Odada pek kişi yoktu. Bizim buralarda imam nikahı kıyılırken sadece anne babalar dururdu odada, birde şahitler. Odaya girdiğimde on kişiye yakın olduğumuzu gördüm, pek umrumda olmadığı için tam sayıya bakmadım.
Gelin ayakta duruyordu, onu görünce sadece birkaç saniye baktım. Ortalama bir boydaydı, ama çok zayıftı, incecik bir bedeni vardı.
O an bunun sebebini bile sorgulayamadım. Belki hastaydı, ya da başka bir şey vardı. Bilmiyordum, açıkçası pek umrumda da değildi. En kötü ne olabilirdi ki?
Babam beni ittirerek gelinin yanına sokuşturdu. Yüzündeki kırmızı duvaktan hiçbir şey belli olmuyordu, ama onun da bana baktığından emindim.
Birkaç saniye baktıktan sonra kaşlarımı çatarak geri döndüm önüme. İmam işaret edince oturdum hızla. Allah affetsin, bu şeyin bir an önce bitmesini istiyordum. Boynuma pranga vurmuşlardı, eziyetin daha fazla sürmesini istemiyordum bu saçma nikah işiyle.
Dalgındım, o kadar ki imamı dinlemiyordum bile. Sadece bana soru sorduğu zaman babam ayağıyla inek boku eşeler gibi dürtüyordu. Babam dürttükçe de imam soruyu tekrar ediyordu.
Anne baba adım, şahitlerin adı gibi sorular soruyordu ve ben hepsine bıkkınlıkla cevap veriyordum. Ayetler okurken bile aklımda sadece Hüma vardı.
Gelinin konuştuğunu biliyordum. Ne ses tonunu idrak edebiliyordum, ne de söylediğini. İmam bana dönüp bir şey dediğinde yine duymamıştım ve yine babam beni dürtmüştü.
"Eşek oğlu eşek! Yeter artık, seni sürekli ben mi uyaracağım?"
"Tövbe estağfurullah," diye söylenerek babama baktı imam. Ardından yine bana döndü. "Sinan Ağa, gelinin senden istediği yüz gram mehiri kabul ediyor musun?"
100 gram mı? Neydi bu şimdi, geline sadaka mı veriyorduk? Koskoca Hüseyin Ağa tek oğlunun karısı için bu kadar mı mehir verecekti?
Aslında mehirin miktarı umrumda değildi. Ama babama o kadar sinirliydim ki onun ayarlarıyla oynamak istedim.
"10 kilogram altın vereceğim mehir olarak İmam efendi. Öyle not et, bunu da evliyken takdim edeceğim geline."
Babamın fısıltılarını duysam bile umrumda değildi. Benim için tek önemli olan şey onun damarına basmaktı o an. Kanlısının kızına bu kadar altın almak onun çok zoruna gidecekti! Babamın bana eğildiğini fark edince anlamıştım yanılmadığımı.
"Ne yapıyorsun sen, piçin kızına bu kadar mehir verilir mi hiç? O bizim kölemiz, unuttun mu lan bunu?! Ben bilerek az istesin dedim, sen nasıl böyle yaparsın?"
"Oyunu yeterince sana göre oynadık baba. Sen söz hakkını bitirdin, sıra bana geçti. Eğer karşı geleceksen ben kalkıyorum buradan, benim yerime sen geçersin!"
Yeterince söz dinlemiştim, bu kadar uslu olmak yeterli olmalıydı. Daha fazla zorlayacaksa da o zaman kendi geçip oturmalıydı buraya.
"Sen beni vazgeçirmek için uğraşıyorsun, ama sen inat ettikçe bende inat edeceğim oğlum! Şimdi devam et, ne yaparsan yap sonuç yine aynı kalacak."
Bunu söyledikten sonra geri ayağa kalktı. Bu adam nasıl bir anda bu kadar acımasız olmuştu? Tamam, önceden de çok iyi bir adam sayılmazdı, ama bu kadar kötü biri de değildi bana karşı.
Amca oğlum öldükten sonra babamın psikolojisi bozulmuş olmalıydı, bu yaptığı şeylerin mantıklı bir açıklaması olamazdı.
Daha da kötü bir ruh haline bürünürken yine hiçbir şey duymaz olmuştum. Onca konuşmaya rağmen hiçbir şey işitmiyordu kulağım.
İmam bana döndüğünde anlamıştım ne soracağını, sıranın neye geldiğini biliyordum çünkü. Ne sorduğunu bilsem de kulağım hâlâ işitmiyordu, sanki onun sorusunu duyarsam ölecekmişim gibi hissediyordum.
O soru sordukça sadece 'ettim' dedim yanımdaki kadını karım olarak kabul ederek. Bu benim için çok zordu, ikinci kez sorduğunda nefesim kesilir gibi olmuştu, yine de kabul ettim.
Üç kere karım olarak kabul ettiğimde yüreğim sıkışmıştı. Yanımdaki kişi benim karım olmuştu artık. Hüma'ya ihanet etmiştim ben, bunu istemeyerek yapmıştım hem de.
O andan sonrasını hiç hatırlamıyordum, silinivermişti sanki hafızam. Belki de kötü anıları yok saymaya başlamıştı zihnim.
Nikahımız kıyıldıktan hemen sonra annem birini omuzlarından tutup kaldırarak yatak odasına götürdü. Şimdiden gerdek için hazırlıyordu, çünkü o kızı koynuma alacağımı sanacak kadar saflardı.
İmam yolcu edildikten sonra bu kez gelinin ailesi kapıda belirdi. Babam onlara nefretle bakarken bir zarf çıkarıp uzattı.
"Paranı da aldığına göre defol git! Dua et vicdanlı bir adama denk geldin, yoksa kızınla beraber canını da almış olurdum! Şunu da unutma sakın, bu kızla hiçbir bağınız yok artık. Bizim ailemizin gelini olduktan sonra sizin kızınız olmayı bırakmış demektir!"
Veysel efendi de babama aynı öfke ile bakıyordu. Ama bu sadece öfkeden ibaret değildi, sanki ikisinin arasında benim bile bilmediğim bir şeyler dönüyordu.
"Sen bize birde teşekkür etmemizi mi ima ediyorsun yani? Hüseyin ağa, Allah seni kahretsin! Gül gibi kızımın hayatını çaldın, bunu asla unutmayacağım. Haksız olduğunuz halde tüm cezayı bize kestiniz, dilerim bu evde bir gününüz bile huzurla geçmez!"
Yoksa bana evli olan kızını mı vermişti? Ya onu boşatıp benimle evlendirmeye çalıştıysa? Babam yapardı böyle bir şey, ona asla güven olmazdı özellikle böyle bir zamanda.
"Senin evli olan kızın nerede, yoksa bana onu mu verdiniz? Sakın ha, sakın! Söyle Veysel efendi, öyle bir şey yok ortada değil mi?"
"Elbette yok, sırf senin baban dedi diye kızımın yeni kurulan yuvasını yıkacak değilim! Beni dinle Sinan ağam. Sana güvenim tam, sen baban gibi gaddar bir adam değilsin. Ne olursun, kızıma sahip çık, ailene bırakma onu!"
Babam kendi evladına bile bu kadar gaddarken kim bilir bana gelin olarak aldığı kadına nasıl davranırdı? Benim bir şey dememe fırsat bırakmadan bağırdı babam.
"Defol git Veysel, yoksa evine gidecek olan tek şey cansız bedenin olur. Uzatma, konuyu eşelemek faydasız. Şimdi siktir olup gidin soysuz köpekler!"
Babam öfkeyle tısladıktan sonra içeriye girdi. Onun arkasından birkaç saniye bakıp yeni evlendiğim kadının gözü yaşlı annesine ve acıyla bakan babasına döndüm.
"Olay ne bilmiyorum, ama babam kızını alarak beni de bitirdi. Yine de kızına zarar vermeyeceğim Veysel efendi, ama sahip çıkmamı da bekleme. Sizin yüzünüzden benim hayatım mahvoldu, o kıza bir şey demem, ama yüzüne de bakmam."
Başka bir şey demeden bende geri içeri girdim. Kahya yollardı onları. Şu an daha büyük bir derdim vardı. Gerdek!
Annem anında kapıda belirdi, sanki beni bekliyordu. Onu görünce sinirle nefesimi bıraksam da hiçbir şey belli etmedim.
"Gelini gerdek için hazır ettik, sende gir içeri. Hadi bakalım, güzel haberler bekliyorum oğul. İş bitince kanlı çarşafı çıkarıp kapının önüne atmayı unutma."
Duyduğum sözlerle midem bulanırken tiksintiyle baktım anneme. Bana böyle bir söz nasıl ederdi, benden namusumu gözler önüne sermemi mi istiyordu?
"Öyle bir şey olmayacak anne. Gerdek olmayacak, ileride başka biriyle olsa bile sen o çarşafı asla alamazsın. Beni daha fazla çıldırtma, yoksa kızı aldığım gibi boşarım!"
Annemin bir şey demesine müsaade etmeden kaçar adımlarla odama ilerledim. O kızın beni beklediğini biliyordum, ama yine de gidip tanışmak istedim.
Gerdek odasına girdiğimde hayatımın mahvolmasına sebep olan kişinin bedeninin yatakta tir tir titrediğini gördüm. Onu görmek sinirlerimi heba ederken nefretle yürüdüm ona doğru.
Hayatı mahvolan bendim, ama karşımdaki kişi daha fazla tepki gösteriyordu!
Ona zarar vermeyecektim, ama görünce de sinirlerim çok bozuluyordu.
Öfkeyle tam önünde durup bağırdım.
"Şu lanet titremeni bırak! Aç şu kafandaki duvağı, aç ki hayatımı mahveden sureti aklıma işleyeyim!"
İlk başta açmadı, daha sonra yavaşça açtı yüzünü. Öfkeyle kim olduğunu görmeyi bekliyordum, ama beklediğim kişi asla o değildi.
Gördüğüm yüzle gözlerim irice açıldı, dolu gözleriyle bana bakan kıza bakıyordum. O şaşırmışa benzemiyordu, ama ben...
Bana kan davası için çocuk gelin getirmişlerdi, küçücük bir gelin...
Daha şaşırtıcı olan kısımsa bu çocuk gelinin benim okulumdaki en başarılı öğrencim Selvi olması idi!
"Selvi?" derken sesim titremişti. Ailem ne yapmıştı, bunu bize nasıl yapardı?
"Öğretmenim," diye fısıldarken gözünden yaşlar akıyordu. Korktuğu çok belliydi. Birkaç gün önce benimle gülümseyerek konuşan öğrencim şimdi benden deli gibi korkuyordu.
Bu evlilik sandığımdan çok daha tehlikeliydi, çok daha fazla...