36. bölüm.

2714 Words
Cansu, mesire alanına gelip Furkan'ları görünce yüzünü çevirip telefonda konuşur gibi yapınca Furkan sinirlenmiş, diğerleri ise şaşırmıştı. "Dengesiz abii, dengesiiizzz. Şeytan diyor-" E: "Öhhöh öhhöh" "Ne var lan zatürre mi oldun?" E: "Hayır kardeşim, Komşu kızımız, ablam olduğu için ağzını topla diye yaptım." F: "Git o ablana söyle beni çileden çıkartmasın o zaman. Saçlarını boynuma dolayıp sırtını dönemez." E: "Sen bi dur ben bakıp geleceğim. Belki de görmedi ne biliyorsun?" F: "He pollyanna hee!" ~~~~~~•~~~~~~• Ben telefonda konuşur gibi yaparken Enes yanıma gelip selâm verince, göz kırpıp, sanki bir şey sormuşta cevabını veriyormuş gibi yapıp, "Enes hemen git buradan, Furkan'a da bir şey söyleme!" deyince başıyla selâm verip iki adım geri gittikten sonra önüne dönerek gitti. Sırasıyla diğerleri gelmeden buradan gitmem lazımdı. Furkan yüzümden anlamasın diye sol kolumu kaldırıp ensemi kaşıyarak yanlarından geçip gittim. Arabada ki adam beni takip etmek yerine sanki gözetmenlik yapıyor gibiydi. Ben arabaya yaklaşırken o dışarı çıktı, göz göze geldiğimizde başıyla selâm verdi. Adamın niyeti beni kaçırmak değil Şirvan'ın varlığını hissettirmekti. Anladığım kadarıyla: çam yarması, bu sefer yerimi öğrenip beni kaçırma zahmetinde bulunarak işini yine adamlarına yaptırmayacaktı. Amerika'da Neçirvan'ın ortağı olmasaydı orada olduğundan emin olamayacaktım. Furkan olmasaydı Engin'den de intikamımı alıp Amerika'ya gitmeyi isterdim. Onlarla aynı havayı solumak bile sinirimi bozuyordu. Arabaya bindiğimde, adamın arabaya binmek gibi bir niyetinin olmadığını gördüm, bu günkü beni korkutma mesaisi bitmişti galiba. Yine de arkama baka baka oradan uzaklaştım... ~~~~~~•~~~~~~• Enes, beti benzi atmış bir şekilde masaya gelince Furkan bir şeyler olduğundan şüphelenmişti. Arkasından Cansu da yanlarından geçerken yüzünü kapatınca iyice merak etti. Arkasından bakmaya çalışınca Enes engel olmak için, "Eee bundan sonra ne yapıyoruz?" deyip kolundan kendine çekince, "Susup kolumu bırakırsan istediğin yere gidebilirsin yoksa hastanelik olacaksın." derken Cansu'nun bi arabaya baktığını gördü. Cansu arabaya binip ilerleyince yerinden kalkıp arabaya doğru yürüdü. Normal yolunda gider gibi yürürken adamın telefonla konuşmasına kulak kesildi. "Benim burada işim bitti, ne emredersiniz? Döneyim mi?.." ~~~~~~•~~~~~~• İlaçları anneme getirdiğimde, omuzlarına beyaz çarşaf örtülmüş, kafası bir o tarafa bir bu tarafa çevrilmekten boynu ağrımış Derin beni görünce nur görmüş gibi bakmaya başlamıştı. İçimden, bu durumun sorumlusu olduğum için özürler dileyerek ilacı anneme verdim. Bende önüme beyaz bir çarşaf alıp Derya'nın boynunu ağrıtmak için bekliyordum. Bi veteriner olarak hayvan katliamı yapıyor olmaktan utanıyordum. Bir iki saat sonra ilacın etkisiyle sersemleyen bitleri tarakla başımızdan temizlemeyi başarmıştık. Sirkelerin yumurtadan çıkmaması için iki gün yıkanmayıp devamlı taranıp ilaçlanacaktık ve bit'imiz de bitip gidecekti. Bit temizlemeye yemek molası vermiş, sonra da hava karardığı için başlarımızı ilaçlayıp türbanla sarmıştık. Bit zedeler yorgun olduğu için mutfağı ben toplamıştım. Çöpleri konteynera atmak için dışarı çıktım, En son üç yıl önce yılan gördüğüm yerden hızlıca geçerken bir el beni tutup kendine çekti. Sabah ki adamın işini tamamlamaya geldiğini düşünüp çığlık atacaktım kii, arkamda ki kişi tanıdık bir sesle kulağıma, "Şşşş korkma benim." demişti. 