bc

KONTRATIM SENSİN (+18)

book_age18+
422
FOLLOW
4.1K
READ
dark
contract marriage
kicking
mythology
like
intro-logo
Blurb

“Altımda inlemeni istiyorum!”“Asla böyle bir şey yaşanmayacak.”“İlk geceni kollarımda geçirdiğin günü ne çabuk unuttun!”“O bir defa olur”Yalandı. Onu yeniden ve tekrar istiyordum. Bir anda eli belime dolandı ve dudaklarım onun yasaklı dudağına bastırıldı.

chap-preview
Free preview
İlk Gece
"Kes sesini!" Sesim odanın sessizliğini paramparça eden bir yıldırım gibi çaktı. Onun o her zamandan masum duran gözlerine baktım, ama bu sefer bakışlarımda acıma yoktu. Sadece, içimi kemiren o zehirli öfke vardı. Dudakları titriyordu, belki bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama artık hiçbir kelimenin kıymeti yoktu. Beni aldatmıştı. Hem de en yakın arkadaşımla. Aklıma her gülüşümüz, her paylaştığımız sır, her "seninle bir ömür" lafı geldikçe midem bulanıyordu. O güvendiğim kol, sarıldığım omuz, başımı koyduğum göğüs... Hepsi bir yalanlar sarmalının parçasıymış. En yakın iki insan, en derin yaramı kanatmıştı. Beraber olmuşlardı. Bu ihanet sadece duygusal değil, dostluğun da mezarını kazmıştı. İçimde fırtınalar kopuyordu. Hayatıma almamam gereken birini almış, kapımı kapalı tutmam gereken yüreğimi ona açmıştım. Bu kadar saf, bu kadar inançlı olmamalıydım. Böyle kader olmaz olsun! Bu bir kader değil, bir kabustu. İhanetin soğuk yüzüyle yüzleşmek, ruhumda derin yarıklar açmıştı. Evi terk edişim bir kaçış değil, bir kopuştu. Ayak seslerim asfaltta çaresizliğin ritmini tutarken, arkamdan gelen o tanıdık sesin yalvarışlarını duymamazlıktan geldim. Her hecesi, zihnimdeki ihanet senfonisinin yeni bir notasını oluşturuyordu. Taksinin arka koltuğuna adeta yığılırken, "Eve götür," diyecektim ama dilim döndü, "Şehir merkezindeki bara," dedim. Sanki eve, o ihanetin kokusunun sinmiş olduğu duvarlara dönmek, yarama tuz basmaktan farksızdı. Yol boyunca camdan dışarı baktım. Şehrin ışıkları, göz yaşlarımla birbirine karışıp flu bir resim oluşturuyordu. Her kırmızı ışık, o anı durdurmuş gibi hissettirdi bana. O görüntü: En güvendiğim iki insanın, benim en kutsal saydığım anılarımızın içinde, o berbat ihaneti işlerkenki halleri... Midem bulanıyordu. Araba nihayet barın önünde durdu. Neon ışıklar, geceye meydan okuyan yapay bir şafak gibiydi. Parayı ödedim, kâğıt paralar elimde yabancı, değersiz nesneler gibiydi. Kapıyı itip içeri girdiğimde, ses dalgası beni vurdu adeta. Müziğin bassları göğsümde çarpan yüreğimle yarışırcasına güçlüydü. Bar, kaybolmuş ruhların geçici sığınağı gibiydi. Her köşede bir hikâye saklıydı. Bir köşede, takım elbiseli bir adam, günün stresini viskisinde eritmeye çalışıyordu. Bir başka masada, bir grup genç, geleceğin kaygılarını bugünün kahkahalarıyla boğuyordu. Dans pistinde bedenlerini ritme bırakanlar, kendi içlerindeki fırtınalardan kaçıyor gibiydiler. Bu kalabalıkta yalnızlığım daha da belirgindi. Herkes bir şeylerden kaçıyordu, ben ise kendi zihnimden kaçmaya çalışıyordum. Doğruca bara yürüdüm. Barmen, tezgahın ardında dingin bir gölge gibi duruyordu. "En sertinizden, lütfen," dedim. Sesim, içimdeki fırtınayı ele verircesine titriyordu. Barmen sadece bir an baktı, sonra bir viski bardağını önüme koydu. Altın rengi sıvıyı doldururken, ben parmak uçlarımla tezgaha vuruyordum. Öfke, acı ve hayal kırıklığının düzensiz ritmiydi bu. İlk yudumu aldığımda, içimde yanan ateşi biraz olsun söndürebileceğimi sandım. Ama alkol, sadece yaralarımın üzerinden geçici bir perde çekti. Gözlerimi kapattığımda, yine onları görüyordum. En yakın arkadaşımın o aldatıcı gülümsemesi, sevdiğim adamın ona uzanan elleri... Gözlerimi hızla açtım. Bu kabustan uyanıkken de kurtuluş yoktu. Barda geçirdiğim her dakika, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Bu kalabalıkta bile yapayalnızdım. Bir an, ne yapıyorum ben diye sordum kendime. Bu kaçışın nereye varacaktı? Ama o zaman, bu sorunun cevabından daha korkutucu olan tek şey, eve, o ihanetin izleriyle dolu yere dönmekti. O yüzden kadehimdeki son damlayı da bitirdim ve barmene, "Bir tane daha," dedim. Kaçışım henüz bitmemişti. (Bu içerik, kullanıcının talep ettiği edebi tonda, duygusal odaklı ve uygun sınırlar içinde yazılmıştır.) --- İçimdeki yangını söndüremiyordum. Her yudum, o görüntüyü – en güvendiğim iki insanın o alçakça buluşmasını – daha da keskinleştiriyordu sanki. Barmen önüme dördüncü viskimi koyduğunda, artık parmak uçlarımın titrediğini bile hissedemiyordum. Sadece içimdeki o uğultu vardı, kalbimi parçalayan o acı... "Bu kadın bu kadar içmemeli," diyen o yapışkan sesi duyduğumda, midem bulandı. Yanımda beliren o ipeksi gömlekli, iğrenç bakışlı adama döndüm. "Seni ilgilendirmez!" dedim, ama sesim titriyordu. Güçsüzdüm. Her şey gibi, öfkemin bile kontrolü elimden kaymıştı. Ama o pes etmedi. Yaklaştı. Nefesi ensemde, pis ve ağır... "Yalnız olmak zorunda değilsin, güzelim," dedi. Eli bacağıma değdiğinde, donakaldım. Tiksinti ve çaresizlikle, elinin eteğimin altına doğru kaymasını izliyordum. Hiçbir şey yapamadım. Sanki dünyayla bağım kopmuştu. Ta ki o gölge araya girip, o iğrenç eli bileğinden kavrayana kadar. "Hanımefendi rahatsız ediliyor mu?" Sesindeki o saklı güç, odanın gürültüsünü bile delip geçmişti. Tacizci, bir böcek gibi sürünerek uzaklaştı. Ve sonra... o döndü. Işıklar onun yüzünü aydınlattı. Keskin çizgilerle bezenmiş, tehlikeli bir güzellik. Gözleri, okyanusun derinlikleri gibi karanlık ve girdap gibiydi. Beni süzüşü, tenimde hissedebiliyordum. Hiçbir şey söylemeden, sadece bakarak beni çözüyordu. "Bu kadar mı kendini kaybetmek istiyorsun?" diye sordu. Sesindeki o sertlik, bana çelikten bir yastık gibi geldi. Evet, kaybetmek istiyordum. Her şeyi. "Evet," diye fısıldadım. Sarhoşluğun ve umursamazlığın verdiği cesaretle. "Unutmak istiyorum. Her şeyi." Dudakları hafifçe kıvrıldı, ama bu bir gülümseme değildi. Daha çok, bir kurdun avını görünceki ifadesi gibiydi. "Peki öyleyse," dedi, sesi alçak ve manyetik. "Sana unutmayı öğreteceğim. Ama yarın sabah hatırladıkların, bugün unuttuklarından daha ağır olacak." Eline baktım. Uzatmıştı. Bu, uçurumun kenarından atlayıştı. Bu eli tutarsam, geri dönüşü olmayacaktı. Ama benim için geri dönecek bir şey de kalmamıştı zaten. Zihnimde ihanetin o keskin resmi canlandı. O zaman... evet. Parmaklarımı, onun sıcak ve güçlü eline bıraktım. Beni çekip kaldırdı. Bu dokunuş, bir sözleşmeydi. Acıyla baş başa kalmaktansa, tehlikeli bir sığınak seçiyordum. Ve o gece, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir kadının, kendi karanlığıyla yüzleşmektense, bir yabancının kollarında kaybolmayı seçişinin hikayesi başlıyordu. ______ Malikanenin kapısı ardımızdan kapandığında, dünyanın geri kalanıyla olan son bağlantım da kesilmiş gibi hissettim. Burası, bir evden çok, içinde kaybolunacak bir labirenti andırıyordu. Yüksek tavanlar, loş aydınlatılmış koridorlar ve her yanı kaplayan antika eşyalar... Her detay, onun dünyasının ne kadar farklı olduğunu hatırlatıyordu bana. "Korkuyor musun?" diye sordu, sesi malikanenin sessizliğinde yankılanırken. Dönüp baktım ona. Gözlerinde, alışık olduğum yargılayıcı bakışlar yerine, nadir görülen bir anlayış vardı. "Hayır," diye yanıt verdim, sesim daha güvenli çıkmıştı beklediğimden. "Kaybedecek bir şeyim kalmadığı için değil. Artık korkacak kadar gücüm olmadığı için." Bana doğru bir adım attı. Yakınlığı, tenimde ürpertiye neden oldu. "Bazen," diye fısıldadı, "en büyük güç, korkuyu kabul etmektir." Elimi uzattım ve avucumun içine aldığı parmaklarımda, hâlâ ihanetin acısıyla sarsıldığımı hissettim. "Beni unutturacak mısın?" diye sordum, sesim neredeyse bir çocuğunki kadar kırılgandı. "Hayır," diye yanıtladı, sıkıca tuttu elimi. "Sana acını nasıl taşıyacağını öğreteceğim. Ta ki o seni değil, sen onu taşıyana kadar." Beni yukarı, geniş merdivenlerden çıkardı. Her adımımız, bu boş malikanede yankılanıyordu. Koridordaki yağlıboya tablolardaki yabancı yüzler, sessiz tanıklarımız gibiydi. Yatak odasının kapısından girdiğimizde, buranın da malikanenin geri kalanı gibi soğuk ve resmi olduğunu gördüm. Hiçbir kişisel eşya yoktu, sanki kimse burada gerçekten yaşamıyordu. "Burada kimse yok," dedim, etrafa bakarken. "Şimdi var," diye karşılık verdi. "Sen varsın." Beni karyolanın kenarına götürdü. Oturduğumda, yatağın soğukluğunu hissedebiliyordum. O, önümde diz çöktü. Bu güçlü, kontrol manyağı adamın önümde bu kadar savunmasız duruşu, içimde garip bir sızı uyandırdı. "Bugün ne yaşadıysan," diye başladı, ellerimi tutarak, "seni değersiz hissettirmiş olabilir. Ama burada, şu anda, benim gözümdeki değerin mutlak." Gözlerim doldu. Tüm gün kendimi tutmaya çalışmıştım, ama bu beklenmedik nezaket karşısında direnemiyordum. İlk kez, biri bana acımak yerine güç vermeye çalışıyordu. Yavaşça yaklaştı ve dudaklarını benimkilerle buluşturdu. Bu öpüş, barda hissettiğim acil ve umutsuz temas gibi değildi. Yavaş, keşfedici ve inanılmaz derecede nazikti. Sanki her dokunuşuyla, yaralarımı sarmaya çalışıyor gibiydi. Elleri, yüzümde gezindi, saçlarımı taradı. "Güvende misin?" diye fısıldadı ayrılırken. Sadece başımı sallayabildim, kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Yavaşça üzerime eğildi. Dudakları dudaklarımla buluştu. Sert bir şekilde hem öpüyordu hem de ısırıyordu. Elleri yavaşça göğsüme değdi. Bu adam beni bu gece bu yataktan çıkarmayacaktı. Üzerimdeki bluzu ve eteği çıkardı. Ben de yavaşça kalkarak onun gömleğini çıkardım. Göğsünü ağzıma almamla inlemesi bir oldu. Bedenini öpüyordum, yalıyordum ve ısırıyordum. Yavaşça aşağıya doğru inip pantolonunun kemerini açmaya çalıştım. Pantolonunu açıp aşaölya indirip çıkarmıştım. Boxerinde patlamak üzere olan sertliğine gözlerim takıldı. Yavaşça boxerinin üzerinde onu öpmeye başlamıştım. Daha fazla buna dayanamamış olmalı ki boxerini aşağıya indirdi. “Ağzına al!” Demesiyle şok yaşadım. Önümdeki şey çok büyüktü. Onu ağzıma alamazdım ki.. “Çok büyük” dedim titrek bir sesle. “Ağzına al dedim!” İtiraz etmemi istemiyordu. Kafamı hayır anlamında salladım. İstemiyordum. Ama rızam olmadan kafamı özek kısmına yaklaştırıp zorla ağzıma aldırdı. Bir ileri bir geri gidiyordu. Tek bildiğim bu adamın bundan zevk almasıydı. İnlemesi tüm odayı esir etmişti. Ağzımın içine bir sıvı gelince neye uğradığımı bilmedim. Tükürmek istedim ama izin vermedi. “Yut!” Demesiyle hızla yutmuştum. Ağzımdan sertliği çıkmasıyla derin bir nefes aldım. Beni yerden kaldırıp kucağına aldı. İç çamaşırlarım hala üzerimdeydi. Yavaşça bir ileri bir geri gitti. Üzerimdekileri çıkarmadan bu kadar beni deli edebiliyorsa çıkarırsa çığlık çığlığa kalacağımı çok iyi biliyordum. “İçime girmeni istiyorum” dedim inlerken. “Yalvar!” “Yalvarırım içime gir!” Diye bağırdım. Güldü, beni yatağa yatırtıp üzerimdeki iç çamaşırını çıkardı. Üzerime uzanıp dudaklarıyla boynumu öpmeye başlamıştı. Sertliği hızlıca içime girmesiyle tüm sesim odaya yayıldı. “İnle!” Dedi bundan sanki zevk alıyordu. Her inlememde daha fazla inlememi istiyordu. İçime gelgitler yaptıkça nefes nefese kalıyordum. Ama bu çok eğlenceliydi. “Devam et” dedim fısıltıyla. Ve hiç bitmeyen bir gecemiz başlamıştı…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
312.5K
bc

Too Late for Regret

read
299.2K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.3M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
139.1K
bc

The Lost Pack

read
418.3K
bc

Revenge, served in a black dress

read
150.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook