordu böyle yaparak. Etmesindi arkadaş! Sanki zorla ‘Gel beni al.’ diyoruz! Nasıl da sinirlerini bozuyor insanın ya. Gerçi benimki biraz istemem yan cebime koy misali oluyor ama...
"Okula gidelim mi bugün?" diyerek yanıma gelen Semih'e bakıp "Olur." dedikten sonra içeri geçtim. Okul kıyafetlerimi giyince Semih'in de giymiş olduğunu görüp arabanın yanına doğru yürüdüm. Gerçi Semih’e eşofmanlar daha çok yakışmıştı okul kıyafetindense, yani en azından benim giyindiğim ve Semih’in bana üç beden büyük olan kıyafetlerinden çok daha güzeldi. O değil de, Semih’e atarlıyken bile nasıl oluyordu da iki dakika içinde övme kısmana geçebiliyordum ben?
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Hayır." diyerek camdan dışarı bakmaya başladım.
Semih arabayı sürmeye başlayınca, sessiz yolculuğumuz da başlamış oldu.
Okulun önüne gelince dersin başlamasına on dakika kaldığını görüp arabadan indikten sonra direkt sınıfa doğru yürüdüm. Yanıma gelip elimi tutan Semih'le afalladım bir an.
"Arkadaşım. Bırakır mısın elimi?" diyerek dişlerimi sıkıp elimi çekmeye çalıştım. Ama öyle bir yapışmıştı ki, imkânsızdı ellerimizi ayırmam.
"Arkadaşım! Bırakamam kusura bakma."
"Semih! Çek şu elini."
"Hayır." diyerek daha da sıktı elimi Semih.
"Bunun için okula geldik biz değil mi? Sen var ya, hayatımda tanıdığım en sinsi insansın." diyerek gözlerimi kısıp ona baktım.
"Tamamen dersleri kaçırmayalım diye geldik bir kere. Hem biz ona sinsilik değil, zekâ diyoruz canım."
"Senin zekânın ben..."
"Tamam be tamam." diyerek sözümü kesen Semih karşıma geçip konuşmaya devam etti. "Benimle çıkar mısın?"
"Ya manyak! Koridorun ortasında mı söyle dedim sana?" diye fısıldadım.
"Kız utandın mı sen?” diyerek burnumu sıktı Semih. “Ben anlamam, sen istedin ettim ben de. Şurada olmasın demedin ki. Cevap alayım."
"Düşünmem lazım."
"Kübra! Yemin ederim sınıfın içine dalar, herkesin içinde öperim seni." Bunu söylerken aynı zamanda beni sınıfa çekiştirince "Tamam be tamam." deyiverdim bir anda. Zaten dünden niyetliydim, iki naz yaptırmıyordu insana yahu!
Tabi biz sınıfa el ele girince tüm sınıf şok olmuştu, ama Ozan ve Tuğçe'yse bunu bekliyormuş gibi gülümsüyorlardı herkesin aksine.
Allah’tan hoca hemen derse girdi de kimsenin saçma sapan sorularına maruz kalmadım.
Zil çalınca o saçma sorulardan ilki Tuğçe'den geldi.
"Şimdi çıkıyor musunuz siz?"
"Yok. Semih ilkokul bebeleri gibi kaybolmayayım diye tuttu elimden."
Ozan ve Semih kahkaha atarken, Tuğçe sinirli bakışlarını üzerime dikmişti.
"Dalga mı geçiyorsun sen?"
"Asla!"
"Pislik." diyerek bana yalandan kızan Tuğçe sınıftan çıktı. ‘Nasılsa tost alıp teneffüs bitince geri dönecek.’ diyerekten yerimden kalkmadım. Zaten tüm gece öyle yatınca boynum ağrımıştı biraz ve de erkenden kalktığımız için uykum vardı. Şu an ayağı kalksam ve takılıp düşsem yerde uyur kalırdım ne rahat yer diyerek, o derece yorgundum yani. Tamam, biraz da uykusuna düşkün bir kızdım itiraf ediyorum.
"Ben de gideyim bari. Kantinden bir şey ister misiniz?" diyen Ozan'a “Su.” diyerek kafamı sıraya gömdüm.
"Yorgun olduğunu söyleseydin gelmezdik."
"Otel mi burası Semih ya? Tamam yorgunum da dersler de önemli yani, bilmem biliyor musun?" Hem atarlıydım o arada canım, konuşmuyordum seninle. Söyleyemezdim doğal olarak.
"Kim takar ya?"
Kafamı sıradan kaldırmadan “Ben.” deyip gözlerimi kapattım. On beş dakika uyumak için iyi bir süreydi bence. Ama Semih bana sarılıp kafasını benim başımın üzerine koyunca uyumak üzere olan düşüncelerim, kalbimin fazla mesai yapmasını engellemeye odaklandı o an. Resmen kalbimdeki kelebekler ‘Ankara’nın Bağları’ eşliğinde horon tepiyorlardı.
Sınıfa girince öksürük krizine giren Tuğçe'yle başımı sıradan kaldırdım. Benimle birlikte kafasını kaldırmak zorunda olan Semih de homurdanarak doğruldu. Kalbimin ritmi düzene girmeye çalışırken Tuğçe’ye döndüm.
"Kızım geberiyorsan git sessizce bir yerde öl. Ne diye tepemizde öksürüyorsun?" Bence iyi oldu yani, yoksa olası bir kalp krizi geçirmeme ramak kalmıştı. Hobi olarak yanımda dil altı hapı taşımıyordum ya.
"Ne kadar da düşüncelisin Semihciğim."
"Hm. Öyleyimdir." deyip hâlâ kollarını çekmemiş olan Semih'e kollarını çekmesi için baksam da anlamadı, ya da çok güzel anlamazdan geldi diyelim.
Hoca gelince ahtapot misali sardığı kollarını çekmek zorunda kalan Semih'in yüz şekline gülmeden edemedim. Oyuncağı elinden alınmış küçük çocuklara benziyordu. Birazdan kendini yere atıp ayaklarını yere vura vura ağlarsa şaşırmazdım yani.
Edebiyat dersini severdim, ama hocanın okuduğu şiirler uykumu tetikliyordu şu an. Başımı tekrar sıraya koyup dersi öyle dinlemeye devam ettim.
Hocanın "Kübra arkadaşınız da bir şiir okusun Necip Fazıl'dan. Hem uyumaktan daha çekici gelir belki." demesiyle gözlerimi açıp doğruldum. Ezberimde olan bir tanesinin sözlerini aklımda sıraya dizerken derin bir nefes aldım.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
Sınıftakilerin şaşkın bakışları eşliğinde konuşmaya başladım "Ve hocam, ben derste uyumak gibi bir saygısızlık asla yapmam. Sadece yorgunum ve inanın bana kafamı sıraya koymam dersi dinlemediğim anlamına gelmez. Ki ben uyusam bile bu dersten herkesten yüksek not alarak geçerim. Bunun için bana saygısız muamelesi yapamazsınız."
"Neyse." deyip derse dönen hocaya herkes bıyık altından gülmeden edemedi. Beni rezil edeceğine kendi olmuştu. Önce bir edebiyat notlarıma bakıp sonra laf soksa beni rezil etmek yerine kendi rezil olacağını da bilirdi zaten.
Kusura bakmasın ama özel bir sebebim olabilirdi ve gerçekten uyuyor olabilirdim. Beni rezil etmek istemek de ne demekti? Her şey bir yana her zaman dersi pür dikkat dinleyen bir öğrencisinin bu tür şeyler yapmayacağını da bilmesi gerekirdi ayrıca.
Teneffüs zili çalınca müzik provaları olan ikili müzik odasına doğru yol alırken, biz de Tuğçe'yle kantine indik. Fuat ve Can'la henüz karşılaşmamıştım, ki bence bu iyi bir şeydi. Sevgili olayını bir de onlara özet geçmek istemiyordum çünkü.
"Eee Kübra ya. Anlatmayacak mısın? Kaç gündür neredeydiniz? Çıkmaya nasıl karar verdiniz? Kim teklif etti?"
"Ben ettim Tuğçe. Ayyy n’olur benimle çık diye yalvardım, ayaklarına kapandım hatta. O ne biçim soru be?"
"Tamam be tamam. Nasıl etti söylesene?" diyerek gözlerini kıstı Tuğçe. Ayrıca Semih’e çıkmak için yalvaran onlarca kız var. Çok da anormal bir şey yapmış sayılmazdın yani.” Hah! Hatırlatmasa olmazdı çünkü...
"Sabah, koridorun ortasında." diyerek diğer dediğini es geçip sorusuna cevap verdim. Öteki muhabbeti uzatırsak o kızları bulup saçlarını tek tek özenle yolabilirdim çünkü elime bir cımbız alıp.
"Hadi canım? Ayyy çok romantik." diyerek el çırpan Tuğçe’nin ellerine vurdum.
"Mikrofon da ister misin canım? Bak okulun yarısı duymadı böyle."
"Kızım herkese tek tek söylemen lazım bence. Hatta hoparlörle duyuru yapalım. Kızlar Semih'i gözleriyle yemekten vazgeçerler belki."
"Alnına da Semih Kübra'nındır yazalım mı Tuğçe? "
"Abartı olmaz mı ya?" deyip ciddi ciddi düşünen Tuğçe'ye gülmeden edemedim. Sevgilisi olsa kafasına kese kağıdı geçirir öyle gezdirirdi zavallı çocuğu.
"Hiiiii buldum." Tuğçe'nin birden hafiften çığlık atmasıyla yerimden sıçradım. "Yürü müzik odasına. Semih'in telefonunu almamız lazım."
"Ne yapacaksın be?"
"Kızım tüm sosyal hesaplarında ilişkisi var yazıp senin fotoğrafını koyacağız. Zaten tüm okul takip ediyor onu neredeyse. Oradan herkes öğrenir."
"Saçmalama be. İsterse yazar zaten."
"Ya yazmazsa. Ya kızlar buna sulanmaya devam ederse! Ay düşünsene mesajlarına bir giriyorsun, aşk şiirleri."
"Yürü Tuğçe yürü." deyip ayaklanınca Tuğçe'de kahkaha atarak kalkıp yanıma geldi. Tamam, Semih’in kendisinin yapmasını isterdim ama tüm kızlar her an onu yiyecek gibi peşinde dolaşırken, bunu bir dakika bile ertelemek büyük salaklık olurdu kesinlikle.
Müzik odasına girince grubu izleyen kızları görüp Tuğçe'nin söylediklerinin ne kadar da doğru olduğunun farkına vardım. Tamam, sadece Semih yoktu o grupta ama yine de tedbiri elden bırakmamak gerekirdi. Bizi gören gruptaki tüm erkekler bize bakıp gülümseyince onları izleyen kızların gözü de tek tek bize dönüyordu. Boşuna bakmayın tapusu bende mi deseydim ki acaba? Sonra da keserdim kendimi bu iğrenç durumum için. İnsanlık benden kurtulmuş olurdu hem.
Zilin çalmasına bir iki dakika kala şarkıyı bitiren grup bize doğru gelmeye başladı.
"Yengoş tebrik ederim." deyip kolunu omzuma atan Can'a baktım. "Yengoş ne be?"
"Niye be, bence çok yakıştı."
"Hm, sorma." diyerek yüzünü buruşturan Fuat da tebrik edince kadroyu tamamlamış olduk.
Zil çalınca "Semih telefonu ver." diyerek konuya bodoslama dalan Tuğçe'ye bakakaldım. Ve tabii hiçbir şey sormadan telefonu çıkarıp elime veren Semih'e de.
"Kızım niye telefona uzaylı muamelesi yapıyorsun? Hadi siz provanıza dönün biz de derse." diyerek beni çekiştiren Tuğçe'yle birlikte sınıfa yöneldik.
"İnsan bir ne yapacaksınız falan diye sorar ya."
"Ne yapacaksın sorsa? Yok ellemeyin dese yine de almayacak mıydık sence?"
"Tabi ki almayacaktık."
Sınıfa girerken "Sen öyle san." diyen Tuğçe telefonu elimden alıp karıştırmaya başladı. Semih'in hiç bir yerde soyadı yazmıyordu ama Tuğçe'nin de dediği gibi neredeyse tüm okul her yerde takip ediyordu. Biz telefonu incelerken gelen hocayla birlikte Tuğçe yanıma geçmiş ve tüm sosyal hesaplarda sevgilisi olduğunu belirtmiştik Semih'in. Hadi ama tarih dersini kim dinler ki? Hele ki hoca mıy mıy kitapta yazanları tekrardan okuyorsa! Ben evde de okurdum kendi kendime yani. Hem o cehennem gibi yerde zaman da geçerdi böylece.
Zil çalınca biz bu günlük işkenceden kurtulurken bizimkiler de müzik provasından dönmüştü. Semih Tuğçe'yi kedi gibi ensesinden tutup kendi sırasına atınca kahkaha atmadan edemedim.
"Ben sana o kadar yardım edeyim ve sen bana gül Kübra! Oldu mu hiç ama ya, vicdansız koala?"
"Ya ama. Ay çok komiktin ne yapayım?"
"Ne yardımı kızlar?" diyen Fuat'a bakıp "Bir günlük sen olmak nasıl bir duygu merak ettik de." diye cevap verdim.
"Derken?"
"İşte Semih'in tüm sosyal hesaplarını karıştırdık da birazcık." deyip pat diye lafa atlayan Tuğçe'ye sinirli bakışlarımı yolladım. Kıskançlıktan çatladığımı bu kadar da belli etmesine gerek yoktu değil mi?
"Ayyy kıskandın mı sen yengoş?" deyip kolunu omzuma atan Can'ın eline vurarak "Sana ne oğlum." diyen Semih'le birlikte tek kıskanan kişinin ben olmadığımı görmüş oldum. Ama bu güzel bir şeydi. Kıskanılmak, birilerinin beni sevdiğini belli etmesi, değer görmek. Çok güzeldi...