'Korkma' demeyle olmuyordu, elim ayağım titreyerek geriye döndüğümde, başıma bakarak, "Yakışmış" deyip sırıtınca yüzüne bi şamar patlatıp rahatlamaya çalıştım. Furkan yüzünü tutarken, pişkinliğinden usanmış gibi göğüs kafesinden iterek, sersemlettim. "Bana bak, zaman dedin verdim, yeter artık rahat bırak beni, iki de bir karşıma çıkıp durma!" dediğimde hiç bir şey söylemeden beş metre ötedeki arabasına gidip, ön koltuktan benim, "Ne güzel sesi çıkmıyor, uyuyor herhalde." diye düşündüğüm yavru kediyi getirdi. "Kapınız açık kalmış galiba, kaçmış!" diyerek bana uzattığında yaptığıma pişman olmuş ne söyleyeceğimi bilemeden bakmıştım. Furkan'da aynı şekilde, bir şey söylemeden bir iki adım atıp geriye döndü, "Özür dilerim, bu kadar rahatsız ettiğimi bilmiyordum. Bir daha olmayacak. Kendine iyi bak." deyip arabaya bindi. Hakkı olmasına rağmen Meriç kadar üzerime gelmiyordu gıcık, ben de en çok bu hâlini seviyordum. Yanımdan patinaj çekerek giderken arkasından, "Yavaş ol aptal!" diye bağırmamı duymamıştı. Onların eve dönen yol ağzına kadar arabanın sesini ve ışığını takip etmiştim ama Furkan evlerine dönmemiş köyün çıkışında gözden kaybolmuştu. Enes'in araba kapıda olmasa buluşacaklar derdim ama ortada bir hareketlenme yoktu. "Biraz dolanıp döner herhalde" diyerek içeri girdim... Ertesi günü, evden hiç çıkmayarak bir kaç seansla bitlerimizden tamamen arınmıştık, neyse ki iki gece Furkan da varlığını hissettirmemiş ve bende çok rahat bir uyku çekmiştim. Kahvaltıdan sonra hazırlanıp kliniğe gitmek için dış kapıdan çıktığımda, Kaan'la Taner'i Enes'le konuşurken gördüm. Enes beni görünce gözlerini kaçırmıştı. İçimden, "Salak mısın oğlum, kız gibi trip atıyorsun." dedim, iki gün önce masadan göndermeme alınmış olmalıydı. Sokağın başında, Erkan acele acele yürürken Kaan, ıslık çalarak, "Erkan, haber var mı?" deyince Enes koluna vurup beni işaret etmişti. Kaan arkasına dönünce beni görüp pot kırmış gibi baktı. Erkan, "Yok abi, abimler Ankara'ya gidiyor, acelem var." deyip geldiği gibi gidince, tükürüğüm tersine akıp genzime kaçmıştı. Furkan'ın okul Ankara'daydı... Arabaya binmekten vazgeçip, dördüncüleri eksik üçlünün yanına yürüdüm. Enes, Kaan'a "iyi halt ettin" der gibi bakıyordu. Enes'in karşısında dikilip, "Konuş" der gibi bakarken yüzünden morali bozuk olduğu anlaşılan Nalan dışarı çıktı. O da beni görüp afallayınca elimin ayağımın titrediğini hissettim. Yer ayağımın altından kayıyor gibiydi. Gözlerimi kırpıştırarak bulanık gördüğüm Nalan'ı netleştirmeye çalıştım. "Ablaa, gel bi içeri girelim otur." diyerek beni sürükleyen Enes'e karşı koyamıyordum. Ben beş yıldır bu kapıdan içeri girmemiştim. Benim bütün tabularımı bu çocuk yıkmak zorunda mıydı. Nalan, hemen su getirip bana verirken, kötü haber verecek gibi bakıyordu. "Ne oldu?" derken, iki kelimelik bir cümle bana o kadar uzun ve ağır gelmişti ki, cevaba hazır değilim der gibiydim. Dördü de cevap vermeden yere bakıyordu, "lan alt tarafı iki gün bitlendim evden çıkamadım, ne olmuş olabilirdi kii?" diye düşünürken, Ali amca beyaz gömlek siyah pantolon giymiş dışarı çıkarken içeriye seslenip, siz Rasim'lere geçersiniz, bende jandarmalarla giderim deyince Afife teyze, "Ay hadi inşaallah hayırlı haberlerle!" diyerek peşinden gelmişti. Nalan'ın bir şey söylemek gibi bir niyeti de olmadığı için elimi kaldırıp iki yudum ancak içebildiğim suyu uzatarak Afife teyzenin gideceğini söylediği yere doğru gitmek için oturduğum yerden kapıya tutunarak kalkmaya çalıştım, bu tabureyi bile ne ara kimin getirdiğini görmemiştim. Nalan koluma girip, "Cansu, iyi misin?" dediğinde cevap vermedim. Onlar benim "ne oldu" soruma cevap vermemişti bende onlara vermek istemiyordum. "Cansuu, sakin ol ama tamam mı?" İki gündür neredeydi bu teselliciler de şimdi sakin ol diyorlardı, hem ben ne için sakin olacaktım kii... Furkan'ların evine yaklaşırken köyümüzün bedava matemcileri de önümden hızlıca geçip yerlerini almak için gidiyorlardı. Hane halkını görmeden işlerine başlamadıkları için ne olduğunu onlardan da öğrenememiştim. Furkan'ların harmana geldiğimde Neriman teyzenin çığlığını duyup durdum, bir adım geriye atıp harmana baktım. Furkan'ın arabası yoktu, içinde iki jandarmanın olduğu bir jandarma arabası ve Meriç'in asık suratıyla yanında beklediği Hakan'ın arabası vardı. Bana bakmıyordu bile, yüzünden en son beni düşündüğü belli oluyordu. Hakan evlerinin köşeyi dönüp, "Hadi, Hadi!" diyerek elindeki ufak çantayı arabaya tıkıp koltuğa geçti. Furkan gibi olmasa da tozu dumana katarak hızla yanımızdan uzaklaştı. Nalan, kolumdan tutmuş "nereye istersen götürebilirim" der gibiydi, ağırlığım onda ama kumanda bendeydi. Bana buradan kimse yardımcı olmayacaktı belliydi, bende daha metanetli olan Türkân'ın yanına gitmeye karar verdim. Nalan'ı da kendimle yürüterek avlu kapısının önüne geldim, her iki kapıda hoş geldiniz der gibi açık olsa da içeride ki kalabalık hiç hoş bulmuşa benzemiyordu. Neriman teyze sedire yığılmış gibi oturmuş karşısındaki komutanla konuşuyordu, ayakta başka bir jandarma elinde kalem kağıtla Neriman teyzenin söylediklerini yazıyordu. Furkan'a bir şey olmuş olamazdı, kesin o bir şey yapmıştı, bende şikayetçiydim, Uykuları mı çalmıştı, hayallerimi çalmıştı, sağlığımı çalmıştı, kalbimi çalmıştı. azılı bir hırsızdı ama başka bir şey olamazdı. Yada sarhoş olmuştu, birinin bağına bahçesine zarar vermişti Aşkımdan sarhoş olup benim gönül bağıma zarar verdiği gibi. Ama başka bir şey olmamıştı eminim. Benim Derya'yı annemden uzak tutup amacıma ulaşmam gibi annemler de beni uzak tutmuştu. Babamın yorgunum diye suratı beş karış gelmesinin sebebi de bu olmalıydı. Meryem'in kolundan sıyrılıp bana doğru gelen Türkân'ın yüzüne bakamamıştım, halbuki ben ondan ne olduğunu öğrenmek için gelmiştim. Beni kolumdan tutup yan tarafta ki eskiden samanlık olarak kullanılan şuan araba tekerlerinin ve evin eski malzemelerinin konduğu hangara girdik. Yalvarır gibi, "Cansu," deyip susmuştu. Adımdan ona ne gibi bir yardımım dokunabilirdi kii. "Furkan!" Şimdi de Furkan'dan medet ummuştu ama ben kendi adımla yardım edemediğime Furkan'ın adıyla hiç edemezdim. "Kayıp..." Bu son kelime yardım çığlığı gibi değildi, dert yanma gibiydi. Boynuma sarılıp ağlamaya başlamasına ne demeliydi. Ben kendim ayakta duramıyorken onu nasıl tutabilirdim. O koca hangar bana dar gelmeye başlamıştı. Türkân biraz omuzumu ıslattıktan sonra başını kaldırıp, "Cansu, onu en son ne zaman gördün, neredeydi, nasıldı?" deyince "iki gün önce tokat attım, morali çok bozuktu, gitti" demek yerine, yine yalan söyleyerek "bilmiyorum" dedim. "Ne oldu, son durumlar ne?" diyen Nalan'a baktım, benim ona sorduğum sorunun cevabını oda bilmiyor gibiydi. "Hiç bir haber yok, Allah'tan Orhan amca o gece arabayı görmüşte abi'me söylemiş. Yoksa daha çok geç kalacaktık." "Neyee?" dedim "Ne oldu?" ya hâlâ tam olarak cevap alamasam da. Türkân ağlarken, Nalan her iki soruma da cevabı vermişti. "Cansu, iki gece önce Furkan nişan günü olduğu gibi araba sürerken Orhan amca görmüş, neredeyse Taner'in köpeğini ezecekmiş, Orhan amca arkasından bağırmış ama duyuramamış, o'da Hakan'ı arayıp anlatmış." deyince Türkân ağlamasını hıçkırıklarla arttırmış ve Nalan'ın kötü habere geldiğini anlamamı sağlamıştı. "Hakan, Furkan'ı aramış neredesin çabuk eve gel diye, Furkan'da ölmeye gidiyorum-" deyip telefonu kapatmış. O saatten beri haber alınamıyor ve arabası da ayı boğan çukurunun orada bulunmuş, Furkan yok. kaputu ve tekeri çukurda bulundu, jandarmalarda yirmi dört saat geçmesi lazım demişler, Orhan amca söylemese daha geç aranacaktı. Jandarma köpeklerle arayacak." Nalan anlatırken benim içime fenalık gelmişti, "Yeteeerrr!" diye bağırdım. Olduğum yere diz çöküp ağlamaya başladım. Yıllar önce saklambaç oynarken benim saklandığım, Furkan'ın beni bulduğu bu hangar da şimdi o kaybolmuştu ve ben onu nasıl bulacağımı bilmiyordum... •~~~~~~• Enes'le Taner'in kollarında yarı baygın halde avluya getirildiğimde Neriman teyzenin yüzüne bakamıyordum. Komutan sesli bir şekilde, "Olurda bir şey hatırlarsanız bize hemen bildirin!" derken üzerime almıştım ama söylemeye cesaret edemedim. Neriman teyzeyi kolundan tutarak, yukarıya götürürlerken, acaba oğlunun canını en son acıtanın ben olduğumu bilseydi ne yapardı diye düşündüm. Türkân, kendi başı ağrıdığı için olacak ki, annesine ağrı kesici göndermişti. Cebimden telefonu çıkartıp Furkan'ı aramak istedim, diğerlerinin ulaşamadığı telefona ben ulaşacaktım sanki. Operatörde ki ses aradığım kişiye ulaşamayacağımı söylediğinde yüreğime hançer saplanmış gibi hissettim. Ben iki gün önce ulaşabildiğim adamı ters tepmiş iyiliğine nankörlük etmiştim... .... Furkan'lara geleli kaç saat olmuştu bilmiyordum ama hâlâ bir haber yoktu. Bu şekilde beklemek moralimi bozuyordu, haberi alan hemen geliyor Neriman teyzeyi teselli ediyordu. Furkan'ların evi taziye evi gibi olmuş gelen yemek getirip Kur'an okumaya başlamıştı. Jandarmalar köpeklere koklatmak için Furkan'ın kıyafetini istedi. Babamın "köpek" dediği Furkan'ı şimdi başka bir köpek kardeşi bulmaya çalışacaktı. Furkan'ın poşete konmuş kıyafetleri önümden geçerken dayanamayıp banyoya gittim. Midemdekileri boşaltırken yüreğimde ki acıyıda kusmak istiyordum. Dışarıya çıktığımda Nalan, elindeki havluyla elimi yüzümü kurulamaya yardım etti. O an koltukta Neriman teyzeyi gördüm, Melek'le yan yana oturmuş birlikte ağlıyorlardı. Neriman teyze başını Melek'in başına dayamış destek almaya çalışıyordu. İçimde karşı koyamadığım bir his doğdu. Neriman teyzenin yanına gidip, "Senin gelinin ben olacağım o değil!" deyip Melek'i oradan kaldırmak istedim. Bu kıskançlığın yeri değildi, zamanı hiç değildi, çünkü şuan ortada kıskanılacak kimse yoktu. Evvelâ Furkan'ı bulmalı ve sonra gerekeni yapmalıydım, koşar adım aşağı indim, peşimden gelenlerin kim olduğunu umursamadan kapımızın önüne gelip, arabaya binerek doğruca ayı boğan çukurunun oraya sürdüm. Yüz metre kala arabalar ve jandarmaların olduğunu gördüm, kontrollü geçiş vardı ama ben geçip gitmeyecektim, onlarla arayacaktım. Furkan'ın kokusunu annesinden sonra en iyi ben bilirdim. Arabayı park edip koşarak kalabalığın arasına girdim. Babam beni görmüş, kolumdan çekip arkaya götürdü, "Kızım burada ne işin var?" deyince boynuna sarılıp hıçkırıklarla ağlarken daha fazla dayanamayıp, "Baba, onu en son ben gördüm, benim yüzümden oldu." dedim. Babam kulağıma, "Tamam kızım, sus kimseye bir şey söyleme, Allah'ın izniyle bir şey olmayacak. Sağ salim gelecek inşaallah." deyip beni sakinleştirmeye çalıştı... Hava geç karardığı için epey bir alan aranmış ama bir iz bulunamamıştı. İkindiye az bir kala köpekler, merkeze kestirme gidilen yol kenarında, Furkan'ın kanını bulmuşlardı... O kanın haberiyle benim: açlık, yorgunluk ve üzüntüye dayanacak gücüm de kalmamış bayılmıştım. Ekip otosundan getirilen su ve konserve fasulye ile beni kendime getirmeye çalışan babama baktım. "Kızım belli ki buraya kadar yürümüş ve ayağı kanamış, önemli bir şey yoktur yapma böyle. Belki de otobüsle Ankara'ya gidiyordur, bu sene erken gidecekti ya." "Böyle gitmez baba, ben onu tanırım böyle veda etmeden gitmez. Beni perişan eder gibi gitmez." "Kızım, o akşam ne oldu ki, o hâle geldi?" "Babaaa!" "Şşşşş, yapma böyle." diyerek sırtıma teselli dokunuşu yapınca, "Böyle yaptı işte baba, küçükken onu korkutmam gibi arkamdan geldi, ben korktum, "Yeter beni rahat bırak artık deyip, yüzüne tokat attım." dedim. Babam, "Neden gelmiş." diyerek tokatıma geçerli bir sebep olup olmadığını sordu. "Kapı açık kalmış herhalde, Kuytu kaçmış onu getirmiş." "Ne söyledi peki?" derken de, hâlâ kızına hâk vermek için sebep arıyordu ama oda bulamıyordu. "Tehdit etti baba, bir daha rahatsız etmicem deyip gitti." "Onun yokluğu sana tehdit gibi mi geliyor?" Yutkundum.... Gözlerimi boşluğa diktim... Ben... Ben ne ara bu hâle gelmiştim. Ben... Kendime bile itiraf edemediğim bu aşka ne zaman kapılmıştım. Ben... Onu bir gün bile görmemeye dayanamayacak hâle ne zaman gelmiştim. Kendime bile cevap veremezken babama ne diyecektim... ..."Tamam kızım yeter, ye bitir şunu da Furkan seni böyle görmesin. Alacaklımızın malına bir şey olursa kızar sonra. Sen bilmezsin ama o bi sinirlendi mi karşısındakini tir tir titretir." "Bana sökmez." der gibi gülerken, "Gelsin de tir tir titretsin razıyım" der gibi babamın omuzuna yatıp ağlamaya başladım... Köpekler baraj kanalına kadar kokuyu alıp oradan ileriye gitmeyip, geri dönmeye çalışınca herkes panik olarak jandarmalara baktı. Furkan, bu kanala girmişse kurtulamazdı, o saatte baraj kapakları açık olduğu için bu kanal taşacak hâle geliyordu. Jandarmalar ne yaptıysa köpekler ileriye gitmemiş ilk fire de Rasim amcadan gelmişti. Fenalaşıp yere yığılınca kendime bile hayrım olmayan doktorluğumla başına koştum. Tansiyonuna bakıp onu hastaneye gönderirken Furkan'ın bizi gören eniştesiyle göz göze geldim. "Abii, abiii. Yapma böyle, Bir şey olmadı inşaallah." deyip koluna girerek kalkmasına yardımcı olup hastaneye gittiler. Akşama doğru bir bölük yemeğe gidip, bir bölük orada kalmıştı. Diğer bölüğün içinde, bir annesine, bir babasına, bir de abisine endişe eden Erkan'da vardı. En son suda arama yapılacak haberini duymuş omuzları çökmüş bir halde kanalın oraya gelmişti. Kanalın kenarlarına hayvanlar çocuklar geçmesin diye yapılan çite başını dayamış suya bakıyordu. Suyun aktığı yöne doğru ilerledik, iki üç kişi uzun ceviz çırpma çubuklarını kanalın içine batıra batıra yürüyordu. İçimden "orada olsa bu çubuklar ona batar mı acaba" gibi saçma şeyler geçiyordu. Baraj kapakları tekrar açılmadan acele etmeleri gerekiyordu... Komutanın "son bir saat" demesiyle kapakların açılmasının bir süre ertelendiğini anlamıştım, kim bilir kaç köy Furkan yüzünden susuz kalacaktı. "Aptal, sorcam sana köpek, benim içimi yaktığın gibi, kim bilir daha kiminkini yapacaksın?" diye düşünerek ilerledim... ... O saate kadar geçmeyen zaman bir çırpıda akıp gitmiş, baraj kapaklarının açıldığı talimatı gelmişti. Herkese telin diğer tarafına geçin talimatı verilmişti. Erkan'ın kanala atlamasını son anda arkadaşları engellemiş ve eniştesi yüzüne tokat atıp, "Kendine gel, la havle çek, bir şey yok!" demişti. Sözünden etkilensek bile yüzünden yalan söylediğini anlıyorduk. Erkan'ı ve beni de bu yalancı bakışlar ikna edemiyordu. O koca hangar gibi şimdi de koca dünya dar gelmeye başlamıştı. Dışarıda olmama rağmen nefes alamıyordum. Her geçen saat biraz daha tedirgin oluyorduk. Hava iyice karardığı için jandarmalar gitmişti. Rasim amca da hastanede durmak istemeyip elinde fenerle aramaya katılmıştı... Enes yanıma gelip, su ekmek arası bir şeyler verdikten sonra meraklı gözlerle bana bakınca, neyi merak ettiğini öğrenmek için, "Gel otur!" deyip yanımı gösterdim. "Abla o adam kimdi?" beynime kurşun yemiş gibi hissetmiştim, elimdeki su yere düşmüş boşa akıyordu. O şokla ne kadar zaman kaldım bilmiyorum ama Enes'in "Ablaa!" demesiyle "Hangi adam!" deyiverdim. "O gün yanımızdan gittiğinde bakıp sana selam veren adam." "Siz onu gördünüz mü?" "Görmek ne kelime Furkan kalkıp yanına bile gitti." "Ne yaptı, konuştu mu?" "Hayır, ama uzun uzun baktı, adam binip gidince de benden anahtarı alıp adamı takip etti." Cebimden sarji azalmış telefonu çıkartırken elim ayağım titriyordu. Önce Nazo'yu aramak istedim ama bu saatte telaşlandırmamak için vazgeçip Neçirvan'ı aradım. "Efendim baldız!" "Aaabiii?" Neçirvan, "hangi dağda kurt öldüğünden" den ziyade başımın belada olduğu anlaşılan bu "Abi" ile panik olup, "Cansu, ne oldu? Neredesin?" demişti. "Abi yardım et, Furkan yok!" "Cansu, bi sakin ol. Furkan kim. Ne yardımı?" "Burada bi komşumuzun oğlu, o adamın beni takip ettiğini görüp peşine düşmüş iki gündür kendisinden haber alınamıyormuş, adam bir şey yapmış olabilir mi? Lütfen yardım et, nolur!" "Dur hele dur. Tamam. Onu adamın peşine düşüren, seni de bana böyle yalvartan komşuluğu merak ettim şimdi. Neyse, sen bana bi resmini gönder. Ama korkma Şirwan'ın derdi seninle kimseye zarar vermez." "Sana ateş etti ama?!" "Silahın boş olduğunu bilerek etti o, korkutmak için. Neyse sen bana resmi at bi baktırayım." Enes'e, "Kimseye söyleme!" deyip başımı dizlerimin arasına alarak ağlamaya devam ettim. İçimden bir intikam yemini daha ediyordum, "Eğer ona bir şey yaptıysan seni gebertirim..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD