Duru, bir an gözlerini ondan kaçırmak istedi ama başaramadı. Adamın yeşil gözleri sabit, ifadesi güçlü ama dikkatli bir şekilde onu izliyordu. Duru’nun yanakları bir anda utançla ısındı. Çevresine bakındı ama kaçacak yer yoktu. Kekeledi.
“Sen… şey… sen…”
Komutanın yüzünde hafif, neredeyse fark edilmesi zor bir eğlence beliriverdi. Bu küçük tökezleme, ona tuhaf bir haz vermişti.
Duru kendine gelip hemen toparlanmaya çalıştı. Askeriyedeydi ve karşısında bir komutan vardı. Derin bir nefes alıp, sesi titreyerek cümlesini düzeltti.
“Yani siz… Siz…”
Hakan kaşlarını hafifçe kaldırdı, sonra resmi bir duruşla kısa ve net konuştu:
“Evet, ben yani Komutan Alparslan.”
Sesi bu kez daha netti, ama içinde ince bir alay vardı.
“Komutanım…” dedi, sesi hafifçe titreyerek.
Hakan, artık burada olmaktan ve onun tepkilerini izlemekten keyif almaya başlamıştı. O bir profesyoneldi. Duygularını her şartta en iyi şekilde gizler, düşüncelerini asla belli etmezdi. Ama karşısındaki genç kadın deneyimsiz bir sivildi. Bütün duygularını yüzünden rahatça okuyabiliyordu. Ve bu onun hoşuna gidiyordu.
"Sağlık raporu almak için gelmiştim, hemşire hanım." dedi resmi bir tonda.
Duru "T-tabi..." dedi kendini toparlayarak. Sonra önündeku bilgisayardan birkaç yere tıkladı. "Ben rapor için gereken bilgileri doldurayım, doktor hanım gelince raporunuzu imzalar" dedi.
Hakan dik bir duruşla, "Tabii, buyrun." dedi. Sarsılmaz gövdesi ve güçlü yapısıyla odayı domine ediyordu. Duru çekmecesinden mezurayı alıp yerinden kalktı. Güncel boy ve kilo bilgilerini rapora yazması için komutanın boyunu ölçmesi gerekiyordu.
Elindeki mezurayla komutana yaklaşırken alttan alta hayranlıkla ona baktı. Komutan Alparslan 2 metreye yakındı. İlk bakışta sadece uzun görünse de, ona yaklaştıkça bu bedenin güç, disiplin ve kasla örülmüş çelik bir duvar gibi olduğunu fark ediyordu.
Hakan bir an eğlenerek ona baktı. Duru'nun yüzündeki hayranlığı ve şaşkınlığı okumak çok kolaydı.
“Rahat mısınız?” diye sordu.
Sesi yine tok, ama bu kez biraz daha alttan, daha dikkatliydi.
Duru neye uğradığını şaşırarak “Nasıl yani?”
“Benimle aynı odada olmak sizi rahatsız ettiyse,” dedi Hakan. “Başka bir hemşireyi çağırabilirsiniz.”
Duru'nun gözlerinde meydan okuyan bir bakış belirdi.
“Hayır,” dedi. “Ben profesyonelim.”
Sonra mezurayla boyunu ölçtü. Sesi biraz titreyerek, “Boyunuz 1.98,” dedi.
İçinden etkileyici diye düşündü.
Duru elindeki forma komutanın boyunu yazarken kaçamak bakışlarla komutanı incelemeye devam ediyordu. Kamuflajının altındaki göğüs kasları, beli, kalçasına kadar inen orantılı yapı… bu adam neredeyse bir heykel gibiydi.
“Hemşire Hanım…” dedi komutan Alparslan derinden, tok ve çekici bir sesle. Hakan’ın sesindeki bu beklenmedik tını Duru’nun dikkatini çekti.
Duru bir an durdu. Yavaşça başını kaldırdı. Gözleri komutanın yeşil gözleriyle buluştuğunda, göz bebekleri hafifçe büyüdü. Bu, bir endişe değil, bir sezgi gibiydi. Sanki içinde hakim olamadığı büyüyen bir beklenti vardı.
“Efendim?” dedi, sesi farkında olmadan yumuşayarak. Gardı, istemeden de olsa düşmüştü.
O an, Hakan bunu fark etti ve içinde bir şeyler koptu.
Sanki günlerdir içinde biriken gerilim, bastırdığı o tutku, bir anda patlayacak hale gelmişti.
Farkında olmadan ona doğru yaklaştı. Duru, aralarındaki mesafe kapanırken nefes nefeseydi. Göğsü telaşla inip kalkıyor, kalbi sanki kulaklarında çarpıyordu.
Komutan konuşmadan önce bir an durdu.
İçinde tuttuğu kor ateşle boğuşur gibiydi.
“Sizi ilk gördüğüm andan beri aklımdasınız.”
Bu cümleyi söylerken sesi ne yalvarıyordu, ne de özür diliyordu. Sesi netti. Erkeksiydi. Ve sahipleniciydi.
Duru gözleri daha da irileşerek ona bakmaya devam etti. Dudakları aralanmıştı ama dudaklarının arasından bir cevap çıkmadı. İçinde bir çırpınış vardı; hem kaçmak isteyen hem de kalmak isteyen tehlike dolu bir his...
Hakan onun bu tereddütünü fark edip ani bir hamleyle ona uzandı ve onun kaçmasına izin vermeyecek şekilde bileğini kavradı.
Parmakları sıcaktı, kuvvetliydi. Duru tuttuğu nefesini koyverdi, ama bu bir itiraz değil, daha çok şaşkınlıktı. Hakan onu kendine doğru çekti. Duru’nun nefesi, Hakan’ın boynuna değiyordu. Teninin kokusu, zihnini sarhoş ediyordu.
“Bir şey yapmayacağım,” dedi komutan Alparslan kısık bir sesle, Duru’nun kaçmasından korkarak.
Duru ise komutan Alparslan'ın erkeksi kokusuyla sarhoş olmuş, göz bebekleri büyümüş, hipnotize olmuş gibi ona bakıyordu. Yanakları kızarmıştı. Beden dili, arzu dolu bir teslimiyet içindeydi. Hakan bir eliyle onun çenesini tuttu, yüzünü yukarı kaldırdı. Dudakları artık onun dudaklarının birkaç santim uzaklığındaydı.
“Beni durdurmak istiyorsan, şimdi söyle,” dedi Hakan, sesi tehditkar bir fısıltı gibiydi. “Çünkü bir adım daha atarsam, geri dönüşü olmayacak.”
Duru’nun dudakları kımıldadı, ama bir ses çıkmadı. Gözlerini kapadı, sadece nefes aldı. Bu, bir evet değildi, ama kesinlikle bir hayır da değildi. Bu iri yarı, güçlü ve erkeksi adamın çekimine kapılmıştı.
Bunu fark eden Hakan, Duru’yu belinden kavradı, sert bir hareketle kendine iyice bastırdı. Hakan’ın bedeninden gelen güç ve sıcaklık, Duru’nun dengesini bozuyordu. Hakan başını eğdi, dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.
Duru onun bu hamlesine karşılık gözlerini iri iri açtı. Gözlerinde isyan ve inkarla birlikte, güçlükle bastırdığı bir yangın da vardı.
Hakan eğilip onu tutkuyla öperken, dudakları onun sıcak dudaklarına hapsoldu. Onun erkeksi ve güçlü tadı dudaklarını kaplarken, Hakan onu karşıkonulmaz bir arzuyla öpüyordu. Yaptığı yanlıştı. Çok yanlıştı. Şu an biri onu burada bu şekilde görse ne der, ne açıklama yapardı bilmiyordu ama hayatında ilk defa bedenine söz geçiremiyordu. Karşısındaki bu genç, güzel ve istekli kadına sahip olmak, hatta sadece bir kere değil, ona defalarca sahip olmak ve onu vahşice kendi kadını yapmak istiyordu.
Birkaç saniye süren ateşli ve tutkulu bir öpüşmeden sonra tam da daha fazlası için harekete geçecekken Hakan bir anlığına kendine geldi. İçindeki bu vahşi, kontrolsüz dürtüyü fark edip bir anda geri çekildi. Duru neye olduğunu anlamadan bir anda dengesini kaybedip sendeledi. Hakan nefes nefeseydi ama kontrolü eline almalıydı. Bu, onun doğasına aykırıydı.
Kendini kaybetmişti.
Birkaç adım geri gitti. Onun baş döndürücü etkisinden kurtulmalıydı.
“Affedersiniz” dedi sertçe. Sesindeki sertlik bu sefer kendisineydi. Gözlerinde bir karmaşa vardı.
Duru ona cevap veremedi. Gözlerinde derin bir şaşkınlık vardı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Onu aniden öpmüş ve tam onun sıcak dudaklarına kapıldığında yine aniden onu bırakmıştı.
Hakan ise yaptığından pişman olmuşçasına hızla başını eğip odadan çıktı. Aceleci adımlarla revirin çıkışına yöneldi. Çünkü burada biraz daha kalırsa kendine hakim olamayacağını ve askeriyenin kuralları ne derse desin, daha fazlasını yapacağını biliyordu.
Ve bu onu korkutuyordu.
Hayatında ilk defa kontrolü kaybediyordu.
Bu yüzden hem içindeki bu ilkel dürtüden hem de bu dürtüyü yaratan Duru'dan uzaklaşmalıydı.
Duru ise olduğu yerde kalakalmıştı.
Kalbi hâlâ hızla atıyor, dudaklarındaki sıcaklık hâlâ içini yakıyordu. Ne olduğunu anlayamasa da içinde derin, tehlikeli ve şehvetli bir duygu uyanmıştı.
Daha önce hiç kimse hayatına böyle sert, ani, baş döndürücü bir şekilde girmemişti ve Duru’nun dengesini alt üst etmişti. Ama ne olursa olsun... diye cevapladı içindeki o ses.
Hoşuna gitmişti....