Ertesi sabah bir gün öncesinden daha rahat uyanmıştı Seyhan aynı yatakta. Belki de alışıyordu bulunduğu evin kokusuna ya da eşyaların hep aynı yerde duruşuna. Yalnızlığa zaten alışıktı ama rüyasına giren adamın varlığını göremeyince garipsemişti rüyasına da uyandığında hissettiği soğuğa da. Oysa dışarısı sıcaktı ama Seyhan üşüyerek uyanmıştı yün döşekte.
Rüyasını zihninin gerilerine atıp banyoya girip elini yüzünü yıkadı, odaya dönünce üstünü değiştirdi gözü yüklüğün üstünde duran entariye ve pantolona kayarken. Giymeli miydi birini? Ama hangisini? Giyse Halil ne tepki verirdi? Yakışır mıydı üstüne?
Yıllarca abilerinin eskilerini giyerek büyümüştü. Ama hatırlıyordu on dört yaşında annesinin odasına girip onun dolabından alıp giydiği o eteği, dolabın aynasından eteklerinin ucunu avucuna tutuşturarak kendi etrafında dönüşünü, o an aynada gördüğü çocuğun gözlerindeki ışığı. Biliyordu, hissediyordu, görüyordu. Ama kabuklara sarmıştı Seyhan o çocuğu annesi yüzüne tokat atıp "Kadın mı olacaksın başımıza, baban duymasın" dediğinde.
Yaralar açmıştı kendine, yeni yeni yaralar, kabuk bağladıkça kanatmıştı yaralarını bir kez daha kabuk bağlamak için o çocuğun yaralarına.
Zihninin en ücra köşelerine attığı çocuğun 'onu giymek istiyorum' sesiyle bir anlığına cesaretini toplayıp eteği alıp altına giydiği pantolonu çıkardı ve eteği giydi. Yüreği pır pır olmuştu başını eğip eteğe baktığında.
Kimsecilerinin olmamasını fırsat bilip odadan çıktı ve koridor duvarındaki aynaya baktı gözleri dolu dolu. Şimdi ıslak gözlerinde aynı ışığı görmüştü yıllar önceki o çocuğun gözlerinde. Elini ağzına atıp "Yakıştı valla" diye kıkırdadı ama kalan kapıyla yerinden sıçradı.
Telaşla "Kim o?" diye bağırdığında kapının gerisinde onun telaşlı sesine korktuğunu düşünen Halil endişelenip bir kez daha kapıya vurdu. "Benim Seyhan, bir şey mi oldu?"
Seyhan bir altındaki eteğe bir de kapısı açık odaya baktı, şimdi eteği çıkarsa altında hiçbir şey yoktu pantolonu giymeye çalışsa sürekli kapı çalan adamı korkutacaktı.
"Seyhan aç kapıyı, bak korkutma beni."
Seyhan birden aman be ne olacaksa olsun deyip kapıyı açtı ve karşısında endişeyle bakan adamın şokla gözlerinin eteğine kaymasına ofladı.
"Bir şey olmadı, çalıp durmasana."
Dili tutulan Halil bakışlarını Seyhan'ın yüzüne çıkarıp kaş çatarak elini beline atmasına hafifçe öksürerek "Nine..kahvaltı.. Şey.." diye kekeledi.
Seyhan onun verdiği tepkiye içten içe gülerken dışından "Tamam gelicem birazdan" deyip kapıyı açık bırakıp odaya doğru yürüdü.
Halil, Seyhan'ın giydiği eteğinin yürüdükçe savrulmasına elini göğsüne götürüp "Kalpten gideceğim bu gidişle" diye mırıldandı.
Seyhan ise eteği çıkarıp hızlıca kendi pantolonunu tekrar giyip koridora çıktı. Halil ağzının içinden "Acele etmeseydin" diye geveleyince Seyhan "Gidelim hadi" diyerek kapıdan çıkıp bahçe kapısına yönelen adamın peşine düştü.
Beraber yürüdükleri yolda Seyhan o bir şey demesin diye içinden dua ederken Halil ayaklarının ucuna bakarak yürümeye devam ederken "Beğendin mi?" diye fısıldadı.
Seyhan "Hıı, teşekkür ederim" diye mırıldanarak Halil'in açtığı kapıyla bahçeye girdi ama heyecandan ve az önce yaşanan garip durumdan dolayı dizleri titrediği için tökezledi. Saniyeler içinde beline sarılan kolla şokla gözlerini açıp arkasındaki uzun boylu adamın "Düşeceksin" demesine kaş çatarak arkasını döndü.
Geniş kollarıyla onu sıkı sıkı tutan adamın gözlerine baktı. Orada gördüğü sıcaklık ve şefkat göğsünü sıkıştırıyordu, korkutuyordu. Bilmiyordu bu duygusu, anlaması zordu.
"Düşmem, bırakta yürüyeyim Halil."
Onun ağzından adını ilk kez duyan adam ise sesinin tınısı dikkatini dağıttığı için kolları arasından çıkan gencin "Nazike nineye yardım edeyim ben" diyerek kaçar gibi gidişini izledi.
Göğsünün tam ortasında tutuşan bir alev vardı ama bir yanında da ona acı çektiren bir sızı. Anlamını bilmiyordu bu iki karmaşık duygunun adını ama Seyhan'ın ağzından duyduğu adı sürekli kulaklarında çınlamaya başlamıştı.
Kahvaltı birbirlerine attıkları kaçamak bakışlarla geçince Nazike aralarında bir şeylerin geçtiğini anlamıştı tabi. Tam da bu yüzden Halil tarlaya gidince Seyhan'a yemek yapması için mutfağını açıp "Bugün çok yorgunum gibi kınalı kuzum, yemeği sen yapsan da kara kuzuma götürsen" dedi.
Seyhan bunu bilerek söylediğini Halil'in öğle yemeğine geleceğini bilse de onun yanına göndermek istediğini anlamıştı.
"Yalnız köyde dolaşma dedi ama."
Bir yandan da yaptığı yemekleri saklama kaplarına koyuyordu. Nazike nine gülerek "O çok konuşmasın, benim kuzumu ne zamana kadar kapılardan çıkarmayacak, az dişli oluver sen de yap istediğini" dediğinde Seyhan da güldü.
"Olayım demi nine, hep mi onun dediği olacak ha."
Saklama kaplarını da bez çantaya koyup bahçe kapısından çıkarken ninenin "Eve de almam deme de" demesine omuz silkti.
"Kendi evi değil mi, ona da cazgırlık yapmam. İsterse gelsin" deyip hızla kapıdan çıktı.
Ne demek istediğini anlayan yaşlı kadın keyifle kahvaltıdan kalan çayını yudumlayıp arkasına yaslandı.
"Olacak olacak, bir yastıkta kocanır elbet."
Seyhan elindeki bez çantayla aheste aheste köyün içinden geçerek tarlalara doğru yürümeye başladı Nazike ninenin tarifiyle. Köyün içinden geçip büyükçe bir çekmeyi aşınca tarla yoluna çıkacaktı. Yanından geçip gittiği ya da kapı önlerinde gördüğü insanların farklı bakışlarını umursamama çalışıyordu
Seyhan da alışmalıydı köylüler de. Evet köylerine çift cinsiyetli biri gelmişti, o da Halil'in nikahlı eşiydi. Öyle ya da böyle bunu kabul edeceklerdi.
Seyhan okuldan çıkan öğrencileri görünce hüzünle gülümsedi tek katlı okulun önünden geçerken. Köy öğretmeni de Seyhan'ı görmüştü çocuklar bir şeyler sorarken.
Göz göze geldiler Seyhan öğretmenin yanındaki çocukları gülümseyerek izlerken. Adamın kendisine baktığını fark ettiğinde ise ayıp olmasın diye başını hafifçe eğip kaldırarak selam verip yoluna devam etti.
Öğretmen okul duvarın gerisinden kaybolan gençle yanındaki görevliye Seyhan'ı gösterip "O kimdi Ahmet bey?" diye sordu.
Okulun temizlik ve tadilat işlerine bakan yaşlı adam çeşmeye doğru yürüyen Seyhan'a bakarak "O Halil'in eşidir örtmen oğlum, uğursuz derlermiş kendi köyünde, bizim köye gelin diye geldi emme kız mıdır oğlan mıdır bilinmezmiş, değişik bişey herhal" deyince Kenan öğretmen anlayışla gülümsedi.
"Değişik değil Ahmet bey, çift cinsiyetli sadece. Dünyanın her yerinde varlar."
Yaşlı adam dudak büzerek "Ben bilmem dünya ne çeşit insan var, bu da böyleymiş işte" dediğinde Kenan derin bir nefes vererek "Yarın okulun boyanması için ilçeden gelecekler, sabahtan burda oluruz Ahmet bey" deyip kaldığı lojmana yöneldi.
Yaşlı adam da bütün çocuklar çıktığı için öğretmene "Kal sağlıcakla, sabah gelirim hoca oğlum" diyerek okul kapısından çıktı.
Kenan lojmanın kapısını açmadan önce arkasını dönüp çesmeden aşağı doğru tarlalara doğru yürüyen Seyhan'a baktı. Gülümseyerek başını iki yana salladı.
"İnşallah bu insanlar sana rahat verir yaralı çocuk."
Seyhan ise salına salına ulaştığı tepeye çıkıp eliyle güneşi siper ederek tepenin aşağısındaki tarlalara baktı. Halil'i bir ağacın altında sokulanmak için otururken görünce gülümsedi.
Yorgun argın adamın yüzündeki teri omzundaki mendille silişini izliye izleye tepeden aşağı yürüdü ve tarlanın başına yaklaşınca "Halil" diye seslendi.
Adını duyan adam tanıdığı sesle hızla arkasını döndü ve elindeki bez çantanın kollarını sıka sıka tutan genci görünce önce şaşkınlıkla kaşlarını çattı, ardından başını eğip gülümseyerek yerden kalktı.
Seyhan yalnız gelme dediği halde geldiğine kızmasın diye başını eğdi ama yüzünü ısıtan bir şeyler daha vardı, garip bir utanç neden geldin derse ne diyecekti.
Halil bir eli belinde başını eğen gence bakarak başını hafif yana yatırdı. "Sözü dinlemeyeceksin bir türlü demi Seyhan" deyince omuz silken genç başını kaldırıp Halil'in ter dolu yüzünde ela gözlerine baktı.
"İşime geleni dinleyeceğim bundan sonra."