Tablette çalan alarm, bilmiyor muşum gibi beni en tatlı uykumdan uyandırmıştı...
"Bunu bu tablete kim ayarladı yaa!" diye söylensem de çok düşünmeme gerek kalmamıştı.
Furkan ile en son ki konuşmamız da soğuk geçmiş, "çok mu abarttım acaba" dememe sebep olmuştu...
Okulların kapanmasına iki haftadan fazla olduğu için Furkan doğum günüme gelemeyeceğini söylemiş ve "Bunu telafi edeceğim söz veriyorum." demişti.
Hiç yoktan kendi doğum gününü kutlatmak için gelen, benimkini es geçer miydi hiç?.. Sanmıyorum...
Güzelce giyinip, Furkan'ı hazır beklemek istiyordum. Yavaş ve emin adımlarla dolabımın önüne geldim.
Bütün elbiselerim iki beden büyük duruyordu.
"Ooofff"layarak ne yapacağımı düşündükten sonra, Hakan'ı aramaya karar verdim.
Hakan, "Geliyorum hazırlan." dedikten on dakika sonra evinin önüne geldi.
"Nereye gidiyoruz?" derken taksiciler gibiydi.
"Çarşıya, elbise almam lazım..."
"Olur ama fazla alma fazla yee, eski kilona dön artık."
Gülümseyerek, "Tamam annee!" dedim.
"Güzelim, ben senin ananın ekma'nı yedim, suyunu içtim, anamın da genini aldım, herhalde ki benzeyeceğim. Deeğeell mii?"
"O genden, yediğin ekmekten içtiğin sudan bende de oldu ama ben öyle değilim."
"Sen Türkân'la, Furkan'ın aldığı gene kaymışsın ondandır."
Hakan'ın beni Furkan'a benzetmesi hoşuma gitmiş, gülümseyerek sözüne itiraz etmemiştim...
Mehmet amcanın dükkandan birlikte elbise bakıp, ikimizinde "Bu güzel" dediğini alıp çıktık.
İlerideki yengesine yatırım yapan Hakan, "Doğum günü hediyen olsun." deyip, elbisemin parasını vermişti.
Dönüşte de, "Bir aya kalmayacak, bu elbise sana olmayacak, yoksa seni Furkan'ın odasına kilitlerim, eski kilona gelmeden de çıkartmam." deyip restorana götürmüştü.
İtiraz etmeden restorandan girdim, çünkü orada da bir sürpriz olabilirdi.
Hakan, menuden bir şeyler isteyip bana da söyleyince kendimi zorlayarak yemeye çalıştım.
Aslında çok yemek istemiyordum, Furkan ile başbaşa iken yeme hayalî aklımdan çıkmıyordu...
Yemekten sonra eve doğru yola çıktık, Hakan'ın her yavaşladığında sağa sola bakıyordum. Furkan, yine nereden çıkacaktı acaba...
..Eve gelip odama çıkarken, Furkan aradı...
"Neredesin?" dedim heyecanla.
"Eve gidiyorum Cansumm, çok yoruldum."
İçimden, "ben seni dinlendiririm, sen bi gel yeter ki?" desem de dışımdan, "Seni anlıyorum, keşke yanında olabilseydim. Sana masaj yapardım." dedim.
On dakikalık bir konuşmadan sonra Furkan, "Yumlu Cansu'm ben geldim... Kapatıyorum." deyince yerimden fırladım, çünkü daha hazır değildim.
Telefonu kapatır kapatmaz elbisemi giyindim ve şallarımdan rengi uyan birini takıp, aynada kendime baktım. Hazırdım...
Furkan, kapıda bekliyordu, daha fazla bekletmemek için hemen aşağıya indim. Bahçe kapısını açıp sağa sola bakınca kimse olmadığını gördüm.
"Salak Cansu, eve gidiyorum dedi, burada ne arasın, önce evlerine gitti demek ki." deyip Furkan'lara doğru yürümeye başladım...
...Furkan'ların harmanda araba yoktu ama ben yine de evde olabileceğini düşünüp avlu kapısını açarak içeri girdim...
Elinde balon ile bana bakan Hakan, "Hadi ama canım..." deyince Nalan, Engin, Meriç, Melek, Derya, Derin, Enes, Erkan'da aynı anda dönüp bana baktı. Meryem bile gelmişti ama Furkan ortalıkta yoktu.
"Acaba, yukarıda, dinleniyor olabilir mi?" diye düşünürken, avludaki sürpriz ekibi "kim belli etti" diye bir birine soruyordu...
Furkan'ın doğum gününden daha kötü bir doğum günü geçirmeme rağmen mutluluk rolü oynamaya devam ettim...
Yirmi Haziran'da okullar tatil olacak ve Furkan gelecekti. Doğum gününün intikamını almadıysa da bilekliği çıkarttırmamın acısını çıkartmış gibiydi... Onu çok özlemiştim...
O gece, mesajla doğum günümü kutlayan Furkan, ertesi günü bana kötünün de kötüsü bir haber vermişti.
"Cansu'm, hastanenin proje ile ilgili sorunlar var, ben onu halletmeden gelemeyeceğim gibi. Şimdiden halletmeye çalışıyoruz ama 'söz verdi olmadı' gibi olmasın olur mu?"
"Olur, sıkma canını." demekten başka çare bırakmamıştı bana...
~~~~•~~~~•
Furkan'ın, sadece bir hafta gelip gittiği bir yazı geride bırakırken; Ben bütün yaz, Hakan'ı, Meriç'i, Engin'i, Enes'i, Erkan'ı kobay olarak kullandıktan sonra, sonbahara girerken, hayvanlara da damar yolu açmaya başlamıştım...
İlk aşısını yaptığım yine kuytu'ydu...
Kazanın sene i devriyesi olan Eylül ayında inzivaya çekilmeme Hakan engel olup, kliniği açmamda yardım etmişti...
Bir ay, öğlene kadar kendi işini yapan Hakan, öğleden sonraları, bana yardım ediyor, sonunda da birlikte eve dönüyorduk...
Meriç, Salih amcanın tamamen iyileşmesi ile Furkan'ın yanına gitmiş, ara ara beni arayıp, Furkan ile ilgili haberler veriyordu.
Hakan, benimkileri yaparken, Engin de, Hakan'ın İstanbul'a getir götür işlerini yapıyordu.
Gündüzleri full time çalıştığım, sonunda ise Rasim amcalar ile döndüğüm bir haftadan sonra, pazartesi günü dükkanı açıp "ya Allah bismillah"ı yeni demişken annem aradı...
"Anneciğim?"
"Kızııııımm, yavrum. Nasılsın? İyi misin?"
"Anne, işim var, dolandırmadan söyler misin lütfen."
"Kızım, senden bir şey isteyeceğim ama."
"Anne, tas tamam iyileşeli iki ay bile olmadı, sen benden ne istiyorsun acaba?"
"Kızım ama yaa?"
"Tamam, ağlama hemen, söyle hadi ne yapacağım?"
"Öğlen arasında, çay bahçesinde seni biri bekleyecek...Bak, 'eve gelsin, bi görüşeyim' dersen, yanında getirdiği şeyi al gel.Kabul etmezsen havadan sudan konuş kalk git."
"Tamam anne." derken bile yapacağım şey belliydi, gidip oturacak havadan sudan konuşup kalkacaktım...
Çay bahçesine geldiğimde, masada kutu olan bir kişi vardı, oda Taner'in benimle yaşıt ağabeyi Caner'di...
Caner'i gördüğümde aklıma Furkan geldi, "Saçlarımı neden bu sene uzattığımı inşaallah anlamazsın." demiş bana sinyalini vermişti.
Caner'e hiç gözükmeden, iki adım geri gidip hızla arkamı döndüğümde Hakan ile çarpıştım...
"Aaayyyhhh! Pardon." derken elindeki sepetten bir tane elma alıp ısırdım.
Hakan'ın, "Nereye?" sorusuna,"Furkan'a." diyemeyeceğim için, "Çok acil işim çıktı, oraya gidiyorum. Elma için teşekkür ederim." dedim.
"İstersen... Hepsini alabilirsin?!" deyince misafirliğe giderken eli boş gidilmez diyerekten, "Olur." deyip, sepeti kaptığım gibi oradan uzaklaştım...
Kaan'ın yanına gelerek, yanar dönerli patlıcan moru arabasını iki günlüğüne rica ettim. Hakan'dan arakladığım elmalarla, Furkan'a gidiyordum...
...
Beş saat yolculuktan sonra, Furkan'ın "önünden geçtikçe seni hatırlıyorum" dediği Cansu sokağı durağına geldim... Furkan, çoğunluk bu durakta iniyor ve "bak yine son durağıma geldim." diyerek evine yürüyordu..
Tabletten, yürüdüğü yollarda çektiğim ekran resimlerine baka baka ilerliyordum. En sonunda, yavru ağzı şeritleri olan sarı bir binanın önüne gelip, arabayı park ettim.
Furkan'ın daire bu binalardan biriydi... Mesajla nerede olduğunu sorduğumda, "eve gidiyorum" yazınca, heyecanla bir elma daha yiyerek beklemeye başladım...
Furkan gelmeden siyah bulutlar gelmiş, yağmur yağmaya başlamıştı, gerçekten Ankara'nın havasına belli olmuyordu...
Arabada cama düşen yağmur damlalarını izlerken, dikiz aynasından bir birlerine sarılmış yürüyen bir çift gördüm... Biraz daha yaklaştıklarında erkeğin Furkan olduğunu ve kızın ıslanmaması için hırkasını başına örttüğünü farkettim.
İçinde olduğum arabanın yanından geçip giderlerken, Furkan'ın, "Sana kaç defa söyledim, bu kadar içme diye." dediğini duydum.
Kız daha fazla yürüyemeyince Furkan kızı kucağına alarak eve doğru götürmeye çalıştı... Kızın bağırması arabaya kadar geliyordu... Furkan, "Sus, komşulara rezil olduk." deyince yağan yağmurun şimşekleri beynimde çaktı, yıldırımı ise kalbime düştü...
Camı açıp onları dinlemeye başladım, çünkü yargısız infaz yapmak istemiyordum... Her ne kadar, bu bile ayrılmama geçerli bir neden ise de; ben, yanlış anlamaktan dolayı rezillik yaşamak istemiyordum...
Furkan, "Anahtarın nerede?" deyince gözlerimden akan yaşlar, dışarıdan gelen yağmur damlaları arasında kayboldu.
"Bilmiyorum, çantamdaydı."
"Senin çantan şimdi çıfıt çarşısı gibidir, dur."
"Seeennn ddduuurrr, beeeen aaalırım." deyip cebine elini götüren kıza, "Orada değil başımın belası, burada." diyerek karşılık verdi...
Furkan, diğer cebinden anahtarı çıkartıp, düşmesin diye belinden sıkı sıkıya tuttuğu kızla içeri girdi.
Yağmur, ilk hırsını atarak dururken benim göz yaşlarım, açığa çıkmıştı.
Arabada duramayıp, aşağıya indim. Binanın önüne gelip bir süre boş gözlerle baktım, sonrasında burada ne beklediğimi düşünüp geriye döndüm, duş sularını mı kaynatacaktım, çarşaflarını mı serecektim...
Geldiğim gibi dönmek istesem de başımın dönmesine mâni olamıyordum...
Kendimi arabaya attığımda kaputa düştüm. Arkadan bir erkek elini hissedince kolumla ittim...
"Bırak."
"Hanımefendi iyi misiniz?"
"Kötüyüm, kötüyüm."
"Yardım etmemi ister misiniz?"
"İstemiyorum." deyip arabaya bindim.
Camdan, bana bakıp, "Bakın, böyle kullanmayın, Allah korusun-" deyince sözünü kestim. "Ne olur? Kaza yaparım ve birinin mucizesi mi olurum?"
Adamın konuşmasına izin vermeden oradan ayrıldım...
Sepette ki elmaları alıp, teker teker camdan atarken, gökten üç elmanın bizim kafamıza düşmeyeceğini düşünüyor daha çok ağlıyordum...
Beş saatte gittiğim yolu altı saatte gelmiş, elma sepetini de tamamen boşaltmıştım...
Gecenin ikisinde Kaan'a arabayı verip, boş sepeti de çöpe attıktan sonra eve geldim...
Babamın, telaşlı bir şekilde kapıyı açmasından merak ettiklerini anladım.
"Baba!" deyip kendimi kollarına bıraktığım gibi içimdeki hıçkırıkları da haykırdım...
Babam, sırtımı sıvazlarken annem ve kızlar sessiz sedasız bekliyordu...
...İki gün aşk acısı çeken midem, üçüncü günün akşamı hayat devam ediyor demiş, beni şiş gözler ile mutfağa yönlendirmişti...
Kendimi robot gibi hissediyordum... al çiğne yut... al çiğne yutama öksür boğul...
Aç insanın burnunun çok iyi koku aldığının örneğini; bu akşam atılmayı bekleyen çöplerin içinde ekşi bir şeyin konusunu alarak, burnum göstermişti.
Bu işkenceyi Furkan olarak düşündüm ve çöpe atmak üzere dışarıya çıktım...
Çöpü attıktan sonra, "Oh be, kurtuldum." derken, elimi bir birine vurup pislikten arındırma hareketi yaparak arkama döndüm...
Karşımda dikilen kişi, atacağım çığlık duyulmasın diye, ağzımı kapatmıştı ama ben, çığlıklarımın arasında, "ŞİRWAN!" diye bağırmıştım...
"Adımı da yüzümü de unutmamışsın, kaç aydır iyileşmeni bekliyordum."
"Bırak beni." derken ağzım kapalı olduğu için sesim boğuk harfler yanlış yerden çıkıyordu.
Yine de Şirwan, anlayıp, "Bağırmazsan, çekerim." dedi...
Şirwan elini çekince, karşımdaki beli silahlı aşiret ağası değilde kahyam, marabammış gibi konuştum.
"Şirwan git başımdan... Seninle uğraşamam tamam mı?.. Maymun iştahlı mısın sen yaa, orada fıstık gibi kız sana gönlünü kaptırmış, onunla evlensene salak... Bir de iyileşmemi beklemişsin..."
"Tamam olur. O beni sevdi diye onunla evleneyim, ben seni sevdim diye de sen benimle evlen."
Üç gün önce Furkan'a neden yapmadım diye pişman olduğum şeyi Şirwan'a yapıp, okkalı bir tokat vurmuştum...
"Alnımda kuma olacak' yazıyor mu bak bakalım."
"Tamam, resmi nikah sende olur, hanım ağa sen olursun."
"Senin aşiretinin hanım ağası olacağıma aha şuradaki evin çöpü olurum daha iyi." deyip Engin'lerin evini gösterdim.
"Böyle yapacaksan oynamayalım o zaman, sen demedin mi onun gönlü sende evlen diye, E, benim ki de sende olduğuna göre, senin de benimle evlenmen lazım, yanılıyor muyum?"
"Defol Şirwan."
"Seni almadan gitmem."
"Şirwan, ben birini seviyorum."
"Ciwannaz'da seviyordu, ne oldu?"
"Sen kendini Neçirvan ile mi kıyaslıyorsun?"
"Örnek gösteriyorum sadece."
"Nazo, onunla yeni başlamıştı ve ciddi değildi ama ben evleniyorum."
"Nee? Benden kurtulmak için yapıyorsan eğer-"
"İnanmıyorsan iki gün bekle, hafta sonu sözüme gel."
"Geleceğim Cansu... Geleceğim. Ve eminim, o söz olmayacak, bende bu köyü yakıp seni de alıp gideceğim. Şirwan'ı kandırmanın cezasını hatırlıyorsun değil?"
"Bizim buralarda adettendir, çeyrek al da gel."
Son sözü söyleyip eve doğru yürüsemde götüm götüm peşimden gelecek diye tırsıyordum.
Kapıdan içeri girince annemin basamakları indiğini gördüm.
"Sana bakmaya geliyordum neredesin sen?"
"Anne, buradayım. Konuşabilir miyiz?"
"Söyle."
"Öncelikle özür dilerim... İlk olarak sana çok kızmıştım ama sen benim iyiliğimi düşünüyorsundur diyerek kafamı önüme eğip iyice düşündüm, o kişi ile evlenmeye hazırım, yalnız bir şartım var, düğün yaza kalmasın ve gelirken yüzükle gelsinler."
"Cansu?"
"Anne, bu söylediklerim olmazsa düğünde olmaz."
"Tamam, tamam... Kabul... Ben hemen arıyorum."
Annem müjdeli haberi jet dünürüne vermeye giderken, Meriç'in yanımda olmasını çok istemiştim... Hakan'ın dediği gibi, onunla göstermelik bir düğün yapabilirdim...
....
Gelecek kişiler köyden komşularımız değilde, kraliyet ailesiymiş gibi hazırlık yapan annem, hafta sonunu iple çekmişti...
Üzerime en iyi olan elbisemi, yani Hakan'la aldığımızı giymiş dalgın dalgın misafirleri bekliyordum...
"Furkan, bilseydi ne olurdu acaba." diye düşündükten sonra silkelendim ve, "ha Şirwan'a kuma ha Furkan'a eş, ne farkeder ki" dedim...
Bahçe kapısı vurulunca, annem ateşe basmış gibi hop o tarafa hop bu tarafa koşarken, "Kızım, aç, sen aç..." diyerek beni öne sürdü.
İnsan, annesinin bu heyecanı için bile evlenebilirdi...
"Hadi hayırlısı Cansu, pilavdan dönenin sadece kaşığı kırılmaz, Şirwan'a da kuma olur, bunu bilerek hareket et." deyip kapıyı açtığımda, şok üstüne şok geçirdim.
Kapıdakileri buyur etmeden, teker teker yüzlerine baktım...
En çok da, takım elbise giymiş, elinde çiçekle bana bakamayan Hakan'a...