4.Bölüm

1497 Words
En acımasız insanın içinde bile, derinlerine sakladığı mutsuz bir çocuk vardır. Henüz göremediğim o yanakları, masmavi gözlerinden akan pırlanta ışıltısı taşıyan göz yaşlarıyla kutsanmış gibiydi. Görmeden de sevebilmek mümkün, ama hayal kırıklığı yaşama korkusu hep bir yerlerde saklıdır. Gözlerimiz buluşalı çok olmuştu ama ben bir cevap vermemiştim ve o sabırsızca sol ayağını sallıyordu. Fazlasıyla aceleci, sabırsız biriydi ve bu onun kontrolü dışında olan bir şeydi. "Şimdi şöyle," deyip boğazımı temizledim. "Ben seni bilemem ama kardeşin için elimden geleni yaparım. Çok pardon ama beni kaçıran birini neden seveyim?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. Karşımdaki insan normal biri olsa belki bu kadar sakin kalamazdım ama, ona bağırdığımda neler olacağının fragmanını biraz önce izlemiştim. Bakışlarını gözlerimden ayırıp şömineye çevirdi ve daha sonra başını geriye yatırdı. Önüme serilen kabarık şah damarına bakıp sertçe yutkundum. Kemikli iri parmaklarından başlayan damarlar kollarında, ağaca sarılmış sarmaşık gibi uzanıyordu. Beyaz hafif pembeye çalan teninin üzerinde mavi damarlar apaçık belli oluyordu. Şöyle derler, mavi damarları olan insanlar sıcak, yeşil damarlı insanlar soğuktur. Ne kadar doğru bilemiyorum ama onun aslında sıcak kanlı biri olduğunu hissedebiliyorum. "Göreceğiz," dedi ve başımı kaldırarak gözlerime baktı. "Islaksın." Başımı önüme eğip bluzuma bakıp tekrar ona baktım. Adamın ses tonu bile içimi ürpertiyordu. Gözlerindeki şeytani parıltıları saymıyorum bile. Sanki her an her şeyi yapacakmış gibi duruyordu. "Kıyafetim yok, eşyalarım orada kaldı. Sürüklenerek getirildiğim için..." dedim imalı şekilde. "Odanda var." Dedi. "Odan dediğin yerde ışık yok!" Diye çıkıştım. "Bir sebebi var," diyerek ayağa kalktığında, gözlerimin önünde bir anda devleşti. Dört adımda yanıma ulaşıp eğilerek parmaklarını bileğimin etrafına doladı. "Kalk." Diyerek çekiştirmeye başladığında neye uğradığımı şaşırdım. 'Şimdi niye beni çekiştiriyor?' Sorusunu sormaya gerek yok, bariz şekilde verdiğim cevapla tatmin olamadı beyefendi. Salondan sürükleyerek çıkardığında adımlarımı hızlandırıp ona yetişmeye çalıştım. Parmakları bileğime öylesine dolanmıştı ki, bileğim kopup elinde kalacak sanıyordum. Merdivenleri ikişer şekilde çıkması az kalsın düşmeme neden olsa da, bir kaç sendeleyişle kurtuldum. Benim için ayırdığı odanın önüne geldiğimizde kapıyı açıp beni de içeriye çekti. Zifiri karanlık odaya girdiğim anda nefesim daralırken, bir de kapıyı kapatıp yanıma yaklaştı. Elini bel oyuntumda hissettiğimde geriye doğru adımlayıp sırtımı duvara yasladım. Benimle birlikte hareket ederken elini belimden çekmemekte ısrarcıydı. Sıcak nefesini yüzümde hissettiğimde yüzümü yana çevirip derin nefesler almaya çalıştım. "Ne yapıyorsun?" Dediğimde kelimeler dudaklarımdan fısıltıyla döküldü. "Bırak beni." Diyerek ellerimi çıplak göğsünün üzerine koyup kendimden itmeye çalıştım. Korku tüm vücudumu ele geçirmiş, bedenim zangır zangır titremeye başlamıştı. Dudaklarını yanağımda hissettiğimde gözlerimi sıkıca kapattım. Elimi kavrayıp avucumu açarak maskesini avucuma bıraktığında, gözlerimi şaşkınlıkla araladım. Dudaklarım gözlerime eşlik ederken, yüzümü karanlıkta belli belirisiz seçebildiğim yüzüne çevirdim. "Işık olmamasının sebebi bu," dedi buğulu sesiyle. Parmaklarını yanağımın üzerine koyup yavaşça süzdüğünde, nefesim kesilmemek için büyük bir uğraş içindeydi. "Beni görmeyeceksin... sadece hissedeceksin." Dediğinde tüm vücudum ürperdi. Tırnaklarımı istemsizce çıplak göğsüne sapladığımda, boğazından ürkütücü bir hırıltı dökülürken belimdeki parmaklarının baskısı arttı. Ellerim lâv gibi teninin üzerinde titrerken, kor nefesi yüzüme cehennem ateşi üflüyordu. Sanki karşımdaki bir insan değil de canavarmış gibi hissediyordum. Davranışları ve hatta tepkileri bile insani değildi. Sanırsın mağarasından yeni çıkmış. "Bırak, beni korkutuyorsun." Diye fısıldarken nefesi çok yakındı. Burnuma nüfuz eden sert kokusu ciğerlerime dolarak diğer kokuları bir kenara itti. Kokusu kıskançtı, diğer kokulara tahammülü yoktu. "Dik başlılığın beni daha da deli ediyor," diye konuştuğunda, sesindeki ton bariz ima taşıyordu. "Bırakmak istemiyorum, ne yapacaksın?" Dediğinde kalp atışlarım hız kazanırken, dudaklarımı amaçsızca kıpırdattım. "Sen beni buraya sizi iyileştireyim diye getirtmemişsin, para ödemişsin bıraksan şaşarım zaten!" Dedim dişlerimin arasından. Göğsündeki ellerimin baskısını arttırarak onu itmeye devam ettim, fakat kilo ve boyundan dolayı onu itemeyeceğime emindim. "Hayır," dediğinde duraksadım ve pür dikkat onu dinledim. "Seni bizi iyileştir diye getirdim. Senden bana hiç bilmediğim bir şeyi öğretmeni istiyorum." Derken kor nefesi dudaklarıma döküldü. "Neyi?" Diye fısıldarken, artık nefesim bana yetmiyordu. Odada yeterince oksijen olmasına rağmen ben soluyamıyordum. Ama şu an garip bir şey oluyordu. Krize girmiyordum. Ondan ve karanlıktan korkmama rağmen panik atak geçirmiyordum. "Aşkı, sevgiyi ve de kaygıyı." Dediğinde göğsünün üzerindeki ellerimi yumruk yapıp yavaşça aşağıya indirdim. "Âşk öğretilmez," diyerek başımı önüme eğdim. "Aşk hesaplanmaz, sadece âşık olursun işte..." diye mırıldanıp, başımı yukarıya kaldırdığımda pencereden içeriye sızan ay ışığı gölgesini biraz olsun aydınlatıyordu. "Bırak beni, çekil." Diye çıkıştım bir anda. Eli belimden yavaşça sıyrıldığında iki adım uzaklaştı. Derin nefesler almaya çalışarak etrafa baktım. Karanlığa yavaş yavaş alışırken, şimdi onu görebiliyordum ama o geceden daha karanlıktı. Geçip yatağa oturduğunda sırtı pencereye dönüktü. "Otur." Dediğinde ayaklarımı güçlükle kıpırdatarak yatağa yaklaştım. Baş kısmına dokunarak yastığı avuçlayıp elime aldım. Oturup sırtımı yatak başlığına yaslayarak yastığı kucağıma koydum. "Hani ölsen bile odama girme diyordun, sen neden bana ayırdığın odaya giriyorsun? Üstelik karanlık fobisi olan birini karanlık odada tutacak kadar vicdansız mısın?" Durdu ve öylece otuz beş saniye boyunca bekledi. Düşünüyordu ya da verecek bir cevabı yoktu. "Benim yanımda karanlıktan korkuyor musun?" Diye sorduğunda, bu sefer ben verecek cevap bulamadım. Çünkü o yanımdayken karanlığı unutmuştum ve bunu itiraf etmek zordu. "En vahşi yaratık insandır, Alparslan bey. Belki de karanlık korkumu bastıran şey sizin yanınızda güvende olduğumu düşündüğüm için değil de, acaba bana ne yapar düşüncesine kapılıp karanlığı unuttuğum içindir..." Hırıltılı şekilde güldüğünü duyduğumda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Avucumdaki maskeyi ona fırlattığımda havada yakalayıp gülüşünü arttırdı. "Haklısın, sana yapacaklarımdan sonra karanlık korkun sana bile komik gelecek..." dediğinde buz kestim. "Çık dışarıya! Seninle kalacağıma yalnız kalırım, krizden krize girerim daha iyi!" Dedim, sıkıntılı bir soluk vermeden hemen önce. "Ben senin eğlenebileceğin bir oyuncak değilim, kendine başka bir oyuncak bul. Hatta daha iyi bir önerim var, canavardan insana evrilmeyi dene!" Beni net şekilde görüp görmediğini bilmiyordum ama ufak hareketleri dışında onu göremiyordum. Sanki benden beter şekilde her şeyi hesaplıyordu. "Benim daha iyi bir fikrim var." dediğinde nedensizce heyecan yaptım. Kıpırdadığında bana doğru ilerlediğini görüp, kucağımdaki yastığı üzerine atarak ayaklandım. Hızlı adımlarla kapıya koşup açarak kendimi dışarıya attım. Mihri'nin odasının kapısına yönelip tam açacak ken, belime dolanan büyük koluyla beni kendine çekip sırtımı göğsüne yasladı. Gözlerim anında korkuyla kapanırken göğsüm hızla inip kalkmaya başladı. Sırtımda hissettiğim göğüs kasları sanki beni dövüyormuşçasına canımı yakarken, karnımda dolanan büyük parmakları nefesimi kesmeye yetti. Diğer elini boynuma sarıp başımı omzuna yatırdığında, dudaklarımdan küçük bir çığlık sızdı. Sakallarını yanağıma sürterek nefesini boynuma döktüğünde bir anlık sanki olduğum ortamdan uzaklaşmış, zaman ve mekan kavramını unutmuştum. Pranga gibi boynumu saran parmaklarının baskısını arttırdığında, ellerimi bileğinin etrafına sarıp, "Bırak..." diye fısıldadım. "Nereye kaçabileceğini sanıyorsun?" Diye fısıldadığında dudaklarını yavaşça kulağımın üzerine dokundurdu. "Tam da tahmin ettiğim gibi oldu..." dediğinde, ürkütücü sakinliği içimi de dışım gibi titretti. "Neden bahsediyorsun? Manyak mısın? Bırak beni!" Diye bağırarak çırpınmaya devam ettim. Karnımın üzerindeki elini baskı uygulayarak aşağıya indirdiğinde, çırpınmayı bırakıp elimi elinin üzerine koydum. "Yapma bunu, yapma..." diye fısıldayıp güçlükle yutkundum. Boynum az sonra kopacakmış gibi sızlıyor, vücudum titreyen bacaklarıma ağırlık yapıyordu. "O zaman uslu dur ve benimle konuşmana dikkat et. Alaşıldı mı?" Diye kükrediğinde gözlerimi sıkıca kapattım. "Duyamadım?!" Diye sordu sustuğumda. "Anlaşıldı." Derken, sadece köprü ve ayı meselesini hatırlamıştım. Parmaklarını yavaşça gevşetip üzerimden çektiğinde, kendimi hızla Mihri'nin odasına atıp kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp Mihri'ye baktığımda, onun benden daha zor durumda olduğunu hatırlayıp kendimi telkin etmeye çalıştım. Odada en azından gece lambası yandığı için geceyi burada geçirmeyi planladım. O ucube de ne yaparsa yapsın, kendi karanlığında boğulsun. Sessiz adımlarla gardıroba yaklaşıp yavaşça açtım. Siyah salaş bir kazak ve siyah yarım atlet aldım. Banyoya geçip kapıyı kilitlemek istediğimde kilit olmadığını farkettim. Bıkkın bir soluk vererek üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine atarak, getirdiklerimi üzerime geçirdim. Elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıkarak Mihri'nin yatağının çaprazında, pencerenin önünde duran tekli koltuğa oturdum. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirip kolukta aşağıya doğru kayarak, ayaklarımı ileriye sehpanın üzerine çapraz şekilde uzattım. Tam karşımda mobilya rengi ve çarşafları beyaz olan büyük bir yatak, yatağın iki tarafında da küçük iki kilim ve sağ tarafta boydan boya duran büyük bir gardırop vardı. Yatağın iki tarafına koyulmuş beyaz komodinlerden soldakinin üzerinde beyaz renkli gece lambası vardı. Sağ taraftaki yoktu, çünkü Mihri onu kafama fırlatmıştı. Oturduğum koltuk ve sehpa dışında başka bir eşya da yoktu. Bakışlarım Mihri'nin bağlı olan kollarına takıldığında, ellerimi koltuğun kenarlarına koyup ayaklarımı sehpanın üzerinden indirdim. Ayağa kalkıp sessiz adımlarla yatağa yaklaştım. Dizimi yatağa koyup ellerindeki ipi çözdüm. Yanına oturup bileklerini avuçlarımın içine alarak incitmeden ovarken, gözlerini açıp yüzüme baktı. "Anne..." Duyduğum tek kelime ve sesindeki mutluluk canımı yakarken, güçlükle gülümsedim. Sağ elimi yavaşça saçlarına götürüp incitmekten korkar gibi okşadım. "Uyu güzelim..." diye mırıldandığımda, uykulu gözlerini tekrar kapattı. Bir süre saçlarında dolanan parmaklarımı yavaşça kendime çekip tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Yataktan kalkıp tekrar sessiz adımlarla koltuğa yaklaştım. Tekrar aynı pozisyonda oturarak bakışlarımı Mihri'ye sabitledim. Esnemeye başladığımda bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Karnım açtı ama bunu umursamayacak kadar yorgun ve uykusuzdum. Ağırlaşan göz kapaklarım usulca kapanırken, daha fazla direnmeyip kendimi uykunun şefkatli kollarına bıraktım. *** Duyduğum tıkırtılar uyanmama neden olurken, yüzümü huysuzca sağa ve sola çevirdim. Gözlerimi yavaşça aralayıp, elimle pencereden yüzüme vuran güneş ışığını engellemeye çalışarak odaya göz gezdirdim. Sabah olmuş, bakalım o psikopat beni nasıl karanlıkta bırakacakmış. Mihri yatağında yoktu ve ben bunu daha yeni fark ediyordum. Tutulan ayaklarımı yavaşça sehpanın üzerinden indirip, ellerimle ovarak açılmasını bekledim. Tıkırtılar banyodan geliyordu ve yine kendine bir şey yapmamış olmasını umuyordum. Ayaklanıp hızlı adımlamaya çalışarak banyoya yöneldim. Banyo kapısını açıp içeriye baktığımda dudaklarım şaşkınlık ve korku içinde aralandı. Mihri nereden bulduğunu bilemediğim bir makasla saçlarını kesiyordu. Bu sefer Alparslan kesin beni öldürecekti...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD