Neden ve nasıl buraya geldiğini bilmiyordu. Bu yüzden yapabileceği tek şeyi yaptı ve onları izledi. Masalı ilk dinlemeye başladığında da böyle olmuştu. Daha ne olduğunu anlamadan savaştan kaçan insanların yanında bulmuştu kendini. Sonrasında çocukların peşine düşmüş ve adaya onlarla birlikte sürüklenmişti. Riva ve Aşina'yı orada tanımıştı. İnsan olmamaları, gördüklerinin sadece bir rüyadan veya eskilerin anlatıp durduğu saçma masallardan ibaret olduğunu düşünmesini sağlamıştı.
Düşüncelerinden uzaklaşarak önünde cereyan eden olayı izlemeye başladı.
Kızıl kadın, önünde duran kadının siyah saçlarını kavrayarak başını geriye yatırdı. Boynunu pençesiyle kavradığında masal anlatan uysal kadın gitmiş, yerine acımasız biri gelmişti.
Önüne dökülen gri saçlarının arasından infazcıya bakıyordu. Köpek dişleri sivrilerek dudaklarının arasından çıkmış ve gözlerinin kızıllığını intikam bürümüştü.
"Oğlumu alırsan, kızını alırım!" diyerek adeta kükrediğinde aynı gülümseme infazcının dudaklarında yerini aldı.
"Onun soyunu bilirken böyle bir şeyi düşünmen..." diyen infazcı, hemen önüne çöken ve usulca sonunu bekleyen adama acıyarak baktı. Kuralları bilmesine rağmen bağlanmadığı biriyle birlikte olmuştu. Bunu kraliyet soyunun verdiği kibre kapılarak yaptığına emindi. Pişman olmuştu evet. Ancak pişman olmak için geç kalmıştı.
"Oğlum kraliyetten!"
Parmaklarını sıkılaştırarak Badem'in nefesini kesen kızıl kadın, infazcının yukarı bakan avuçlarından yayılan kara dumana korkuyla baktı. Oğlunu öldürecekti. Gözlerinin önünde... Bunu karşılıksız bırakmazdı. Ucunda ölüm olsa dahi yapamazdı bunu.
"Kızım..."diyerek Badem'e bakan infazcı, gülümseyerek sürdürdü konuşmasını "...Hatalı. Sizin oğlunuz gibi. Ancak karnındakinin günahı yok. Onu öylece ölüme gönderemem"
Kızıl kadın irkilerek gerilediğinde pençeleri Badem'in tenini yararak çekilmişti. Ancak açılan yaralar, bir ölümlü de olmaması gereken biçimde hızla kapanarak iyileşti.
Dizlerinin üzerinde kalarak önünde duran ölümlüye bakan kızıl kadın "Bunu nasıl yaptın?" dedi. Öfke ve korku içindeydi. Böyle bir gücü yoktu. İnfazcı sadece can alırdı. Yaşatmak onun güçleri arasında değildi.
"Benim yaptığımı da nereden çıkardın?"
İnfazcının mavileri, gururunu ve acısını tüm çıplaklığıyla sunuyordu kızına.
Badem kadının pençelerinden kurtulur kurtulmaz sarmıştı kollarını karnına. Sevdiği adamdan bir parça taşıdığını bilmek gururlandırmıştı onu. Onların insan olmadığını anladığında korkmuş ve dili tutulmuştu. Babası da onlardan biriydi. Nasıl ve neden bilmese de onlardan farklı olduğunu düşünmüştü. Ancak kana bulanan boynu durumun sandığı gibi olmadığını gösteriyordu. Sadece onlardan değil, kendisinden de korkuyordu artık. Ne babasının sözlerini ne de onu öldürmeye çalışanların öfkelerini duyuyordu. Gözleri sevdiği adamda, elleri karnındaydı.
Anyk onların duygularını, hislerini, düşüncelerini tüm çıplaklığıyla görebiliyordu. Bunu sağlayan tam olarak neydi bilmiyordu. Ancak baktığı her özde kendini buluyordu. Sanki masalı anlatan kadından değil her birinden ayrı ayrı dinliyor ve izliyordu.
Oydu. Kızıl kadının bahsettiği gelen, insandan infazcıya dönen adam. Mavi gözleri ve siyah saçlarıyla tıpkı insan çocuklara benziyordu.
İnfazcı kadından oğlunu almıştı. Böylece düşman olmuşlardı. Aşina ve Riva'nın çocukları özeldi. Hepsi olmasa bile asırda bir gelen diğer sürüleri bastırmış ve diğerlerini dize getirmişti.
Gittikçe silinen görüntülerin ardından yüreğini sarmalayan duygulardan silkelenmeye çalıştı. Yine bir yığın soru birikmişti zihninde. Sonunu görmek isterken masalın bu kadar değişeceğini düşünmemişti. Mutlu başlamamıştı, mutlu da bitmemişti. Biraz olsun iki kadının mutluluklarını görmek istemişti. Ancak masal onu çok başka bir zamana ve acı duygulara götürmüştü. Artık sonrasını öğrenmek istediğinden emin değildi. Birileri ölecekti ve ölecek olan hangisi olursa olsun buna şahit olmak istemiyordu.
Onu korkutan asıl nokta, kızıl gözlü kadındı. İnfazcı diye seslendiği adam Aran'a bire bir benziyordu. Muhtemelen o değildi. Masala tanıdığı insanları yerleştiren onun hayal gücü olmalıydı. Bu yüzden hamile olan kandın da annesine benziyordu.
İç çekerek sıkı sıkıya kapalı tuttuğu göz kapaklarını araladığında rüzgarın hareketlenişini hissetti. Buraya çıkarken sakin olan rüzgarın, masalın ardından tekrar yok olacağını düşünmüştü. Ancak tahminlerinin aksine şiddetini arttırmış ve dalların çatırdamaya başlamasına neden olmuştu.
Ellerine değen gözleri, unuttuğu bir ayrıntıyı daha hatırlatmıştı ona. Kızıl dalgalar, parmaklarından çözülerek koluna doğru yayılmıştı. Sağ koluna değil, sadece sol koluna. İç gıcıklayan hissin hazzına varmak için aşağı inmesi gerekiyordu. Kızılların ona masaldan kaldığına emindi artık. Oradaki kurtlarda da farklı dalgalar görmüştü. Onlarla bir bağlantısı olabilir miydi? Fazla düşünüyordu. Hala mantığını bırakmayan birkaç düşüncesi vardı. Hayalle gerçeği birbirine karıştırmaya başlamıştı.
Biraz daha oturmaya ve düşünmeye devam ederse rüzgar, onu öldürecekti. Güç bela yayını ve sadağını sırtlandı. Bacaklarını sıkıca doladığı daldan ayrılarak inişe geçti. Saçları fırtınanın etkisiyle dallara karışarak yolundu. Oradan oraya tutunarak indiği yolu yarıladığında rahatladı. Şimdiye dek bir çok kez tırmanmış olmasına rağmen fırtınalı günlerde tırmanmaması gerektiğini bilecek kadar deneyim kazanmıştı. Tabi bunun için birkaç kez düşmesi ve mağarada tıkılı kalması gerekmişti.
Ayakları yere bastığında yayını koluna astı ve kolundaki deri ipi çözerek saçlarını topladı. Sağa sola savuran rüzgarın akımında debelenerek yönünü mağaraya çevirdi. Dışarıda kalmak ölümüne neden olurdu. Ancak onların, arasına dönemezdi. Bu yüzden kardeşiyle keşfettiği o küçük deliğe doğru yürüyordu. Belki de koşması gerekiyordu.
Gözlerine dolan tozu toprağı engellemeye çalışırken başını iki yana sallayarak hayıflandı. Oraya ulaşması neredeyse imkansızdı. Yönünü doğru seçtiğinden dahi emin olmadan ilerlediğini hissettiğinde geniş gövdeli ağaçlardan birine yaslanarak rüzgardan korunmaya çalıştı. Kollarını ağaca sardı ve alnını ağaca dayadı. Yaşaran gözlerini tozdan korumaya çalışarak bekledi. Bu halde, bir adım ileriyi göremezken ilerleyemezdi.
Çıplak bacağına dokunan şeyle olduğu yerde sıçrarken sıkı sıkıya kavradığı yayını göremediği şeye doğru savurdu. Ancak hedefini bulamayarak boşlukta savrulan yay dengesini bozdu ve savrulan bedeninin yere serilmesini sağladı. Sadağındaki oklar sırtına battı. Ağaç köklerinden birine çarpmış olma ihtimali yüksek olan başının yarattığı acıyla inleyerek doğrulmaya çalıştı. Yan döndü. Elinden aldığı destekle yarı doğrulduğunda bulanık görüşüne değen hayvanla bedeni donakaldı. Birbirine giren düşüncelerinin karmaşasında şiddetli rüzgarın sakinleştiğini duyumsadı. Geldiği gibi ansızın yok olmuştu sanki.
Belki de yine masalın ortasına düşmüştü. Ancak bu kez birileri onun farkında gibiydi. Karşısındaki hayvanın tüylerinde dolanan bakışları, kızıl gözlere kilitlendi. Bu oydu. Masalda ki kadının oğlu, Kıraç. Adını dahi biliyordu.
Burnunun dibine dek sürten hayvanın derince aldığı nefeslerle onu kokladığını anlarken güçlükle yutkundu. Ne yapacağını bilmiyordu. Eğer masalda olsaydı kurt onu fark etmezdi değil mi? Ancak şimdi kurt onu görüyor ve kokluyordu. Bu da masal da olmadığını gösterirdi.
Kızıl gözler sol kolunu bulduğunda başını eğerek yere dayalı duran koluna baktı. Kızıl dalgalar... onların özüydü. Bunu biliyordu. Şu an kolundaki dalgalarda kızıldı... bunun ne anlama geldiğini kavrayamıyor olsa da kızıl kurdun onu, kendi ırkından biri olarak gördüğünü biliyordu.
Kurdun devasa burnu koluna yöneldiğinde hızla geri çekilerek kalçasının üzerinde sürünmeye başladı. Bu yakınlıkta onu rahatsız eden bir şeyler vardı.
Ne oluyordu?
Neden oluyordu?
Tüm bunların cevabı üzerine gelmeye devam eden kurttaydı. Ancak şimdiye dek avladığı veya kaçtığı hayvanı, farklı bir şey... bir insan olarak düşünmek ne kadar mümkündü?
Sırtına değen ağacın gövdesiyle kurdun arkasında kalan yaya çaresizce baktı. Kendisini savunması gerektiğini düşündüğü kadar, öyle bir hata yapmaması gerektiğini de düşünüyordu.
Hızla inip kalkan göğsü gibi titreyen bacakları, kalkmasına yardımcı olmuyordu. Onun baktığı yöne bakarak hırlayan kurt ansızın dibinde bittiğinde salya damlayan dişlere bakarak inledi. Belli ki onu korkutan şey ölmekti. Kendisini koklamaya devam eden kurt, kolunu koklayarak boynuna yöneldiğinde gözleri ardına dek açıldı.
Kurdun zihninden yorgunluk ve güçsüzlük yayılıyordu. Tüm bunlara rağmen bedeninin güçlü duruşu Anyk'ı korkutuyordu. Nedenini bilmediği bir şekilde kurt, onu gücüne kavuşturacağını düşünüyordu. Bunu, onu yiyerek yapma ihtimalini düşünememek için güçlükle yutkundu.
Güçlü nefeslerinin tenine çarpışını tüyler izlerken bir kez daha olduğu yerde sıçradı. Bacaklarının üzerine yayılan devasa şey başını omzuna yasladığında buz kesen bedeni, içten içe titriyordu. Hayvanın ağırlığı bacaklarına binerken almaya unuttuğu nefesler, kesik kesik öksürmesine neden oldu. Sırtına batmaya devam eden okların yarattığı acı ve her an parçalarına ayrılabilecek olmanın verdiği korkuyla titredi.
Başını kaldırarak kızıl gözlerini ona diken kurdun yarattığı boşluktan yararlanarak titrek elleri sadağa uzattı. İplerini çözerek sırtını tekrar ağaca yasladı. Ne de olsa kaçışı imkansızdı ki onu yemek isteyen kurdun, bu şekilde hareket etmeyeceğinden emindi.
Kurt yani Kıraç olduğunu düşündüğü öz, başını tekrar omzuna yasladığında biraz öncekine oranla daha rahattı. Ölüm korkusu ise hala yerli yerindeydi.
Gözlerini, ormanın uzandığı araziye dikerek sakinliğini bulmaya ve kendini kontrol etmeye çalıştı. İşe, bu kurdun bildiklerinden farklı olduğunu kabullenmekle başlamalıydı. Sonrasında onu güçsüz düşüren şeyi bulmalı, neden ondan yardım istediğini anlamalıydı. Cevapların masalda olduğunu tahmin ediyordu ama o masal omzuna başını yaslamış uyukluyordu. Bu durumu nasıl açıklığa kavuşturacaktı?
İnsanlar dışında başka varlıklarında olduğunu kabullenmekle işe başladı. Yaşadıkları, sandığı hayallerin çok ötesindeydi artık. Gerçekleri, gözleriyle gördüklerini daha fazla reddedemezdi. Her şeyin başladığı yer, o iki insanının düştüğü adaydı. Orada özlerle tanışmışlar ve aile kurmuşlardı. Masalı anlatan kadın onların çocuklarını kara özler olarak nitelendirmişti. Asırda bir doğan dışında diğerlerinin herhangi bir gücü veya özü yoktu. Asırda bir gelene ise infazcı demişlerdi. Ölümsüz olmalarına rağmen onları öldürebilen biri çıkmıştı. Onu neden düşman olarak gördüklerini anlayabiliyordu. İnsanlarda hayatlarını tehdit eden şeyleri düşman edinirlerdi.
İnfazcı, kızıl kadının oğlunu öldürmüş olmalıydı. Badem'in yaşayıp yaşamadığını henüz kestiremiyordu ama kızıl varis kesinlikle ölmüştü. Kadının infazcıya duyduğu kinin sebebi bu olmalıydı.
Ada... masalın geçtiği o yer tamda burasıydı. Yaşadıkları mağara, koştukları kumsal, suların çarptığı kayalar... Hayal veya gerçek her şey bu topraklarda yaşanmıştı.
Yere dayalı olan sol elini, kavrayan pençeyle daldığı düşüncelerden sıçrayarak uzaklaştı. Kalbi yine kulaklarına ulaşmış, nefesleri boğazında düğümlenmişti. Anlaşılan yaşadıklarını normal karşılamak bir yere kadar sakin kalmasını sağlıyordu.
Sol eli kurdun tüylerindeki yerini bulurken ana odaklanmaya çalıştı. Önemli olan kendisinden ne istediğini anlayabilmekti.
"Ne..."diyen fısıltısı, kulaklarına ulaşmadığı için sözlerini tamamlayamadan kapadı titrek dudaklarını.
Zihninde yer edinen görüntüyü hazmetmeye çalışarak kıpırdattı parmaklarını. Anlaşılan tek yapması gereken tüylerini okşamaktı. Annesinin, kızıl kadının yaptığı gibi. Buna neden ihtiyacı olduğunu anlamasa da istediği şeyi yapmayı tercih etti. İstediğini yaparsa belki giderdi. Bunu istediğinden emin değildi. Böyle güzel bir varlığı, öylece bırakabilir miydi?
Döneceği bir yuvası, güvenebileceği kimsesi kalmamıştı. Kısaca yabani hayatın ortasında bir başınaydı. Yanında bir arkadaşın olması hiç de fena olmazdı.
Kızıl tüylerin yumuşacık dokusu, bir süre sonra rahatlayarak iç çekmesine neden oldu. Masal yarım kalmıştı. Hayatı gibi, kendisi gibi... Anyk, ne masalın sonunu ne de kendi sonunu bilmek istiyordu.
Yaşaran gözlerini saklamak için göz kapaklarını sıkıca yumdu. Ne yapması gerektiğini bilmiyor, eskisi kadar kendisine güvenemiyordu. Bir başınayken kaç gün doğumu görebilirdi?
Kurdun sıcaklığı, bedeni gibi düşüncelerini de uyuşturmaya başladı. Ansızın neden bu kadar yorgun hissetmeye başlamıştı? Göz kapaklarını kaldırmaya çalıştı. Çok ağırlardı. Karanlık bir sis gibi bedenini ele geçirmeye başladığında zihni de bitkinliğine yenik düşüp kapandı.