Avlunun taş zemininde yankılanan ayak sesleri, Elvan’ın kararlılığını ele veriyordu. Güneş, köyün toprak damlı evlerinin üstünden çekilmeye başlamış, gölgeler uzamıştı. Elvan, yıkık dökük duvarın önünde duran adama doğru yürüdü. Ceketinin cebine ellerini sokmuş, sigarasını yavaşça tüttüren Veysel’in gözleri, yaklaşan kadını görünce kısıldı.
— “Seninle konuşmamız gerek,” dedi Elvan, sesinde titrek bir öfke saklıydı.
Veysel, sigaradan bir nefes daha aldı, sonra yere bastırarak söndürdü.
— “Ne konuşacağız ki? Zelal’le evleneceğim, mesele bu kadar basit.”
Elvan’ın gözleri parladı.
— “Hayır. Bu mesele hiçbir zaman basit olmadı. Zelal korkuyor. Bunu sen de biliyorsun.”
Veysel başını iki yana salladı.
— “Korkmak bizim evde kadınlara mahsus değil Elvan. Ama büyümek, kaderine razı olmak... bu coğrafyada öğretilen ilk ders.”
Elvan bir adım daha yaklaştı.
— “O senin kuzenin. Senin de kız kardeşin olabilirdi. Zelal daha çocuk. Hayal kurmaya bile zamanı olmadı. Sen, onun hayatını çalmaya nasıl razı oluyorsun?”
Veysel bir an sustu. Yüzünde kısa bir tereddüt belirdi. Ama hemen ardından, kararlı bir sertlikle konuştu:
— “Bu işte razı olmak diye bir şey yok Elvan. Bu iş bizde böyledir. Büyüyünce biriyle evlenirsin. O kişi de çoğunlukla bir akrabandır. Çünkü dışarıdaki dünya bize ait değil. Dışarısı namussuz, içerisi emanet.”
Elvan’ın sesi yükseldi.
— “Ama insan kendi kanına da ihanet edebilir, Veysel. Zelal istemiyor! Bunu duymuyor musun?”
Veysel gözlerini kaçırdı.
— “Ben isterim. Babam ister. Amcam ister. Ve bu köyde söz hâlâ bizimdir. Senin gibi şehirden gelen birkaç kelimeyle bozulacak kadar zayıf değil bu düzen.”
Elvan yutkundu, gözleri doldu ama yılmadı.
— “Bu düzen sandığın kadar güçlü değil. İçinde sevgi olmayan, rıza olmayan hiçbir evlilik kutsal değildir. Korkuyla kurulan her bağ, gün gelir nefretle çözülür.”
Veysel soğuk bir şekilde gülümsedi.
— “Senin dilin keskin Elvan. Ama bu köyde bıçak gibi keskin diller değil, susturulan sesler yaşıyor. Zelal benimle evlenecek. İkimizin de huzuru için bunu kabul etmen daha iyi olur.”
Elvan bir adım geri çekildi. Derin bir nefes aldı.
— “Sana acıyorum, Veysel. Çünkü sen, kadınları eşya gibi görürken aslında kendi vicdanını satıyorsun.”
Arkasını döndü, yürümeye başladı. Adımları kararlı ama yüreği kanıyordu. Zelal’in gözyaşları, kendi çaresizliği, Veysel’in umursamazlığı… Hepsi sırtında bir yük gibiydi.
Ne yapacağını bilmiyordu.Kendini ilk kez bu kadar çaresiz hissetmişti.
O gün, Elvan bir şeyler yapmak için çırpındı. Köyün kadınlarından biriyle gizlice konuştu, "bu nikah durdurulabilir mi?" diye sordu. Eski muhtara ulaşıp Veysel’in sabıkası olup olmadığını araştırmak istedi. Hatta gece köy imamının evine kadar gitmeyi bile düşündü. Ama her kapı ya sessizlikle, ya da göz ucuyla tehdit eden bakışlarla kapandı.
O akşam hava kararırken, evin büyük odası hazırlanmıştı. Perdeler çekilmiş, yerdeki halılar düzeltilmişti. Ortada, küçük bir masa, yanında imam ve birkaç erkek vardı. Zelal daha gelmemişti odasında hazırlanıyordu.
Elvan kapının kenarına yaslanmış, odaya uzaktan bakıyordu. Kalbi göğsüne sığmıyor gibiydi. Annesi arkasında durmuş, kolunu hafifçe tutmuştu. Fısıltıyla,’’Gel kardeşinle konuşalım.’’dedi.Elvan belki bu sefer ikna olur diye sevinerek annesinin peşinden gitti.
Zelal pencere kenarında durmuş, parmak uçlarıyla perdeyi tutuyordu. Gün batımı, ufukta kan kırmızısı bir iz bırakmıştı. Dışarısı sessizdi ama içerisi fırtına gibi çalkalanıyordu.
Kapı aralandı. Elvan girdi, ardından annesi. Zelal dönmedi. Odanın ortasında, söylenmemiş sözlerin ağırlığıyla bir sessizlik çöktü.
Elvan, yavaşça yaklaştı.
— “Konuşabilir miyiz, üçümüz?”
Zelal bir an tereddüt etti. Sonra başını salladı ve yatağın ucuna oturdu. Elvan onun karşısına, annesi ise ikisinin arasına yerleşti. Sessizlik, gerçeğin kıyısında bekliyordu.
Elvan başladı:
— “Zelal… Bugün söylediklerin… seni öyle görmek… inan bana, içim parçalandı.”
Zelal gözlerini kaçırdı.
— “Ama gerçek bu, abla. Parçalanan şey biziz, hayat değil.”
Anne, kızının elini tuttu.
— “Ben de çok şey yaşadım Zelal. Benim de sesim yıllarca çıkmadı. Ama şimdi… sana söylemem gereken bir şey var: Bir kadın razı olmuş gibi görünüyorsa, çoğu zaman korkudan razı olmuştur. Sen razı mısın? Yoksa korkuyor musun?”
Zelal’in gözleri doldu. Ama cevap vermedi.
Elvan tekrar söze girdi.
— “Ben kaçtım, evet. Ama seni orada bırakmak için değil. Sana başka bir yol olduğunu göstermek için. Derya’yla tanıştım, güçlü bir kadın. Baran’la yollarımız kesişti, bana saygıyla yaklaştı. Hayat farklı da olabilir, Zelal.”
Zelal gözlerini Elvan’a dikti.
— “Sen gidebildin. Çünkü cesurdun. Ama herkes senin gibi olamaz. Ben cesur değilim. Bunu kabul et. Belki de ben… böyle yaşamayı öğrenmişimdir.”
Elvan yutkundu.
— “Zelal, cesaret sonradan gelir. Zaten cesur olduğun için değil, mecbur kaldığın için başlarsın bazen.”
Zelal’in gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Sonra ani bir kararlılıkla ayağa kalktı.
— “Ben kararımı verdim, abla. Artık bana ne yapmam gerektiğini söylemeyin. Belki evet, korkuyorum. Ama korkuyla yaşamak, yalnız kalmaktan daha az acıtıyor bazen.”
Anne, kızına uzandı.
— “Senin yalnız kalmana izin vermem.”
Zelal yavaşça başını salladı.
— “O zaman yanımda olun. Ama kararlarıma saygı gösterin.”
Elvan başını eğdi. İçindeki umut o anda bir duvar gibi Zelal’in sözlerine çarpıp dağıldı. Ama o umudu tamamen bırakmadı. Sadece beklemeyi öğrendi. Çünkü bazen mücadele, bir adım geride durmakla da devam ederdi.Sessizce odadan çıktı.
Elvan odasına kapanmış, gözlerini tavana dikmişti. Zelal’le yaptığı konuşma yankılanıyordu zihninde:
“Bunu kendi isteğimle yapıyorum, abla. Bizim kaderimiz bu.”
Ama o ses… o titreyen ses… gerçeği saklamaya çalışan o ince perde… Elvan bunun bir teslimiyet olduğunu biliyordu. Ve bu teslimiyete seyirci kalmak, ona artık daha ağır geliyordu.
Yavaşça yatağından kalktı. Telefonunu eline aldı. Parmakları titreyerek Derya’nın numarasını çevirdi.
Derya, ilk çalmada açtı.
— “Elvan? İyi misin?”
Elvan konuşmaya çalıştı ama sesi önce çıkmadı. Boğazındaki düğümü yutkunarak bastırdı.
— “Derya…Zelal’i evlendirecekler.Birazdan nikah kıyılacak ama ben hiçbir şey yapamadım.’’
Bir sessizlik oldu. Derya’nın nefesi telefonda duyuluyordu. Sonra sesi kararlı geldi:
— “Elvan, artık daha fazla bekleme. Polise gitmelisin. Bu açıkça bir zorla evlendirme. Bu bir suç. Zelal’e yardım etmenin tek yolu bu.”
Elvan gözlerini kapattı, ağlamamak için dudaklarını ısırdı.
— “Derya… bir şey daha var. Zelal aslında 16 yaşında. Ama nüfus kağıdında 19 yazıyor. Babamla amcam yaşını büyütmüşler. Bunu da yıllar önce sessizce halletmişler. Yani… resmiyette reşit.”
Derya’nın sesi bir an duraksadı.
— “Yani polis bu evliliği yasal kabul edecek, öyle mi?”
— “Evet,” dedi Elvan, neredeyse fısıltıyla. “Zelal de zaten ‘kendi isteğimle evlendim’ diyor. Bunu herkese söylüyor.Tehdit ediliyor ama ben hissediyorum. Delil yok. Kimseye kanıtlayamam.”
Derya bir an sustu, sonra kararlı bir sesle konuştu:
— “Elvan, yaş meselesi sadece bir parça. Eğer tehdit edildiğine dair en ufak bir iz bile varsa—ki sen tanıksın—bunun peşine düşerler. Bak, bu işin uzmanları var. Polis sadece nüfus kağıdına bakmaz. Sosyal hizmet uzmanları, savcılık… Tüm hikâyeyi anlatırsan, bir umut olabilir. En azından denemeliyiz.”
— “Ya işe yaramazsa? Ya Zelal daha da kapatılırsa? Ya onu tamamen kaybedersem, Derya?” Elvan’ın sesi artık titriyordu. “Onu geri getiremeyebilirim…”
Derya, derin bir nefes aldı.
— “Ama hiç denemezsen… zaten kaybetmiş olursun. Bu düzen susturuldukça devam ediyor. Sen susmazsan, Zelal belki bir gün konuşabilir. Elvan… senin sesin onun için hâlâ bir yol.”
Elvan, gözyaşlarını sildi. Yüreğinde yanan öfke ve çaresizlik, yerini ağır bir kararlılığa bırakmaya başlamıştı.
— “Tamam,” dedi. “Deneyeceğim. ‘’