PROLOG
Nefretten Aşka
(Asil Selçuk)
Yığınla biriken sınav kağıtlarını okumaktan daha çok nefret ettiğim şey: Kapımda oturup ağlayan kadınlardı.
Başında bir şapkayla yüzünü dizlerine gömmüş perişan kadının yanına yaklaştım.
Teselli mi?
Buna hiç vaktim yoktu.
-Hey, kışt! Kalk eşiğimden. Başka yerde ağla.
Ansızın şapkanın altından görünen bir tutam alev rengi saçla, ağlayan kişinin kim olduğunu anladım. Hayat neden her defasında beni Aleda'yla sınıyordu? Onca aramanın ve bildirimin ardından kapımın önünde miydi yani? Sırılsıklam ter içindeydim ve verdiğim sözleri yerine getirmeye hazırdım. Asla ilgilenme!
Başını kaldırdı ve perişan hâliyle yüzüme baktı. Kahrolasıca şişmiş gözleri bile güzelliğine zeval getirmiyordu. O büsbütün bir belaydı! Belanın en arsızı! En kızılı!
Üniversite derslerinde başıma bela olduğu yetmiyormuş gibi şimdi de aynı üniversitede öğretmenlik yapmamızın belasını göğüslüyordum.
Ben bu kızla nasıl baş edecektim?
-Öğretmen'im...
Derken pantolonumun paçalarına nemli elleriyle dokunarak ayağa kalktı. Makyajı aksa da... Bunu demekten nefret ediyordum ama ağlarken bile güzeldi işte. Dişlerimi sıktım gergince.
-...eğer bu durumla başa çıkamazsan bana uğrayabilirsin, demiştiniz.
Devirdiğim gözlerimi ondan gizlemeden bağdaş yaptım kollarımı. İnsanların bazı teklifleri samimi sanacak kadar zır deli olduğunu bilmiyordum. Hele ki Aleda gibi akıllı bir kızın...
-Nezaketen söylemiştim. Ciddiye alacağını düşünmedim.
İç çekerek ağlayışı apartmanı ayağa kaldırmadan onu içeri aldım. Asi hâllerini ardında bırakarak eve girdi uysalca. Kapıyı örter örtmez en kısa şekilde eve dönmeye yönlendiren konuşmamı yapmaya karar verdim.
Ateşle barut... Asla, asla!
Hele ki ateş bu kırmızı saçlı fettansa. Barutun kim olduğunu söylememe gerek yoktu sanırım.
-Bak, birini seviyor olabilirsin; birisi için ölüyor da olabilirsin... Ve bu... Bu beni hiç alakadar etmiyor artık.
Ağlayışı gittikçe arttığı için sert tavrımdan ödün verip daha yumuşak bir giriş denemem gerekiyordu.
-Tamam, tamam! Kes ağlamayı lütfen. Başımı ağrıtıyorsun.
Burnunu çektikten sonra ellerinin tersiyle gözlerini sildi. Söz dinleyince hayli sevimli olduğunu düşünüyordum.
Her şeye rağmen hala onun hakkında iyi fikirlerimin olması tüylerimi ürpertmişti.
-Dinle. Aşk sadece bir klasik koşullanmadır Aleda. Bu bir illüzyon. Ha? Anlıyor musun? Aşk yanılsamadır.
-Neden... Bu kadar canım yanıyor o zaman?
Nefes verdim sakin bir şekilde. Elimi şakaklarıma götürerek ovuşturdum.
Yorgunluk bütün bedenime uyku emri verdiği hâlde, zoraki bir isteksizlikle sordum. Zira o lavuk hakkında anlatacakları umurumda değildi.
-Tam olarak ne oldu yine?
İçimden dua ediyordum anlatmamayı tercih edip evine dönmesi için. Ancak sırtını duvarıma yasladı tok bir sesle. Çantasının metal kısmı duvarın boyasını dökerse, yemin olsun acımaz ödetirdim küçük şeytana masrafını.
Duvara cızırtıyla sürtünerek indi yere.
-Evleniyorlar.
Has...ktir. Lavuğun vereceği en mantıksız karardı bu.
Durum ciddiydi demek.
Ve Aleda...
Hala Özgür için gözyaşı dökebiliyordu yani.
Tek isteğim para kazanıp emekli olana kadar çalışmaktı. Sonra biriktirdiğim paralarla genç bir kadını tavlayıp evlenirdim belki.
Fakat bu... Bu manyak kadını başımdan nasıl savacaktım?
Belimdeki kemere tutundu parmaklarım. Gitmeyecekti Aleda. Onu bir kez daha evime almamak hususunda verdiğim sözü tutamamıştım yine.
O an... Fark ettim.
Bir felsefe edinecektim. Bunu daha önce yapmamam için pek çok sebebim vardı. Fakat tam da şuan, bütün birikmişliklerimin baskısıyla, hala o adamı sevmesinin benim üzerimde yarattığı gerginlik ağzımdan çok mantıksız fikirlerin çıkmasına sebep oldu.
"Eğer başındaki belayla mücadele edemiyorsan; hayatına girip yerleşmesine izin ver."
-Baksana... Bir fikrim var.
Ümitle ışıldayan gözlerini kırpıştırdı yüzüme bakıp.
Ona tepeden bakmak yine harika hissettirmişti. Zira daima burnu havada, üniversite koridorunda kibrinden geçilmeyen bir tip olduğu için, üstten seyrettiğim her anın tadını çıkarıyordum.
Karşımda iki büklüm, perişan bir hâlde ezildiğini görünce... Yüzümde arsız bir sırıtış belirdi. Kendi kendini bu duruma düşüren biri için artık üzülmeye gerek var mıydı?
Yol yorgunluğuyla birazdan söyleyeceğim sözü sorgulama fırsatı dahi bulamadan, ileride duyacağım pişmanlıktan emin olduğum halde, ne etik değeri ne de verdiğim radikal kararları bırakan o teklifi sundum.
-Sana, aşkın bir yanılsama olduğunu kanıtlayacağım. Üç ay... Sadece üç ayda seni kendime aşık edeceğim. Sonra da sönme etkisiyle aşkın aslında kontrol edilecek bir durum olduğunu anlayacaksın. Ve bu koşullanmayı birlikte söndüreceğiz. Yani aşık olacak kadar aptal olmamayı öğreneceksin.
Tamamen afallamıştı. Elleriyle yerden destek alarak ayağa kalktı. Kavisli çatık kaşlarını şaşkınlığının etkisiyle kaldırırken dediklerimi düşünüyordu. Ya da kızaran yüzü, bu utanmaz kızın da utanabileceğini gösteriyordu bana.
Keşke kabul etmese ve suratıma bir tokat patlatıp evden gitse, diye düşünüyordum. Ancak beklenmedik bir şekilde boynuma atlayıp sıkıca sarıldı.
İki elim havada kalırken güçlükle yutkundum. Bedeninin kıvrımlarını vücudumda hissetmek... Yakıcı bir tesir uyandırınca ateşin de barutun da tutuşmaya ne kadar hevesli olduğunu anladım. Hem de çok uzun süredir...
Kızıl saçları kadar al dudaklarından teklifime verdiği onayı işittim.
-Tamam. Tamam, kabul ediyorum! Bana bu ızdıraptan kurtulmayı öğret Asil.
Şimdiden saygı ekini fırlatıp atmıştı kenara.
Ah, evet... Evet, ne düşündüğünüzü biliyorum.
İşte kendi sonumu getirdiğim o talihsiz an...
•••••
Ben Asil Selçuk...
Kahrolası üniversitenin kahrolası felsefe öğretmeni.
Kahrolası insanlarla mücadele ederken, kahrolası aptallıklarıyla başa çıkmaya çalışıyorum.
Kahrolası öğrenciler ve kahrolası kadroyla...
Şifalı taşlar, burçlar; aşka kanacak kadar geri zekalı küstah zengin züppeler... Hepsi kahrolası.
-Öğretmenim!
-Ne var?
-Peki ya Aleda?
Ha, o mu?
Koyu kızıl saçlarıyla ortalığı alev gibi kavuran, üniversitenin gözdesi, burçlar hakkında durmadan çene çalabilen, aşık olduğu adam en yakın arkadaşıyla evlendiği için depresyona giren, küstah, zengin, züppe Aleda.
-Ona kahrolası demeyecek misiniz?
-Ah, demeyeceğim. O başımın kızılca belası.
•••••••••
•KESİT:
Kızıl tutamları, benim nevresimimde çiçeklenmişti.
Belki aynı yatakta gördüğüm yüzlerce rüyadan biriydi bu da. Ufak bir endişe yansıyordu gözlerine. Alt dudağının sol kısmını ısırarak yutkundu beklentiyle.
Bana yoğun bir haz veren bu hareketiyle yanaklarını kavradım. Elimin üstünde beliren damarlarla beraber, Aleda'nın dudakları büzüldü. Zevkten dönen gözlerimi yeşillerine dikip dudağımı hafifçe kıvırdım yukarıya.
İşte şimdi anladığım dilden konuşmaya başlamıştık.
-Üç ay bittiğinde... Her gece hatırlayacağın kadar fazla öpmek istiyorum seni.
•KESİT:
-Neden babama söylemediniz? Aramızda bir şey olmadığını düşünmüyor muydunuz?
-Aramızda...
Söze girsem de sürdüremedim. Bir öpücük daha bıraktı boynuma sarılıp.
-Evet... Aramızda bir şey yoktu, değil mi? Bunu siz söylemiştiniz. Radikal kararlarınız ve kırmızı çizgileriniz vardı. Kesinlikle "ilişki" diye adlandırılmasını istemiyordunuz.
Yeşil gözlerini büyültüp baktı gözlerime. Aynı anda dudaklarını büzdü ve bütün tatlılığıyla fısıldadı dudaklarıma.
-Nerede kırmızı çizgileriniz?
-S*kerler çizgisini... Şuanda tek isteğim sensin!