Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur saatler sonra nihayet azaldığında, elindeki kâğıda sarılmış koca tablolarla evden çıktı Lara. Çağırdığı taksiye koşturarak bindiğinde kapıdaki güvenliğin sayesinde tabloları güç bela sığdırabilmişti. Aslında büyük bir araç istemişti ama gönderilen taksi normal boyutlarındaydı. Kendi arabası ciladaydı ve teyzesininkilerden birini kullanmak istediğini de sanmıyordu. O yüzden tabloları için bu küçük boyuttaki taksiye mecburdu.
Atölyenin adresi verip tabloların yanına sıkış tıkış oturarak ıslanmış saçlarını dizginlemek için sağ omzuna doğru çekti. Islanmış eline yapışan saç tellerini iki avucu içerisinde ufalayarak bir top haline getirdikten sonra açtığı camdan attı.
Bir saatlik bir yolculuktan sonra atölyeye varmıştı. Taksi şoförünün sessiz bekleyişi sonrası aceleyle tabloları indirip atölye girişine doğru taşımaya başladı. Adımlarını zar zor atarken kapıda gördüğü kişilerden biri kendisini tanıyarak yanına varmış, üçüncü ve diğerlerinden daha büyük olan tabloyu elinden alarak önü sıra içeri taşımıştı.
Atölyenin hol kısmında kendisini bekleyen gence yetişmiş olarak soluk soluğa durdu Lara. Aslında tablolar o kadar da ağır değildi ama ilk etapta üçünü birden taşımak zorunda kaldığı için yorgun hissediyordu. Ayrıca yağmurlu hava da onu yoran başka bir etkendi. Bu havalarda üzerine hep bir ağırlık çökerdi. Yağmurda atölyeye gelmek istemezdi ama bu gün mecburdu. Hafta sonu kapalı olan atölyeye bu gün tabloları teslim etmeliydi ki pazartesi günü gerçekleşecek olan sergiye yetişebilsindi.
"Lara, hoş geldin." diye kendisini karşılayan kadın burada daima kendisine yardımcı olan, yuvarlak ama küçük yüzlü, kısa boylu bir kadındı Gonca'ydı.
"Sırılsıklam olmuşsun, geç otur şöyle." diyerek odasında peteğin dibinde duran sandalyeyi işaret etmişti.
Ellerini ufalayarak önü sıra odaya girdi Lara. Uzun, gece mavisindeki deri ceketini çıkarıp askılığa yerleştirdikten sonra gösterilen yere oturarak yakınındaki peteğe ellerini uzattı. Hava o kadar da soğuk değildi ama yağmur onu her zaman üşütmüştü. Gerçi ekim ayının başında olduklarını unutmamalıydı. Islanmasının sebebi ise yağmurun çiselemesine rağmen üç tabloyu aynı anda değil de tek tek taşımış olmasından kaynaklıydı.
"Hoş buldum." diye gülümseyerek baktı.
"Bir şey içer misin." diye kendi döner sandalyesine oturdu Gonca.
"Hem için ısınır." dediğinde başını sallayan Lara ile telefona uzandı.
"Çay söylüyorum." diyerek ahizeyi kulağına götürerek tek bir tuşa bastı.
O çayları ve yanı sıra çikolata parçacıklı kurabiyeleri söylerken Lara sessizce etrafı izliyordu. Burayı seviyordu. Gelmeyeli neredeyse 2 ay olmuştu ama burası pek de değişecek bir yer değildi.
Son birkaç yıldır çizdiği tabloları bu atölyeye satıyor, tablo başına 50 bin kadar bir ücret alıyordu. Çok bir şey değildi belki ama birlikte yaşadığı teyzesine yük olmaması için yeterli bir miktardı. Evet, İstanbul pahalı bir şehirdi ve Lara da kıyafet almayı epey severdi. Yine de ev kirası ve telefon haricindeki fatura ödemeleri olmadığı için şanslıydı. O yüzden kazancı bir ay, bazen de iki ay kendisine yeten türdendi.
Aslında bu yıl üçüncü yılını tamamladığıiçin bir zam istemenin tam sırasıydı. Hem bu vasıtayla küçük de olsa kendine ait bir eve çıkabilir, teyzesine daha fazla yük olmazdı. Gerçi teyzesinin böyle düşündüğünden emin değildi çünkü bir iş kadını olarak hep çalışıyor, yani pek fazla yüz yüze gelmiyorlardı. Yine de soğuk tavırları Lara'nın da daima soğuk biri olarak yetişmesine sebep olmuştu. Kendi kızı için öyle olduğu söylenemezdi ama...
Belki de kendini istemediğindendi, bilmiyordu.
Ya da kuzeni Lale yurtdışında eğitim gördüğü ve sık sık gelemediği içindi.
Her ne olursa olsun bir şekilde ev tutmalıydı. Hayatının sonuna kadar teyzesinin zenginliği dış kapısından bile belli olan yalısında yaşayamazdı ya.
"Tablolar hazır." dedi kendisine odaklanmış olan Gonca'ya. Genç kadın ise camdan dışarı şöyle bir bakınıp:
"Havanın durumu malum, tablolar ne halde acaba?" diye yüzünü ekşiterek söylendi. Onun gibi pencereden dışarı, öğle saatine rağmen kararmış bulutlara baktı Lara da.
"Sıkıca sardım, ıslanmadı." dedi yeniden genç kadına bakarak.
"Yine de kontrol etmek zorundayız." diye yan taraftaki dosyalarla meşgul olan asistanına seslendi Gonca.
"Mehtap tabloları getirir misin?"
Lara ile aynı yaşıt görünen genç kız başını sallayarak bir şey demeden çıkıp önce iki küçük tabloyu, ardından da büyüğü getirerek kendilerini yalnız bırakmıştı. Gonca tabloları tek tek açarak kenardaki şövaleler üzerine yerleştirirken Lara da sessiz bir merakla onu izliyordu.
İyi bir şekilde paketlemişti, bir sorun olduğunu sanmıyordu.
Derken son ve en büyük tablonun yerleştirilmesiyle Gonca gibi o da hayal kırıklığıyla kaşlarını eğdi.
Buna inanmıyordu. Tablonun sağ kısmında, yukarıdan aşağıya kadar uzanan bir ıslaklık söz konusuydu ve boyayı da onunla birlikte akıtmış, kağıdın sağ üst köşesini zedelemeyi bile başarmıştı. Böyle bir şey mümkün değildi. Çok iyi sardığından emindi, ıslanması söz konusu olamazdı. Ayrıca evden çıkarken hepsini tek tek taşımıştı, yani oldukça dikkatliydi.
"Bunu kabul edemem." diye eğilmiş kaşları altından kendisine bakan kadına baktı.
"Ama ben..." diyecek olduğunda:
"Kuralları biliyorsun, benim elimde olan bir şey değil." demesiyle derin bir iç çekerek başıyla onayladı.
Diyecek hiçbir şeyi yoktu. Yapacak bir şeyi olmadığı gibi...
"Çok çalıştım, aralarındaki en zoruydu." diyebildi.
"Tahmin edebiliyorum, ama inan ki yapabileceğim bir şey yok." diye onun kadar üzgün görünerek tablonun yanından ayrıldı Gonca.
"Peki ne yapabiliriz?" diye beklentiyle bakan Lara'ya:
"Sanırım, hiçbir şey. " dediğinde Lara şimdi iyice yıkılmıştı.
"Pazartesiye kadar yetişmeyeceğine göre." diye bakan kadına anlayışla başını sallayarak hüzünlü bakışlarını çöp olmuş tablosuna çevirmişti.
Daha önce de böyle şeyler başına gelmişti ama o işe ilk girdiği zamanlardaydı. Bu yüzden tırnaklarını kısaltmış, takılarını çıkarmış ve hatta çalışırken bir şeyler yemeyip içmemeye özen göstermeyi öğrenmişti.
Şimdi ise bir aydır üzerinde çalıştığı tabloyu iki gün içerisinde yeniden ortaya çıkaramayacağını bilerek sessizdi. Gonca yerinden kalkıp anlayışlı bakışlarla büyük patronlarının yanına giderken Lara odada kaldı. Birkaç dakika sonra Gonca'nın gelmesi uzadığında o da lavaboya gitmeye karar vererek yerinden ayaklandı. Çalışmalarını burada yapmasa da büronun odalarına vâkıftı, o yüzden lavaboyu kendi başına bulabilirdi. Üst katın basamaklarını adımlamaya başladığında lavabonun kapısına ilerlemek için ilk adımı atmıştı ki duyduğun sesle durdu.
Diğer taraftaki açık kapının içinden kendi adını duyduğu sanmıştı ve o kapı atölyenin sahibi Süreyya beye aitti. Durup bir an için o tarafa bakarak yanlış duyduğunu düşünmüştü ki bir kez daha duydu. Adımlarını yavaşça aralık olan kapıya atmaya başladığında konuşmaları da daha net duyuyordu. Kapının kulpundan tutan Gonca ise hala içeride olmasına rağmen tüm dikkatiyle Süreyya beyi dinliyor, ne dışarı çıkıyor, ne de kapıyı kapatıyordu.
Lara bunun kendisi için bir şans mı yoksa hayal kırıklığı mı olacağını bilmeden kapının dibine vardı.
Duyduklarına bakılırsa bu, her ikisi de olacaktı.
"Yok yok, küçük bir şey zaten, hafta başına kadar düzeltecek.” diyen Gonca'nın neyden bahsettiğini hemen anlayamamıştı.
Süreyya bey:
“Emin misin? Kıza milyonlar ödüyoruz, beceremezse patlarız.” Dediğinde ise her şeyi anlamıştı. Su sızıp köşesi zedelenen büyük tablosundan bahsediyor olmalılardı. Fakat hangi kızdan bahsettiklerini anlamamıştı. Milyonlar mı demişti o?
“Merak etmeyin, Lara’ya güvenebiliriz. Halledecektir.” diyen Gonca ile kaşları çatıldı.
Milyonlar kazanan, kendisi miydi?
“Dikkat edin o zaman, Lara da elini çabuk tutsun. Tablo başına 3 milyon ayarladık, pazartesi gönderilecek.” diye sabırsızca cevap verdi Süreyya bey.
"Merak etmeyin efendim.” Diye neşeli bir şekilde konuştu Gonca. Odadan çıkacak gibi bir adım attığında Süreyya beyin:
“1’ini Lara’nın hesabına bu ayki ödeme olarak yatırırsın.” demesiyle adımını geri çekmişti. Lara da beklediği duvar dibine biraz daha sinerek dinlemeye devam etti.
1'ini Lara'ya verin derken, anlaştıkları üç milyondan mı bahsediyorlardı? Çünkü tablolardan milyonlar kazanmaları mümkün değildi. Evet, ortaya güzel işler çıkardığının farkındaydı ama...
Hadi ama her ressam ya da yazar kendisini överdi değil mi? İnsan kendisini veya yaptığı işi beğenmese çatlardı sonuçta.
Fakat anlamıyordu. Tablolardan milyonlar kazanıyorlarsa, kendisi neden 50-60 bin kazanıyordu?
“İki hafta önce getirdiği iki tablonun parasını vermiştik.” diyen Gonca'nın sesiyle düşünmeyi bırakıp dinlemeye devam etti.
“Çok yoruldu kızcağız, tatil harçlığı olsun. Bir süre dinlensin.” Diyen Süreyya beyin sesi her zamanki gibi oldukça anlayışlı gelmekteydi. Zaten Süreyya beyden başka bir tavır beklenmezdi. Oldu olası anlayışlı bir insandı.
"Peki efendim.” Diyen Gonca'nın sesi daha durgun çıkmaktaydı. Odadan çıkmak için yeni bir hamle yaptığında Lara'yı bir ateş basmıştı ki Süreyya bey tekrar seslendi.
"Ha Gonca.”
“Buyurun efendim.” Diye yeniden durdu Gonca.
“Hala birini bulamadın mı?”
“Birkaç kişi ayarladım efendim.”
“Elini çabuk tut. İşin ucunda büyük para var. Parayı geçtim, böylesi insanları reddedemeyiz. Her an her şey aleyhimize işleyebilir.”
Bu konuşmadan ise ne yazık ki hiçbir şey anlamamıştı Lara. Zaten istese de anlayamazdı. Bir önceki sohbetin etkisini üzerinden atabilecek gibi değildi.
Milyonlardan söz ediliyordu ve kendisi...
Kendisi nasıl bu kadar aptal olabilmişti, anlamıyordu.
Onu kandırmışlardı. Gözünün içine baka baka bu kadın onu kandırmıştı.
“Dediğim gibi, birkaç kişi ayarlandı. İçlerinden birisi kesinlikle uygun olacaktır.”
“Hepsi bizden değil mi?”
“Hepsi bizden.”
“Güzel. O Melis denilen kızla yanındakileri es geç. Düşük çeneleri yüzünden başımızı belaya sokmasınlar.”
“Hiç merak etmeyin efendim.”
“Erkekleri de ele, adamları testosteronla cezbedemeyiz.”
"Tabii efendim.” diyen Gonca'nın yüzü gülüyor olmalıydı. En azından duyulan sesine göre öyle olduğunu tahmin edebiliyordu Lara. Fakat kendi yüzü hiç de mutlu görünmemekteydi.
Kandırıldığına emindi ve şimdi nasıl gülümseyebilirdi ki?
Onun üzerinden dünyanın parasını kazanmışlardı ve kendisini bir hiç gibi kenara süpürmüşler, yalnızca kullanmışlardı. Belli ki onlar için hiçbir şeydi.
Peki ne için?
Neden bunu kendisine reva görmüşlerdi ki?
Birden içerden çıkarak kapıyı kapatıp ardına dönen Gonca ile bedenini dikleştirdi. Artık yüzünde o her zamanki sakin ifade yok olup gitmiş, kaşları çatılmış, elleri duyduklarının hayal kırıklığından oluşan sinirle yumruk halini almıştı.
Kimse onu aptal yerine koyamazdı.
...
Dakikalar sonrasıydı ve Lara'nın öfkesi hala dinmiş değildi. Gonca pencerenin önündeki peteğe yaslanmış genç kızın duyduklarını nasıl toparlayacağını düşünürken Lara oradan oraya volta atıyor, diliyle dişi arasında kendi kendine konuşuyordu.
Bu yaşadıklarına inanamıyordu. Onu ne sanmışlardı? Aptal, kendini savunmaktan aciz bir kız çocuğu mu? Karşıdan bakınca alık gibi mi görünüyordu?
Teyzesi duysa kim bilir neler derdi. Kandırıldığını söylediği taktirde yüzünün alacağı ifadeyi tahmin edebiliyordu. Muhtemelen dudaklarını birbirine bastırarak onu baştan aşağı küçümseyici bir tavırla süzdükten sonra gözlerine bakar, hiçbir şey söylemeden başını iki yana sallayarak dönüp giderdi. Zaten hep böyle olmamış mıydı? Ne zaman en ufak bir hata yapsa, hatayı geç onaylayamayacağı veyahut da kendisinin elinde olmayan bir yanlışlık söz konusu olsa aynı bakışı atar, dönüp giderdi.
Ve o kulaklara kazınmış muhteşem lafı...
Şaşırmadım Lara'cım!
Gerçekten o kadar aptal mıydı?
Yoksa...
Yoksası yok.
Aptaldı işte. Aptalın ta kendisiydi? Yıllardır burada çalışıyordu ama hala birilerinin onu kandırabileceğini ya da kullanabileceğini akıl edebilmiş değildi. Her gördüğüne, her duyduğuna inanıyor, aptal gibi herkese güveniyordu. Ne zaman vazgeçecekti bu huyundan? Anlamalıydı artık. O çok güzel ya da zeki kızlardan biri değildi. Bir iş yaparken birkaç kez oturup düşünmeli, iyice araştırıp didiklemeliydi.
"Oturacak mısın artık?" diyen kadınla durup ondan yana bakındı. Sinirle, yüzünden belli olan hayal kırıklığının yansımasıyla gülümsedi.
"Oturmak mı?" diye sordu inanamayarak.
"Her şey çok normalmiş gibi oturmalı mıyım?" dediğinde derin bir iç çekişle:
"Sakin olur musun?" diye söylendi Gonca. Bu kadın kendisiyle dalga geçiyor olmalıydı.
"Beni kandırdın. Dolandırdın." diye bağırdı birden bire.
Bu çıkışı kendisi de beklemiyordu. Ama ne yapabilirdi? Yediği haltlar yetmemiş bir de hala sakinlikten, oturması gerektiğinden falan bahsediyordu.
"Hiçbir şey sandığın gibi değil." diye kaçacak bir yer ararcasına söylendi Gonca.
Ne yapıp etmeli, Lara'yı sakinleştirerek duyduklarının yanlışlığına inandırmalıydı. Lara iyi bir sanatçıydı, oldukça yetenekliydi, onu kaybedemezdi. Üstelik bu iş Süreyya beye sirayet ederse kendisi de işinden olurdu. Bu zamana kadar bir şekilde üstesinden gelmiş, gizlemeyi başarmıştı, yine yapabilirdi. Tabii ne yazık ki önce Lara'nın öfkesini törpülemeliydi.
Zaten o sakin bir kızdı. Mümkün mertebe kimseyle kavga dövüşe girmez, polemik yaratmazdı. Öyle bir şey olduğu taktirde de olay içerisinde çok yakın bir dostu yoksa susup izlemeyi tercih ederdi. Bu kadar naif ve nahif birini kaybedemezlerdi.
"Yalanlarının artık bir faydası yok." diyen kadınla düşünmeyi bırakıp çatılmış düz kaşlarına baktı.
"Her şeyi duydum." deyişiyle de anladı.
Artık geri dönüşü yoktu. Her şey mahvolmuştu.
"Bak açıklayabilirim." dedi yeniden bir çıkış noktası arayarak. Hiç yoktansa bir orta yolu bulmalılardı.
"Yanlış duyduğun..." dediği an susturuldu.
"Her şeyi duydum." diye bir kez daha söylendi Lara, sesi bu kez haddinden fazla çıkıyordu.
"Tablolarımı üç kuruşa benden alıp nasıl milyonlara sattığını duydum." demesiyle iyice gerilen ortamda başka ses çıkmamış, Gonca yalnızca bakınmakla yetinmişti. Söyleyebileceği hiçbir şey yoktu ve şuan yutkunmamak için boğazına zor sahip çıkıyordu. Terleyen ellerini hareket ettirmemek için sabit durmaya çalışıyordu ama titreyen parmakları bu dürtüsünü engeller cinstendi.
"Peki sana kim inanacak?" dedi birden bire.
Büyük hataydı.
Bunu asla söylememeliydi.
Bunu söyleyerek tüm suçlamaları kabul etmiş oluyordu.
Bunu söyleyerek reddediş kapılarının tamamını bizzat kendi suratına çarpmış oluyordu.
"Emin ol buradaki her ressam." diye sinirle karşısına dikildi Lara.
"Özellikle Süreyya bey." dediği an Gonca daha fazla kendini tutamayarak yutkunup gözlerini kırpıştırdı. Süreyya bey çapkın görünüşüne rağmen oldukça hakkaniyetli bir insandı ve bunu duyarsa kendisini bir daha asla değil bu ortamda, camiadaki herhangi bir atölyede de barındırmazdı. Korkudan ellerinin titremesi artarken kırpıştırdığı siyah bakışları da kızarıp yanarak dolmaya başladı.
"Bak sakin ol, otur bir konuşalım." dedi ne yapacağını iyice şaşırmış olarak.
"Neyi konuşacağız? Beni yıllardır nasıl dolandırdığını mı? Patronunun arkasından nasıl iş çevirdiğini mi?" diye yeniden sesini yükselten Lara iyice genç kadının dibine girmiş, onu iyice köşeye kıstırmıştı. Aslında bu tür hareketler Lara'dan beklenmeyen çıkışlardı. Teyzesi görse inanamazdı muhtemelen.
"Geçmişi geri getiremem Lara, olanları geri alamam." diye artık daha kısık çıkan sesiyle söylendi Gonca.
"Ama paramı geri verebilirsin." diyen Lara ile gözleri büyüdü.
Evet, muhtemelen hepsini olmasa da Lara'yı yatıştıracak bir kısmını verebilirdi. Lakin unutmaması gereken bir detay vardı. Bu iş de tek başına değildi. Dört yıldır birlikte olduğu sevgilisi ise kendisine sorma gereği bile duymadan böyle bir girişimde bulunduğunu öğrenirse çok kızmakla kalmaz, yüksek ihtimalle onu terk ederdi. Gonca böyle bir şey olsun istemiyordu. Çetin'i çok seviyordu.
"Saçmalama, o kadar parayı nasıl..." diye söylenirken:
"O halde tablolarımı geri ver." diye çıkıştı Lara. Gerçekten de bu çıkışlar kendisinden beklenmezdi. Karşı koymanın verdiği adrenalinle elleri titriyordu ve ne yazık ki sesi de aynı şekildeydi. Burnundan soluyan Gonca:
"Bak sakin ol, böyle yaparsan orta yolu bulamayız." diye söylendi, o da Lara kadar sesini titretiyordu ama onunki de en az genç kadınınki kadar elinde olan bir şey değildi.
"Oeta yolu bulmak mı?" diye sorduktan sonra yutkundu Lara. Devam edebilmesi için güç toplaması gerekiyordu. O yüzden bir anlığına durup düşünerek nefes aldı.
"Ortayolu bulmak falan istemiyorum. Çalıp üzerine yattığın hakkımı istiyorum." dedi bir kez daha yutkunarak.
"Tamam ama..." diye yeniden konuşmaya çalıştı Gonca. Lara yine izin vermedi. Bu gün formundaydı anlaşılan.
"Ya hiç utanmadan yediğin hakkımı verirsin, ya da bu atölyeyi ayağa kaldırırım. Bak bakalım o zaman Süreyya bey ne diyor?" diye genç kadından yana bir adım daha atıp iyice burnunun dibine girdi Lara. Şimdi tam anlamıyla karşı karşıya gelmişlerdi.
Yaklaşık bir saat kadar sonra ise artık odada üç kişilerdi.
Lara, Gonca ve o çok sevdiği sevgilisi Çetin...
Çetin Gonca'dan birkaç yaş büyük ve ondan önce yıllarca Kıbrıs'ta yaşamış erkek arkadaşıydı. Atölye ve Süreyya bey aracılığıyla tanışmış ikili kısa zamanda birbirlerine uyum sağlamışlardı. Aslında bu uyum genel itibariyle Gonca taraflıydı. Zira genellikle Çetin fikir belirtir, Gonca da pek fazla düşünmeden sevgilisinin kararına güvenerek kabul ederdi.
İşte Lara'nın tablolarının kendisinden düşük fiyatla alınması da Çetin vasıtasıyla düşünülmüş bir plandı. Zaten Lara bu adamı bir türlü sevemiyordu. Kumarala çalan sarışınlığı ve çekik, mavi gözleri ile keçi sakallı ifadesi kendisine güven vermiyordu. Onu ne zaman görse bir işler döndüğünü düşünmesi ise işten bile değildi, kendisini durduramıyordu. Hiç şüphesiz, düşüncelerinde haklı çıkmıştı. Bu adam yıllarca kendisini kandırmış, aptal yerine koymuştu. Teyzesi sırf böylesi bir iş de olduğu için yetersiz olduğunu düşünüyordu.
Onlar yüzünden!
Peki ya Gonca'ya ne demeliydi?
Onu severdi, ona güvenmişti. Böyle bir şeyi asla ama asla ondan beklemezdi.
"Beş milyon." diye söylendi Çetin. Artık bu ölümcül sessizliği birinin bitirmesi gerekiyordu.
“Sana beş milyon vereceğiz, kabul mü?” dediğinde ondan aldığı bakışlarını Gonca'ya çevirdi. Genç kadın artık konudan soyutlanmış bir şekilde kenarda sessizce oturmaktaydı. Olayı Çetin devralmıştı.
"Beş milyon mu?" diye güldü Lara.
"Üzerimden en az kaç milyon kazandığınızı duymadığımı mı sanıyorsun?” dediğinde Çetin derin bir soluk alırken Gonca:
"Lara bak…” diye araya girmeye çalışmıştı. O kadar da etkisiz olmadığını anladı Lara.
“Asıl siz bana bakın." dedi ikili arasında gözleriyle mekik dokurken.
"Ya paramı verirsiniz, ya da bir saat bile geçmeden hesap dökümüm Süreyya beyin elinde olur.” Dediğinde sessizce bakıştıklarını görmemek imkansızdı. Anlaşılan iyi bir hamle yapmıştı. Bunu anlamak için uzunca düşünmesine gerek yoktu. Bakışmalarını geç Gonca'nın çırpınışlarını anlamasında yeterliydi.
“Hayır, hayır. Lara bak lütfen…” diye ağlamaklı konuşmasından etkilenmemek için gözlerini Çetin üzerinde sabitledi. Gonca'nın yalandan ağladığını düşünmüyordu, çok kırılgan biri olduğunun bilincindeydi. Tek başına böyle bir şeyi yapması imkansızdı. O kadar zeki mi bilinmez lakin bunca cesur değildi.
“Sana iş ayarlarız.” Diye birden söylenen Çetin'e göz devirerek güldü. Gonca ise şaşkınca bakınmaktaydı. Sevgilisinin teklifine o da inanamıştı.
“Ne işi ya?" diye kaşlarını çattı Lara.
"Hala neyin işinden bahsediyorsun?” dediğinde Çetin'den önce Gonca'nın sesini duydu.
“Çetin?” diye sorarcasına bakan kadın pek de dikkatini çekmiyordu aslında. Gonca ise sevgilisinin henüz neyden bahsettiğini anlamamıştı. O kadar parayı ödeyebilecek nasıl bir işten bahsediyor olabilirdi ki?
"Bak, sandığın gibi değil, çok büyük bir iş geldi. Ne kadar büyük olduğunu tahmin bile edemezsin.” Diyen adama karşı çıkmadan bakındı Lara. Böyle bir şeyden haberi olurdu herhalde değil mi? Kendisinin bilmediği daha fazla ne iş dönüyordu bu atölyede?
“Çetin, hayır.” Diye aniden çıkıştı Gonca , artık neden bahsettiğini anlamıştı.
“Sen karışma.” diye bir anlığına saf sevgisine bakan Çetin yeniden tüm ilgisini Lara'ya yönlendirdi. Bu kızı bir şekilde ikna etmeliydi.
“Atölyeye çok büyük bir iş geldi Lara." diye tam karşısındaki sandalyeye oturmuş, Lara sanki her an saldırabilirmiş gibi temkinlice öne eğilmişti.
"Süreyya Bey bu iş için kendi takımından birini ayarlayacak. Kazanılacak para ise kaybettiğinin tonlarca katı diyebilirim.” Dediğinde düşünme sırası Lara'daydı. Bu kadar büyük bir işin gizli tutulmasını, duyulmamasını şimdi daha iyi anlıyordu. Peki nasıl büyüklükte bir işti ki kaybettiğinin tonlarcasını kazanacaktı?
"Çetin, hayır dedim.” Diye araya girmeye çalışan Gonca'ya ikisi de aldırmıyor, sadece bakışmakla yetiniyorlardı. Oturdukları yerde aralarında tek bir küçük sehpa vardı ve sanki oda etraflarında dönüyor gibiydi. Ne demeli, ne düşünmeliydi? Bu adama güvenebilir miydi?
“Beni de kendi oyunlarınıza alet edeceksiniz yani?” diye öfkeyle söylendiğinde:
"Alet etmek değil.” Dedi Çetin.
"Ya ne?”
“Sadece bir iş.” Diye masumca söyleniyordu ama bahsettiği işin çok da masum bir çerçevede olmadığını bilen tek kişi Gonca'ydı. Bakışmaları saniyelerden dakikaya evrilirken merakı kabaran Lara:
“Ne işi bu?” diye sormuş bulundu. Gonca heyecanla Çetin’e doğru başını iki yana sallıyordu ama ikisi de kendisine bakmıyor, görmüyor, duymuyordu. Hesaplaşma vakti gelmiş gibiydi.
“Portre.” Diye sevgilisini görmezden gelmeye devam ederek söylendi Çetin.
“Zengin bir aile var, Rus kökenli. Portreleri çizilecek. Portre başına 50 bin.”
“Lira.”
"Dolar." diyen adamla şaşkınca bakındı Lara.Bu büyük bir paraydı.
Üç portre çizeceğini düşünse...
Gerçekten büyük bir paraydı.
“Komisyon istiyorsun.” dedi birden bire. Tabii ya, nasıl olur da akıl edemezdi. Telaşla başını sallayan Çetin:
"Hayır, hayır.” Diye söylendi.
“İstiyorsun." dedi Lara ve Gonca'ya bakarak:
"İstiyorsunuz.” diye tekrar etti. Fakat Gonca hüzünle bakarak başını iki yana sallamaktan başka bir şey yapmıyordu.
“Komisyon falan istemiyoruz." diye onun gibi Gonca'ya bakıp yeniden döndü Çetin.
"Sadece…” dediğinde başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Lara ne diyeceğini biliyordu.
“Sessiz kalacağım.” Diye cümlesini tamamladı. Çetin başını sallarken yeni bir bakışma başlamıştı.
"Seçileceğim ne malum?” diye birden aklına gelen ilk şeyi söyleyiverdi Lara. Gonca da çaresizce araya girip:
"Aynen öyle.” Diye Çetin’e baktı. Çetin Gonca’ya tek kaşını kaldırarak bakıp Lara’ya döndü ve:
"Adayları biz göndereceğiz. Eğer bizden giden tek aday sen olursan…” diyerek ellerini iki yana açarak başını eğip hınzır bir gülüş sergiledi. Lara'nın rahatsız olduğu bakış tam olarak buydu.
"Eğer seçilmezsem…” diyecekken bu defa kendi cümlesi yarıda kesildi.
“Seçileceksin." dedi Çetin. Kendinden o kadar emin görünüyordu ki...
"Söz veriyorum.” Deyişiyle bir iç çeker gibi derince nefes aldı Lara. Bu adamın kendine güvenen tavırları bile fazla rahatsız ediciydi. Bakışmaları yeniden uzarken bu rahatsızlık duygusundan kurtulmak ve onun bakışlarının menzilinden bir an önce çıkabilmek için usulca ayaklandı Lara. Askılıktaki deri, uzun ceketini alarak giyinip kapıya yöneldi.
"Anlaştık mı?” diye arkasından ayarlanarak baktı Çetin. Gonca da kalkmış, eğilmiş kaşlarının altından korkuyla Lara'nın vereceği cevabı bekliyordu. Omzu üzerinden şöyle bir bakınmakla yetindi Lara.
“Lara…” diye söze girecek olan Gonca'ya aldırmadan bakışlarını Çetin'e çevirerek:
"On milyon gün bitmeden hesabımda olacak." diye söylendi ve çıkıp gitti. Ardında kalan ikiliden ses çıkmazken Çetin sakince soluyup gidişini izlemiş, Gonca ise oflayarak ağlamaklı yerine çökmüştü.
...
Hafta sonu en hızlı şekilde geçmiş, pazartesi sabahı gergin bekleyiş başlamıştı. İmzalanacak sözleşme için adayların değerlendirileceği otelin lobisinde bekleyen Gonca ve Çetin çifti en az adaylar kadar gerginlerdi. Aslında görünüşte Çetin Gonca'dan daha sakin görünmekle birlikte gergin hissediyordu. Çünkü Lara denilen kızı ilk defa bu kadar inatçı görmekteydi. Gonca da bundan bahsetmiş değildi ki anlaşılan Lara'nın bu yanı pek bilinmiyordu. O yüzden onu daha fazla kışkırtmamak için cuma gecesi on milyon lirayı hesabına aktarmış, böylece güvenini kazanacağını düşünmüştü.
Gonca ise Çetin kadar planlı programlı düşünmüyordu. Tek arzusu Lara'nın, Çetin'in bu beklenmedik teklifini kabul etmiş olarak çabucak gelmesi ve Süreyya beye hiçbir şey söylememiş olmasıydı.
“Süreyya beye haber verdin mi?” diyen Çetin'e dönüp yavaşça başını iki yana salladı.
"Haber ver o zaman Gonca.” Diyen sevgilisine bakmaya devam ederek endişeyle sordu:
“Ya Lara gelmezse. Hem ya seçilirse…”
"Gelecek." diye şüphe etmeden söylendi Çetin.
"Kendince hakkını arıyor, emin ol gelecek.”
"Peki ya seçilince ne olacak? Bunun nasıl bir iş olduğunu biliyorsun.” diyen Gonca'nın yüzünü avuçları arasına alarak yanaklarını okşadı. Bu gergin ruh halinden onun da bir an önce kurtulması gerekiyordu.
"Hişş, güzelim, sakin ol. Elbette biliyorum ama bu artık onun problemi. Bizi ilgilendirmez, değil mi?” dediğinde aynı endişeli tavırla:
“O savunmasız bir kız.” Diye ekledi Gonca.
“Bizi tehdit ederken hiç de öyle değildi.” Diyen Çetin'in yüzünde yine malum gülüş yer almaktaydı.
“Ya başına bir şey gelirse? Ya onu kandırdığımızı düşünürse?” diyen sevgilisinin korkularına katlanamasa da onu en iyi şekilde sakinleştirmek için kolları arasına alarak:
“Bebeğim sakinleş lütfen. Sözleşmeye uyduğu takdirde hiçbir şey olmayacak.” Diye söylendi. Fakat Gonca sakinleşmek yerine iyice gerilmiş bir vaziyette gerisinde bir yerlere bakmaya başlamış, Çetin'in kollarından ayrılmıştı. Ne olduğunu anlayarak arkasını döndü Çetin.
“Hoş geldin.” Diye kendilerinden yana gelmekte olan kadına elini uzatarak ortamı yumuşatmaya çalıştı. Fakat Lara elini sıkmak için herhangi bir hamlede bulunmamıştı.
“Nasılsın Lara?” diyen Gonca'ya bakma gereği bile duymadan:
“Sağol.” Demekle yetindi. Derken otelin girişindeki hareketlenme yeniden Çetin'in dikkatini çekmişti.
“Geldiler.” diye söylendi iki kadın da girişteki Rus heyetine dönerken.
“İşte başlıyoruz.”
...
Üç ayrıatölyeden, üç ayrı adayın katıldığı görüşmeler sanıldığından uzun sürerken, görüşmeye ilk katılacak adayın Lara olması Çetin'i hayal kırıklığına uğratmıştı. Gonca pek aldırmıyordu ama Çetin her bir detayı düşünmekteydi. Eğer Lara en sona girmiş olsaydı ne söyleyeceğine, sohbet sırasında neye değineceğine dair bir akıl yürütebilirlerdi. Kaldı ki aday sırası da burada belirlendiği için öncesinde de bir şey yapamamışlardı.
Adaylardan biri Lara'nın boylarında esmer, gözlüklü, oldukça zayıf ve pek gülümsemeyen bir kız; diğeri ise sarışın, Lara'ya oranla daha uzun boylu ve oldukça neşeli bir kızdı. Lara ise en az ilki kadar donuk, orta boylardaydı. Fakat güçlü cv'si ile teyzesinin nüfuzlu yapısı onu öne çıkaran bir etmendi. Tabii Çetin ne kadar ısrar etse de teyzesinin adının geçmemesini önemle vurgulamıştı.
Onu diğer adaylardan ayıran bir özelliği daha vardı; Türk olması.
Sarışın kız Bulgardı, yani etkili bir Rusçaya sahipti. Diğeri ise yarı İtalyan, yarı İngiliz'di. Aslında Lara'nın da baba tarafı Çeçen Türklerindendi ama bu detayı verirken eline pek bir şey geçeceğinden emin değildi. Kaldı Rusça'ya dair bildiği tek şey duj esprisiydi. Görüntüsünde de ilginç bir şey olduğu söylenemezdi. Sol gözünün altındaki siyah ben onu ayrıcalıklı kılmazdı değil mi? Ayrıca şimdi tek düşünebildiği şey seçilmeme ihtimaliydi ki Çetin de kara kara bunu düşünmekteydi. Eğer seçilmeyecek olursa konu kapanmaz, önünde sonunda Süreyya beye gitmeye çalışırdı. Onu başka türlü nasıl durdurabilirdi bilmiyordu.
Dakikalar geçerken ve neredeyse bir buçuk saat olmuşken nihayet söz konusu aile ile olan görüşme sonlandırılmış, karar verilmişti. Gergin bekleyiş son bulduğunda söylenen isimle çiftin mutluluğu gözlerinden okunuyor, Lara'ya çevrilmiş gözler kendisi olayları algılayamadan bir şaşkınlık ifadesi belirtiyordu.
Gonca'nın ellerine tutmasıyla ayaklanıp mecburi sarılmaya ve tebriklere şaşkınca karşılık verdi. Süreyya bey yarı şaşkın ve yarı onaylayıcı bakışlarla kendisini tebrik ederken her şeyin nasıl bu raddeye geldiğini anlamakta zorlanıyordu.
Aynı şekilde bu kadar çabuk sonlanmasına şaşıran bir diğer cephe ise Rusya'daydı.
Malikanede her şey canlı yayında izlenmiş, tüm adayların ırksal kökeni özenle değerlendirilmişti.
Gelen kişinin Rusça bilmesi sanılanın aksine istenen bir tercih değildi ve her ne kadar İngilizce konuşulacak olsa da İngiliz ya da Fransız kanına da güven olmazdı.
İki kuşaktan Türk olan ketum bir güzellik ise, yeterince işe yarayabilirdi.
“Ressam bulundu.” Diyen uzun boylu, kaslı vücuduna rağmen ince yapılı, sarışın adamın sesiyle pencere önündeki bir diğeri öylesine başını sallamıştı.
Haberin getirildiği adam da sarışın olan kadar, hatta belki birkaç parmak olarak ondan da uzun, daha sert ve daha yapılı bir görünüme sahipti. Bu haber onun için pek de bir haber değeri taşımıyordu aslında, yine de ablasını arzusuna karşı gelemezdi. Ablası evin ikinci büyüğüydü ve kendisini, kendisinin özel danışmanlığına atarken yapılacak işler konusunda oldukça ciddi bir ifadesi vardı.
“Bir Türkopol.” Diyen ve aile dışı diğer işleri için asıl özel danışmanı konumunda olan yakın -aslında tek- dostunun sesiyle şimdi dikkati biraz daha cezbolmuştu.
Omzu üzerinden bakarken kaşları çatıktı.
Türkopol mü demişti?