Kontrol

1117 Words
Dakikalardır onun göğsünden ayrılamıyordum. Ağladıkça ağlamak istiyordum. Gözyaşlarım durmak bilmeden akıyor, içimdeki tüm acıyı dışarı döküyor gibiydi ama rahatlamıyordum. Sanki her damla daha çok yakıyordu. Nefesim titrek, kalbim düzensiz atıyordu. O ise sessizdi, sanki zaman durmuştu. Nefes alışını hissedebiliyordum, göğsü yavaşça inip kalkıyordu. O sessizliği beni çıldırtıyordu. Kolları hâlâ üzerimdeydi, ne tamamen sıkıyor ne de tamamen bırakıyordu. Beni, hareket edemeyeceğim kadar arada tutuyordu. Artık ne ağlayabiliyor ne konuşabiliyordum. Sonunda sesim boğuk bir yankıyla dudaklarımdan çıktı. “Beni ne zaman bırakacaksın?” dedim titrek bir sesle. Gözlerim bulanıktı, boğazım yanıyordu. O anda başını kaldırdı, gözleri bir anlığına benimkine değdi. Yüzü ifadesizdi ama sesindeki sertlik içimi ürpertti. “Hiçbir zaman,” dedi. Sanki o iki kelimeyle nefesimi çekip aldı. Kalbim sıkıştı. “Ne demek bu?” dedim kısık ama öfkeli bir sesle. “Neden?” O gözlerini benden ayırmadan, kısık bir sesle, neredeyse alay eder gibi konuştu. “Sebebi mi olmak zorunda?” dedi. Şaşırdım. Bu kadar umursamaz olmasına inanamadım. “Evet olmalı,” dedim keskin bir tonla. “Her şeyin bir sebebi vardır.” Sesim daha netti bu defa, kararlı. Gözlerimin içine baktı, yüzündeki ifade değişmeden. “Sebebi yok,” dedi soğukkanlı bir şekilde. Bu cevabı duymak içimdeki tüm kontrolü parçaladı. “Her şeyin bir sebebi vardır!” diye tekrarladım, bu kez daha sert. “Birini bu kadar tutmanın, bu kadar acıtmanın da.” Sesim titredi, ama geri adım atmadım. O bir an sustu. Ardından dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Sebebini mi merak ediyorsun?” diye sordu, sesi bu defa daha alçaktı, neredeyse fısıltı gibiydi. Gözlerinde bir şey vardı… ne olduğunu anlayamadım; öfke mi, pişmanlık mı, yoksa tamamen başka bir şey mi. Yavaşça kollarını gevşetti, beni kendinden ayırdı. Aniden boşlukta kaldım. Sıcaklığı vücudumdan çekilince bir ürperti hissettim. Başımı kaldırdım. Bakışları üzerimdeydi. Gözlerindeki o ifade beni olduğum yere çiviledi. “Kafanı sallasana,” dedi yavaşça. “Gerçekten merak ediyor musun?” Elleri dizlerinde, sesi sakin ama içinde bir tehdit gizliydi. Boğazımdaki düğümü yutkunarak bastırdım ve başımı hızlıca salladım. “Evet,” dedim kısık bir sesle. “Sebebini bilmek istiyorum.” O anda dudaklarının kenarı bir kez daha kıvrıldı, bu defa daha belirgin, daha karanlık bir gülümsemeyle. “Her şeyin bir sebebi vardır diyorsun, değil mi?” dedi. “Ama bazen insanlar sebepsizce yapar. Çünkü yapabilir.” Gözlerim büyüdü. “Bu bir sebep değil!” dedim. “Bu… bu sadece egon!” Sesim yükselmişti. Nefesim hızlanmıştı. O ise hiç etkilenmemiş gibiydi. “Ego değil,” dedi sakin bir tonda, gözlerini benden ayırmadan. “Kontrol.” O kelimeyle donup kaldım. “Kontrol?” dedim. “İnsanlar birbirini bu yüzden mahveder,” dedi. “Severken de, terk ederken de. Çünkü birinin üzerindeki kontrolünü kaybetmek, bazıları için ölüm gibidir.” Sözleri bıçak gibiydi. İçimdeki tüm nefret, korkuyla karıştı. “Yani beni bu yüzden mi tutuyorsun?” dedim. “Sırf gücün var diye mi?” Birkaç saniye sustu, gözlerini bana dikti. “Belki de evet,” dedi. “Belki de sende kaybolmak hoşuma gidiyor.” “Sen delisin,” dedim hışımla. Ayağa kalkmaya çalıştım ama o da hemen doğruldu. Aramızda bir karış kalmıştı. Bakışlarını yüzümden ayırmadan başını hafif eğdi. “Sebebi bu kadar mı merak ediyorsun?” dedi kısık sesle. “Evet,” dedim, geri çekilmeden. “Çünkü anlamazsam, kendimden nefret etmeye devam edeceğim.” Bu cümle ağzımdan çıktığı anda kalbim sıkıştı. Gerçekti. O an anladım ki, ben sadece ondan değil, kendimden de kaçıyordum. O, bu gerçeği fark etmiş gibi başını yana eğdi, gülümsedi. “Kendinden nefret etmen için benim bir şey yapmama gerek yok,” dedi sessizce. “Sen bunu zaten çoktan başarmışsın.” O an nefesim kesildi. Sözleri içime kazındı. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Sadece baktım. “Seninle konuşmanın anlamı yok,” dedim sessiz ama kararlı bir sesle. Arkamı döndüm, gitmek istedim. Ama o, bir adım öne çıktı. Aramızdaki mesafe yok oldu. Sıcak nefesini hissedebiliyordum. “Bir sebep istedin,” dedi, sesi daha sertti bu kez. “Benim sebebim sensin. Senin gözlerindeki o boşluk. O kırılma. İnsan bazen sadece birini kırarken kendini bulur.” Şok oldum. Bu cümleyle ne demek istediğini bile anlayamadım. “Bu sapkınca,” dedim. “Hayır,” dedi sakinlikle. “Bu sadece dürüstlük.” Gözlerim doldu, dudaklarım titredi. “Ben senin tedavin değilim,” dedim. “Ben sadece… kaybolmuş biriyim.” O gülümsedi, acı bir şekilde. “Evet,” dedi. “İkimiz de öyleyiz.” Bir anlık sessizlik. Zaman, nefes, her şey dondu. O an yaklaştı, ben nefesimi tuttum. Ellerini kaldırdı, sanki yüzüme dokunacakmış gibi… ama durdu. Parmakları havada kaldı. Gözlerinde bir şey parladı, öfke mi pişmanlık mı, anlamadım. Sonra başını eğdi, nefesini yüzümde hissettim. Kalbim deli gibi atıyordu. Kaçamadım ama boyun eğmedim de. Aramızda kalan o bir karışlık mesafede, söylenmeyen binlerce kelime asılı kaldı. Sadece gözlerimle söyledim. “Beni bırakamazsın ama sahip de olamazsın.” O an gözlerindeki bakış değişti. Sessizlik ağırlaştı. Ne konuştu, ne dokundu. Sadece orada durdu. Ve o sessizliğin içinde ben, kendi içimde paramparça oldum. “Kontratım sensin, güzelim,” dedi. Sesi alçak, karanlık bir tondaydı. Her kelimeyi bilerek, yavaşça söyledi. Eli çeneme doğru uzandı; parmakları tenime değdiğinde içim ürperdi. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Beni tutan bir şey vardı, belki korku, belki şaşkınlık, belki de kontrolün tamamen onda olduğunun farkına varmak. Nefesim hızlandı, kalbim sanki göğsümden çıkacak gibiydi. O an zaman ağırlaştı, hava daraldı. Ne kaçabildim, ne konuşabildim. Gözlerindeki ifade karanlıktı; bir sır gibi, bir tehdit gibi. Dudakları kıpırdadı, gözleri bir an bile benden ayrılmadı. Sonra sessizlik… Derin, nefes kesici bir sessizlik. Ardından bir anda yaklaştı. Her şey birkaç saniye içinde oldu ama o saniyeler sonsuzluk gibi geçti. Beni sustururcasına… nefesimi çalacak kadar yakınlaştı. O an bir sıcaklık yüzüme vurdu; dudakları tenime değdiğinde beynimdeki tüm sesler sustu. Donup kaldım. Düşünemedim. Tepki veremedim. Sadece içimde yankılanan tek bir cümle vardı. Kontratım sensin Nefesim kesilmişti. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki göğsüm sızladı. Gözlerimi kapattım, o anın ağırlığı üzerime çöktü. Karanlık bastı. Ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Korku mu, öfke mi, utanç mı, hepsi birbirine karıştı. İçimdeki ses “Hayır,” diye bağırdı ama dudaklarımdan tek bir kelime çıkmadı. Zaman geçti. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Sonra yavaşça uzaklaştı. Gözlerini yüzümden ayırmadı. Bakışı hâlâ aynıydı — sahiplenici, buyurgan, sanki her şeyin cevabını kendi bildiğinden emin. Ellerim titriyordu, nefesim hâlâ düzensizdi. Gözlerimdeki yaşlar yanaklarımdan süzüldü ama silmedim. Onun önünde kırılmak istemiyordum. “Bu bir kontrat değil,” dedim kısık ama net bir sesle. “Bu, bir tutsaklık.” O başını yana eğdi, dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. “Adını ne koyarsan koy,” dedi sakin bir tonda. “Ama sen artık bunun içindesin.” O an içimde bir şey koptu. Gözyaşlarım durdu, yerini soğuk bir sessizlik aldı. Kalbim hâlâ çarpıyordu ama artık korkudan değil. Öfke kabarmaya başlamıştı, yavaş yavaş, derinden. Başımı kaldırdım, gözlerinin içine baktım. “O zaman hazır ol,” dedim. “Çünkü ben kimsenin kontratı değilim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD