bc

İBLİSİN DÖNGÜSÜ

book_age18+
296
FOLLOW
2.6K
READ
dark
reincarnation/transmigration
HE
blue collar
scary
loser
another world
secrets
like
intro-logo
Blurb

İnsanların kaderlerini kendilerinin belirlediği koşullara değil de her zaman doğarken yazıldığına inanır mısınız? Melek, hizmetçisi olduğu evin sahipleri tarafından her gün aşağılanarak geçirdiği günlerde bunu yaşayarak tecrübe etmiş en ufak umutlarını birer cam parçası gibi her yanını keserek verdiği acı ile öğrenmişti. Her geçen gün hor görüldüğü, alay konusu olduğu bu ev ona yaşarken cehennemi tecrübe etmesine sebep oluyordu. Tanrıya her gün içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için ettiği dualar karşılıksız kaldığında artık Tanrıya olan inancını kaybetmişti. Acınası hayatı ölümcül hastalığını öğrenmesi ile daha da acınası bir hale gelirken gözlerini kapamak üzere olduğu ahırın çamurlarında yeni bir Tanrı ile karşılaştı. Tanrının ışığı yerine karanlığında boğulmak üzereydi fakat yeni Tanrısı iblis ona bunca zamandır ettiği duaların karşılığını vermeyen Tanrı yerine ikinci bir hayat sunmuştu. Devamı mı? gel ve okumaya başla pişman olmayacaksın…

chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM
“Bok çuvalı! Bok çuvalı!” hayır hayır yine mi? ön bahçeden koşar adımlarla çamaşırhaneye yetişmeye çalışıyordum ama her gün aynı saatte gerçekleşen rutinim yine peşimi bırakmamıştı. “Bok çuvalı!” Hayır hayır ben öyle bir şey değilim hayır, evin içerisine girmek üzereyken elbisemin eteklerine değen ıslaklıkla gözlerimi kapadım. Yine olmuştu yine.. her gün bugün olmayacak diye dua ettiğim iğrenç olay bugünde peşimi bırakmamıştı. Gözyaşlarım göz pınarlarımda akmayı beklerken hafifçe eteğime değen ıslaklığa baktım. Kocaman taze bir at pisliği üzerimi kirletmişti. Gözyaşlarımı artık serbest bırakırken bana iğrenti ve alay karışık bakışlarla bakan o üç çift göze döndüm. Atlas, Ahlas ve evin biricik prensesi Açelya. Üçüde kahkahalara boğulurken tek mahcup olan yanlarında bana at pisliğini fırlatan at seyisleri idi. sadece ağlayarak bakıyordum elimden başka hiçbir şey gelmiyordu eğer, eğer tek bir kelime söyleme cesaretinde bulunursam biliyordum ki her yerime at pisliği sürüp beni bu evden kovarlardı. Annemi kaybedeli yedi yıl olacaktı ve benim bu cehennemimden başka gidecek bir yerim olmadığı için bu iğrençliklere susmayı öğrenmiştim. Bana bakan o iğrelti dolu bakışlara sadece susarak bakıyor ve bu anın bitmesini bekliyordum sonra artık üstüme benden bir parça gibi yapışıp kalan bu at pisliğinin kokusunu gidermek için duşa girecektim ama o koku asla burnumdan gitmeyecekti. Yutkundum ve kalbimi her yaptığı ile yakan, parçalayan o iğrelti dolu bakışın sahibine baktım. Atlas sanki büyük bir zafer kazanmışçasına gözyaşlarıma bakarak gülüyordu, bir eli ile kahkahalarına engel olmaya çalışırken diğer eli ile de Ahlası dürterek daha fazla diye bağırıyordu. artık bulanıklaşan görüşüme rağmen olduğum yerde bacaklarımda hissettiğim o ıslaklıkla durdum. Burnumun direği at pisliği kokusundan kırılmak üzereydi ama yine de olduğum yerde durdum. Ağlıyordum ama başımı öne eğmiştim artık benim gözyaşlarımdan zevk almalarını istemiyordum. Ahlas veya Açelya umurumda bile değildi, onların alaylarını duymuyordum bile benim canımı en çok Atlas’ın bakışları yakıyordu. Çok seviyordum onu, hakkım olmadan, kendimi, yerimi bilmeden gözlerimi daha bu dünyaya açarken onu görmüş ona tutunmuştum. Her günüm onu düşünerek başlıyor her gecem onu düşünerek son buluyordu ama ümitli değildim biz diye bir şey hiçbir zaman olmamıştı kalbimde çünkü hayal kurma imkanım olsa da bunun gerçeğe dönüşmesinin imkansız olduğunu idrak edebiliyordum. Her sözüne, her bakışına katlanıyordum ona biraz daha bakabilmek için canımı bile verirdim ama her iğrenmesi, benden nefret ettiğini gösteren he cümlesinde kahroluyordum bugüne kadar her zaman baktığım gözlerine daha fazla bakmaya yüreğim el vermiyordu. Göğsümde hissettiğim acı ile bir an sarsılsam da ayakta kalmaya devam ettim. Tam yan tarafımdaki sesleri hala açık ve net bir şekilde duyuyordum. “Bok çuvalı neden bakmıyorsun?” İşte ikizi ile tıpatıp sesleri aynı olsa da benim için her zaman Ayrı olan ve cennetten bir ilahi gibi gelen o sesi ayırt edebiliyordum. Atlas’ın seslenmesine rağmen ona bakamadım çünkü göğsümde ki acı hala yerinde durmaya devam ediyordu. Atlasa bakmamı engelleyen acının yanı sıra ayak sesleri duymaya başladığımda ağlamam artmıştı. İşte şimdi yandım! Bu ayak sesleri iyiye işaret değildi, sadece birkaç saniye sonra saç diplerimin arkaya doğru çekilmesi ile büyük kısık bir çığlık attım. Atlas saç diplerimi eli ile kendisine doğru çekerek bakışlarımızı sabitlemişti. Gözlerinde artık alay yoktu, az önce kahkaha atan dudakları düz bir çizgi halini almıştı, bu bakışını biliyordum sinirliydi ona karşılık vermediğim için şu an kibri tüm duygularını bastırmış vaziyette idi. bir yandan elimdeki nevresimleri düşürmemeye çalışıyordum, bir yandan ise göğsümdeki acı yüzünden acı içinde kıvranıyordum. “Sana bir soru sordum değil mi Bok çuvalı!” “Efendim, ben ben çok özür dile..” Saçımı daha fazla çekmeye başladığında acı yüzünden sözlerim yarım kalmıştı. “Kes! Sen kendini ne sanıyorsun da benim sözlerimi umursamıyorsun?” Acıdan dolayı gözyaşlarım hız kazanırken tekrar ağlamalar eşliğinde yalvarmaya başlayacaktım ama Atlas saçlarımı daha da çok çekerek buna bile izin vermiyordu, bana bakan gözlerinde en ufak bir merhamet yoktu, yanı başında ona destek veren kardeşlerin de de öyle. Ahlas gülüyor, Açelya ise hafif tebessüm ederek izliyordu. Atlas bir kere daha saçlarımı kökünden çekmeye başladığında artık sesli bir şekilde çığlık atıyordum o ise zevkle gülüyordu. “İşte böyle, işte senin hak ettiğin tek muamele bu, sen her gün üstünü layığın olan at boku ile pisleyen bir zavallısın ama o kadar küstahsın ki sahiplerinin sözlerini umursamamaya cüret edebiliyorsun.” ben acıdan kıvranırken bu kez sözü Ahlas almıştı, gülerek konuşmaya başladı. “Atlas aklıma ne geldi, sana karşı yaptığı bu terbiyesizliğin bir cezası olmalı kardeşim kesinlikle bu yanına kalmamalı.” Açelya sadece başını salladı ama Atlas kardeşinin parıldayan gözlerle söylediği sözlerindeki ışığı çok beğenmişti ki siniri yerini sinsi bir neşeye bırakmıştı. Kafasını salladı. “Haklısın kardeşim, haklısın anlaşılan bu yamuk çeneli, bok çuvalı kendisini bir şey sanıyor ki bizi umursama zahmetine bile girmiyor. Nedir planın?” Ahlasın gözleri parlıyordu, cin gibiydi hatta cinler onun yanında hiçbir şeydi, korkudan yutkunduğumda canavar bakışlarını bana çevirdi ve zehirli gülüşünü gösterdi. “Onu peşimden getir kardeşim. Açelya sende bize katılacaksın değil mi?” Çoğu zaman susmayı ve onaylamayı tercih etse de Açelya kafasını salladı. “Geleceğim.” Dedi ve beni umursamadan Ahlasın peşinden gitmeye başladı. Elimdeki nevresimler Atlasın beni çekiştirerek zorla yürütmesi üzerine yere at pisliğinin üzerine düşmüştü, gözyaşlarım artık sel olmaya başladığında yalvarmaya başlamıştım. Ahlas dan daha çok korkuyordum ve ne planladığını bilememek beni daha da korkutuyordu. “Lütfen, ne olur bırakın efendim çok özür dilerim. Benim hatam yalvarırım beni bırakın. Söz veriyorum bir daha size karşı terbiyesizlik yapmayacağım lütf..” “Kes sesini! Sesin o kadar kaba ve iğrenç ki kulaklarımı tırmalıyor. Yürü!” “Efendim lütfen.” “Bir daha bana saygısızlık yapmamayı öğreneceksin.” Boş bir çaba içinde beni atların bulunduğu ahıra doğru götürürlerken etrafımda yardım isteyebileceğim biri var mı diye bakıyordum ama her zamanki gibi yoktu. Evin etrafı her zaman hizmetliler ile doluyken ben ne zaman böyle eziyete maruz kalsam herkes evin genç sahiplerine olan korkularından toz olurlardı. Az önceki seyiste ortalarda yoktu. Ahırlarda bana ne yapacaklarını düşünürken birkaç kez yere düşmüştüm. Üzerim tamamen at pisliğine bulanmış bir haldeydi. Ahlas ahırın içine girdi bizde arkasından, pardon beni zorla arkasından içeriye soktuklarında korku ile etrafa baktım. Ahlas bize döndü ve kardeşine doğru konuşmaya başladı. “Hemen döneceğim.” Atlas ve Açelya başı ile onaylarken Ahlas atların bulunduğu alana yönelip gözden kayboldu ben tam bu sırada tekrar yalvarmaya başlamıştım ama Atlas her yalvarışımda saçlarımı daha da geriye çekerek beni acı içinde bırakıyordu. Sadece iki dakika sonra Ahlas geri döndü, tek başına geldiğini sanıyordum ama yanılmıştım arkasında kocaman kovalar taşıyan birkaç adam geldiğinde gözlerim irileşti. Ne vardı içlerinde? Kimse konuşmuyordu ama Ahlasın gülen gözleri iyi bir şeyler olmadığının açık işareti gibiydi. “Atlas bok çuvalını yolla!” Ani bir savrulma ile öne doğru fırlatılmış ve tabiri caizse yer ile bütünleşmiştim. Ellerimin içi acıyordu soyulmuşlardı. Avuç içlerime bakmaya çalışırken başımdan aşağı buz dolu sular dökülmeye başlamıştı. Çığlıklar içerisinde ayağa kalkmaya çalışırken biten kovanın yerini yenisi alıyordu. Soğuk beni dumura uğratmış beynimde ise ani şok etkisi yaratmıştı. Çığlıklar eşliğinde kalkmaya çalışsam da suyun etkisi ile ıslanan elbiselerimin ağırlığından kalkamıyordum. Soğuk buz dolu sular canımı acıtıyor, tenimi yakıyordu ama bir türlü bitmiyorlardı, suların arasında işittiğim kahkahalar bana acımasızlığın senfonisi gibi geliyordu. Her kahkaha suratıma atılan ve benim için yazılan kaderin bir tokadı gibi hissettiriyordu. Sonunda soğuktan kendimden geçmek üzere iken sesler ve sular kesildi, Atlas ve kardeşleri ahırı terk ederken arkalarından tam da söyledikleri gibi layığımı bulmuş bir şekilde yatıyordum. Evet işte benim kaderim buydu sadece yerlerde sürünmek…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Sabah Güneşim+18

read
9.7K
bc

Alanzo Behemoth +18

read
28.3K
bc

MAFYANIN ESİRİ +18

read
20.4K
bc

HELİN +18

read
65.4K
bc

Destina

read
4.6K
bc

Kızılca Kıyamet

read
9.0K
bc

KIZIL ÖRÜMCEK ZAMBAĞI

read
53.4K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook