📖 12. BÖLÜM – ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDAKİ ÇİZGİ
Nehir son günlerde normalden daha yorgundu.
Dükkân büyümeye başlamış, randevular dolmuş, Ahmet Bey’le ortaklık imzası atılmıştı.
Bir yandan iş, bir yandan sınav hazırlıkları, bir yandan yetişmeye çalıştığı hayat…
Her şey üst üste geliyordu.
Ama Nehir alışmıştı.
Çocukluğundan beri kimse onu tutmadığı için hep kendi kendini sürüklemişti.
Yorgunluk ona tanıdıktı.
Ağrı da öyle.
İlk karın ağrısı geldiğinde umursamadı.
“Üşüttüm herhalde,” dedi kendi kendine.
Bir sıcak çay, bir battaniye…
Nasıl olsa geçerdi.
Ama geçmedi.
Ağrı bir gün hafifledi, ertesi gün geri döndü.
Sonra bıçak gibi saplanmaya başladı.
Nehir, dükkânda müşteriye saç yıkarken birden nefesi kesildi.
Ellerini lavaboya dayayıp bekledi.
Gamze fark etti:
“Kanka iyi misin? Bembeyaz oldun.”
Nehir gülümsedi, alışık olduğu gibi güçlü görünmeye çalıştı:
“Bir şey değil ya, midem… geçer.”
Ama o gece acının şekli değişti.
Hafif değil, orta değil…
Sanki içeriden bir şey kopuyor, yanıyor, yayılıyordu.
Yatağa uzandı ama nefes alışları titriyordu.
Karnının sağ tarafı dokununca bile ateş gibi yanıyordu.
Duvara tutunup doğrulmaya çalıştı ama gücü yoktu.
Telefonunu almak için uzandı…
Elinden kaydı.
Yere düştü.
Bir daha kalkamadı.
Ambulans – Son Nefese Yakın Bir Sessizlik
Gamze iki kez aradı.
Cevap yok.
Tülay aradı.
Yine yok.
Üçüncü kez aradıklarında bir şeylerin yolunda gitmediğini anladılar.
“Ben gidiyorum!” dedi Gamze ve koşarak apartmana girdi.
Kapıyı çaldı.
Tıklattı.
Vurdu.
Cevap yok.
Sonra içeriden zayıf bir inleme duydu.
“NEHİR!”
Komşu adamla kapıyı kırdılar.
İçeride Nehir yerde kıvrılmıştı.
Yüzünün rengi yoktu, nefesi buz gibiydi.
Gamze’nin sesi titredi:
“Ambulans çağırın! ÇABUK!”
Paramedikler geldiğinde Nehir’in nabzı zayıftı.
Ağzından şu kelime zorla çıktı:
“Acıyor…”
Sonra gözleri kapandı.
“Bilinci gidiyor! Hemen sedyeye!” diye bağırdı sağlıkçı.
Gamze gözyaşlarını tutamadı.
“Dayısını arayın! Nehir ölüyor!”
Hastane – Acil Ameliyat
Hastaneye vardıklarında doktor sadece bir cümle söyledi:
“Apandisiti patlamış. Enfeksiyon tüm karın içine yayılıyor. Hemen ameliyata alıyoruz.”
Gamze yere çöktü.
Tülay ağzını kapatıp ağladı.
Ahmet Bey koşa koşa geldiğinde doktor çoktan ameliyata girmişti.
“Ne oldu bu kıza?!” diye bağırdı Ahmet Bey.
Gamze titreyerek:
“Ağrıyı önemsemedi… hep çalışıyordu…”
Dayının Çöküşü
Telefon çaldığında dayı evde oturuyordu.
Nefesi kesildi.
Telefondaki sesi ancak duyabildi:
“Dayı… Nehir… hastanede… durumu çok kötü…”
Dayının ayağından güç gitti.
Elindeki bardak yere düştü.
Koşa koşa çıktı, arabayı nasıl sürdüğünü bile hatırlamadı.
Hastaneye girer girmez bağırdı:
“NEHİR! KIZIM NEREDE?!”
Gamze gözyaşlarıyla sarıldı:
“Ameliyatta dayı… durum çok kötü…”
Dayı elini başına koydu, dizlerinin bağı çözüldü:
“Allah’ım… sen koru kızımı…”
3 Ay Yoğun Bakım – Ölümle Yaşam Arasında
Ameliyat bittiğinde doktorun yüzü asıktı.
“Durumu çok ağır. Enfeksiyon yayılmış.
İlk günler kritik.
Hazırlıklı olun.”
O gün yoğun bakımın camının önünde hiç kimse konuşamadı.
Bir yanda makine sesleri…
Bir yanda umut ile ölüm arasındaki ince çizgi…
1. gün — durum kritik
2. gün — ateş yükseldi
3. gün — kalp ritmi düzensiz
4. gün — doktor umut vermedi
5. gün — enfeksiyon inat etti
6. gün — küçük bir iyileşme oldu
7. gün — tekrar kötüleşti
8. gün — makineler azaltıldı
9. gün — “Odaya alabiliriz.”
Gamze her gün dua etti.
Tülay her gün “Lütfen uyan” dedi.
Ahmet Bey her sabah gelip camın önünde durdu.
Dayı bir gece bile eve dönmedi.
“Ben kızımı burada bırakmam,” dedi.
2 Ay Servis Odası – Yeniden Doğuş
Odaya çıktığında hâlâ bilinci tam değildi.
Gözleri yarı açık, nefesi yavaş…
Ama artık makineler yoktu.
Bir sabah dayı sandalyede uyuklarken hafif bir ses duydu.
“Kızım?”
“NEHİR!”
Nehir gözlerini araladı.
Boğuk bir nefes…
Zayıf bir sesle:
“Dayı…”
Dayı oturduğu yerden fırladı, elini tuttu, ağladı:
“Kızım… sen bizi öldürdün be… çok korkuttun…”
Gamze ve Tülay kapıdan koşarak girdiler.
“Aaaa! Uyandı! Nehir uyandı!”
Ahmet Bey kapıda durdu, gözleri doldu.
Sadece şunu dedi:
“Bizi bir daha korkutma. Sen bu dünyaya lazımsın.”
Nehir’in İçinden Geçen Sessiz Cümle
Yatağın ucunda derin bir nefes aldı.
Bedeninde ağrı vardı ama kalbinde yeni bir ateş yanıyordu.
“Hayat bana vurmaya çalıştı…
Ama ben hâlâ buradayım.”
Bu artık yeni Nehir’in başlangıcıydı.
GERÇEK AĞRI, GERÇEK İYİLEŞME
Servis odasındaki ilk günler çok zordu.
Nehir yürümek istiyordu ama bacakları taş gibiydi.
Her nefes alışında dikişleri yanıyordu.
Hemşire her gün pansuman yaparken gözleri doluyordu.
Bir gece nefesi daraldı, alarm çaldı, hemşireler koştu…
Bir sabah ateşi çıktı…
Bir akşam tüm vücudu titredi…
Ama hepsinin sonunda yine yaşıyordu.
Bu bile bir mucizeydi.
NEHİR’İN İÇİNDEKİ SÖZ
Günlerden bir gün pencereden dışarı baktı.
Gökyüzü açıktı.
Kuşlar uçuyordu.
Kendi kendine düşündü:
“Ben ölmedim.
Bu hayatta kalışımın bir sebebi var.
Bundan sonra hiçbir şey beni yıkamaz.”
HASTANEDE GEÇEN GÜNLER – NEFESİ SAYILAN ZAMANLAR
Nehir yoğun bakımdan servise çıkarıldığında, hemşire ona özel bir oda ayarlamıştı.
Ama o oda “rahatlık” değil, “acıların hafiflemesi için gerekli bir köşe” gibiydi.
Her gün yanında biri vardı.
Kimse Nehir’i bir dakika yalnız bırakmaya cesaret edemiyordu.
1. Hafta – Gamze’nin Nöbeti
Gamze ilk gün Nehir’in başucuna oturdu.
Sanki uyurken bile onun acısını olabildiğince almak istiyordu.
Her saate bir:
“Bir şey lazım mı?”
“Suyunu vereyim mi?”
“Serum bitmiş, hemşire çağırıyorum.”
Nehir konuşacak hâlde değildi ama Gamze’nin sesi ona güç veriyordu.
Bir gece Nehir’in ateşi çıktı.
Gamze hemşire çağırdı, doktor koştu, yeni serum takıldı.
Gamze dualar ederek saçlarını okşadı:
“Dayan kankam… dayan… ben burdayım.”
Nehir gözlerini kapayıp derin nefes aldı.
Bu nefes bile acıyla karışıyordu.
2. Hafta – Tülay’ın Sessiz Gücü
Tülay nöbetleri devraldı.
O daha sakin, daha kontrollü biriydi.
Nehir’in suyunu ısıttı, pipetle içmesine yardım etti.
Mama saatlerinde hemşireye yardım etti.
“Yiyecek yemen için biraz daha zaman var, doktor izin verince çorba bile içeriz,” dedi.
Gece olduğunda Tülay koltukta uyumadı.
Dizlerini çekip sandalyede bekledi, gözleri hep Nehir’in yüzündeydi.
Bir kriz anında Nehir dikiş yerlerinden ağrılandı, nefesi hızlandı.
Tülay hemen elini tuttu:
“Buradayım… nefes al… korkma… hep yanındayım.”
O sakin sesi Nehir’in içindeki fırtınayı biraz olsun susturuyordu.
Ahmet Bey’in Sessizliği
Ahmet Bey, ortak olduğu kızın bu hâlini görünce darmadağın oldu.
Her sabah dükkânı açıp işleri kontrol ettikten sonra hastaneye geliyordu.
Odaya girdiğinde sesi hep titrek oluyordu:
“Kızım sen çalışırken hep susuyordun… demek acı çekiyormuşsun da belli etmemişsin.”
Nehir başını çok az döndürebiliyordu.
Sadece hafif bir gülümseyiş…
Ahmet Bey gözlerini kaçırdı, duvara bakarak sessizce ağladı.
Yemek yemediği için mama takılıyor, acıdan konuşamadığı için sessizlik odayı dolduruyordu.
Bir gün Ahmet Bey küçük bir hediye getirdi:
Minik bir lavanta kesesi.
“Dükkâna da koymuştun ya… kokusu sana iyi gelsin.”
4. Hafta – Dayının Bitmeyen Korkusu
Dayı her gelişinde kızının eline sarıldı.
Sanki bir daha kaybolacakmış gibi.
“Nehir… bak bana… geldim kızım… buradayım…”
Sesi sürekli titriyor, elleri her dokunduğunda dua okuyordu.
Nehir güçsüz bir şekilde:
“Dayı… korkma…”
Dayının yüzünden yaş akıyordu:
“Ben korkmayayım da kim korksun kızım? Bir gün bile sensiz olmaya dayanamadım.”
Doktor geldiğinde hep aynı soruyu sordu:
“Hocam, iyi mi? İyiye gidiyor mu? Bir şey var mı?”
Dayının o endişeli bakışları, hastane koridorunda bile yankı oluyordu.
Mamalar, Serumlar ve Acının İçindeki Küçük Anlar
Nehir haftalarca “mama beslenmesi” ile idare etti.
Hemşireler küçük bardakta getirdiği sıvıyı pipetle içiriyordu.
Her yudum bir zorluktu.
Serumlar sürekli değişiyordu.
Bazen mide bulantısı, bazen ateş, bazen nefes darlığı…
Ama bir gün hemşire gülümsedi:
“Bugün daha iyi görünüyorsun. Biraz güç gelmiş sana.”
O gün Nehir’in gözleri ışıldadı.
Küçücük bir cümle bile ona hayat veriyordu.
Gece Nöbetleri – Sessiz Ağrılar
Gece olunca her şey daha ağır çekim gibi ilerliyordu.
Ağrılar artıyor, nefes almak bile zorlaşıyor, yatakta dönmek mümkün olmuyordu.
Tülay bazen masaj yapıyor,
Gamze yastığını düzeltiyor,
Dayı başucunda dua ediyor…
Ama en çok acıttığı anlar yalnız geçen saniyelerdi.
Bir gece Nehir sessizce ağladı.
Kimse duymasın diye.
Çünkü herkes kendini onun için paralıyordu.
Nehir kimseyi üzmek istemiyordu.
Ama gözyaşı durmuyordu.
Nehir kokuyu hissettiğinde gözleri doldu.
Hafta – Umut İlk Kez Kıpırdadı
Doktor dosyayı kapatıp başını salladı:
“Gidişat güzel. Bir ay daha iyi bakılırsa toparlar.”
O an odada nefesler değişti.
Dayının gözleri parladı.
Gamze Tülay’a sarıldı.
Ahmet Bey camdan dışarı bakıp derin bir nefes aldı.
Nehir içinden tek bir cümle geçti:
“Ben yaşıyorum…”
Ve o cümle odanın içini doldurdu.
AHMET BEY’İN SENSİZ KALAN DÜKKÂNI
Ahmet Bey her sabah dükkânın kapısını açarken içi tuhaf bir şekilde burkuluyordu.
Anahtar dönerken çıkan o küçük “klik” sesi bile eskiden neşeyle duyulur, şimdi ise ağır geliyordu.
Dükkân ışıkları yanınca her şey yerli yerindeydi…
ama bir şey eksikti.
Nehir.
Ahmet Bey aynalara baktı, koltuklara baktı, tezgâha baktı.
Her köşede Nehir’in izi vardı.
Saç boyası karışımlarını düzenleyişi…
Randevu defterini kapatırken çıkardığı minik ses…
Müşteriye “Birazdan hallederim ablacığım” deyişi…
Hepsi yoktu.
Dükkâna bir sessizlik çökmüştü;
sadece elektrik motorunun hafif uğultusu kalmıştı.
Ahmet Bey içinden geçirdi:
“Bu dükkân Nehir’le nefes alıyordu… şimdi nefesi eksik.”
Telefon çaldı.
Bir müşteri:
“Ahmet Bey, Nehir bugün yok mu? Kaşımı hep o alıyordu.”
Ahmet Bey’in boğazı düğümlendi.
“Sıkıntı oldu… bir süre gelemeyecek,” dedi yalnızca.
Kadın “Aaa geçmiş olsun o zaman,” deyip kapattı.
Ahmet Bey arkaya geçip sandalyesine oturdu.
Elleri titriyordu.
“Bu kız hiç şikâyet etmedi… meğer acıyla çalışıyormuş.”
Gözleri doldu.
Elindeki tarak tezgâhtan yere düştü – o düşen tarak bile yokluğu bağırıyordu.
O gün gün boyu hiç konuşmadı.
Sadece müşterilere hızlıca iş gördü, randevuları düzenledi, akşam olunca dükkânı kapattı.
Kapatırken ışıkları söndürdü.
Dükkân karanlığa gömülürken içinden şu cümle yükseldi:
“Sensiz burası sadece bir dükkân… Sen varken yuva gibiydi.”
Arabaya bindi.
Direksiyonun başında bir süre öylece kaldı.
Sonra hastaneye doğru sürdü.
Hastanenin kapısından girerken kendi kendine fısıldadı:
“Dayan kızım… Sensiz olmasın hiçbir şey.”
Ahmet Bey, hastanenin o soğuk koridorunda bile Nehir’in yokluğunun sıcaklığını arıyordu.
Hastanede üçüncü haftaydı.
Nehir hâlâ gözlerini tam açamıyor, bilinci dalgalı gidip geliyordu.
Yoğun bakım kapısının önünde herkes sırayla nöbet tutarken, Ahmet Bey hep bir adım arkada duruyordu.
Konuşmuyor, soru sormuyor, kimseye yük olmuyordu ama
yüzündeki çöküş her şeyi anlatıyordu.
Ahmet Bey, başını ellerinin arasına aldı.
Parmakları titriyordu.
Derin bir nefes aldı…içinden koptu o cümle:
“Kızım… sensiz burası kapkara…”
O cümleyle birlikte gözleri doldu.
Yıllardır kimseye göstermediği o kırılgan yan belirdi.
Sanki bir anda yaşlanmış gibiydi.
Dizlerinin bağı çözüldü, duvara yaslandı.
Bir elini yüzüne kapattı…
Ve sessizce ağladı.
Nehir’in onu “Ahmet Bey” diye gülen gözlerle çağırdığı günü hatırladı.
Sıcak bir çay getirdiği anı…
Saç yıkarken yaptığı küçük şakaları…
Dükkânı açtıkları gün “Ortak olduk bak, beni utandırma” deyişini…
Göğsüne bir ağırlık oturdu.
“Sen yokken o dükkân çalışmıyor kızım.
Ben çalışıyorum ama dükkânın ruhu sensin…”
O an kendine geldi.
Gözyaşlarını sildi, derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.
Cebinden küçük bir kutu çıkardı.
Kadife, bordo bir kutu.
İçinde ışığı yansıtan zarif bir bileklik.
Yoğun bakımda ziyaret saati gelince içeri girdi.
Nehir’in etrafı makinelerle doluydu.
Yüzü bembeyazdı, saçları alnına yapışmıştı.
Ahmet Bey boğazını yutkundu.
Sandalyeye yavaşça oturdu.
“Sen daha çok gençsin… daha yapacak çok işin var kızım…” dedi titrek bir sesle.
Kutuyu çıkardı, yatağın başucuna koydu.
Yavaşça kutunun kapağını açtı.
Bileklik ışıkta hafifçe parladı.
“Bu… dükkân için aldığım ilk hediyemdi.
Açılışta sana verecektim.
Ama yetişemedim kızım…”
Nehir’in göz kapakları hafifçe kıpırdadı.
Ahmet Bey o küçücük hareketi bile mucize gibi gördü.
Elini uzatıp Nehir’in avucunun üzerine kendi elini koydu.
Titriyordu.
“Bize geri dön.
Dükkâna… hayata… bize.”
Sonra bilekliği yavaşça Nehir’in bileğine taktığı anda
bir damla gözyaşı, Ahmet Bey’in yanağından süzülüp eline düştü.
O an
“Bir daha sensiz kalmak istemiyorum… kızım.”
Ve başını eğip sessizce ağlamaya devam etti.
NEHİR’İN GÖZLERİNİ AÇTIĞI AN
Saat neredeyse sabaha karşı dörde geliyordu.
Dayı sandalyede uyuyakalmış, başı öne düşmüş haldeydi.
Gamze koridorda volta atıyor, Tülay dua ediyordu.
Ahmet Bey ise Nehir’in başucundaydı.
Elini hâlâ bırakmamıştı.
Bileğindeki bileklik, makinelerin soğuk ışığında parlıyordu.
O anda…
çok hafif bir şey oldu.
Önce parmaklar titredi.
Çok küçük…
ama hayattı.
Ahmet Bey başını kaldırdı, bir an “hayal mi?” diye düşündü.
Sonra gözleri büyüdü.
“Kızım?”
Nehir’in parmakları bir kez daha kıpırdadı.
Bu kez biraz daha güçlü.
Makine bir bip sesi verdi.
Ahmet Bey ayağa fırladı:
“Doktor! Hemşire! Biri gelsin!”
Hemşireler koşarak içeri girdi.
Ve o an…
Nehir’in göz kapakları ağır ağır aralandı.
Sanki dünyayı görmek ona zor geliyordu.
Kirpikleri titredi.
Gözleri yarım aralık hâlinde ışığa alışmaya çalıştı.
Ahmet Bey
“Kızım… duyuyor musun beni?”
Nehir gözlerini tam açamıyordu ama o sesi tanıdı.
O güvenli tonu…
O sıcak nefesi…
Zorla, kısık bir sesle mırıldandı:
“A… Ahmet…”
Ahmet Bey’in gözleri anında doldu.
Elini onun eline daha sıkı bastı.
“Buradayım kızım… buradayım.
Korkma artık…”
Tam o sırada kapı açıldı.
Gamze gözyaşına boğulmuş hâlde içeri koştu:
“Aaaa! UYANDI! NEHİR UYANDI!”
Tülay arkasından girdi, eli ağzında, gözleri dolu.ç
Dayı koşarak odaya daldı.
Nehir’i görünce olduğu yerde durdu.
Elleri titredi.
“Kızım…” dedi nefes nefese.
“Kızım beni duyuyor musun?”
Nehir başını hafifçe çevirdi.
Zayıf bir gülümseme belirdi dudaklarında.
“Dayı…”
Dayı çöktüğü yerden ayağa kalkamadı.
Dizleri tutmadı.
Sandalyeye oturup yüzünü elleriyle kapadı.
Sadece bir kelime çıktı ağzından:
“Şükürler olsun…”
Nehir’in gözünden küçük bir yaş süzüldü.
O bile canını acıttı ama içindeki sıcaklık bambaşkaydı.
Hemşireler değerlerini kontrol ederken doktor içeri girdi:
“Durumu toparlıyor.
Bu iyi bir uyanış.”
Ahmet Bey başını eğip sessizce dua etti.
Gamze Nehir’in saçlarını okşadı.
Tülay elini tuttu.
Ve Nehir perişan sesiyle, incecik bir nefesle kendi cümlesini kurdu:
“Ben… ölmedim… değil mi?”
Ahmet Bey gözyaşlarıyla gülümsedi:
“Hayır kızım…
Sen geri döndün.”
Nehir gözlerini kapattı.
Bitkin ama güvende…
Yorgun ama hayatta…
Ve oda, o küçücük nefesle doldu:
Umudun sesi.