4.Bölüm

3308 Words
Robin saat beş gibi gelmişti. Vera çoktan uyumuştu ve ben de uyumaya çalışıyordum. Başarılı oluyor muydum peki? Şey… ben ne zaman uyumak gibi önemli konularda başarılı olmuştum ki? Tahmin ettiğim gibi saat sekize yaklaşırken doktor gelmiş ve gidebileceğimizi söylemişti. Vera benle birlikte tekneye dönmek istiyordu. Robin ise ikimizden biri o tekneye dönerse tekneyi bombalayacağını… Bu da bir seçenekti tabi ki… Sonuç olarak saat ona gelirken Vera ve ben tekneden eşyalarımızı almış ve Fırt Hale’de küçük bir otele yerleşmiştik. Robin birkaç gün kalacağını söylemiş ve bir oda da o kendine ayarlamıştı. Vera odasına yerleşir yerleşmez tekrar uykuya daldı. Robin, ne olur ne olmaz diye Vera’nın başında kalma görevini üstlenmişti. Vera’ya bir şey olacak diye endişelenerek geçirdiğim onca süre, tüm gece onun başında beklemem, hemşirelerinin söylediklerini umursamazlıktan gelmek için kendimle verdiğim savaş oldukça yorucu olmuştu benim için. Epey sarsılmıştım yani… Ama kesinlikle uykum yoktu. Aksine, oldukça uyanıktım. Uyanık ve huzursuz… Kendinizden bile çok sevdiğiniz birini kaybetmenin en kötü yönü buydu. Onunla birlikte, içinizde kalan son huzur kırıntılarını da kaybediyordunuz. Calla’yı bulamayana kadar huzurumu bulamayacağımı biliyordum ama biraz kafamı dağıtmak hiç de fena bir fikirmiş gibi gelmiyordu. Bu nedenle otelden çıktım ve arabaya atladım. Nereye gideceğimi hepimiz biliyorduk… ama Robin bilmese de olurdu. New Haven’a gitmem ve yine aynı barda kafayı çekecek olmam fikrinden hoşlanmayacağını biliyordum. Neyse ki oraya hemen gitmeyi planlamıyordum. Arabaya atladıktan sonra hızla New Haven şehir merkezine gittim. Arabayı gözlerden uzak bir yere park ettim. Başıma taktığım kepim ve gözlerimde ki siyah gözlüklerimle kendimi saklamıştım. Gerçi bunun pek de fazla işe yaradığını sanmıyordum. Ne yani? Bir şapka ve bir gözlük beni gizliyor muydu yani? Bu duyduğum en saçma şeydi. Yine de pek fazla seçeneğim yoktu. New Haven’da arabamı park ettiğim de saat ondu. Önce tam üç saat boyunca sokaklarda öylece dolaştım. Sonra iki saat boyunca bir kafede oturup, bardağımda ki kahve soğurken düşüncelere daldım. Düşünecek çok şeyim vardı ama çoğu pek de anlamlı şeyler değildi. Sanki düşünmeye ihtiyacım varmış gibiydi. Beynim konuları benim yerime seçiyor ve kalbim benim yerime canımı sıkıyordu. Kahvem ben daha bir yudum alamadan buz kesti. Nereden mi biliyordum? Evet, o halinden bir yudum almıştım ve tadı hiç de soğuk kahve gibi değildi. Ardından hava kararana kadar dolanmaya devam ettim. Etrafta gezindim. Saçma sapan ıvır zıvırlar satan mağazalara girip ‘acaba Calla burada olsaydı ne yapardı? Neler alırdı? Ya da burası hakkında ne düşünürdü?’ diye düşünüp kendime eziyet ettim. Onu bulmak için daha iyi bir plana ihtiyacım vardı ancak aklıma gelen yerleri köşe bucak aramaktan başka çarem yoktu. Ve bu canımı sıkıyordu. Hem de çok… Sonra daha çok dolandım… daha çok saçmaladım… daha çok düşündüm. Ve günün sonunda elime geçen yine koca bir hiç olmuştu. Saat ona geliyordu. Ama bu sefer gece ona… Onca saat boyunca nasıl dolandığımı, ne yaptığımı ben bile anlamamıştım. Ancak hava kararıp, saat ona geldiğinde kendimi yine aynı barın arka sokaklarında gezerken bulmuştum. Sanki onu yine burada bulacaktım. Onunla burada tanışmıştım ve kader yine onu bana burada geri verecekti. Öyle saçma sapan bir düşünceydi işte… “Buraya gel küçük kedi! Söz veriyorum ısırmayacağım. Sadece küçük bir öpücük” Duyduğum sesle adımlarımı yavaşlattım. Sarhoşlar ve zavallı, kaybolmuş kızlar güzel bir ikili değildi. Benimse tüylerimi diken diken ediyor ve canımı sıkıyordu. “Lütfen,” diye yalvardı titrek bir ses “Ben sadece basit bir barmenim. Beni rahat bırakın” Kızın yalvardığını duymak daha da çok öfkelenmeme sebep oldu ve adımlarım hızla sesin geldiği yöne doğru döndü. Herkes dejà vu’nun ne olduğunu biliyordur, değil mi? Daha önce yaşadığınız bir anı tekrar tekrar yaşıyormuşsunuz gibi hissettiğiniz an, bu bir dejà vu’dur.  Ben de kendimi bir çeşit dejà vu’nun içinde gibi hissediyordum. Bu anı daha önce de yaşamıştım. Ve şimdi o an asla hafızamdan silinmiyordu. Ancak anıların zihninizde canlanması başka bir şeydi, onların gözünüze sokulması başka bir şey… “Lütfen bırakın beni!” diye bir kez daha yalvardı kız. Şimdi üç sarhoş ve yalvaran, korkmuş kız tekrar görüş alanıma girmişti. Kız duvara iyice yaslanmış ve onlardan kaçabileceği bir yer arıyordu. Üç pislik onun üzerine eğilmiş, işkence ediyorlardı. Zavallı kızlara işkence edenlere işkence ile karşılık vermek en büyük hobimdi neyse ki. “Onu rahat bırakın!” diyerek orada olduğumu belirttim. Bu gece biraz stres atacaktım anlaşılan. Sarhoşlar aynı anda bana döndü. Önce beni gözleriyle baştan aşağıya süzdüler. Beni iki kişi görmüyorlardır umarım Üzerlerinde bırakacağım zararın tek ve gerçek sorumlusu olmak istiyordum çünkü. “Peki bunu kim söylüyor?” diye sordu bir tanesi, alayla gülümserken. Yavaş, büyük ve ürkütücü adımlarla ona yaklaştım. Show yapmayı sevmiyor olmam, iyi bir gösteri sergileyemeyeceğim anlamına gelmezdi. Adamların yanına doğru yaklaştım ve iyice yakınlarına gittim. Yüzümü az önce benimle konuşan adamın yüzüne yaklaştırdım. “Ben” Ve sonra adama küçük bir yumruk attım. Yumruk küçüktü, ama benim elim fazla ağırdı. Ayarı yoktu işte. Vur deyince öldürüyordum. Umarım fazla alınmamıştır… umarım burnu kırılmıştır. Kız çığlık atarak geri çekildiğinde, diğer sarhoşta üzerime saldırdı ve o da yumruğumla tanıştı. Yumruğum ve ben çok yakın arkadaşlardık. Asla ayrılmaz ve zor anlarla birlikte başa çıkardık. En sevdiğimiz aktivite aptallara derslerini vermekti. Üçüncü adam üzerime atılmaya cesaret bile edemedi. Birer yumrukla yere serdiğim arkadaşlarını da aldı ve arkasına bakmadan kaçtı. Ben de hemen yere çökmüş ürkek gözlerle bana bakan kızın yanına gittim. Calla’yla tanıştığım gün bana ders olmuştu. Asla başı beladan yeni kurtulmuş kızları yalnız bırakma. Alışkanlık haline gelebiliyor. “İyi misiniz?” diye sordum yanına çöktüğümde “Be-ben… telefonla konuşmak için çıkmıştım ve…” Ve bardan çok uzaklaşmıştı. Büyük ihtimalle işe geri dönmediği için çoktan kovulmuştu. Arka sokaklar kızlara göre değildi. Cinsiyet ayrımı yapmak istemiyordum ama biz erkekler için bile tehlikeyken onlar için tamamen yasak olmalıydı. “İyi misiniz?” diye tekrar sordum “Birini aramamı ve gelip sizi almasını ister misiniz?” Kız elini kalbine koydu ve derin derin nefesler aldı. “Ben…” Ve dejà vu o an tekrar başladı. “Lola?” diye seslenen bir ses tüm sokağı doldurdu. Yumuşak kulaklarımdan içeri girdi ve tüm bedenimi esiri altına aldı. “Lola? Nerede… Aman Tanrım!” Bize doğru koşarak gelen adımları duyduğum anda hızla ayağa kalktım ve arkamı döndüm. Öylece kala kalmıştım. Yaşadığım şokun tarifi imkansızdı. Sanki o an aylar öncesine geri dönmüştüm. Sanki yarın sabah Jones beni arayacak ve evine çağıracaktı ve ben de baş belası kızını bir gece önce kurtardığımı anlayacaktım. Ses bize doğru koşar adım gelirken, ben onu inceledim. Uzun uzun hem de… Gözlerimi ondan alamıyordum. Asla alamamıştım… ve bunun bir gün olacağını da sanmıyordum. Yanımıza geldiğinde on saniye için durdu. İrileşmiş gözleri benimkilerle birleşti ancak sonra arkadaşını hatırlayarak tekrar ona döndü. Bense onun bana baktığı noktada kilitlenip kalmıştım. “Lola? İyi misin? Seni çok merak ettik. Ian gelip de seni bulamayınca çok endişelendi. Birazdan o da burada olur. Her yerde seni arıyorduk. Ne oldu sana?” “Az önce üç sarhoş tarafından saldırıya uğradım,” diye açıkladı Lola “Neyse ki bu beyefendi yakınlardaydı ve beni kurtardı” Bu sefer iki çift gözde bana döndü ancak ben bunu dikkate alamayacak kadar sarsılmış durumdaydım. İki arkadaş birbirine tutunarak ayağa kalktı ve aklımı başımdan alan, bana dönüp hafifçe gülümsedi. “Arkadaşımı kurtardığın için teşekkürler” Ne yani? Bana söyleyebileceği tek şey bu muydu? Bu anı asla böyle hayal etmemiştim. Adı dudaklarımdan usulca döküldü. “Calla?” Gözlerim tekrar onu inceledi. Alev gibi kızıl saçlarını, yeşil gözlerini ve kolyesini… kolyesi… Tanrım, o lanet kolye hala oradaydı ve kazadan sonra nasıl hala boynunda kaldığıyla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Hemşireler doğru mu söylemişti yani? Onu incelemeye devam ettim. Saçlarını kestirmişti. Eskiden beline gelen saçları, şimdi hemen omuzlarının üzerinde duruyordu. Alnının sol, üst tarafında küçük bir yara izi vardı. Bu iz kaza sırasında olmuş olmalıydı, çünkü daha önce orada olsaydı, bilirdim. Bilmemem imkansızdı. Kaşları çatılmış ve gözleri kısılmıştı. Ben bu lanet dejà vu’nun içinde kaybolmuşken, o kafası karışmış gibi duruyordu. Ve beni büsbütün sarsan o soruyu sordu. “Adımı nereden biliyorsunuz?” İşte başladığımız noktaya dönmüştük. Her şey bir dejà vu ile başlamıştı ve ben bütün bu olanların altından nasıl kalkacağımı kesinlikle bilmiyordum. Adını nereden mi biliyordum? Birileri bana lanet olası bir kamera şakası mı yapıyordu? Eğer öyleyse o kişiyi bulduğumda canını fena halde yakacaktım. “Dalga geçiyorsun,  değil mi?” diye sordum, tamamen şok olmuş bir yüz ifadesiyle “Hayır, üzgünüm. Ben…” hafifçe yutkundu “İki ay önce bir kaza geçirdim ve hafızamı tamamen kaybettim”  Siktir! Şok yerini dehşete bırakırken kanımın çekildiğini hissettim. Benim kendime acıdığım tüm bu aylar boyunca o çaresiz ve kaybolmuştu, öyle mi?  Ve ben onu aramaya yeni başlamıştım. Cici kızım bana ihtiyaç duyarken, ben kendimi tüm dünyaya kapatmıştım. İnsanlar onu ölü saydığı için kızmış ama ben daha kötüsünü yapmıştım. Olanlar hiç yaşanmamış gibi davranmıştım. Şimdi tek istediğim onu kollarımın arasında çekmek ve sonsuza kadar orada tutmaktı. Kimse dokunmasın, kimse incitmesin diye. O beni hatırlamıyordu belki ama ben onu hatırlıyordum. Paylaştığımız her bir anı hatırlıyordum hem de… Bir zamanlar onun kahramanıydım ben, onun şampiyonu… ve yine öyle olacaktım. Başka türlü nasıl yaşarım bilmiyordum. “Beni gerçekten tanıyor musun?” diye sordu bu sefer Calla. Lanet olsun! Hafızasını kaybetmesi umurumda değildi. Yaşıyordu. Nefes alıyordu. Sesini bir daha asla duyamayacağımı düşündüğüm zamanlara inat benimle konuşuyordu. “Sana şimdi sarılsam bana kızar mısın? Çünkü bir nedenden ötürü yumruklarının çok sert olduğunu biliyordum” Biliyordum çünkü o Calla’ydı. Benim kızımdı… benim cici kızım. Ona yumruk atmayı ben öğretmiş olabilirdim ama o doğuştan savaşçıydı. Kollarını iki yana açtı ve omuzlarını silkti “Eğer gerçekten yapman gerekiyorsa…” başka bir şey söylemesine ihtiyacım yoktu. Onu hızla ve sertçe çekip aldım kollarımın arasına. Sımsıkı sarıldım ona… sanki onu benden tekrar alacaklarmış gibi… ama ben buna izin vermeyecektim. Nefes aldığım sürece bir daha onu kaybetmeyecektim. “Yaşadığını biliyordum. Öldüğüne asla inanmamıştım” Başımı saçlarının arasına gömdüm. Hafızasını kaybettiğini söylüyordu ama hala o çok sevdiğim elma ve şeftali kokusunu üzerinde taşıyordu. Hala benim Calla’m gibi kokuyordu. Bu tesadüf müydü yani? “Sonunda beni tanıyan birilerini bulduğuma inanamıyorum” diye mırıldandı. Ellerini omuzlarımın üzerine hafifçe koymuş ve başını göğsüme yaslamıştı. Ona her sarıldığımda, bu küçük kelebeğin benim kollarımın için yaratıldığını hissetmiştim. Yine aynı şekilde hissediyordum ve bunun Calla için de öyle olduğunu biliyordum. Yüzünü tekrar inceleme isteğime karşı koyamadım ve yavaşça geri çekildim. “Seni her şeyin başladığı yerde bulacağımı bilseydim yemin ederim bu sokağa lanet bir çadır kurar ve seni beklerdim.” Calla’nın dudakları hafifçe kıvrıldı. Onu öpmeliydim ama bunu yapamayacağımı biliyordum. Onu hissetmeli, ona dokunmalı ve onu sabaha kadar sımsıkı sarılmalıydım. Ve bunu yapmak için çok erken olduğunu bilmek beni deli ediyordu. Onu bulduğumda hafızasını kaybetmiş olacağını asla tahmin etmemiştim. Şimdi ona bebek adımlarıyla yaklaşmalıydım. Çünkü onu sadece o istediği sürece yanımda tutabilirdim. “Aslında bu senin şansın oldu. Normalde New Haven’da pek takılmam. Nathan Hale sahilinde bir karavanda yaşıyorum. Son bir aydır Los Angeles’daydım. Buraya arkadaşımı görmeye geldim” Biliyordum! Onu Nathan Hale’de bulacağımı biliyordum. Sadece zamanlama hatası yapmıştım. Los Angeles mı? Ne işi vardı orada? “Calla? Lola?” Sokağın diğer ucunda bir erkek sesi duyuldu. Bakışlarımı o yöne çevirdiğimde bize doğru gelen, oldukça endişeli silueti seçebilmiştim. “Lola!” diye haykırdı bu sefer siluet. Zavallı kız hala yerde oturmuş kendine gelmeye çalışıyordu. Adam buraya doğru koşarken ben de Lola’ya döndüm ve ayağa kalkabilmesi için ona elimi uzattım. Lola ilk önce ne yaptığımı anlamadı ve elimi görünce hafifçe irkildi. Ancak nerede ve kimlerle olduğunu kavradığı anda bana hafifçe gülümsedi ve elimi tutup, onu ayağa kaldırmama izin verdi. O ayağa kalktığında ise sevgilisi olduğunu tahmin ettiğim adam çoktan yanımıza gelmişti. Hızla sevgilisini çekip aldı kollarının arasına ve onu sertçe göğsüne bastırdı. İşte bu tam olarak benim yapmak istediğim ama yapmamak için kendimi tuttuğum şeydi. “İyi misin?” diye sordu adam “İyiyim Ian,” dedi Lola “Eğer bu adam,” eliyle beni işaret etti “yardımıma yetişmeseydi iyi olmayabilirdim ama.” Ian sevgilisini kendinden çok uzaklaştırmadan bana döndü ve gözlerini üzerime dikti. Uzun süre inceledi beni. Sanki bir şey… bir şeyler onun dikkatini çekmişti. Bu Lola’yla ilgili değildi. Calla’yla ilgiliydi. Çünkü bir ona, bir bana bakıyordu. “Seni tanıyor olabilir miyim?” diye sordu Ian. Hayatımın aşkı beni tanımazken mi? Hayır, pek sanmıyordum. “Hayır, seninle daha önce tanıştığımızı hatırlamıyorum” Ian beni incelemeye ve arada Calla’ya kaçamak bakışlar atmaya devam etti. Bu durum bir tek beni mi rahatsız ediyordu? Neler geçiyordu aklından? Calla tam ben üzerine atlayıp, gözlerini oymak üzereyken araya girdi. Bu kız hep beni sakinleştirmesi gereken zamanı bilmişti zaten. Beni tanısın ya da tanımasın… “Sana onun beni tanıdığını söylemiş miydim, Ian? Şey o…” bakışları bana döndü. Evet, adımı da bilmiyordu. Bu sanırım ona ‘Calla’ yerine ‘Cici Kız’ dediğim tüm o zamanların intikamıydı. “Taylor” Ama ben de hafızası yerine geldiğinde bu anın intikamını alacaktım ve eğlenen tek kişi ben olmayacaktım. “Evet, Taylor,” dedi tekrar Ian’a dönerken Calla “Taylor beni tanıyor” Ian’ın yüzünde ki şüpheli ifade daha çok genişledi. İşin garibi, o an da Lola’nın da aynı tuhaf ifadeye sahip olduğunu fark etmiş olmamdı. Neler oluyordu be! Birileri bana açıklamazsa cinnet geçirecektim. “Taylor mı?” diye sordu Ian. Neden? Adımla bir sorunun mu var? “Evet,” dedim dişlerimin arasından, tek bir nefeste. “Taylor” Ian son bir kez daha Calla’ya baktı ve ardından derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça gevşemeye başladı. Aralarında gizli bir kod filan mı vardı yani? “Sonunda Calla’yı tanıyan birilerini bulmak ne güzel. Zavallı kız kimse onu tanımıyor diye çok üzülüyordu. Şeyden beri…” Calla hızla araya girdi “Ben kaza yapıp hafızamı kaybettiğimden beri” Ortada gerçekten tuhaf bir şeyler vardı ama sorgulamayacaktım. Calla’yı bulmuştum. Önemli olan tek şey buydu. “Ben de onu bulduğuma sevindim,” gözlerimi Calla’ya çevirdim. Bakışlarım umut doluydu. Umut, heyecan, saf mutluluk… sanırım bu kadar güzel duyguyu aynı anda bu kadar yoğun olarak ilk kez hissediyor ve ilk bütün bunları çaresizlikle paylaşıyordum “Hatta sevinmekten de daha da öte.” Calla daha çok gülümsedi. O gülümseyişi bu kadar özlediğimi asla fark edememiştim ama şimdi çölde su bulmuş zavallı bedevi gibi hissediyordum. “Lola’yı içeri götürmemiz gerek,” dedi cici kızım “Ama seninle mutlaka konuşmak istiyorum” Ian hafifçe öksürdü. Derdi neydi bu herifin. Neyse ki Calla onu umursamayacak kadar başına buyruk bir karaktere sahipti. “Sana numaramı vereceğim. Ve Nathan Hale’de kaldığım yerin tam adresini. Fort Hale Park’ta buluşabiliriz ya da nasıl istersen. Gerçekten bana neler olduğuyla ilgili her şeyi anlatırsan çok mutlu olurum ve,” ve ne? “Ve seni nerden tanıdığımı… Yani benim neyimdin? Nasıl tanıştık? Her ayrıntıyı bilmek istiyorum” Bence her ayrıntıyı bilmek istemiyordu. Aile dramlarının ilgisini çekeceğini sanmıyordum. Özellikle bu dramatik aile onun ailesiyken. “Şimdi gitmeliyim ama beni ara lütfen.” Hızla ileri atıldı ve elini ön cebime atıp telefonumu hızla kaptı. Bunu herkese yapıyor muydu? Eğer öyleyse bundan hoşlandığımı sanmıyordum. Telefonu hızla açtı ve numarasını yazıp bana geri uzattı. Bense hala ona şok olmuş bir yüz ifadesiyle bakıyordum. “İşte,” dedi Calla “Artık beni bir daha kaybedemezsin” Kaybetmek isteyen kimdi ki? “Seni arayacağım” dedim “Ararsan sevinirim” dedi Ve sonra arkadaşlarıyla birlikte oradan uzaklaştı. Bense arkasından öylece baktım. Ve o an, son düşüneceğim şey telefonumun şifresini bana sormadan nasıl tuşladığıydı. Düşünmedim de. Aslında bu ilk sorgulamam gereken şeydi. Keşke sorgulasaydım. O zaman gelecekte yaşayacağımız birçok sorunu önceden görür ve hızla bertaraf ederdim. * Fort Hale’e geri döndüğümde saat gece yarısına geliyordu. Hala şoktaydım ama bu şoka rağmen üzerimde daha önce hiç yaşamadığım bir rahatlama vardı. Sanki bir anda… tekrar nefes almaya başlamıştım. Calla’yı kaybettiğim o kazadan sonra arabayla birlikte okyanusa uçmuş ve orada kalmıştım sanki. Şimdi yine gün ışı görmüştü gözlerim. Oksijenle bulaşmıştı ciğerlerim. Bu kadar ani olmasının verdiği etkiyle belki de deli gibi yanıyorlardı ama mutluluk her zaman saf mutluluk olmak zorunda değildi. Bunu daha önce söylemiştim değil mi? Büyük ihtimalle. Çünkü bir şey doğruysa, onu tekrar tekrar söylerdim. Doğruluğuna kendi alıştırmak için değil, sadece bu gerçeğin var olduğunu unutmamak için. Ve ben huzurlu ve mutlu olmama rağmen hala kalbim kanıyordu. Çünkü sizi asla unutmayacağınızı sandığınız kişiler, gün geliyor varlığınızdan bile haberdar olmuyorlardı. Robin ve Vera otelde olmalılardı. Ancak benim biraz yalnız kalıp bugün olanları hazmetmem gerekiyordu. Lanet olsun bugün hiç bitecek miydi? Öyle bir başlamıştı ki asla bitmek bilmiyordu. Arabayı sahile doğru sürdüm Bu gece teknede yatacaktım. Yalnız… diye düşünüyordum ama Robin’in arabasını orada görmemle bu planımın suya düştüğünü anlamam bir olmuştu. Saatlerdir ortada yoktum. Telefonum kapalıydı ve Robin’in üzerime takip cihazı yerleştirdiğinden şüphelenmeye başlamıştım. Sıkkın bir nefes aldım. Şu an son uğraşmak istediğim şey Robin’di. Ama anlaşılan ilk uğraşmam gereken şeyde oydu. Teknenin içine girdiğimde Robin ve Vera’yı iç tarafta otururken buldum. Vera yine örtülerin altına saklanmıştı. Yine dondurmasını yiyordu ve Robin yine delirmiş gibiydi. Aynı lanet olası anı kaç defa yaşayacaktım? Bugün kaç tane daha anı yeniden tekrar yaşanacaktı? “Neredeydin?” diye yüzüme doğru haykırdı Robin. Yanından geçip gittim ve sessizce Vera’nın yanına oturdum. Evet Robin, ben de iyiyim, sorduğun için sağol. “Sana bir soru sordum Taylor!” “Duydum!” “O zaman cevap ver!” Bunu şimdi yapmak zorunda mıydık? Başım neredeyse ortadan ikiye ayrılmak üzereydi. Çene kaslarımı artık hissetmiyordum bile. Sadece boşluğa bakarak yatmak ve ne yapacağımı düşünmek istiyordum. “Bana cevabını bildiğin sorular sorma Robin” Robin alay dolu bir kahkaha attı Parmaklarını saçlarının içinden geçirdi ve küçük odanın içinde dolaşırken kendi kendine söylenmeye başladı. “Nasıl bu kadar düşüncesiz davrandığını anlayamıyorum? Her zaman böyle miydin? Düşüncesiz ve bencil?” Ben sıkkınlıkla iç geçirdim. Vera “Sorumsuzu unuttun!” diye araya girdi. Kimin tarafındaydı bu kız? Gözlerimi onun üzerine diktim. “Ne?” diyerek omuz silkti “Bunu Robin söyledi. Ben değil” Tanrı aşkına! Öne eğildim ve yüzümü ellerimin arasına alarak derin bir iç çektim. “Tam diyorum ki akıllandı, sen çıkıp yine saçma sapan bir şeyler yapıyorsun. Neden o lanet bara gitmeye devam ediyorsun? Neden New Haven’dan uzak duramıyorsun? Kral seni yakalarsa her şey mahvolur ve öldüğüne inanmadığın Calla’nı asla…” “CALLA’YI BULDUM!” Odayı hızlı ve keskin bir ölüm sessizliği kapladı. Robin ve Vera boş gözlerle bana bakıyordu. Her hangi bir duygu belirtisi yoktu bakışlarında. Sadece boştu işte. Anlamsız, karmakarışık ve boş… Tam olarak hissettiğim şey buydu işte ve benden sıçrayıp etrafıma yayılmıştı adeta. “Ne dedin sen?” diye sordu Robin. Ses tonu kızgındı. Açıkça öfkelenmişti. Öfke inkarın en belirgin örneklerinden biriydi. Kabullenememenin… kaybetmenin… ve Robin’de öfkeliydi. Çünkü Calla’nın yaşadığını kabullenemiyor ve onu bulduğumu reddediyordu. “Onu buldum. Onu gördüm. Onunla konuştum. Nerede olduğunu, nasıl olduğunu, nerede yaşadığını biliyorum. Tam olarak ona ne olduğunu bilmiyorum. Nasıl kurtulduğunu söylemedi. Sadece birkaç temel bilgi…” Mesela hafızasını kaybettiği gerçeği “Bana telefon numarasını verdi ve onu aramamı söyledi. Sonra da gitti.” “Gitti mi?” Robin artık sadece saf bir şaşkınlığın içindeydi. İnkar evresini atlatmış ve gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştı. Ve esas gerçeği henüz bilmiyordu. Başımı ellerimin arasından çıkardım ve Robin’in yüzüne baktım. Gözleri irice açılmış ve tüm rengi atmıştı. Adeta tir tir titriyordu karşımda. Derin bir nefes aldım. Sonra usulca ayağa kalktım. Tam karşısında dikildim. “Bilmen gereken bir şey var Robin” Daha ne olabilirdi ki bilmesi gereken? Calla yaşıyordu? Başka önemli ne olabilirdi ki? Tüm bu soruları Robin’in gözlerinden okuyabiliyor ve elle tutulur şekilde hissedebiliyordum. Ve bunu ona söylemeyi gerçekten istemiyordum ama bilmesi gerekiyordu. “Calla hiçbir şey hatırlamıyor, Robin” * Dün olanlar öyle bir çökmüştü ki omuzlarımın üzerine, Robin’e olan biten her şeyi anlatıp odama gittiğimde, kendimi öylece yatağa bıraktım. Üzerimi bile çıkarmadım. Sadece öylece yattım ve hızla uykuya daldım. Tüm gece rüyamda onun yüzünü gördüm… Okyanusun dibindeydim. Ve Calla’nın ellerini sıkı sıkı tutuyordum. Öyle ki sanki bir bütünmüşüz gibiydi. Ellerimiz bu şekilde yaratılmış gibi… ve ben bu rüyayı belki de milyonunca defa görüyordum. Calla ve ben okyanusun dibindeydik. Onun ellerini tutuyordum. Ama tek farkı vardı bu sefer ki rüyanın. Çünkü ben ne zaman bu rüyayı görsem, Calla ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Ancak bu sefer öyle olmadı. Orada benimle kaldı. Işık üzerimize parlayana kadar yanımda kaldı. Ve o an anladım. Bu benim son umudumdu. Onu bir daha kaybedersem, geri dönüşü olmayacağını biliyordum. Tek yapmam gereken bu son umuda tutunmaktı. O sabah gözlerimi telefonumun mesaj sesiyle açtım. “Kim olduğumu anlatmaya hazır mısın?” Ve umudumun bir adı vardı. Calla…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD