🦋 ACIYLA DİRİLEN BİR KALP 🦋

1435 Words
13. BÖLÜM – ACIYLA DİRİLEN BİR KALP Nehir gözlerini ilk açtığı gün, odanın perdeleri yarı aralıktı. Sarı bir ışık tülün arasından sızıyor, duvarlara solgun bir aydınlık veriyordu. Bacakları kaskatı, karnı hâlâ yanıyordu. Ama en çok da, bedeninin sanki kendisine ait değilmiş gibi durması onu korkuttu. Yanında oturan dayı, koltuğa yığılmış hâlde gözlerini ovuşturuyordu. Nehir’in uyanmasıyla birlikte yerinden doğruldu: “Kızım… sonunda…” Sesi hem ağlamaklıydı, hem de şükür doluydu. Nehir konuşamadı. Sadece elini uzattı. Dayı o eli iki avucunun arasına aldı. “Bir daha böyle korkutma bizi. Ne olur…” Nehir başını hafifçe salladı. Bir damla yaş gözünden süzüldü. 2 Ay Servis Odası – Sessiz bir savaş Odaya çıktığı andan itibaren 2 ay boyunca Nehir, kendi bedeninin yabancılığıyla savaştı. Bir gün Gamze geldi, yatağın kenarına oturup örgü ördü. “Ses duyman iyi geliyor kanka, ben örerim sen dinlen.” Ertesi gün Tülay geldi, meyve doğrayıp çantasından çıkardığı minicik notları masaya bıraktı: “Her şey düzelecek.” Ahmet Bey her sabah sessizce kapıdan girip sandalyesine oturdu. Yüzü yorgundu. Ama bakışı kararlıydı. Nehir uyurken saçlarını toplamış, acıdan kıpırdamaya çalışırken yatağı düzeltmişti. O sessiz koruma hâli, odanın en huzurlu ilacıydı. Doktorlar sürekli girip çıkıyor, kontroller yapıyordu. “Enfeksiyon düşüyor.” “Nabız stabil.” “Yavaş yavaş toparlıyor.” Ama geceleri… Geceleri Nehir’in hastalıkla asıl savaştığı zamanlardı. Ağrı dalga dalga geliyordu. İçi yanıyor, ateşi yükseliyor, nefesi daralıyordu. O anlarda Gamze başını kaldırıp “Burdayım kanka, buradayım…” diyordu. Bazen de Ahmet Bey nöbet tutuyordu. Gecenin sessizliğinde sandalyesini yatağın yanına çekiyor, bir eliyle Nehir’in bileğini, diğer eliyle başucundaki bilekliği tutuyordu. O bileklik… Yoğun bakımda bileğine taktığı o zarif hediye… Ahmet Bey’in içten içe kurduğu “Bu kız yaşamalı…” duasıydı. Nehir’in Tepkisi – Uyanışların İlk Sözleri İlk defa biraz daha net uyandığı bir gün, gözleri masanın üzerindeki hediyeye ilişti. “Bu… bileklik?” Ahmet Bey sandalyeden doğruldu. “Sana aldığım ilk hediye… Dükkânın açılışı için.” Nehir’in gözleri doldu. “Ben… ölmedim değil mi?” Ahmet Bey nefesi kesilir gibi gülümsedi: “Sen ölmek için değil… hayatı yeniden kurmak için varsın.” Nehir o an ilk kez derin bir nefes aldı. Hayata tutunmaya başlamıştı. Eve Çıkış – Kırık Bir Beden, Güçlü Bir Kalp İki ayın sonunda doktorlar: “Taburcu olabilir.” dediğinde, herkes sevinçten ağladı. Ama bu sevinç, kolay bir yolun değil, acı dolu bir iyileşme döneminin başlangıcıydı. Dayı eve çıkış için her şeyi hazırladı. Gamze evi temizledi, Tülay mutfağa yemek bıraktı, Ahmet Bey çiçeklerle geldi. Nehir kapıdan içeri girerken kollarını karnına bastırdı. Adım atması bile zordu. Ama ev… O kadar sessizdi ki. “Ben… döndüm.” dedi içinden. 3 Ay Evde – Ağır Bir Yalnızlık İyileşme dönemi kolay değildi. Bir gün tek başına kaldı, ateşi yükseldi. Nefesi daraldı, ağlamaya başladı. Ağrılar arttı. Başka bir gün Gamze gece onun yanında kaldı. Karnına sıcak su torbası koydu, saçlarını topladı. “Nefes al kanka… geçecek.” dedi. Bazen Tülay gelip çay demledi. Sessizce kitap okudu, odanın havası değişti. Ahmet Bey her akşam uğrayıp kapıya vurdu: “Bir şeye ihtiyacın var mı kızım?” Arada bir tutup ağlamamak için yüzünü çeviriyordu. Nehir, kanepede yastıkların arasında kıpırdanırken iç çekti: “Hayat… beni hem dövdü… hem de yeniden yoğurdu.” Ama en ağır sınav henüz gelmemişti. Telefon – Anneannenin Ölüm Haberi Bir sabah telefon çaldı. Nehir yavaşça uzandı, ekrana baktı: Dayı arıyor. Açtı. “Efendim dayı?” Dayının sesi titriyordu. “…Kızım… hazırlıklı ol… annenannen… bu sabah…” Devamını söyleyemedi. Kelime boğazında düğümlendi. Nehir’in yüzü bir anda boşaldı. “Dayı… ne oldu… söyle…” Dayı derin bir nefes aldı: Annenannen vefat etti kızım…” Nehir’in dudakları titredi. Gözleri büyüdü. İçinden bir şey kopar gibi oldu. “Dayı… ben… cenazeye gelemem… değil mi?” Dayı sustu. Sadece ağladı. “Nehir… sen daha yeni ameliyattan çıktın. Uçamazsın kızım. Yazıyor doktor raporunda… riskli.” Nehir’in gözyaşları yastığa damladı. Karnı ağrıdı, nefesi kesildi. Elini kalbine koydu. “Ben… vedalaşamadım…” O an öyle bir çığlık atmadı… ama sessizliği çığlık gibiydi. Yorganı yüzüne kapattı. Hıçkırıkları boğuk bir odada yankılandı. Anneannesi… Hayatında sevgi gördüğü nadir insanlardan biri… O giderken Nehir yataktan kalkamıyordu. “Ben hep geç kaldım… bu sefer de…” Bu söz kalbini paramparça etti. BOĞULAN SESSİZLİK Nehir gözyaşlarını silmeye çalıştı ama elleri titriyordu. Karnı ağrıyor, nefesi kesiliyor, içi yanıyordu. Telefonu elinde tuttu, bir süre hiçbir şey diyemedi. Sonra ses bile çıkmadan sadece dudakları oynadı: “Anneanne… ben gelemiyorum…” Sanki o an ev daha da küçüldü. Duvarlar üstüne çöker gibi oldu. Battaniyeye sarılıp büzüldü. Gözlerinden yaş aktıkça, içindeki ağırlık büyüyordu. Yalnızlık, acı ve özlem… Üçü aynı anda boğazına çökmüştü. Ve o an, içinden sadece tek bir cümle geçti: “Keşke beni son bir kez görseydin…” Nehir anneannesinin ölüm haberinden sonra günlerce toparlanamadı. Yas, hem kalbini hem de ameliyat yarasının tam üstündeki nefesini sıkıyordu. Acı iki yerden vuruyordu: Biri karnındaki dikişlerden… Diğeri kalbinin en kırık ucundan. Evin içinde geçirilen ilk hafta neredeyse tamamen karanlıktı. Perdeler açık olsa bile ışık ona ulaşmıyordu. Her adımı ağırdı. Bazen kanepeye yürümeye kalkıyor ama dikişlerinin çekmesiyle gözleri yaşarıyordu. Bir gece, karnını tuttuğu hâlde kanepeden kalkmaya çalışırken öyle bir sancı saplandı ki, Nehir bağırmadan yere çömeldi. Elleri titriyordu. “Allah’ım… bu acı geçecek mi?” diye hıçkırdı. Gecenin sessizliğini bu soru deldi. Ama cevap yoktu. O an telefonuna sarıldı. Gamze’ye yazmayı düşündü ama saat gece üçtü. Kimseyi rahatsız etmek istemedi. Yavaşça duvara yaslanıp nefes almaya çalıştı. Her nefes bir bıçak gibiydi. Ağrıların En Yoğun Olduğu Günler Ameliyat sonrası ilk günlerde dikişlerin yanması normaldi ama Nehir’in durumu daha ağırdı. Doktor uyarısı hâlâ kulaklarında çınlıyordu: “Apandisit patlaması sonrası karın içi enfeksiyon çok yorar. Ağrılar uzun sürer. Sabırlı olacaksın.” Ama sabır… o anlarda yaşamaktan daha zordu. Ama sabır… o anlarda yaşamaktan daha zordu. Her sabah uyanınca ilk yaptığı şey elini göğsüne koyup nefes kontrol etmekti. Çünkü geceleri nefesi daralıyordu. Bazı geceler yastığa başını koyar koymaz ağrılar başlıyordu. Karnında bir sıkışma, göğsünde bir baskı… Dikişlerinin etrafında zonklamalar… Dönmek istediğinde keskin bir yanma… Her seferinde acıdan gözleri doluyor, “dayı, burada olsaydın keşke” diye düşünüyordu. Yalnız Kaldığı En Ağır Gece Bir gece ateşi yükseldi. Üşüme ve terleme aynı anda bastı. Karnı yanıyordu. Battaniyeyi çekti ama yetmedi. Titreyen elleriyle telefonunu aldı. Aramak istediği çok kişi vardı… Ama konuşacak gücü yoktu. Sadece sessizce ağladı. Yatağın kenarına oturdu, dizlerine kapanıp omuzlarını sallaya sallaya hıçkırdı. “Böyle yaşamayı hak edecek ne yaptım ben?” Bu, onun içindeki en derin soruydu. Cevap yoktu ama o sorunun ağırlığı vardı. Hıçkırıkları karanlık odada yankılandı. Ağlamak bile dikişlerini acıtıyordu. Gamze ve Tülay’ın Nöbetleri Ertesi gün Gamze kapıyı açıp içeri girer girmez dondu kaldı. “Sen bu hâlde tek başına mıydın dün gece?!” Nehir gözlerini kaçırdı: “Uyudum… sorun yok.” Gamze öfkeli ama kırık bir sesle: “Yalan söyleme. Gözlerin şişmiş. Bir daha böyle yalnız bırakmam seni.” O gece Gamze kaldı. Nehir’in ateşini ölçtü, çay yaptı, ilacını verdi. Sabaha kadar baş ucunda oturdu. Ertesi gün Tülay geldi. Sessizce mutfağa girip çorba yaptı. Odada oturup kitap okudu ama varlığı bile çok iyileştiriciydi. Bu iki kız… Onlar Nehir’in hayatına sonradan gelmişti, ama en karanlık günlerinde yanına düşen iki küçük ışık gibiydiler. Ahmet Bey’in Sessiz Desteği Her akşam kapıyı tıklatan sessiz biri vardı: Ahmet Bey. Bazen elinde meyve getiriyordu… Bazen çorba… Bazen elinde hiçbir şey yoktu, sadece görmek istiyordu. “İyi misin kızım?” O kadar kısa bir cümleydi ki… Ama bazen bütün günün yükünü hafifletiyordu. Nehir bir akşam karnını tutarak kapıya yürüdü. Kapıyı açınca Ahmet Bey elindeki çiçeği uzattı. “Dükkan bomboş sensiz. Ama sen iyileşmeden açmam. Merak etme.” Nehir gözleri dolu dolu gülümsedi. Bu adam ona ne anne olmuştu, ne baba olmuştu… ama başka bir şeydi: Emek verilmiş bir güven. (yavaşça şekillenen bir bağ) Ağrıların Ardından Gelen Bir Sabah Bir sabah Nehir uyandığında karnındaki acı önceki günlere göre daha hafifti. Ayağa kalkmayı denerken yüzünü buruşturdu ama yere yığılmadı. Bu bile büyük bir başarıydı. Yavaşça aynaya yürüdü. Yüzü solgun, gözleri çukurlaşmıştı. Ama gözlerinde ilk kez bir ışık vardı. Elini karnının üzerinde gezdirdi. “Yaşıyorum…” Bu kelime, iki ay önce ölümle burun buruna gelmiş biri için bir zafer gibiydi. Ama aynı anda bir gölge düştü yüzüne. Anneannesi… Onun yokluğu, iyileşen her gündeki en büyük boşluğuydu. Nehir aynaya bakarken gözlerinden bir damla yaş süzüldü. “İnşallah beni görüyorsundur…” Evde Günlerin Akışı – Acı, Yalnızlık, Güç Günler geçti. Ağrılar bazen azaldı, bazen yeniden arttı. ● Bazı günler yürüyüş yaptı ama yarıda bıraktı. ● Bazı günler sadece yatıp duvara baktı. ● Bazı günler ne yemek yiyebildi, ne su içmek geldi içinden. ● Bazı geceler acıdan uyanıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Ama her gün sonunda bir şekilde nefes aldı. İradesi, kalbinin en kırık yerinden güç topladı. Ve bir akşam kanepeye uzanıp battaniyeye sarıldığında içinden bir cümle yükseldi: “Ben pes etmiyorum.” Bu cümle, onun kırılmayan kısmıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD