BÖLÜM 5

2951 Words
Mesajlaşmamız, daha doğrusu mesajlaşarak kavga etmemizden sonra Gökhan daha bir asık suratlı oldu bana karşı. Selam bile vermiyordu bana. Selam vermesini geçtim, yüzüme bakmamaya özen gösteriyor gibiydi. Buna neden bu kadar takıldığımı anlamakta zorlanırken, arkadaşlarım ve ablam ısrarla ona âşık olduğumu iddia edip canımı daha çok sıkıyorlardı. İnsan bu kadar sinir olduğu birine âşık olabilir miydi? Bence hayır… Derste dalmış düşünürken hoca birden adımı bağırdı. Ama resmen bağırdı, öyle seslenme falan değil. “İnci!” diye haykırışıyla kendime gelip hemen yanıtladım. “Buyurun hocam?” “Bir de buyurun diyor! Kızım saatlerdir sana sesleniyorum!” deyince ‘Ders kırk dakika anasını satayım, ne saati’ dedim içimden ama ona bir şey diyemedim tabii ki. “Duymadım,” dedim normal bir tavırla. “Duymadın demek? Nerede senin aklın? İyice boşladın dersleri, yoksun sanki sınıfta” “Kusura bakmayın,” diyebildim sadece. “Neyse, söyle bakalım; Difüz Sinir Sisteminin özellikleri nelerdir?” deyince kaldım olduğum yerde. Dinlememiştim ki dersi… Ben susunca: “Söylesene kızım!” diye bağırdı yine. “Bilmiyorum,” dedim. Delirdi kadın, hatta çıldırdı. “Bilmiyorsun demek! Bilme kızım, böyle devam et! Sen zor geçersin sınıfı! Biz de senden neler umuyoruz. Senden hiçbir şey olmaz kızım, babana söyle boşuna umutlanmasın senden,” deyince sinirlendim. “Hocam ne alakası var ya? Dalmışım alt tarafı, duymadım!” deyince ses tonu biraz daha arttı. “Bana öyle ya falan diye konuşma, benim canımı sıkma! Bugüne mahsus değil senin bu hallerin, kaç gündür yoksun derste. Zaten çok iyi değildin, hepten boşladın” “Öf” diye ağzımdan kaçırdım bir anda ve buna bin pişman oldum. “Bak hala terbiyesizlik ediyor! Çabuk çık dışarı, çabuk!” diye bağırınca hızla çıktım sınıftan. Hayatımda ilk defa dersten atılmıştım. Ben böyle bir öğrenci değildim, derslerim hep iyiydi ama şimdi bana ne olduysa, sürekli kopup gidiyordum dersten. Çıkıp kafeteryada bekledim dersin bitmesini ve kendime, toparlanmak için söz verdim durdum. Kızlar dersten çıkıp yanıma gelince, bana moral vermeye çalıştılar, keyfim yerine geldi onlarla beraber. Dersler bitince evin yolunu tuttuk biz de. Akşam yemeğine inince, babamın arkasından boynuna sarılıp öptüm onu. Çok keyifsiz olduğunu fark ettim ama yorulmuştur diye bir şey demedim. Aslında evde pek böyle olmazdı ama belki günü zor geçmiştir diye düşündüm. Yemekten sonra sofrayı topladık beraber ve tam odama çıkacakken babam seslendi: “İnci, gel buraya,” diye öyle bir çağırdı ki beni, neye uğradığımı şaşırdım. “Efendim babacım,” deyip yanına gidince yüzündeki öfkeyi gördüm. “Sen bugün dersten mi atıldın?” diye sorunca başımı eğdim. “Cevap ver inci!” dedi sinirle. “Evet” diyebildim sadece. “Otur şuraya” dedi ve yanındaki koltuğa oturdum. “Ben bugün çok utandım İnci. O müdürün olacak adam beni arayıp neler dedi, seni nasıl şikâyet etti duymanı isterdim. Tabii aynı anda benim nasıl yerin dibine geçtiğimi görmeni de… Kızım senin derdin nedir? Kavga etmene ses çıkarmadım haklısın diye, ama dersten atılmak nedir? Bir de öğretmeninle neredeyse kavga edecekmişsin” dediğinde annem mutfaktan çıkıp geldi hemen. “Ne kavgası Haluk? İnci?” dedi ikimize de bakarak, elleri belinde. “Şimdi bunu konuşmanın sırası değil Semiha, sen işine bak lütfen” deyince annem ‘ Nasılsa sonra konuşacağız’ bakışını atıp gitti. Babam da aynı hızla bana döndü. “Sana ne kadar güvendiğimi, ne kadar inandığımı, seninle hep gurur duyduğumu unutturdun bana bugün. Ne diyeceğimi bilemedim adama, sesimi çıkaramadım” “Bir kez olan bir şey için neden bana olan güvenin bu kadar sarsılıyor baba?” diye sordum nereden bulduğumu anlayamadığım bir cesaretle. “Dersten bir kez atılmış olabilirsin, ama şikâyetler ilk değil İnci! Fizik hocan aradı, Matematik hocan aradı, bugün de Biyoloji hocanla olan olay için müdürün aradı. Kızım sana ne oluyor? Bir derdin mi var, neden böyle oldun sen?” “Bir şeyim yok baba” dediğim an “O zaman neden bunlarla yüz yüze geliyorum?” diye öyle bir kızdı ki, ağzımı açamadım. “Sana olan güvenim çok kırıldı İnci, çok da üzdün beni. Ben hiç böyle şeyler yaşamadım. Ablan için bir kez şikâyet almadım. Senin için de öyle olacağını umarken şimdi nelerle uğraşıyorum. Sen uğraştırıyorsun! Kendini toplayana kadar benimle konuşmanı istemiyorum. Git, ne yaparsan, nasıl yaparsan yap topla kendini. Düzeldiğine ve bir daha tekrarlanmayacağına inanana kadar benimle konuşmanı istemiyorum. Şimdi odana çıkabilirsin!” dedi ve kalkıp mutfağa gitti. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Babamla konuşmamak demek, koca evrende tek başıma kalmak demekti benim için. Ben babamla konuşmadan, ona sarılmadan duramazdım ki... Odama çıktım, gözyaşlarımı serbest bıraktım yatağıma yatıp. Babama kızmıyordum, kendime kızıyordum. Babam haklıydı, sonuna kadar haklıydı. Benden beklediği tek şey derslerimde iyi olmam ve onu utandıracak bir şey yapmamamdı. Bunun dışında her konuda sonuna kadar özgürdüm ve babam hep yanımdaydı. Kavga ettiğimde bile kızmamıştı, sırf inandığım şeyi yaptığım için. Ama derslerimde başarısız olmam, ona ihanet etmem gibiydi. Onun kadar mükemmel bir babaya ihanet etmek… Ağlayarak uyudum, içime oturmuştu babamın sözleri. Sabah okula giderken de çok keyifsizdim. Kızlar sorunca anlattım olanları, onlar da üzüldüler benimle beraber. Biyoloji hocasına da saydırmayı ihmal etmediler elbette. Hatta Fizik ve Matematik hocalarının derisini yüzdüler. Öğle arasında bir şey istemedi canım, kızlar yiyene kadar dışarıda bir köşeye oturdum. Aklıma geldikçe sinirim bozulup ağlıyordum. Ben işleri nasıl düzelteceğimi düşünürken yanımda biri belirdi. Başımı kaldırdım, Gökhan’dı gelen. Elinde tost ve meyve suyu tutuyordu. “Naber?” dedi gülümseyip. Elimin tersiyle gözümdeki yaşları silerken: “Gördüğün gibi,” dedim. Sormadan yanıma oturdu ve tostu bana uzattı. Şaşkın şaşkın baktığımı görünce: “Tut şunu bakalım” dedi ve zorla elime tutuşturdu. O meyve suyunu açmak için uğraşırken ben de tostu tuttum. Meyve suyunu açınca tostu ona uzattım ama almadı. “Sana aldım onu, hadi ye bakalım” deyince şaşkınlığım daha da arttı. “İstemiyorum ben,” dedim suratımı asıp. “İstemiyorum diye bir şey yok, o tost yenecek. Meyve suyunu da açtım. Ye bakalım” diye ısrar edişine aldırmadan tostu kâğıdına sarıp yanıma koydum. “İnci, o tostu alıp yer misin hemen?” dedi biraz sert. “Gökhan, istemiyorum dedim. Yemeyeceğim” dedim ama tam bir keçiydi. “O tostu yiyeceksin, bu meyve suyunu da içeceksin. Sonra da bana neler olduğunu anlatacaksın” deyince “Lütfen…” dedim ama çok kararlıydı. Tostu aldı ve açtı, sonra da zorla ağzıma doğru ittirdi. Mecburen elime aldım ve bir parça ısırdım. Hemen arkasından meyve suyunu da verdi ve içtim. İnatlaşmaya bile halim yoktu. Bu ısrarcı hareketleri, tost ve meyve suyu bitene kadar devam etti ve sonunda bitirdim. “Bitti” dedim bezmiş bir tavırla. “Aferin sana, afiyet olsun. Hadi şimdi neden böyle köşeye saklanıp ağladığını anlat” dedi. Ona cevap vermeden önce aklıma bir soru takıldı ve onu sordum. “Sen benim aç olduğumu nereden anladın da tost alıp geldin?” dedim. Başını öne eğip gülümsedi önce, sonra bana baktı. “Yemekte seni görmedim ama arkadaşlarını gördüm. Merak ettim, gidip sordum. Onlar da canının sıkkın olduğunu ve yemeğe gelmeyeceğini söylediler. Ben de aç açına ders olmaz diye düşündüm” “Sen benim yemeğe inmediğimi fark ettin, sonra merak ettin ve araştırma mı yaptın yani?” “Araştırma demeyelim de, sordum diyelim” “Neden?” “Ne neden?” “Neden bunu yaptın?” “Tostu mu diyorsun? Açsın diye işte” “Onu demiyorum, neden bu kadar uğraştın?” “Buraya getirmek için uğraşmamı mı diyorsun? Önemi yok canım, iki adımlık yol ne olacak,” “Gökhan, zaten canım sıkkın. Anladın işte neyi sorduğumu” “Boş versene İnci, nedense neden… Sen anlat neden canın sıkkın?” “Neden ilgileniyorsun ki?” “Bilmem” “Ne demek bilmem?” “Hep soru mu soracaksın?” “Evet” “Bence sormayı bırak da anlat nedir derdin. Konuşmak rahatlatır insanı, anlat hadi” “Sen insanı delirtirsin…” dedim ama kızarak değil, gülümseyerek. Benimle ilgilenmesi ve derdimi öğrenmek için bu kadar ısrar etmesi gülümsetmişti beni. “Babam…” dedim ve dediğim an gözlerim doldu. Benim halimi görünce, ondan hiç beklemediğim bir şey yapıp eliyle kolumu sıvazladı. “Babana kötü bir şey mi oldu?” “Hayır,” “Hadi anlat, ne oldu babanla ilgili?” deyince ona derste olanları ve babamın bana ne kadar kızdığını anlattım. Beni dikkatlice dinledi, sonra da cebinden kâğıt mendil çıkartıp bana uzattı. Alıp gözümdeki yaşları, sonra da burnumu sildim. “Baban hayal kırıklığına uğramış, daha doğrusu senden çok iyi şeyler beklediği için o da üzülmüş bence” diye olanları yorumladı ben burnumu silerken. “Zaten benim de canımı sıkan bu ya, böyle üzülmüş olması. Ben hiç böyle bir şey yaşamadım, babam da hiç karşılaşmadı böyle bir şeyle. O hep bana güvenir, hep yanımda olur” “Biliyorum, kavga konusunda bile kızmadı sana” “Evet, kızmaz ki… Ama bu durum farklı işte, bu defa kızdı. Haklı kızmakta, hak ettim. Ama hocalara da ayır kızgınım, gelip beni uyarmadan hemen şikâyet etmişler” “Onlar öyle, değiştiremezsin. Sen kendine bakacaksın, bir daha onları haklı çıkaracak bir şey yapmamak için uğraşacaksın” “Ben babamın güvenini nasıl kazanacağım Gökhan? Onunla konuşmamı istemiyor, onu inandırana kadar benimle konuşmayacak. Ben onunla konuşmadan yapamam ki, dayanamam. Eksik hissederim kendimi babamla konuşmazsam, o benim dünyam” deyip hıçkırıklara boğulunca, birden sarıldı bana. Üzüntümle şaşkınlığım arasında giderken kendini geri çekti ve biraz utanmışa benzer bir tavırla: “Pardon, sen öyle ağlayınca…” dedi ama devamını getiremedi. “Teşekkür ederim” dedim gülümsemeye çalışarak. Onun bir şey demesine fırsat kalmadan bizimkiler yanımızda aldı soluğu. Onlar gelince Gökhan da ayaklandı. “Yine konuşuruz olur mu? Buralardayım ben,” dedi ve gülümseyip gitti. O gider gitmez, kızlar babamla olan sorunu bir yana bırakıp Gökhan’ın bana sarılmasını konuştular. O kadar heyecanlı ve meraklılardı ki, cevap vermeye yetişemedim. “Sanırım yeni bir aşk doğuyor,” diye sevinen Tuğba’ya ters bir bakış attım. “Saçmalamayın, moralim bozuk diye öyle sarıldı” dedim ama dinleyen kim? Ders zamanı gelince sınıfa girdik. Bütün dikkatimi derse verdim, hocanın her sorusuna cevap vermeye çalıştım. Beni ispiyonlayanlardan biri de oydu ve bu halim onu şaşırtmıştı. Ders bitince benden kalmamı istedi, ben de çıkmadım. “İnci, seni yeniden böyle aktif görmek çok güzel kızım. Aferin sana,” deyince samimiyetsizliğine içimden saydırdım. Dışımdan öyle yapamasam da laf sokmaktan geri durmadım. “Ben her zaman aktiftim hocam. Birkaç gündür kafam dalgındı sadece ama toparlandım. Sadece babam üzüldü o kadar,” deyince rengi attı. “Baban sana çok güveniyor, o yüzden üzülmüştür. Ama sen böyle kendini toparlarsan sıkıntı kalmaz” “Hocam keşke önce bana söyleseydiniz benimle ilgili sıkıntınızı. Ben yine toparlardım kendimi ama babamla aramız açıldı bu yüzden” “Biz her öğrencimizin velisiyle iletişim halindeyiz İnci” “Neyse hocam, her şey düzelecek,” dedim lafı fazla uzatmamak için. Sanki bu kadar kalabalık bir okuldaki her öğrenciyle bu kadar yakından ilgileniyormuş gibi yapması ayrıca sinir bozucuydu ve dayanamayacaktım. “Ondan eminim,” dedi ve gülümsedi yüzüme. Sinir olsam da bir şey demedim başka…   **** Derslerime olduğunca çok asıldım geçen iki hafta içinde. Bu durum babana giden raporlara da yansımız olacak ki, keyfi yerindeydi ve bana da daha sıcak bakıyordu. Buna seviniyordum ama bir yandan da hala eskisi gibi olmamamız canımı sıkıyordu. Akşam yemeğinden sonra babam balkona çıktı, biz de sofrayı topladık annemle. Ablam bir proje için arkadaşında kalmıştı ve evde yoktu. Ben tabaklarda kalan yemekleri toparlarken annem bana cezveyi ve kahve fincanını uzattı. Ona anlamsızca bakarken: “Babanın keyfi yerinde, okuldan da iyi haberler geliyor. Şimdi arayı düzeltmenin tam zamanı İnci,” deyince ne yapmaya çalıştığını anladım. Hemen kahveyi hazırladım ve özenle tepsiye koyup babamın yanına götürdüm. Günlerdir aramızda tek bir diyalog bile geçmediği için, ilk nasıl başlasam konuşmaya diye düşüyordum bir yandan da. “Kahve yaptım babacım,” deyince “Teşekkür ederim, sehpaya bırakabilirsin,” dedi. Sonunda benimle konuşmuştu. Hemen devam ettim atağa. “Biraz konuşsak olur mu?” deyince çaktırmamaya çalışarak güldü ama ben elbette ki anladım. “Gel bakalım” deyince hemen karşısına oturdum. “Anlat, seni dinliyorum,” deyince derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım. “Bana kızdığını biliyorum,” dediğim an cümlemi kesti “Kızmadım, üzüldüm” deyince onu onayladım hemen, ters gitmek istemiyordum. “Evet, seni üzdüm. Ama inan ben de istemedim böyle olmasını. Birkaç günlük bir şeydi sadece. Ama toparladım kendimi, derslerim artık kötü değil” “Biliyorum” “Hocalarımla da aramı düzelttim, artık eskisi gibiyim” “Benim zaten bundan şüphem yoktu kızım. Ama hala bir endişe taşıyorum içimde. Tekrar aynı hataya düşme ihtimalin beni korkutuyor” “Öyle bir şey olmayacak,” “Bak, çok gençsin daha. Açıkçası kendini düzeltmek için verdiğin çaba çok hoşuma gitti ama bu genç zamanlarında atacağın yanlış adımlardan korkuyorum. Ablanda böyle şeyler yaşamadım, şimdi seninle hazırlıksız yakalandım İnci. Sen ondan farklısın onu biliyorum, bebekliğinden beri farklıydın zaten. Çabuk dağılabiliyorsun, çok keskin uçların var ve o uçlara geldiğinde gözlerini karartıyorsun. Bazen hoyratlığından ben bile ürküyorum, kendine bir zararın dokunacak diye endişe ediyorum. Yaşadığımız bu son olay da korkularımı arttırdı” “Lütfen bana güvenmeyi bırakma,” derken çoktan ağlamaya başlamıştım bile. Babam beni tutup yanına çekti ve koluyla sıkıca sardı beni. “Ağlama İnci tanem, üzme beni de. Senin içinde kötülük yok biliyorum ben. Ama hayata karşı çok acemisin, elbette ki virajların olacak. Ve biz her zaman yanında olmayacağız o virajları geçerken. İşte orada kontrol sende olacak ve sen kendini kurtaracaksın” “Kurtaracağım” “Biliyorum kızım” “Barıştık mı peki?” “Barıştık, hadi ağlamayı bırak bakalım. Zaten kahvem soğudu” deyince hemen kalktım. “Yenisini yapayım?” “Hadi yap bakalım. Annene de söyle yanıma gelsin, yoksa babam cici anne alacakmış de” deyince gülerek içeri girdim ve annemi babamın yanına gönderip ikisine de kahve yaptım. Sonra da odama çıktım mutlulukla. Bu mutluluğu paylaşmak istediğim ilk insan Gökhan’dı. Bu zor süreçte bana çok destek olmuştu. Derse odaklanmam için, daha verimli çalışmam için bana bir sürü yöntem anlatmıştı ve bunlar da çok işe yaramıştı. Hemen telefonumu elime aldım ve mesaj yazdım ona. “Babamla barıştık biz. Çok mutluyum Gökhan. Bunu ilk seninle paylaşmak istedim. Sana teşekkür etmek istedim” yazdım ve gönderdim. Yatağımın üzerine uzanıp cevap beklerken nihayet yanıtı geldi. “İnci sonra…” yazmıştı cevap olarak. Ne olduğunu anlayamadım, hatta neye uğradığımı şaşırdım bir anda. Ben böyle bir yanıt beklemiyordum. En azından sadece “sevindim” yazmasını beklerken, o bana sonra demişti. Cevap vermedim, belki işi vardır diye sessiz kaldım ben de. Sonra da kızlara verdim müjdeli haberi ve onlarla paylaştım sevincimi. Ertesi gün okula gittiğimde gözlerim Gökhan’ı aradı ama göremedim. Sınıfının önünden elli defa geçtim ama bir türlü görememiştim yine. Sonunda dayanamadım ve sınıfına girip baktım, yoktu. Arkadaşlarına sorunca okula gelmediğini öğrendim. Daha da meraklanmıştım, ne olmuş olabilirdi ki? Bütün gün, derste olabildiğince derse odaklanıp kalan zamanda Gökhan’a ne olduğunu düşündüm. Beş defa falan aradım ama telefonu kapalıydı. Artık merakım endişeye dönüşmeye başlamıştı, sürekli kafamın içinde sorular yanıp sönüyordu. “Gökhan’a ne olduğunu çok merak ediyorum!” diye patladım dersin son zili çalınca. Kızlar da benim sayemde meraklanmışlardı. “Belki bir işi vardır, ondan kapalıdır” diyen Tuğba içimi rahatlatamamıştı. “Bu böyle olmayacak, ben gidip bakacağım” deyince ikisi de şaşırdı. “Nereye bakacaksın?” dedi Işıl. “Köfte sattığı yere, yoksa rahatlayamam” deyip yürüyünce onlar da peşime takıldılar. Beraberce yola koyulduk. Yolda babamı arayıp kızlarla sinemaya gitmek istediğimi söyledim. Önce biraz itiraz etti ama derslerimin düzelmesi hatırına izin verdi sonunda. Kızlar da ailelerinden izin alıp, babamın adını da kullanarak izin aldılar. Yürüyerek sonunda Gökhan’ın köfte tezgâhının olduğu yere geldik. Baktım, oradaydı. Onu görünce içime öyle bir rahatlama geldi ki, tarifini yapmam çok zordu. Koşarak yanına gittim. Beni görünce şaşırdı ama yüzüme bakmadı. Yine başlamıştı… “Gökhan okula neden gelmedin?” oldu ilk cümlem. Hemen uyuzluğunu yaptı. “Bizim oralarda çalışan insana önce kolay gelsin denir. Sizde hesap mı soruluyor?” dedi yine yüzüme bakmadan. “Kusura bakma, akşam öyle ters bir mesaj yazıp sonra da okula gelmeyince merak ettim” dedim. Ben kızmamıştım, gerçekten merak ettiğim için bunu söylemiştim. “Merak etme, iyiyim ben. Okula gelmek istemedim sadece” dedi. “Bir şey mi oldu?” dedim ısrarla ama bana bakmıyordu bir türlü. Buna kızmıştım artık. “Yine ne oldu da yüzüme bakmıyorsun acaba?” dedim sinirle. “işim var” diye geçiştirmek istedi ama sinirlendim iyice. Elinde tuttuğu maşaya uzanıp çektim. “Ne yapıyorsun sen?” deyip hışımla bana bakınca şok girdim. Yüzünün sol yanında kocaman bir morluk ve şişlik vardı. “Gökhan!” diye çığlık atınca hemen maşayı alıp başını eğdi yine. “Bağırma, herkes bize bakıyor” demesine aldırmadım. “Ne oldu sana? Kavga mı ettin? Kaza mı yaptın Gökhan? Cevap versene!” “Bir şey olmadı diyorum İnci. Gider misin artık?” “Ne olduğunu söylemeden asla gitmem” “Hasbinallah! Bir şey yok dedim!” “Nasıl bir şey yok? Şu haline bak!” deyip elimi yüzüne uzatınca kolumdan sıkıca yakaladı ve hışımla sıktı. Canım o kadar acıdı ki, kolumu zorla çektim. “Ne yapıyorsun ya? Canım acıdı” deyince biraz yumuşar gibi oldu ama hemen toparladı. “Git İnci!” deyip yine işine döndü. Daha fazla ısrar etmedim. Bu kadar zaman bana destek olan, omzunda ağlamama izin veren, derdimi dinleyip bana o kadar yardım eden Gökhan değildi sanki karşımda duran. Bambaşka, duvar gibi, onu ilk tanıdığım zamanki buz dağı gibiydi. Bir şey demden yürüdüm, kızlar da peşimden geldiler. Işıl koluma bakınca “Kızarmış,” dedi. Kolum umurumda bile değildi, ben ona ne olduğunu merak ediyordum. “Yüzünü gördünüz mü?” dedim ikisine bakarak. “Evet,” dedi Tuğba, “Dayak yemiş galiba” “Ondan bu kadar öfkeli galiba” dedi Işıl da peşinden. “Kızlar, benim ona ne olduğunu anlamam gerek. Yoksa asla rahat edemem” deyince “Nasıl olacak o?” dedi Işıl. “İşi bitene kadar bekleyeceğim, sonra da takip edeceğim. Bakalım ne olacak?” deyince ikisi birden itiraz ettiler. “Boşuna debelenmeyin, ben ona ne olduğunu öğreneceğim” dedim kararlılıkla. “Haluk amca seni bu defa kökten siler benden söylemesi” diyen Tuğba’ya aldırmadım bile. “Babam beni anlayacaktır,” dedim ve ileride, Gökhan’ın göremeyeceği bir kafeyi gözüme kestirip ilerledim. Mutlaka öğrenecektim ona ne olduğunu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD