BÖLÜM 10:DÖNÜŞ YOLUNDA

1146 Words
Otobüs, köy meydanında tozlu bir sesle durduğunda, Elvan’ın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Aradan geçen bunca zamana rağmen, köy hiçbir şey kaybetmemiş gibiydi. Aynı yollar, aynı taş evler, aynı bakışlar… Değişen bir tek Elvan’dı. Adımlarını yere daha sert basıyordu artık. Ve gözleri, sustuğu yılların hesabını sormaya kararlıydı. Evlerinin kapısına vardığında, kapı aralıktı. İçeriden konuşmalar geliyordu. Babasının sert sesi, amcasının alçak ama tehdit dolu tonu… Elvan kapıyı iterek girdi. — “Zelal nerede?” dedi, doğrudan babasının gözlerine bakarak. Sesi titremedi. Oda bir anda sessizleşti. Sobanın çıtırtısı, duvardaki saat tıkırtısı bile durdu sanki. Herkesin gözü Elvan’daydı. Annesi yerinden kalkmak ister gibi oldu ama babasının bakışıyla oturduğu yere çakıldı. Baba, ağır adımlarla yerinden doğruldu. — “Kimin izniyle geldin sen bu eve?” — “Burası benim de evim,” dedi Elvan. Gözlerini babasından ayırmadı. — “Sen bu evin adını lekeledin. Gittiğin yerden dönmeyecektin.” — “Ben gitmedim. Sürgün edildim. Baba dişlerini sıktı. O anda amcası araya girdi. — “Ne istiyorsun Elvan? Ne işin var şimdi burada?” — “Kız kardeşimi görmek istiyorum. Zelal’i,” dedi Elvan, gözlerini kaçırmadan. “Bugün evlendirileceğini duydum.Ona engel olmaya geldim.’’ Sessizlik ağırlaştı. Baba oturduğu yere döndü. — “Zelal, odasında. Ama artık misafir sayılır. Kocasıyla birlikte yaşayacak.” — “Kocası mı?” Elvan’ın sesi yükselmeden sertleşti. “Zelal daha reşit bile değil çocuk o.’’ — “Kendi rızasıyla oldu. Senin gibi yoldan çıkmadı,” dedi amca. Elvan başını eğmedi. — “Ben yoldan çıkmadım. Siz bana kendi yolunuzu dayattınız. Kabul etmedim, hepsi bu.” Babası seslendi: — “Yeter Elvan... kavga etmeye değil, görmeye geldiysen git gör, sonra da dön İstanbul’una.” Elvan başını salladı. Sessizce içeri ilerledi. Koridorun ucundaki küçük odanın kapısını açtı. Zelal pencere kenarında, gelinlik yerine geçmiş sade bir elbiseyle oturuyordu. Başını çevirdiğinde gözleri kocaman açıldı. — “Elvan…” dedi fısıltıyla. Elvan kapıyı kapatmadan içeri girdi, hemen yanına çömeldi. — “Zelal… Neler oluyor?” Zelal, yavaşça başını kaldırdı. Gözleri kan çanağı gibiydi, yüzü solgundu. Elvan’ın varlığına önce inanamadı, sonra bir anda sarıldı ona. Titreyerek, sanki yıllardır tuttuğu bütün korkuları şimdi bırakıyormuş gibi. — “Abla… abla… ne olur affet beni.” — “Sana kırgın değilim Zelal. Sadece… neden böyle oldu, onu bilmek istiyorum.” Zelal derin bir nefes aldı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, fısıltıyla konuşmaya başladı: -Sen gittikten sonra sıranın bana geldiğini söylediler.Bende kabul ettim abla.Bizim hayatımız bu. Gerçeğimiz bu.’’ Elvan’ın içi burkuldu. Sanki Zelal’in her kelimesi kalbine batıyordu. — “Hayır,” dedi kararlılıkla. “Bu, bize anlatılan yalan. Gerçek değil. Birilerinin bize biçtiği rol sadece.” Zelal başını hafifçe salladı, ama gözlerinde umut yoktu. — “Sen güçlüydün. Gitmeyi başardın. Ama ben öyle değilim.’’ Elvan dizlerinin üzerine çöktü, Zelal’in ellerini tuttu. — “Zelal, ben artık yalnız değilim. Benim artık bir sesim var, elimden geleni yapabilecek gücüm var. Seni burada bırakmam. Seni bu korkunun içinde, onların kurduğu kaderin içine terk etmem.” Zelal’in gözlerinde ilk kez bir kıpırtı belirdi.Ama geri söndü. , sesi bu kez daha sakindi ama içinde derin bir çatışma vardı: — “Abla... Ben istiyorum. Bu evliliği istiyorum.” Elvan olduğu yerde dondu. Bir an duyduklarını yanlış anladığını düşündü. — “Ne dedin Zelal?” Zelal derin bir nefes aldı, sonra kararlı bir ifadeyle tekrar etti: — “Ben... Veysel’le evlenmeyi istiyorum.” Elvan başını iki yana salladı, gözlerinde bir hayal kırıklığı parladı. — “Zelal... O seni istemiyor, seni sevdiği için değil. Bu bir töre dayatması. Hatırlamıyor musun, beni de istiyordu. Aynı oyunu bana da oynadılar. Şimdi sıra sende.” Zelal dudaklarını ısırdı, gözyaşı göz pınarına kadar geldi ama düşmedi. — “Biliyorum. Ama ben seni de biliyorum, abla. Sen şehirde güçlendin, sesini buldun. Ama ben burada kaldım. Her gün aynı avlunun taşlarına basarak büyüdüm. Annemin suskunluğu, babamın bakışı, amcamın gölgesi... Veysel bana kötü davranmadı. Belki sevmiyorum ama... en azından tanıdığım biri. Korkuyorum abla. Bilmediğim hayattan korkuyorum.” Elvan’ın sesi titredi: — “Korkmak seni köleleştirmemeli. Cesaret, korkmamaktan değil, korka korka ilerlemekten gelir. Gel benimle. Gidelim buradan. Yeni bir hayat kurabiliriz.” Zelal, başını iki yana salladı: — “Senin kadar güçlü değilim. Ve belki, ben başka bir hayatı hayal etmeyi bilmiyorum. Bu bana ait olan tek gerçek. Veysel’in yanında kendimi daha az yalnız hissediyorum. Ve kimse bana bağırmadığında, tehdit etmediğinde... o anlar bana yetiyor.” Elvan’ın içi ezildi. Kardeşine kızamıyordu. Onu suçlayamıyordu. Ama o an anladı ki; bazen zincirler sadece dışarıdan değil, içeriden de örülüyordu. Ve bazı insanlar, özgürlüğü istemekten çok, alıştıkları tutsaklığı güvenli buluyorlardı. Elvan, gözyaşlarını tutarak geri adım attı. — “Eğer bu gerçekten senin kararınsa... sadece senin... o zaman saygı duyarım. Ama bunu bir tehditten, korkudan dolayı değil; gerçekten gönlünle yaptıysan...” Zelal cevap vermedi. Gözlerini indirdi, ama başını sallayarak karşılık verdi. Ve o an Elvan için kardeşini kaybetmekten daha ağır bir gerçek vardı: Onu kurtarmak istemişti, ama Zelal kendini “kurtarılmış” saymıyordu. Elvan, avludan geçerken başı öne eğikti ama yüreği alev alev yanıyordu. Ayak sesleri taş zeminde yankılanırken, içeriden sadece yumuşak bir tıkırtı geliyordu. Annesi, her zaman olduğu gibi mutfakta tek başına oturuyordu. Elinde tespih değil, geçmişin gölgesi vardı. Elvan içeri girdiğinde annesi başını kaldırmadan konuştu. — “Baban duymasın,” dedi kısık sesle. “Burada olduğunu bilmiyor.” — “Benim burada olmam değil, burada olanlar önemli şimdi,” dedi Elvan, sesi çatallaşmıştı. “Zelal... gerçekten Veysel’le evlenmek istediğini söyledi.” Anne, kaşığı kasedeki suya bıraktı. Sessizce bir sandalye çekti. — “Sana gerçekleri söyleyeyim mi, Elvan?” dedi, gözleri yaşla doluydu ama taş gibi sertti bakışları. “Bu evde kimse ne isterse onu yapamaz. İstediğini sanır ama hep bir korkunun, bir tehdidin gölgesinde karar verir.” — “Biliyorum anne. Zelal’in kararı değil bu. Ama onun inancı kırılmış. Ona bir hayat daha olduğunu gösteremezsek… onu kaybedeceğiz.” Anne başını öne eğdi. — “Biliyor musun? Sen gittiğinden beri seni savunmak bana kaldı. Hep susarak, hep alttan alarak. Ama ne kadar sustumsa, o kadar hırçınlaştılar. Ben artık konuşmayı da, susmayı da bilmiyorum.” Elvan onun dizinin dibine çöktü. — “Ben artık kaçmayacağım. Ne olursa olsun. Ama Zelal’in bu kararı kendi hayatı zannetmesine izin veremem. Senin bana verdiğin cesaretle ayakta kaldım ben. Şimdi birlikte onun için de bir çıkış yolu bulmamız lazım.” Anne bir an durdu. Sonra ilk kez Elvan’a tam anlamıyla baktı. — “Yapabilir miyiz?” dedi neredeyse fısıltıyla. — “Yaparız,” dedi Elvan, ellerini annesinin ellerinin üzerine koyarak. “Ama onu korkutmadan. Ona nefes aldırarak. Kendi kararını verebilmesi için önce korkusunu söküp almalıyız içinden.” Anne gözyaşlarını sildi. Hafifçe başını salladı. — “Zelal hep küçük bir kuş gibiydi. Kafesin kapısını açsan bile uçmayı bilmezdi. Belki önce uçmayı öğretmeliyiz.” Elvan ayağa kalktı. — “İlk adım bu: Kafesin açık olduğunu göstermek. Sonra ona o gökyüzünü göstereceğiz. İsterse uçar, isterse kalır. Ama bu defa gerçekten kendi olur.” Annesi arkasından fısıldadı: — “Elvan... Bu evi terk ettiğin gün seni anladım. Ama şimdi seni takdir ediyorum.” Elvan arkasını dönmeden sadece gülümsedi. Artık yalnız değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD