Görüşmeler sonrasında şanslı kişi olarak eve döndüğünde bunu teyzesine nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Evet bir pasaportu vardı, fakat daha önce hiç Rusya'ya gitmemişti. Bu önemli değildi, önemli olan teyzesinin ne düşüneceğiydi. Gerçi kendisinden kurtulduğu için sevinirdi herhalde.
Hayır hayır, bir ergen gibi kimse beni sevmiyor, istemiyor düşüncesine girmeyecekti. Sadece...
Teyzesine yük olduğunu hissedebiliyordu. Kadının yüz ifadesinden bile belliydi, kendisiyle yaşamak ona bir eziyetti. Açıkçası o da pek memnun sayılmazdı. Anne ve babasını tercih ederdi, tabii ölmemiş olsalardı. Teyzesinin kendisine kötü davrandığını söyleyemezdi, sadece çok...
Teyzesi garip bir kadındı doğrusu. Eşinden ve kendi mesleğinden dolayı geniş nüfuzlu biriydi. Bu da onu ulaşılması zor biri kılıyordu, belki de Lara bu yüzden kendisini istemediğini sanıyordu. Eşiyle boşanalı çok olmamıştı, tek kızı vardı o da İngiltere'deydi. O annesi kadar ketum değildi belki ama yazları birkaç hafta gelmesiyle aşırı sıkı fıkı dost olmuş değillerdi tabii. Hem düşüncelerini öylece ona açıklayamazdı, annesi hakkında dert yanamazdı ya.
Gerçi, Lara kimse hakkında kimseye dert yanmazdı. Genellikle sessizliği seçen bir yapısı vardı. Kimseyle sorun yaşamak istemiyordu. Bu onu korkak biri yapar mıydı bilmiyordu, ama mimik bile oynatmazken bir şeyler anlatan biri nasıl olabilirdi ki?
Şimdi ise aynanın önünde durmuş teyzesine Rusya'ya çalışmaya gideceğini nasıl söyleyeceğini düşünürken boş bakışlarla kendisini izliyordu. Eteğinin pilesini düzeltip kazağının kollarını da biraz yukarı çekti. Parmaklarına yakın tutmasından teyzesi pek hoşlanmıyordu. Derince bir nefes alıp telefonunu odasında bırakarak aşağı indi. Geniş salonun bir ucunda duran hazır yemek masasına ilerlerken her zamanki güzelliğiyle yerini almış olan teyzesi:
"Hıh, geldin mi Lara'cım." diye seslenirken tabağına yerleştirilen yemeklere bakmakla meşguldü.
"Afiyet olsun." diye teyzesinin yanındaki yere geçerek oturdu Lara.
Kendi tabağına da yapılan servis sonrası çalışanlar gitmiş, her zamanki gibi teyzesiyle yalnız kalmışlardı. Bir süre daha sessiz kalmaya devam etti Lara. Hem gelişmeleri nasıl aktaracağına henüz karar vermiş sayılmazdı.
"Terfi aldım." dedi birden bire. Aslında böyle bir şeyi neden söylediğini kendisi de bilmiyordu. Terfiden bahsederek nereye varabilirdi ki?
"Hmm, ne güzel." diye pek de umursamayan bir tavırla çatalındaki salatasını ağzına attı teyzesi. O sohbet insanı değildi, en azından kendisi için. Somut gerçeklerle ilgilenirdi. Lara da ona somutbir gerçeklik sunmaya karar verdi. Kalbi boğazında atarken yutkunup çatalını bırakarak heyecanla:
"Rusya'ya gidiyorum." dedi.
Evet, işte olmuştu.
Teyzesinin dikkatini gerçekten de çekebilmişti.
"Ne?" diye sorarak geriye yaslanan teyzesi yüzündeki yarı eğlenir, inanamaz ifadeyle bakınırken derin bir nefesle tekrarladı Lara.
"Rusya'ya gidiyorum. Çizim için teklif aldım." dedi.
"Bu bir terfi değil." diye yalanını yüzüne vurdu teyzesi.
Dikkat ettiği ilk şey yaptığı yanlış açıklama olmasa olmaz mıydı?
Olayın kendisine odaklansaydı ya.
Hu huu, gidiyordu. Hem de ta Rusya'ya.
"Nereden çıktı bu, Rusya?" diye iç çekerek sormasıyla konuştu Lara.
"Rus bir aile, portre çizimi için bir ressam arıyormuş." dediğinde:
"Sana teklifte bulundular yani, öyle mi?" diye sordu teyzesi. Sesi ve sorusundaki küçümseyici tavırı umursamamaya çalışarak devam etti Lara.
"Görüşmelere aday gösterildim." dediğinde:
"Ve kazandın." diye bir kez daha küçükseyici bir tavırla inanamayarak konuştu teyzesi.
Bu kadın neden bir kez olsun kendisine inanıp, güvenmiyordu? Evet, olayların başlangıç noktasını anlatmamıştı belki, ama doğruyu gizlemek yalan söylemek demek değildi ki. Ve anlattıkları kesinlikle doğruydu. Adaylar arasında yer almış ve seçilmişti. Bunu neden bu kadar garipsiyordu? Kendi kızı Lale kadar başarılı olup yurtdışına gidemez miydi yani? O kadar zeki ya da tercih edilecek bir donanıma sahip değil miydi? Yetersiz miydi? Bunu mu söylemek istiyordu teyzesi?
"Evet." dedi kendi hayal kırıklığı içerisinde.
"Neden inanmıyorsun?" sorusu döküldü birden bire dudaklarından. Gözlerini kırpıştırarak bakınan teyzesi tabağının yanındaki peçeteyi alıp, durumu kurtarmak ister bir çabayla kıkırdayarak dudaklarını silerken söylendi.
"İnanmıyor değilim, tabiki inanıyorum. Sadece Rusçan yok ve İngilizcen de A2 seviyesinde." dediğinde:
"C2." diye beklemeden söylendi Lara. Gözleri dolmuştu. Teyzesi kendisini ne kadar da küçümsüyordu böyle?
"Yine de yurtdışında çalışmak için yeterli değil." dediğini duymazdan geldi. O sırada gelen çalışanlardan biri çalan telefonunu uzattığında, ekranda yazan isme çok fazla bakmadan açarak kulağına götürdü. Arayan Süreyya beydi kendisini yarın gece heyetinde katılacağı ve sözleşmenin imzalanacağı bir akşam yemeğine davet ediyordu. Çok uzatmadan kabul edip iyi akşamlar dileyerek kapattı Lara. Tabağındaki didikleriği yemeğe bakarak iç çekti. İştahı kaçmıştı, teyzesi ise hala yemekteydi.
"Kimmiş." diye yemek yemeye devam soran kadına bakıp:
"Patronum." dedi.
"Ne için arıyor ki bu saatte?" diye yeniden yaslanıp kendisine bakan teyzesine ciddi bir ifadeyle bakındı. Artık emindi, teyzesinin umurunda bile değildi. O yüzden ne kadar çabuk giderse, kendisi için o kadar iyiydi.
"Sözleşme." dediğinde kaşlarını havalandırarak:
"Gideceksin yani?" diye soruşunu umursamadan sandalyesini iteleyerek yerinden kalktı ve masayı terk etmeden hemen önce duyacağı şekilde mırıldandı.
"Şüphen bile olmasın."
...
Ertesi gün akşam saatleri hazırlanmak için odasına kapanan Lara ne teyzesine daha fazla bir şey söylemiş, ne de bir sitemde bulunmuştu. O nasıl yıllarca kendisini umursamadan yaşamını sürdürdüyse o da şimdi aynını yapacak ve buradaki son günlerini öncekilerden farksız bir şekilde sessiz bir sükûnet içinde geçirecekti. O yüzden sakince akşamki davete hazırlanmakla oyalandı. Çok abartmamak için baştan aşağı siyah, boğazlı bir elbise giydi. Parmak detayları bulunan elbisenin asıl olayı derin yan yırtmacıydı ki bunu da diz üstü siyah çizmesiyle güzel bir görüntüye dönüştürerek, doğal siyahlıktaki saçlarını sol omuzuna attı. Belindeki sşyah, ince kemer ve kulağını kaplayan gümüş küpeleri dışında bir süsü yoktu.
Uzun, deri ceketini giyip çantasını da alarak aşağı indiğinde teyzesi telefonla konuşmakla meşguldü, o da gelmeyen arabası yüzünden taksi çağırmış olarak dışarı çıktı. Haber vermesine gerek yoktu, nasılsa merak edilmezdi. Birkaç dakika beklediği taksi geldiğinde Gonca'nın mesaj attığı adresi tarif ederek dışarıyı izlemeye koyuldu.
Biraz gergin ve heyecanlı olduğunu söyleyebilirdi. Her şey birden bire olmuş, hiç beklemediği bir anda, hiç haberi olmayan bir işe aday olarak kabul edilmişti. Bu geceden sonra ise daha önce sık sık televizyonda bile görmediği bir ülkeye yol alacaktı. Daha önceki seyahatleri gibi Amerika, İngiltere ya da daha bilindik başka bir yere gitme ihtimali üzerinde durmuştu ama Rusya...
Rusya'yı hiç düşünmemişti. Soğuk olurdu herhalde, öyle bilinirdi. Zaten akla gelen ya yeraltı gücü, ya da soğuğuydu. Gerçi artık dünyanın herhangi bir yerinde yeraltı gücü diye bir şey kalmamıştı. Devletler tüm gücü bünyelerinde toplamış ve değil mafya ya da baronlar, basit çetelere bile müsamaha göstermez olmuşlardı. O yüzden bu konuda endişe etmemeliydi.
Geldiği restoranın kapısında bekleyen şık giyimli bir adam elindeki davetli listesiyle ilgileniyor, gelen misafirlere isimlerini sorarak yönlendiriyordu. Kendisine de aynı şekilde adını sorduktan sonra güler yüzlü bir şekilde ileriyi işaret ederken, kendisine eşlik etmesi için yanına genç bir kadını vermekten de geri durmamıştı. Ceketini lobiye veren Lara bir adım kadar önünde ilerleyen kadının peşinde ilerlerken lüks restoranın köşedeki büyük masalarından birine yönlendirilmiş, kendisini bekleyen kalabalık erkek grubu aysklanırken her biriyle selamlaşarak en nihyetinde Süreyya beyin yanındaki yerini almıştı.
Yemekler sipariş edilip sohbet sürerken kimi zaman kişisel konuşmalar da oluyordu. Bunlardan biri de o dakikalarda Süreyya bey ile kendi arasında geçti.
"Aday olacağını bana neden söylemedin?" diye haklı bir sitemle söylenen Süreyya beyin yüzünde hayal kırıklığı ya da bir hüzün bulunmamaktaydı. Bu yalnızca dostça bir sitem gibiydi.
"İşi çok geç öğrendim. Umarım adaylığım sizin için bir sorun yaratmamıştır." diye kibarca söylendi.
"Hayır hayır, sadece adaylıktaki ısrarını bilmek isterdim. Çetin çok istediğini belirtti." diye patronuyla yutkundu.
"Sadece dışhat bir işin bana her konuda iyi geleceğini düşündüm." diye söylendi.
"Bir sorun olmadığına emin misin? Biliyorsun, bana her şeyi anlatabilirsin. Beni bir abin gibi görmeni isterim." diyen adamla bir kez daha yutkundu. Süreyya bey ömrü boyunca görüp görebileceği en yardımsever, en anlayışlı ve babacan patron olsa gerekti.
"Biliyorum." diye gülümsedi.
"Her şey yolunca." derken gülümsemeye devam ediyordu ama esasen hiçbir şey yolunda değildi.
Tek ailesi olarak bildiği teyzesinin onu küçümsemelerinden, yok gibi davranmalarından sıkılmış, bunalmıştı. Vereceği tepki yüzünden yaşadığı kandırılma olayını bile anlatamayacak bir aile istemiyordu. Ve belli ki yakın zamanda burada daha iyisini bulamayacaktı. Belki de bu onun için dört duvarla kaplı hissi veren hayatından kendince bir kaçıştı. Tabii düşünceleri de kendisiyle gelecekken tam bir kaçış hissiyatı yaratır mıydı, orası da şaibeliydi.
Yine de eline fırsat gelmişken şu baştan başlama muhabbetini bir kez de olsa denemek istiyordu. Yapamazsa kürkçü dükkanına dönecekti nasılsa, gideceği başka bir yer mi vardı ki?
Dakikalar ilerlemiş, gece sona varmıştı.
Sıra, sözleşmedeydi.
Eline aldığı dosya içindeki kağıdı imzalamak için üstteki şeffaflığı yana çektiği an Süreyya beyin fısıldayan sesi kulağına çarptı.
"Önce bir oku istersen."
Patronu haklıydı. Bu yüzden karşı tarafı çok bekletmemek için hızlıca satırlar arasında gözlerini gezdirmeye başladı. Fakat gözleri aşağı kaydıkça daha çok büyüyor, şaşkınlığı ha bire artıyordu. Okudukları gerçek miydi yoksa kamera şakası falan mı yapıyorlardı?
Basit bir çizim işi için yapılan sözleşme bu denli detaylı mı olmalıydı?
"Bir sorun mu var?” diyen Süreyya beyin sesi bir kulağından girip diğerinde çıkıp giderken Lara okumaya devam ediyordu.
Sorun mu demişti?
Peş peşe sıralı on madde sorunun ta kendisiydi.
Madde 1: Söz konusu ressam çalışma süresi boyunca Rusya’daki Romanov malikânesinde kalacak ve Romanov ailesinin koruması altında olacaktır.
Madde 2: Malikânedeki tüm portreler ressam tarafından restore edilecektir.
Madde 3: Her aile üyesinin ayrı ayrı ve birlikte olmak üzere portreleri çizilecektir.
Madde 4: Ödeme tarafların bir orta yolu bulabilmesi amacıyla ABD doları ile yapılacak olup, çizilecek her bir tablonun değeri 50.000 dolardır. Restore edilecek tablolar ise tanesi 10.000 dolardan hesaplanacaktır.
Madde 5: Söz konusu ressam sözleşmeyi feshettiği takdirde ödenen tutarın tamamının iki katının iadesini yapmak zorundadır.
Madde 6: Sözleşme Romanov ailesi tarafından fesih edilecek olursa ilk etapta söz edilen tablo sayısı gereği hesaplanan ücretin tamamı ressama havale edilecektir.
Madde 7: Ressam Rusya’da yaşadığı süre boyunca aile üyeleriyle birlikte tüm etkinliklere katılıp Romanov ailesi dışında hiç kimseyle özel bir ilişki içerisinde bulunmayacaktır.
Madde 8: Söz konusu ressam şahsına ait elektronik cihazları teslim ederek Romanov ailesi tarafından kendisine tahsis edilen cihazlar vasıtasıyla işlerini görecek ve sözleşme süresi boyunca ailesi de dahil olmak üzere yalnızca üç kişi ile iletişime geçecektir.
Madde 9: Herhangi bir sağlık sorunu olmadıkça iki taraf için de yukarıdaki maddelere tolerans tanınması kesinlikle yasa dışı sayılmakta olup, istisnai durumda (sağlık kaybı) taraflar avukatları ile toplantı sonucu ortak bir karar vereceklerdir. Söz konusu ressam avukat yoksunluğu çektiği takdirde yüce Rusya mahkemeleri tarafından kendisine bir avukat tahsis edilecektir.
Madde 10: Ressam, Romanov ailesi ile malikanede yaşadığı süre zarfında aileye ya da herhangi bir kişiye karşın mensubu olduğu ırkın, dinin veya ideolojinin tanımı, öğretisi veya sohbetini gerçekleştirmeyecek; söz konusu konular bütününde kışkırtıcı bir hareket, söylem ve tavırda bulunmayacak; yazılı ya da görsel olarak sembolik unsurlar taşımamaya özen gösterecektir.
Madde 11: Söz konusu anlaşma minimum süre zarfında 1 yılı kapsamakta olup, müeccel vaktin dolmasıyla çalışmalar kontrol edilerek sözleşmenin yenilenmesi yahut feshi hakkında aile ile istişarede bulunulacaktır.
Ağır olduğunu düşünmemekle birlikte çok mantıklı olsa da kendisi için oldukça beklenmedik olan bu maddeler onu istemsizce doğru yapıp yapmadığına dair düşüncelere sürülüyordu. Gerçekten burada olmalı mıydı, yoksa yine aptallık mı ediyordu? Peki bu sözleşmeyi bir avukat ya da akıl verecek bir büyük olmadan imzalamak ne kadar mantıklıydı?
Evet, Süreyya bey söz konusu büyük rolüne bürünebilirdi ama akıl istenin sırası mıydı acaba? Ya da garip kaçar mıydı?
Lara öyle kendi kendine düşünedursun, elindeki kalemin ucu çoktan kağıda sürtünmüş, o daha farkında bile olmadan bir mürekkep lekesi bırakmıştı.
"Lara." deyip kalemin bıraktığı izi işaret eden patronuyla, daha doğrusu artık eski patronuyla bakışlarını satırlardan ayırıp kalemi kaldırdı. Bıraktığı küçük çiziğe bakıp yutkunarak kendisini izleyen bakışların ağırlığı altında kalemi daha sıkı ve kendinden emin tutmaya gayret ederek derin bir nefes sonrası kağıdı imzalayıverdi.
İşte, her şey olup bitmişti bile.
Gülümseyerek tebrikler eşliğinde sözleşmenin örneğini de imzalatan heyet, ikinci örneği kendisine bırakırken kutlama için kadehler doldurulmaya başlanmıştı.
Aslında her şey, Lara'nın tahmin ettiği üzere tam da şuan başlıyor, yepyeni bir hayat kendisini bekliyordu.
Tek fark, bu yenisinin öncekinden çok daha acı verici, kanlı ve zorlu geçecek olmasıydı.
Ve şimdiki yalnızlığı, ileride hevesle anıp özlemle yâd edeceği bir hatıra olacaktı.
Zira hayat, artık ona hiç de sevgi dolu davranmayacaktı.
...
Birkaç günün nasıl geçtiğine dair hiçbir fikri yoktu. Ona verilen toparlanması için gerekli süre yalnızca iki gündü ve çoktan geçip gitmişti. Lara ise o iki gün boyunca odanın ortasındaki boş valizlerle oturmuş, yola çıkmadan önceki akşam aceleyle her şeyi üç koca valize tıkıştırıvermişti. Fazla abartmasına gerek yoktu aslında ama bir yandan da bir yıl ve belki daha da fazla süre orada kalacağını düşününce her şeyi yanında götürme dürtüsüne engel olamıyordu. O yüzden her şeyi topladığından emin olmak için odayı birbirine katmış, sözleşmenin maddelerini unutmuş olarak laptop, tablet vs her şeyini yanına almıştı. Kişisel eşyalar için hazırladığı üç valiz dışında yeni bir tanesi de fırça, kalem ve defter setleri içindi ki her şeyi -hem de her şeyi- toparlayabildiğinde saatler gece yarısını geçiyordu.
Şehri ve hatta ülkeyi terk etmenin verdiği ağırlıkla duygusal boşluğa düşmeden önce uyuması gerektiğini düşünerek yatağa girmiş, çok sürmeden de bayılmıştı. Erkenden kalkıp çalışanların yardımıyla dört valizini birden dış kapının yanına taşıdıktan donra kahvaltı sofrasına oturabildi. Söylenene göre heyet kendisi için bir araç gönderecekti ve birkaç dakikası kalmıştı. Hızlıca bir şeyler atıştırırken:
"Teyzem kalkmadı mı?" diye sordu, onun için portakal suyu dolduran orta yaşlı çalışana doğru.
"Leman hanım erkenden çıktı Lara'cım, toplantısı varmış." diyen kadının sözüne takılacaktı, kendisine hüzünle bakan yüz ifadesi daha çok dikkatini çekmişti. Bir şey demeden başını sallayıp ağzında bir çamur, boğazında bir yumru haline gelmiş lokmayı zar zor yutabildi. Dolan gözlerini kırpıştırarak yerinden kalktığında:
"İçmeyecek misin? Doğru düzgün bir şey yemedin bile." demediyle başını iki yana sallayıp kapıya ilerledi. Peşinden gelen yardımcılar görmeden önce akan bir damla gözyaşını silip valizleri yüklenmeye çalıştı.
"Allah'a emanet." diye gülümseyerek sarılmak için bekleyen kadına karşılık verip su dolu sürahiyle gelen diğerine gülümsedi.
Birazdan taksiye binip havaalanının yolunu tuttuğunda ve çok geçmeden heyetten biriyle birlikte özel bir uçağa yerleştirildiğinde kapatmak üzere eline aldığı telefonuna gelen mesaja bakakaldı.
İyi uçuşlar Lara'cım.
İşte bu kadardı.
Basit bir mesaj, gerek duyulmayan veda...
Telefonu kapatıp çantasına koyduğunda düşünmemeye çalışıyordu.
Yalnızlığını, vedalaşacak doğru düzgün bir arkadaşının bile olmayışını, teyzesinin uzak bir akrabadan daha soğuk olan yaklaşımını...
Ortalama üç-üç buçuk saatlik bir yolculuktan sonra uçak inmiş, gökyüzü ve yer ülkesinde olmadığını bağırır cinsten kendisine selam verir olmuştu. Artık başka bir göğe bakıyor, başka bir toprağa basıyor, başka bir havayı soluyordu. Temiz mi yoksa kirli mi, güzel mi yoksa bunaltıcı mı hiçbir şey bilmiyor, düşünemiyordu. Adeta hayatının akışına, günün hızına yetişmeye çalışarak hareket ediyordu.
Geldikleri özel uçaktan inip filmli camları olan büyük, siyah bir araca bindiklerinde geçtikleri caddeleri, durdukları ışıkları, döndükleri köşeleri izliyor, her yeni güzergâhta hayretle doluyordu. Rusya gerçekten güzel ve büyük bir yerdi. Bulundukları yer başkentti ve sadece Moskova bile onu ülkeye hayran etmekte yeterliydi.
Derken caddeler ve sokaklar bitti, ilerledikleri kırsal gözler önüne büyük ve heybetli bir malikane çıkardı. Arabadan inen Lara valizleri ondan önce eve götürülürken kendini evi izlemekten alıkoyamıyordu. Burası adeta eski zamanın kalelerine benziyor, içeride korunan çok değerli bir şey varmışçasına büyük, kalın duvarlara sahip görünüyordu. Pencereler ve kapılar da olabildiğine büyük ve dikkat çekici ama bir o kadar da güvenilir görünmekteydi.
Kendisini yönlendiren adamla taş merdivenleri çıkıp devasa kapıdan içeri girerek bir şatonun holüne benzer bir alana girdi. İleride kendilerini uzun boylu, çok olmasa da ince yapılı, sarışın, yakılıklı bir adam beklemekteydi. Yüzündeki gülüşü genişletip ellerini ceplerinden çıkararak kendisinden yana yaklaştı.
“Lara Memmedov.” Diye elini uzattığında, şaşkınlığından açık ağzını kapayan Lara gülümseyerek başını sallayıp elini uzattı. Tuttuğu elini sıkmaktansa üzerine bir öpücük kondurarak doğrulan uzun boylu adamın yüzünde kendinden hayli emin bir ifade bulunmaktaydı.
“Andrei Alekseyeviç Krasova." diye kendini tanıttı.
"Romanov’ların baş danışmanı. Sizinle tanışmaktan onur duyarım.” Diyen adama onun gibi İngilizce cevap verdi Lara.
“Memnun oldum.” Dedi kısaca. Şuan tek düşünebildiği malikanenin dışı kadar harika olan iç görüntüsü ve karşısındaki bu adamın tehlikeli yakışıklılığıydı. Hayır, ondan etkilenmemişti. Sarışın erkeklerden hoşlanmazdı. Centilmenliği belki ön plana çıkarabilirdi ama hayır, sarışın erkekler hep uzak gelmişti.
“Odanız hazır, çıkıp dinlenebilirsiniz." diye kendisini hareket ettirmek ister gibi hafifçe beline dokunup girişin karşısında bulunan taş merdivenlere yöneltti.
"Beş çayına geç kalmayın lütfen.” Demesiyle farkında olmadığı bir telaşa kapılan Lara gözleriyle duvarları tarayarak bir saat aramaya çalıştı. Bulamadığı için telefonuna sarılmıştı kionu da açmadığını fark ederek daha çok heyecanlandı. O ne zaman gerçekleştireceğini bilemediği aptal telaşına kapılırken henüz tanıştığı baş danışman Andrei çoktan gülmeye başlamıştı. Şaşkınca baktığı adam:
"Şaka yapıyorum." diye söylendiğinde sitemkar bir iç çekişten hallice nefes alıp vererek sakinleşemey çalıştı. Gelirgelmez kendisiyle mi uğraşıyordu bu adam?
"Burası lanet olası krallık değil." dediğinde onu çok net anlayabiliyordu.
"Fakat ne yazık ki yine de sizinle İngilizce konuşacağız. Ayrıca çayı istediğiniz saatte içebilirsiniz. Tıpkı Konstantinopol’deki gibi.” Dediğinde yersiz şakanın gerginliğiyle:
"İstanbul.” Dedi Lara.
“Ah, elbette." diye onun kadar ciddileşmese de daha derli toplu bir edaya bürünen Andrei de tekrar etti.
"İstanbul.”
Fakat Türkçe söylediği bu isimle birlikte hala imalı bir gülüş sergilemekteydi. Bakışmanın uzamasına izin vermeden:
“Akşam yemeğinden hemen önce Romanov ailesi ile tanışacaksınız.” Diye ekledi.
"Sabırsızlıkla bekliyorum.” Dedi Lara. Gerginliği bir kenara bırakmalıydı. Belki sıcak bir duş alıp bir iki saat kestirse iyi gelirdi. Jetlag yüzünden kabalık etmek istemezdi.
“Emin olun onlar da.” Diye gülümseyen adama bakınırken:
"Öyleyse.” Diye yüksek bir söyelnmesiyle köşeden genç bir kadın çıkagelmişti. Yaklaştıkları taş basamakların önünde durduklarında:
"Bu Katya, sizin için özellikle seçtim.” Diye üzerinde forması bulunan kadını işaret etti. Lara bakınmakla yetinirken Türkçe bir şekilde:
“Aşk-ı Memnu.” Diyen adamla kaşlarını kaldırdı. Anlaşıldı, baş danışman fazla cıvıktı.
"Artık sizinle özel olarak o ilgilenecek. Tüm sorularınızı cevaplayacaktır, öyle değil mi Katya?” dediğinde tebessüm eden kadına Lara da karşılık verdi.
Bu mizah anlayışına karşı ne diyebilirdi ki?
“Öyleyse yemekten önce görüşürüz.” Diye tekrar elini uzanan ve aynı şekilde küçük bir öpücük konduran adama tebessüm dolu bir şekilde kibarca veda ederek Katya'nın da yardımıyla odasına çıktı.
Eşyaları ondan evvel çıkarılmıştı ve geniş odada yatak sol tarafa, banyo olduğunu tahmin ettiği kapı ise sağ tarafa düşüyordu. Ayrıca girişin tam karşısında geniş bir koltuk, onun önünde de tuval için şövale ve malzemeleri için de şövalenin sol yanında geniş bir masa bulunmaktaydı. Şövalenin bu tarafında ise ne bir koltuk ne de bir dandalye bulunmaktaydı. Onun yerine oturma kısmı rahat bir pufa sahip olan tabure vardı. Kolunun bile çarpmaması için oldukça titiz bir ortam hazırlanmışa benziyordu ve bu ortamın odasında bulunması da ayrı bir güzeldi. Geç saatler düşünüldüğü takdirde yatağının bulunduğu yerde çalışmak daha iyi olacaktı.
Valizlerini öylece bırakıp duşa girdi ve sonrasında uzandığı yumuşak yatak onu ne kadar bilmez bir süre için bayıltmaya yetmişti. Gözlerini açtığında hava çoktan kararmış, başında bekleyen Katya isimli kadın kendisini izlemeyi bırakıp gülümseyerek valizlerine yönelmişti.
"Ne oldu?" diye sordu uykulu bir sesle.
"Akşam yemeği için haber vermem istendi." diyen kadınla:
"Saat kaç?" diye yerinden fırladı. Katya valizlerini boşaltırken onu engelleyip kendisinin yapabileceği söyleyecekti ama hazırlanmakla meşguldü. Bu kadar uzun süre uyuyacağını düşünmemişti doğrusu. Katya'ya birkaç kez teşekkürlerini sunarken bir yandan da hazırlanıyor, boğazlı ama ince siyah kazağı üstüne giyerken siyah düz, külotlu çoraplarıyla oradan oraya koşturuyordu.
Uzun saçlarının dalgasını düzeltip yüzüne sade bir makyaj yaptıktan sonra kırmızı ekoseli eteğini de giymiş olarak nihayet hazırdı. Kalın yüksek topuklu ayakkabılarını da ayağına giyip tolalarını yaptıktan sonra aynadaki aksine son bir kez baktı. Abartılı olmayan görüntüsüyle Katya ile birlikte aşağı indiğinde genç kadına eşyalarını yerleştirmesi konusundaki yardımından ötürü tekrar ve tekrar teşekkür ediyordu ki son basamaklardan evvel baş danışman, yakışıklı Andrei ile karşılaştı.
"Güzel Türk’e yol açalım.” Diye eliyle basamakları gösteren adama gülümseyerek önü sıra inmeye başladı. Birbirlerine gülümseyerek salona girerlerken peşlerinden gelen Katya çoktan ortalıktan kaybolmuştu.
Lara'yı takip eden şimdi daha büyük bir şeydi. İçindeki heyecanla kalbi güm güm atmakta, göğse hızla inip kalkmaktaydı. Peşinden gelen adamın önünde bir an durup derin derin soludu. Sakinleşmesi gerekiyordu. Bu kadar heyecanlanmasıma gerek yoktu. Basit bir tanışmaydı.
Evet.
Sadece onlar için çalışacağı köklü bir Rus ailesi ile basit bir tanışmaydı.
O yerinde pineklemeyi sürdürürken Andrei yanından geçip öne çıkmış, kasvetli salonun loş karanlığoına doğru:
“İşte dünyanın en zengin ve en güzel ressamı." diye seslenmişti. Salondaki aile üyelerinin ilgisini çekebildiğinde:
"Türk Lokumu.” Diye Lara'yı işaretle takdim etti.
Lara bu lafa şaşırsa da gülümsemek için zorlayarak ilk adımını attı. Şöminenin alevleri önündeki koltuklardan ilk kalkan genç kadınlardan daha uzun boylu olanıydı. Gülümseyerek kendisine yaklaşırken diğeri de kalkmıştı ama kollarını göğsünde birleştirerek yerinde kalmayı tercih etmişti.
Kendisinden yana gelen uzun altın sarısı saçlara, ciddi fakat tatlı bir yüz ifadesine, ince olmasına rağmen dolgun bir bedene sahipti.
“Romanov güzeli, Yekaterina." diye elini uzatan güzel kadını tanıttı Andrei. Tanıtırken hayran bakışlar atmaktan da geri durmuyordu.
“Merhaba. Seninle tanışmak bir zevk.” diye kibarca tokalaştıktan sonra Andrei'nin sesi bir kez daha duyuldu.
“Küçük prensesimiz Olyenka.” Diye diğer kadını işaret etti. Olga Andrei'ye anlık gülümsemesi sonrası göz devirirken Lara onu izliyordu.
O da sarışındı ama kısa saçları Yekaterina'nınkimden çok daha açık renkliydi. Platin sarısına benzer açıklıkta saçlarının yanı sıra solgun beyazlıktaki ten rengi ile siyah, ağır makyajlı gözleri ile ablasının aksine doğal görünmüyordu.
“Aleksey aileden, yani o da dâhil sadece dört kişiyiz." diye lafa girdi Yekaterina.
"İşin çok uzun sürmeyecektir diye düşünüyorum. Tabii minimum zaman şartını düşünürsek, güzel bir çalışma beklediğimizi belirtmeliyim. Eminim elinden harika işler çıkacaktır.” Diye gülümsemesine karşılık verdi Lara.
“Sona kalmaktan onur duyarım." dedi Andrei
"Hanımlarla çalışmaya başlayabilirsin diye düşünüyorum.” Derken Andrei'nin gözleri şömine önündeli çapraz koltuklardan birinde oturmayı sürdüren kalıplı adamı bulmuştu.
Yüzünü dönmeyen adam sessiz kalmayı sürdürerek başıyla onay verdiği an Andrei'de onayla Lara ve Yekaterina'ya döndü.
“Harika, benimle başlayabiliriz o halde.” Diye sevinçle konuştu Yekaterina. Fakat küçük Olyenka:
“Yerini almak zorundayım ablacığım." diye araya girmişti.
"Bu eziyet için sabrım yok.” Diye sözlerini Rusça tamamladığında Lara anlamaz bakışlarını istemsizce Yekaterina ve Andrei arasında götürmüştü.
Yekaterina ise kız kardeşinin lüzumsuz tavrından rahatsız olmuş ama sakin kalmaya çalışır bir ifadeyle:
"Pekâlâ." diye ekledi.
"O halde Olyenka ile başlayabilirsin.” Dediğinde olanları anladı Lara. Belli ki evin küçüğü olan bu güzel ama dik başlı genç kadının bu tür şeyler için sabrı sınırlıydı. Ona öfkelenmedi, anlayabiliyordu
Resim işleri bazen çok sıkıcı olabiliyordu.
“Ne zaman…” diye söze girecek olan Yekaterina ile Olga bir kez daha atılmıştı.
“Hemen.” Diye İngilizce konuşarak Lara’ya doğru bakınıp tek kaşını kaldırdığında ona yalnızca onaylamak kalmıştı.
Ardından gözler hala oturan Vladimir'e takıldı. O daha yerinden kalkmadan -ki gerek duymuyordu- Lara utangaç tavırlarını bir kenara atabilmek ve daha girişken, daha medeni davranabilmek amacıyla öne atılıp elini uzattı. Aslında bunu yaparken oldukça çekingen davranmıştı ama bunu ilk fark eden Andrei olmuş olacak ki kızlar yalnızca samimi tavrını izliyorlardı.
Kalıplı, genç sayılabilecek adam ise ilk defa bir kadının ona karşı çekingen ama samimi bir şekilde elini uzatma çabasını fark ediyordu. Genellikle onunla tanışmak üzere olan kadınlar hep bir cilveyle yaklaşmışlardı. Yüzünün yarısı şömine ateşinin ışığıyla aydınlanırken diğer yanı karanlıkta kalıyor, genç kadının uzattığı küçük ele attığı bakışları sertliğini koruyordu.
Birden bire ayaklanarak Lara'nın kendisinden yana attığı iki adımdan birini geri çekmesine sebep oldu. Genç ve kendisinden epey kısa olan kadın yüzüne bakmak için başını kaldırırken o Lara'nın elini kavramıştı.
Kavradığı el o kadar küçüktü ki avuçları birbirine değerken adamın parmakları genç kadının bileğine sürtünüyor, eli onun pençeleri arasında ufacık kalıyordu.
Onun gibi bakışlarını indirip adamın baktığı yere, birleşen ellerine baktı Lara. Elini çekmek için ilk atakta bulunan yine Lara olmuştu ama bu kez yaptığı hareket ilki kadar hızlı ve rahat gerçekleşmemişti. Genç kadının küçük eline şaşkın, çatılmış kaşları altından bakarken bu tavrını ne Lara, ne de kız kardeşleri fark ediyordu. Hatta Lara yutkunarak tutulan elini bir kez daha çekip de bu sefer kurtarabildiğinde garipliği fark eden yine Andrei olmuştu.
Gözleri Yekaterina'yı bulurken sandığının aksine oluşan garip havayı genç kadının da fark ettiğini gördü.
Olga ise imalı bakışlarla kaşlarını kaldırıp indirerek kollarını göğsünde birleştirmişti.
"Öyleyse akşam yemeğine geçebiliriz.” Diye odanın ortasındaki uzun yemek masasını işaret eden Yekaterina ise gerginliği giderme çabasındaydı.
Herkes yerine geçerken tanışma konusunu abarttığını düşünerek Andrei'nin çektiği sandalyeye yerleşti Lara. Masanın ucunda az önce tanıştığı kalıplı adam, sağ yanında Yekaterina ve Olga, sol yanında ise Andrei oturmaktaydı. Lara da Andrei’nin sandalyeyi çekmesiyle onun yanına oturmuş ve böylece yemek servisi başlamıştı.
Yemekten sonra Lara garip akşamı daha fazla samimi aptallıklarıyla garipleştirmemek için odasına çıkmış, iki adam ise şömine başındaki koltuklara kurulmuşlardı.
Kalıplı adam sessizliğini koruyarak viski bardağını tuttuğu sağ eline bakınarak garip ressamın küçük elini düşündü. Bakışları masum, samimiyeti gerçekti. Fakat birden bire kendisiyle tokalaşmak isteyeceğini hiç düşünmemişti.
"Şu kız, ressam.” Dedi Andrei. Kalıplı adam bir şey söylemeden dostunun sözünü tamamlamasını bekledi.
“Gerçekten onunla mı çalışacağız?” dediğinde:
“Endişeli misin?” diye sordu.
"Hareketleri çok garip, sence de fazla masum bir Türk değil mi?” diyen arkadaşına sorarcasına bakarak:
“MIT.” Dedi.
Omuz silken adam:
"Bir şey söylemek zor, CV’si bakışları kadar saf.” dediğinde:
“O halde?” diye tekrardan sordu.
“Sadece tekrar bakınacağım.” Diye omuz silkti Andrei. Gerçekten en son aklına gelecek şey, Türk bir güzelin bu kadar masum olacağıydı.
“Samimiyeti problem yaratmaz, sohbet edecek değiliz.” Diyen tok sesle gülümseyerek:
“Gözleri güzel.” Diye ekledi.
Kalıplı olanı ise:
"Elleri çok küçük." demekle yetindi.
"Fırça tutabildiğinden şüpheliyim.” Diye eklediğinde arkadan gelen topuk tıkırtıları ile birlikte Yekaterina’nın sesini duydular.
"Tam olarak nereye geldiğini bilmediğine eminim.” diyen kadına abisi değil, Andrei bakıyordu.
Hem de derin bir hayranlık ve aşkla...
"Kiminle çalışacağını biliyor mu, Vladimir?" diye abisinin tepesine dikilerek, kollarını göğsünde birleştirip sordu Yekaterina.
"Zamanla öğrenir.” Diyen sert sesle:
"Tabii." diye eğlenir bir tonda söylendi.
"O zamana kadar ödü kopmazsa." diye öfkeyle eklediğinde, yalnız değillerdi.
Ve sözleri, kapı ardına sinmiş bir çift kara gözün şahitliğiyle körükleniyordu.