Aşk

1258 Words
Revirde vakit ilerlerken Doktor Şule Hanım hâlâ dönmemişti; Burcu’nun dediği gibi muhtemelen noterde işi uzamıştı. Duru, bir an kapıya baktı. Boş sandalye ona nedense garip bir yalnızlık hissi veriyordu. Revirin beyaz duvarlarına sinmiş sessizlikle baş başa kalınca içini ince bir huzursuzluk kapladı. Aklına o öğle arasında yaşadıkları geldi. Acaba komutan Alparslan sağlık raporu için öğleden sonra tekrar gelir miydi? Elindeki dosyaları masanın üzerine bırakıp, oturdu. Tam o sırada telefon titredi. Ekrana art arda düşen mesajların hepsi Serra’dandı. **“Çok kötüyüm.”** **“Bugün işten kovuldum.”** **“Bunların hepsi şerefsiz.”** **“Senin yanına geliyorum.”** **“Çıkışta bir şeyler yapalım, çok kötüyüm.”** Cümleler karışık, dağınık ve perişandı. Sanki yazarken ağlıyordu. Duru hemen telefonu kulağına götürüp Serra’yı aradı ama çağrı daha birinci sinyalde reddedildi. Az sonra gelen mesaj ise bir başka telaş barındırıyordu: **“Metrobüsteyim, iner inmez arayacağım.”** Duru kaşlarını çatarak derin bir nefes aldı. Serra'nın hayatı bir süredir patinaj çekiyordu ama kovulmak… bu, artık son nokta demekti. “Şimdi hiç iyi değildir…” diye fısıldadı kendi kendine. Duru sakinleşmeye çalıştı. Ne yapabilirim? diye düşünmeye başladı. O sırada aklına uzun süredir ertelediği askeriye işini bir kez daha sormak geldi. "Belki..." diye mırıldandı, "belki o da burada, askeriyede bir iş bulabilir." Ceketini omzuna alıp kapıyı kapattıktan sonra hızla idari binaya yürüdü. İdari işler binasının önüne geldiğinde, güneş yavaş yavaş gökyüzünü turuncuya boyuyordu. Binanın beyaz duvarları, akşamüstü ışığında yumuşak bir sıcaklık kazanmıştı. Kapıdaki nöbetçi erin selamına kısa bir baş hareketiyle karşılık vererek içeri girdi. İçerisi oldukça düzenliydi; raflarda dosyalar, bilgisayar başındaki memurlar, düzenli ama yorgun bir tempo vardı. Duru, gözleriyle hızlıca etrafı taradı. Danışmadaki orta yaşlı askerle göz göze geldi. Nazikçe yaklaştı. “Merhaba, ben hemşire Duru Serveroğlu. Geçici personel alımı hakkında bilgi almak için gelmiştim,” dedi. Adam bilgisayarını açtı. “Şanslısınız, tam da yeni dönem planlamalarını yapıyorduk. Sağlık personeli açısından kadromuz dolmak üzere ama tayin durumlarına göre hâlâ bir ya da iki sözleşmeli pozisyon açılabilir,” dedi. Duru'nun içi umutla doldu. “Bir arkadaşım için sormuştum. Kendisi hemşire. Deneyimli. Eğer uygun bir pozisyon olursa gerçekten harika olur.” Asker başını salladı. “Elbette. Özgeçmişini bırakın, havuza alalım. Önümüzdeki haftalarda yeni bir değerlendirme yapacağız.” “Çok teşekkür ederim,” dedi Duru. En azından Serra'ya verebileceği iyi bir haberi vardı artık. Bahçeye çıktığında rüzgâr biraz serinlemişti. Gökyüzü artık tamamen turuncu-maviye dönmüş, kuşlar ağaçların üstünde uçmaya başlamıştı. Günün yorgunluğu üzerine yavaş yavaş çökerken, o, içinde taşıdığı bu küçük umudu Serra’ya ulaştırmak için sabırsızlanıyordu. Telefonuna baktı. Hâlâ hiçbir arama ya da mesaj yoktu. “Umarım iyisindir…” diye mırıldandı içinden. Metrobüs yolculuğu bitmiş olmalıydı ama belki de kimseyle konuşmak istemiyordu. Duru da bazen öyle olurdu. Susmak, saatlerce konuşmaktan daha iyi gelirdi insana bazen. Revire vardığında içersi hâlâ sessizdi. Şule Hanım hâlâ yoktu. Her şey olduğu yerdeydi ama Duru’nun içindeki dünya, sabahkiyle aynı değildi. Masasına oturdu. Elini telefona götürdü. Serra’yı tekrar tekrar aradı ama ona ulaşmadı. Sonra, mesajı attı: **" İşten 6 gibi çıkıyorum. Çıkar çıkmaz yanındayım.”** Gönder tuşuna bastı. Derin bir nefes verdi. ... Duru askeriyenin girişinin önünde, tedirgin adımlarla volta atıyordu. Cep telefonunu tekrar tekrar bakıyor, ekranını açıp Serra’dan bir haber var mi diye sürekli kontrol ediyordu. Hiçbir arama, hiçbir mesaj, hiçbir bildirim yoktu. Serra’yı bir daha aradı. Telefonu yine açan olmazken, “Serra…” diye kızdı dişlerinin arasından, “lütfen artık aç şu telefonu.” Serra'nın hayatındaki iniş çıkışlara alışkındı ama bugünkü mesajlarından sonra onun için endişelenmişti. Başına kötü bir şey gelme ihtimali, içini yiyip bitiriyordu. Gözleri Serra geliyor mu diye çevreyi tararken, zihni dağınıktı. Titreyen elleriyle onu tekrar aramak üzere ekran kilidini açtı. Fakat aramaya fırsat kalmadan, çevresinde birden tuhaf bir hareketlilik fark etti. Kapıdaki nöbetçi asker sertçe doğrulmuştu. Bahçedeki diğer askerler de ani bir refleksle hizaya geçmişti. Duru, bir anda tüm bu hareketliliğin neden olduğunu anlayamadan başını çevirdi. Ve o an… kalbi göğsünde sertçe çarptı. Kirli sakalı, sert çene hattı ve dimdik başı, geniş omuzlarıyla yürüyen o adam… Komutan Alparslan... Öğle arasında dudaklarına yapışıp içindeki her şeyi sarsan o çekici adam... Onun gelişiyle birlikte bütün askeriyeye disiplinli bir şekilde toparlanıp hazır ola geçmişti. Herkes sessizdi. Bu sessizlik sadece askeri disiplinin değil, aynı zamanda sert bir karizmanın, doğal bir otoritenin sessizliğiydi… Komutan Alparslan sert adımlarla siyah arabasına doğru yürürken, Duru istemsizce dönüp ona baktı. Tam o anda bir şey oldu. Komutan Alparslan'ın yeşil bakışları, bir anlığına onun iri kahverengi gözlerini buldu. O bakış gözlerinden kalbine doğru indi. Kalbi delice çarparken nefesi kesildi. Ve o an bir anlığına fark etti ki, şimdi yine ona yaklaşsa… yine bileğini tutup onu sertçe öpse… yine ona karşı koyamazdı... Bunu kendine itiraf etmek, içinde bir yerleri yakıp geçti. Duru, mantıklı, ayakları yere basan bir genç kadındı. Aşk, arzu, çekim… Bugüne kadar bunların hepsinin kontrol edilebilir duygular olduğunu sanmıştı. Ama bu adam… bambaşka bir şeydi. Tehlikeli ve tanımlanamaz bir ateş gibiydi... Gözlerinin içinde yalnızca disiplin yoktu. Aynı zamanda bastırılmış bir güç, bir disiplin ve en çok da… onu çeken tuhaf bir şey vardı. Sanki onunla öpüştüğü o an… ikisinin de bir boşlukta kaybolmuşlardı. Gerçeklik bir anlığına silinmişti. Komutan Alparslan arabasına binip uzaklaşırken o da kendini toparlamaya çalışarak güçlükle de olda kafasını çevirdi. Komutan Alparslan’ın gözleri hâlâ içini yakıyordu. Yanındaki nöbetçi askere dönerek, “Şey…” dedi kısık bir sesle, “Neden herkes o komutana selam durdu? Geçen komutanın rütbesi çok mu yüksek?” Asker, göz ucuyla etrafa bakındı. Sesini biraz kıstı. “Komutan Alparslan…” dedi. “Doğudan geldi. Aslında burada kalıcı değil ama Albay Kemal, kışlanın tam yetkisini ona devretti. Operasyonlardan yeni döndü. Çok serttir. En ufak itaatsizliğe tahammülü yoktur..” Duru bu bilgileri duydukça yutkundu. Zaten az önce yaşadığı yoğun duyguların üzerine, şimdi bir de o adamın gerçek kimliği ve kışladaki yeri öğrenmişti. Komutan Alparslan sadece basit bir asker değil, disipliniyle ün salmış, operasyonlardan dönmüş, sert, kuralcı bir komutandı. “Anladım,” dedi sessizce. Başını salladı. Asker görevine döndü. Duru ise bir süre daha yerinden kıpırdayamadı. İçinde karmaşık bir şey vardı. Hem arzu… hem korku… hem hayranlık… hem de tehlikeli ve yakıcı bir çekim... Bu adamın bakışları altında kendini güçsüz hissediyordu. Onun üzerinde kurduğu hakimiyete karşı koyamıyordu. “Duru,” dedi içinden. “Toparlan.” Son kez telefonuna baktı. Hâlâ hiçbir şey yoktu. Serra’yı yeniden aramayı düşündü ama sonra vazgeçti. Serra her neredeyse, eninde sonunda onu arardı. Artık burada, kışlanın önünde dikilmenin bir anlamı yoktu. İçindeki karmaşık hisleri bastırmaya çalışarak yürümeye başladı. Boğazdan esen rüzgâr saçlarını karıştıyor, her adımda içindeki içindeki düşünceler daha da düğümleniyordu. Daha önceki hiç böyle hissetmemişti. Ne zamandır rastgele bir adam, onu sadece basit bir öpücükle onu bu kadar sarsabiliyordu? Ve ne zamandır onu fütursuzca öpen birine şiddetli bir tokat yapıştırmak yerine ona karşılık veriyordu? Gerçekten yaptıkları ona ve kişiliğine hiç uygun düşmüyordu. O sırada aklında Komutan Alparslan'ın onu tutan güçlü kolları geldi aklında. Sertti. Disiplinliydi. Yakıcıydı. Ama bir yönüyle de çok tanıdık ve çekiciydi. Sanki yıllardır onu tanıyordu. Onun öpüşüne karşılık verirken kendini onu yıllardır tanıyormuş gibi hissetmişti. O sırada için bir ses ona "Hayır. Hayır…" dedi, "Bu doğru değildi." Duru’nun hayatında hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştı. Aşk denen şey, ayakları yerden kesen değil, yere sağlam basmanı sağlayan bir şey olmalıydı. En azından onun için hep öyle olmuştu. Ama yarın revire gelse, onu tekrar kendine çekip sertçe öpse... Hayır! Birden durdu. Gözleri uzaklara, askeriyenin siluetine takıldı. Ve kendine sessizce fısıldadı: “Saçmala. O bir komutan. Ben ise geçici bir hemşireyim...” Ama kalbi… kalbi bunu duymuyordu. Serra hâlâ ulaşılmıyordu. Ama Duru artık onu beklemek yerine, içindeki karmaşaya bir son vermek için evinin yolunu tutmuştu. Belki bu akşam, o duvara çarpmış gibi hissettiren öpücüğün yankısını evinde yalnız kalınca, biraz olsun unutabilirdi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD