Gözlerimi yavaşça araladığımda, ilk fark ettiğim şey karanlığın içinde yankılanan sessizlikti. Perdelerin arasından sızan sabah ışığı, odanın loşluğuna gri bir solgunluk katıyordu. Başım zonkluyordu, sanki beynimin içinde bir uğultu vardı. Gözlerimi biraz daha açtım; yastığın kokusu yabancıydı. Ne bana ne de evime ait bir koku. Hafif sabun, biraz ter, biraz da alkol. Midem bulanacak gibi oldu.
O an fark ettim…
Birinin göğsündeydim.
Vücudum istemsizce gerildi. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Başımı yavaşça kaldırdım. Gözüm, hemen yanımda derin bir uykuya dalmış bir adama takıldı. Göğsü hafifçe inip kalkıyordu, nefesi düzenliydi. Kumral saçları dağılmış, kirpikleri uzun, ifadesi huzurluydu. Ama ben, huzurdan kilometrelerce uzaktaydım.
Panikle nefesimi tuttum. Ne oluyordu?
Burası neresi?
Bu adam kimdi?
Hızla doğruldum, bir anda üzerimden battaniye kaydı. Üzerimde bol bir erkek gömleği vardı. Tanımadığım bir kumaş, tanımadığım bir beden kokusu. Altıma baktığımda bacaklarım çıplaktı. İçimden bir ürperti geçti. Midem sıkıştı, boğazıma bir yumru oturdu. O an her şey durdu sanki. Zaman, nefes, düşünce… Her şey.
Yutkundum ama ses çıkmadı.
Bu neydi?
Ne yaşamıştım ben?
Ayağa kalkmak istedim ama dizlerim titriyordu. Odaya baktım — dağınık çarşaflar, yerde saçılmış kıyafetler, kırık bir kolye ucu, devrilmiş bir su şişesi. Her ayrıntı içimi biraz daha sıkıştırıyordu. Bütün bunların ortasında, ben, tanımadığım bir gömleğin içinde, tanımadığım bir adamın yatağındaydım.
Kendimi yere bıraktım, parmaklarımı saçlarımın arasına geçirdim. Hatırlamaya çalıştım.
Dün gece… Ne olmuştu dün gece?
Bir mekândaydım. Müzik vardı, kalabalık, alkol, gülüşmeler… Bir yüz… Evet, bir yüz hatırladım. Kumral bir adam. Gözlerinde hafif bir ışıltı. Ama sonrası… Boşluk.
Tam o anda yanımdaki adam kıpırdandı. Kasları hafifçe gerildi, kolu battaniyeden sıyrıldı. Nefesimi tuttum. Birkaç saniye sonra göz kapakları aralandı. Gözleriyle bana baktı — o kadar rahattı ki bu rahatlık beni daha da korkuttu.
“Uyanmışsın,” dedi.
Sesi alaycı bir sıcaklığa sahipti. Sanki her şeyi biliyor, ben ise sadece sahnenin gerisinde kalmış bir figür gibiydim.
Kalbim göğsümde çarpıyor, nefesim kesiliyordu.
“Dün gece… ne oldu?” dedim.
Sesim titrek, neredeyse çocuk gibiydi.
Adamın dudak kenarları hafifçe kıvrıldı.
“Detaylara girmemi ister misin?” dedi, sakin ama eğlenen bir tonda.
İçimde bir şey kırıldı.
O an, içimdeki bütün ihtimaller öldü.
Belki… belki hiçbir şey olmamıştır diye kendimi kandırmak istiyordum. Ama o gülümseme, o rahat tavır… Her şeyi anlatıyordu.
Yüzümü çevirdim, gözlerim doldu.
“Hayır,” dedim kısık bir sesle.
Boğazım yanıyordu.
“Anlatma.”
Yatağın kenarından kalktım. Ayaklarım yere değdiğinde bir ürperti geçti içimden. Hızla etrafa bakındım; kıyafetlerimi arıyordum. Gitmek, buradan çıkmak istiyordum. Bu yerin havası bile üzerime sinmiş gibiydi.
Adam da doğruldu. Çarşaf omuzlarından kayarken çıplak vücudu göründü. Gözlerimi hemen kaçırdım, içim bulandı. O ise umursamaz bir rahatlıkla beni izliyordu.
Ayağa kalktım, odanın bir köşesindeki pantolonumu fark ettim. Eğilip almaya çalıştığımda birden bir el bileğimi kavradı. Sert, baskıcı, alışılmadık bir dokunuştu.
“Ne yapıyorsun?” dedi.
Sesi az önceki gibi rahat değildi artık. Daha sert, daha buyurgandı.
“Gidiyorum,” dedim. “Kıyafetlerimi değiştirip buradan gidiyorum.”
Yüzü değişti. Dudakları kıvrıldı ama bu sefer o gülümseme soğuktu.
“Sen benimsin, kızım,” dedi yavaşça.
“Benden kaçışın yok.”
Ne dediğini anlamadım önce.
Sonra gözlerindeki parıltıyı gördüm. Tehlikeliydi.
“Ne?!” dedim, şaşkınlıkla. “Ne saçmalıyorsun?”
Adam bana bir adım yaklaştı.
“Bana ait bir kuklasın artık sen.”
O an dünyam dondu.
O kelime — kukla — beynimde yankılandı.
Tüm sinirlerim aynı anda ateş aldı. Geri çekildim, bileğimi kurtarmaya çalıştım.
“Ben kimsenin kuklası değilim!” dedim, sesim titreyerek.
Adamın bakışları koyulaştı.
“Sen benim gecelik kuklamsın,” dedi, kelimeleri zehir gibi dökülüyordu ağzından.
Bir anda nefesim kesildi.
Sanki biri boğazımı sıkar gibi hissettim.
Yüzümü yaktı utanç, midemi kasıp kavurdu öfke.
Odayı terk etmek istedim.
Bir adım geri attım, ama o da ardımdan adım attı.
Bir an göz göze geldik. O an, içimdeki korku öfkeye dönüştü.
Artık ağlamak istemiyordum.
Kaçmak istiyordum.
“Beni bırak!” dedim.
Kendimi geri çektim, bileğim onun elinden sıyrıldı.
O an için sadece kaçmak istiyordum.
Kapıya yöneldim, ama arkamdan seslendi.
“Kaçabileceğini sanma,” dedi alayla. “Sen bana ait oldun bir kere.”
Durdum. Sadece bir saniye.
Sonra kapı koluna sarıldım, var gücümle bastırdım.
Kapı açıldı.
Dışarı çıktım.
Koridor soğuktu.
Zemin çıplak ayaklarımı üşütüyordu.
Ama umurumda değildi.
Sadece nefes almak istiyordum.
Bir duvara yaslandım, dizlerim titriyordu. Kalbim deli gibi atıyordu. Gözlerim yanıyordu.
“Ben kimsenin kuklası değilim,” dedim kendi kendime, neredeyse fısıltıyla.
Sanki o cümle beni hayatta tutuyordu.
Birinin bana yaklaştığını hissettim. Arkadan gelen adımların sesi kalbimin atışlarıyla karıştı. Her yankı içimde büyüyordu. Adımlar, sanki kalbime bastıkça bastı. Nefesim kesildi. Kaçmak istedim ama ayaklarım yerinden kalkmadı. Birkaç saniye sonra yanımdaydı. Nefesi enseme değdiğinde tüm vücudum gerildi. Ürperdim. Yavaşça yanıma eğildi. Zemin gıcırdadı. Ardından sessizce yere oturdu. Sanki hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi. Ben nefes almakta zorlanırken, o sadece yanımdaydı. O an tüm vücudumun titrediğini fark ettim. Soğuk hava tenimi kesiyordu, kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Başımı çevirdim ama gözlerimi kaldırmaya cesaret edemedim. Yüzüne bakmak istemiyordum. Sadece gitmesini istiyordum. Beni görmesin, duymasın, varlığımı hissetmesin… Ama o, sessizce kolunu uzattı ve hiçbir şey demeden bedenimi kendine çekti. Karşı koyamadan, refleksle, kollarının arasına sıkıştım. “Bırak beni!” dedim yüksek bir sesle. Sözlerim koridorun soğuk duvarlarında yankılandı. Ama o umursamadı. Tepkisizdi. Sanki söylediklerim havada dağılıp kayboldu. “Bırak dedim!” Bu kez sesim daha kırgındı. İçinde öfke değil, yorgunluk vardı. Sadece bırakmasını, bu kâbusun bitmesini istedim. Ama o yine susmayı seçti. Kolları gevşemedi. Sanki beni susturmak ister gibi sarılıyordu. Direndim. Omuzlarını itmeye çalıştım ama gücüm kalmamıştı. Nefesim düzensizdi, kalbim hızlı atıyordu. “Bırak…” dedim son kez ama devamını getiremedim. Kelime dudaklarımda takıldı. Sesim boğazıma düğümlendi. Gözlerim doldu, yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladı. Sonra sustum. Sadece ağladım. Onun göğsünde, sessizce, çaresizce. Ağlamamak istedim ama gözyaşlarım dinmedi. Omzuna düştükçe o sadece daha sıkı sardı. Bu sarılış, teselli gibi değildi. Daha çok, “kaçamayacaksın” diyen bir sessizlikti. Gözyaşlarımın sıcaklığıyla yanaklarım yandı. İçimdeki bütün acı, utanç ve suçluluk bir araya gelip boğazımı düğümledi. Artık ne konuşabiliyor ne nefes alabiliyordum. Kalbimin içindeki karmaşa büyüdükçe büyüyordu. Aldatıldığım gece… o gece, her şeyin bittiği gündü. Sevgilimin bana ihanet ettiği geceydi. İçimde bir şeyler kırılmış, bir şeyler ölmüştü. O kırıklarla dışarı çıkmış, belki de unutmak istemiştim. Ama unutmaya çalışırken kendimi daha büyük bir uçurumun kenarında bulmuştum. Aldatıldığım gece, başka bir adamın kollarına sığınmıştım. Sığınmak mıydı bu? Yoksa savrulmak mı? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey, artık hiçbir şeyin anlamının kalmadığıydı. “Bu yaşadıklarım çok fazlaydı…” dedim içimden, sesi duyulmaz bir fısıltı gibi. Başımı onun göğsünden kaldırmak istedim ama gücüm yoktu. Her nefes alışımda kalbim biraz daha ağrıyordu. Gözlerimi kapadım, kendi içimde kayboldum. Sessizlik ağırdı. Zaman durdu sanki. O an, ne sabah vardı ne gece. Sadece karanlığın içinde ben vardım. Kafamda yankılanan tek ses, kendi suçluluk sesimdi. Nasıl buraya geldin? Nasıl bu hale düştün? Kendi kendime kızdım. Nefret ettim. Hem ondan hem kendimden. Kalbimin içindeki kırık parçalar birbirine batıyordu. Her nefeste biraz daha kanıyordum. Onun göğsüne yaslanmışken gözlerimi kısıkça araladım. Yüzüne bakmadım ama varlığını hissettim. O hâlâ sessizdi. Bu sessizlik, içimdeki çığlıkla çarpışıyordu. Ben ağladıkça o susuyor, ben sustukça o nefes alıyordu. Aramızda söylenmemiş kelimeler, söylenemeyen pişmanlıklar birikiyordu. Zaman geçtikçe bedenim gevşedi, direncim kalmadı. Yorgundum. Sadece ruhen değil, fiziksel olarak da. Gözlerim yanıyordu. Burnumun ucuna kadar bir acı dolmuştu. Ama en kötüsü, içimdeki boşluktu. Koca bir boşluk. Ne öfke doldurabiliyordu orayı, ne de gözyaşı. O boşluk, sanki beni içine çekiyor, yutuyordu. Kollarından kurtulamadım. Belki kurtulmak istemedim. Belki de savaşmaktan yorulmuştum. Artık hiçbir şey için çabalamak istemiyordum. Sadece bir süreliğine, her şeyin yok olmasını istedim. O ise sessiz kaldı. Ne “üzgünüm” dedi, ne de “gitme.” Sadece sustu. Sessizliği, sözcüklerden daha ağırdı. Gözyaşlarım gömleğini ıslatırken, onun kalp atışlarını duyabiliyordum. Düzenli, sakin, umursamaz. Benim kaosumun ortasında bir düzen gibiydi. Belki de bu yüzden daha da acıttı. Kollarının arasında, bir yabancının nefesini dinlerken kendi hayatımdan koptuğumu fark ettim.