"Kıpırdama!" Dediğinde gözlerim anlık kapanırken, avucumdaki bez parçasını sertçe aldı. Bezi gözlerime bağladığında sesimi çıkarmadan itaat ettim. Bu bana tersti ama şu an arkamda duran kişiden daha ters kurallarım yoktu.
Bez parçasına iki tane sert düğüm attığında tüm vücudum sarsıldı. Kolumdan kavrayıp sürüklemeye başladığında neye uğradığımı şaşırdım. Bir kapı açıp beni içeriye fırlattıktan sonra arkamdan kapıyı kapattı ve kilitledi. Dışarıda mı, içeride mi olduğunu bilemediğim için gözlerimi açıp açmama konusunda kararsızdım. Korku tüm vücudumu ele geçirmişti, iki deli kardeşin arasında kalmıştım.
Bir süre odayı dinledim, nefes sesi bile duyamadım. Titreyen ellerimi yavaşça kaldırıp gözümdeki bez parçasını açtım. Bir fark olmamıştı. Etraf zaten karanlıktı. Arkamı dönüp ellerimi ileriye uzatarak hareket ettim. Ellerim kapıya ulaştığında avuç içlerimle vurmaya başladım.
"Çıkar beni buradan! Aç kapıyı, lütfen!" Diye bağırırken, göğsüm çoktan sıkışmaya başlamıştı.
Ellerimi duvarda boydan boya gezdirerek ışığı açmak için düğme aradım ama bir türlü bulamıyordum. Gözlerimden sessice akan damlaları omuzlarıma silerken, vazgeçmeyerek ellerimi duvarın her yerinde gezdirdim.
"Anne, korkuyorum..." diye mırıldanarak geriye doğru adımlayıp dizlerimin üzerine çöküp oturdum. "Anne..." diye mırıldandım çatallaşan sesimle. Ciğerlerime baş gösteren derin sancı soluklarımı yavaşlatıyordu.
"Allah'ın cezası! Aç şu kapıyı! Biri ışığı açsın!" diye bağırarak ellerimle uğuldayan kulaklarımı kapattım. "Işığı açın!"
Aniden kapı açıldı ve o içeriye girdi. Bakışlarım ışığın önündeki heybetli vücudunda yukarıya doğru tırmanırken, karanlığa hapsettiği yüzünü seçemedim. Ağır adımlarla bana doğru yürüdüğünde ellerimi kulaklarımdan yavaşça sıyırarak indirdim.
Eğilip kalın parmaklarını dirseğimin etrafına dolayıp, beni bir oyuncak bebek edasıyla ayağa kaldırdı. Işığımı kapatan şu an onun heybetli vücuduydu. Ben mi yanlış görüyordum, yoksa bu kadar iri miydi?
"Yürü!" Diye emrederek beni sürükleyerek odadan çıkardığında, istemsizce peşinden sürüklendim. Odadan çıktığımızda bakışlarımı korkarak yüzüne çevirdim. Yüzündeki siyah maskeyi gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
"Neden maske takıyorsun? Neden yüzünü benden saklıyorsun?" Dediğimde Mihri'nin odasının kapısına yaklaşmıştık. Gözlerime bakmadan kapıyı açıp beni içeriye ittikten hemen sonra kapıyı arkamdan kapattı.
Bakışlarımı tam karşımdaki yatağa çevirdiğimde ikinci bir şok geçirdim. Kardeşini resmen yatağa bağlamıştı. O da şu anlık sakindi ve mayışan gözlerinden anladığım kadarıyla ona iğne yapmıştı. Bakışlarımı ondan ayırıp komodinin üzerindeki şırıngaya baktım.
Yavaşça ilerleyerek yatağın yan tarafına geçip kenarına oturdum. Mihri'nin yüzüne yapışmış ıslak saçlarını kenara iterek yüzüne dikkatlice baktım. Gerçekten kardeşiyse ona çok benziyor olmalıydı.
Çok güzel bir kızdı. Omzunu biraz geçen simsiyah saçları, kalın uzun kirpikleri ve ince pembe dudaklarının yanı sıra, masmavi büyük gözleriyle bir peri kızını kıskandıracak güzellikteydi.
Daha soramamıştım ama tahminimce on altı, on yedi yaşlarındaydı. Kollarında ve yüzünde tırnak izleri vardı ama bunu kendi yapmıştı. Sadece bilek çevresindeki morluklar sinirlenmeme neden olmuştu. Ellerini elime alıp baktığımda tırnakları mayasına kadar kesilmişti ama diplerine toplanan kanlar görünüyordu. Onu kendine zarar vermesin diye bağlamıştı.
Doğrulup dizimi yatağa koyarak ona yaklaştım ve kokladım, çok kötü ter kokuyordu. Acaba yıkamıyorlar mıydı? Üzerindeki elbise de çok kötü görünüyordu ve günlerdir üzerindeymiş izlenimi veriyordu.
Uzanıp ellerine bağlanan ipleri yavaşça çözdüm. Etrafa kısa bir bakış attıktan sonra ayağa kalkıp dolaba yaklaştım. Kapağını yavaşça açtığımda içinde bir sürü genç kız kıyafeti olduğunu görüp omzumun üzerinden Mihri'ye acı bir bakış attım. Bunu hak edecek ne yapmıştı ki, bu haldeydi?
Bir şey almadan dolabın kapağını kapatıp odadaki beyaz kapıya yaklaştım. Açıp içeriye baktığımda banyo olduğunu görüp içeriye girdim. Küvete yaklaşıp tıpayı taktıktan sonra, üzerindeki muslukları açıp sıcak suyu ayarlayarak dolmasını bekledim. Şampuan ve lifi küvetin yanına bıraktıktan sonra, musluğu kapatıp kollarımı sıvayarak banyodan çıktım.
Tekrar yatağa yaklaştığımda baygın bakışlarla gözlerime bakıp gülümsedi. Gülümsemesine karşılık verip öne doğru eğilerek, ellerimi koltuk altlarına geçirip doğrulmasını sağladım. Ayaklarını yataktan sarkıtıp belinden kavrayarak ayağa kaldırdım ve banyoya doğru yürütmeye çalıştım.
Küvetin yanına geldiğimizde üzerindeki elbisenin fermuarını açıp üzerinden çıkararak çöpe attım. Kendi kanı bile elbisede kuruyup kalmıştı ve bu nasıl bir hasta bakımıydı?
İç çamaşırlarını da üzerinden sıyırdıktan sonra küvete girmesine yardım ettim. Yarısına kadar doldurduğum küvette, o içine girdiğinde suyun hacmi biraz daha yükseldi. Bir çocuk gibi oturup dizlerini kendine çekerek kollarını dizlerinin etrafına dolayıp, yüzü bana dönük şekilde başını diz kapaklarının üzerine koydu.
Muhtemelen yolduğu için birbirine giren saçları kabarmıştı. Saçlarını güzelce ıslattıktan sonra şampuan bulup saçlarına sürdüm. Onu yıkarken sanki kendi çocuğumu yıkıyormuş gibi hissediyordum ve sanırım bu evdeki yetkim sadece psikolojik destekle kalmayacaktı.
Saçlarını iki kez iyice yıkadıktan sonra, vücudunu da canını acıtmadan yavaşça yıkamaya çalıştım. Aklıma annemin küçükken beni yıkayışı geldiğinde göz harelerimle birlikte içim de titredi. Özledim.
Mihri'yi küvetten çıkarıp duruladıktan sonra, bornoz giydirip saçlarına da havlu sararak banyodan çıkardım. Yatağa oturttuğumda sarhoşlar gibi sırtını hemen yatak başlığına yaslayıp, baygın bakışlarını yüzüme dikerek gülümsedi.
"Uslu duruyorsun, anlaştık mı?" Diye konuştum naif bir sesle. Başını olumlu anlamda salladığında, komodinin üzerindeki şırıngayı elime alıp hızlı adımlarla odadan ayrıldım.
Mihri'yi yıkarken tepedem tırnağa sırılsıklam olmuştum ama giyecek kıyafetim yoktu. Mihri benden bayağı cılız olduğu için kıyafetleri üzerime olur muydu bilemiyordum. Bir bavul bile almama izin vermemişlerdi.
Merdivenlerden aşağıya indiğimde doğrudan salona geçtim. Şöminenin karşısındaki tekli koltuğunda oturmuş kitap okuyordu. Sinirle gözlerimi devirip ilerledim. Önüne dikildiğimde, maskesinin altındaki mavi harelerinin ilk defa gözlerimi bulmasıyla nefesimi tuttum.
Bir süre gözlerine büyülenmiş gibi baktıktan sonra elimdeki şırıngayı yukarıya kaldırdım.
"Ne vardı bunda? Ne veriyorsun kıza? Uyuşturucu mu?" Diye tısladığımda, bakışlarını tekrar kitaba indirip satırlar arasında hızla gezindi.
"Morfin." Dedi.
Şırıngayı yanındaki sehpanın üzerine bırakıp,
"Morfin neden yapılır biliyor musun?! Aynı şey! Kızı tedavi ettirmek yerine bağımlı yapmışsın, şimdi bu kız morfin almadığında acı çekiyor. Gerçekten bunu anlayamayacak kadar aptal mısın?!" Diye bağırdım.
Elindeki kitabı kapatıp sehpanın üzerine fırlattıktan sonra, büyük ellerini koltuğun kenarlarına koyarak bir canavar gibi ayağa kalkıp üzerime yürüdü. Arkamda şöminenin olduğunu bildiğim için, geriye adım atmadan olduğum yere çivilendim.
Bakışlarım anlık olarak vücuduna inerken, kabarık köprücük kemikleri, geniş omuzları ve baklavalarına kısa bir bakış atıp tekrar gözlerine baktım.
Tekrar gözlerine baktığımda şimdi alevler harelerinin içinden yansıyordu. Karşısında tutulmamak elde değildi, benim için de zordu.
Karşımda, bir karış mesafe bırakarak durduğunda, kalp yetmezliği yaşıyorum sandım. Sadece gözlerini görebiliyordum, koyu mavi harelerini.
"Aptal değilim!" Dedi, boğuk bir sesle. Fazla içki ses tellerine zarar vermiş olmalıydı. "Deliyim! Hastayım! Senin de vazifen beni iyileştirmek, yargılamak değil!" Diye kükrediğinde, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Karşımdaki adamın deli olmadığına, hatta fazlasıyla zeki olduğuna emindim. Sarf ettiği hiçbir kelime manasız, boşuna değildi. Biliyordum.
"Deliler 'ben deli değilim' diye bağırır," diye fısıldadım. Gözlerim iki haresinin arasında dolandı ve sertçe yutkundum. "Genelde fazlasıyla zeki insanlar deli olduğunu kabul eder..." diyerek şöminenin sıcağının kuruttuğu dudaklarımı ıslattığımda, bakışları dudaklarıma indi ve beş saniye boyunca bakmaya devam etti.
Tekrar gözlerime baktığında, bu sefer bakışları farklıydı.
"Deli değilsin," diyerek etrafımda dolanıp arkama geçtiğinde, bakışlarımı önüme indirip öylece bekledim. Aniden sıcak nefesi boynuma döküldüğünde, ürpertiyle gözlerimi kapattım. "Ama delirmeye müsaitsin..." diye fısıldadığında, nefesi boynumdan dahil olarak tüm vücudumu sarıp sarmaladı.
Tam karşıya baktığımda bana bakan bir çift büyük, kahve rengi göze rastlayıp gülümsedim. Arkasını döndü ve uzun, kahve saçlarını ahenkle dans ettirerek uzaklaştı. Üzerindeki beyaz uzun elbisesi içeriye girmeye cesareti olmayan rüzgarın eşiğinde uçuşuyordu. Durdu ve omzunun üzerinden bir kez daha bana bakıp, başıyla onu takip etmem için işaret etti.
Tekrar önüne dönüp yavaş adımlarla salondan çıktığında, onu takip etmek için ileriye doğru adımladım. Aniden koluma dolanan parmaklar geriye doğru savrulmama neden oldu. Çıplak göğsüne tosladığımda, başımı kaldırıp gözlerine baktım.
"Nereye?"
"Mihri, beni çağırıyor galiba..." diye mırıldanarak, bileğime doladığı parmaklarından kurtulmaya çalıştım. "Bıraksana." Diyerek gözlerinin içine baktığımda, parmaklarını teker teker açıp beni serbest bıraktı.
Hızlı şekilde arkamı dönüp koşar adımlarla salondan çıktım. Merdivenleri ikişer şekilde tırmandıktan sonra Mihri'nin odasının önüne gelip kapıyı açtım. Gördüğüm manzara karşısında şok geçirirken, bir anda kaskatı kesildim.
"Mihri!" Diye çığlık atarak ileriye koşup ayaklarına sarılarak, vücudunu yukarıya kaldırdım. "Alparslan yardım et!" Diye tüm gücümle çığlık attım. "Mihri çıkar şunu boynundan!" Diye bağırarak ona baktım. "Lütfen..." diye mırıldanırken sesimin kısıldığını fark ettim.
Ellerinden açtığım iple kendini avizeden asmıştı.
Alparslan koşarak odaya girdiğinde gördüğü manzara karşısında en az benim kadar büyük bir şok geçirdi.
"Bırakma!" Diye kükreyerek hızla yanımıza yaklaşıp, Mihri'nin boynundaki ipi çıkardı. Daha sonra Mihri'yi kucağına alıp yavaşça yatağa yatırdı.
Gözleri açıktı ve gülümsüyordu.
Alparslan'ın öfkeli bakışları beni bulduğunda, doğrulup bir süre gözlerime baktı.
"Giydir, sonra da bağla! Kendini öldürmesindense bağlamayı tercih ettim, umarım şimdi anlamışsındır." Diye boğuk sesiyle konuştuktan sonra, hızlı adımlarla odadan çıkıp kapıyı kapattı.
Onun bu denli haklı olmamasını ve ona hak vermemeyi çok isterdim ama malesef ki, bu konuda sonuna kadar haklıydı.
Dolaptan aldığım pembe eşofman takımını ve iç çamaşırlarını Mihri'ye giydirdikten sonra, saçlarını kurutup tekrar yerine yatırdım. Ellerini birleştirip göz yaşlarım eşliğinde iple bağladıktan sonra, ipin diğer ucunu yatak başlığına bağladım.
Küçücük, incecik bileklerinin etrafı mosmordu. Canı çok yanıyordu, morfin damarlarına yayıldıkça bu acılarını unutuyordu. Ellerimin tersiyle göz yaşlarımı silip, alnına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, geri geri giderek odadan çıkıp kapıyı kapattım.
Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra başımı yukarıya kaldırıp derin bir nefes aldım. Ciğerlerime acı yükleyen soluğu dışa vererek merdivenlere yönelip, ruhsuz adımlarla aşağıya indim. Elimi salonun girişindeki büyük sütunun üzerine koyarak ona baktım.
Koltukta oturmuş öne doğru eğilerek başını ellerinin arasına almıştı. Kardeşini böyle görünce canı yanıyorsa, duygularını kaybetmiş sayılmaz. Öyle değil mi?
Yavaş yavaş adımlayarak çaprazında duran tekli koltuğa yerleşip, ellerimi ıslak bluzumdan dolayı üşüyen vücuduma sardım. Bakışlarımı şömineye çevirip derin bir iç geçirdikten sonra ona baktım. Yüzünü görmemi neden istemiyordu?
"Psikolojik sorunun bu mu?" Diye sorduğumda, başını ellerinin arasından çıkarıp doğrularak gözlerime baktı. Şöminenin çıtırtılarının yankılandığı ortamda, alevlerin yansıması vücudunda ahenkli bir görüntü sergiliyordu. Açık renk cildinde tek bir leke, bir kusur bile yoktu. Tenindeki her bir ayrıntı sanki kalemle çizilmiş gibiydi.
"Yani kendini çirkin mi hissediyorsun?" Diye sordum, cevap vermediğini görüp, vermeyeceğini hissettiğimde. "Bir tür özgüven eksikliği mi yaşıyorsun? Çocukluktan kalma bir travman var mı?" Diye sordum, sakin bir tonda.
Susup öylece gözlerime bakmaya devam ederken, ellerini karın kaslarının üzerinde birleştirip sırtını koltuğa yasladı.
"Bana çocukluğunu anlatır mısın?" Diye sorduğumda, bakışlarını gözlerimden ayırıp şömineye çevirdi. Düşünüyordu. Hatırlıyordu. Ve de üzülüyordu.
"Çirkinim," dedi ve bakışlarını gözlerime çevirdi. "Görsen zaten beğenmeyeceksin, görmezsen en azından merak edersin."
Kollarımı vücudumdan açıp sol dirseğimi koltuğun kol kısmına yaslayıp, elimi yumruk yaparak başıma destek yaptım.
"Bunu sana ilk defa kim söyledi?" Diye sordum, naif bir sesle.
Başını önüne eğdi ve bir süre düşündükten sonra başını kaldırıp gözlerime baktı.
"Hatırlamıyorum," dedi boğuk sesiyle. "Çocuktum."
"Sadece bir kişi söyledi ve sen onun etkisiyle mi böyle düşünmeye başladın?" diye sorduğumda tekrar düşüncelere daldı.
"Herkes," diye cevap verdi gözlerime bakmadan. "Tanıdığım herkes." Diye ekledi, bakışlarını gözlerime çevirirken.
Gülümsediğimde bakışları uzun bir süre yüzümde dolandı.
"Bence esas çirkinlik kalpte olandır, çirkin olan yüzün değil, davranışların..." dediğimde, başını hafif sağ tarafa eğdi.
"Birini görmeden de sevebilir misin?" Diye sorduğunda, bir anda yüzüm düştü ve kendimi sorguladım. Adam ben onu sorgularken, bana kendimi sorgulatıyordu. Gerçekten kıvrak bir zekaya sahip olmalı.
Bakışlarımı düşünceli şekilde etrafta dolandırdıktan sonra, sert bir soluk verip tekrar gözlerine baktım.
"Bunu anlamam için önce denemem lazım ve ben daha önce hiç denemediğim için ne söylersem yalan olur..." diye mırıldanıp omuzlarımı silktim.
"Daha önce hiç sevmediğin biriyle seviştin mi?" Diye sorduğunda, kaşlarım derinden çatıldı. Şu an sorgulama sırasını benden çalmıştı.
"Ben sevmediğim biriyle sevişmem." Dedim net bir sesle.
"Peki daha önce hiç seviştin mi?" Diye sorduğunda gülümsedim.
"Daha önce hiç sevmedim." Dedim.
Çekik mavi gözleri bir süre gözlerimde ve yüzümde dolanırken şeytani parıltıyla ışıldadı. Daha sonra ise bakışlarını şömineye çevirip susmayı tercih etti.
"Beni görmeden de sevebilir misin?" Diye sorduğunda, bunu sormasını hiç beklemeyen zihnim bir anda dondu.