-1-
Gecenin karanlığında parıldayan tek ışık kaynağı dolunaydı. Rusya’nın gürültülü sokaklarının aksine daha sessiz olan manastırın önü artarda dizilmiş mat siyahlıktaki araçlarla doldu. İçinden çıkan uzun boylu ve yapılı adamlar önlerinde ilerleyen bir tanesinin peşine takılarak manastırın kapılarına dayandı. İçerisi de dışarısı kadar sessiz ve loştu. Buna rağmen en önde ilerleyen uzun boylu, sarıya çalan açık tenli, kumral adamın ağır ağır attığı adımlarında bir şüphe yoktu. Etrafa bakınarak ilerlerken karanlıkların içinden bir ses duyuldu.
“Tanrının evine böyle giremezsin.” Diyen ses yaşlı bir kadına aitti.
Sesin geldiği yönde oluşan hareketlilikle öne çıkan kadının yaşlı bir rahibe olduğunu gördüler. Ardındaki adamlarından bahsediyor olmalıydı. Fakat o kadar da tehditkâr değillerdi. Sonuçta silahları hala bellerinde takılıydı.
Etrafı izlemeye devam ederek:
“Burada bana ait olan bir şey var.” Diye seslendi.
“Şayet aradığın şey bağışlanmaksa.” Diye beklemeden söylendi rahibe.
Ellerini birbirine kenetlemiş, olduğu yerde beklemekteydi. Uzun boylu adam rahibenin bu korkusuz cümlesine karşı şaşırarak tek kaşını havalandırdı. Ardından ağır adımlarını kadından yana atmaya başlayarak:
“Kız.” Dedi.
“Nerede?”
“Kız mı? Hangi kız?” diye söylendi rahibe.
Fakat adam rahibenin neden bahsettiğini çok iyi bildiğini biliyordu. Onu sakladığına emindi. Hafifçe gülerek yaklaşmaya devam etti.
“Türkopol.” Dedi ağzını doldurarak.
“Burada bir Türkopol yok.” Dedi rahibe.
Yalan söylediğini biliyordu.
Onu kendisinden sakladıklarını biliyordu.
Ama bu oyunu uzatmayacaktı.
İnançlı biriydi.
Yine de bu manastırı didik didik edip aradığını bulmadan gitmeyecekti.
İnançlıydı evet.
Fakat bilmelilerdi ki, onu Tanrı bile kendisinden alamazdı.
Henüz değil!
Hafifçe gülerek başını eğdi. Başını kaldırdığında yüzündeki neşeli ifade yerini oldukça ürkünç olanına bırakmıştı. Gözleri yaklaşmakta olduğu rahibeyi geçip giderek yukarılara tırmandı ve çarmıhtaki İsa heykeline bakarak saygılı bir şekilde istavroz çıkardıktsn sonra hızlı bir hareketle rahibeyi tutup kendisine çekti.
“Onu bana vereceksin.” Dedi öfkeyle dişlerini sıkarak.
“Hemen, şimdi. Yoksa tanrının evi hoş olmayan şeylere sahne olur.” Dediğinde rahibenin ürkmüş, çukurdaki bakışları kendisine değil, ardındaki bir noktaya bakınmaktaydı. Onunla birlikte başını dikleştirip omzu üzerinden ardında kalmış sıraların ilerisine bakındı.
İşte, oradaydı.
Tatlı Türk lokumunu bulmuştu.