"Nazlı, hadi kızım gel artık. Yemek hazır deden seni bekliyor"
Annesine "Tamam anne geliyorum" diye seslenen Nazlı, her zamanki gibi atının samanını ve suyunu veriyordu.
"Önce kara kızımın karnının doyması lazım. Değil mi kara kızım" dedi atını okşayarak.
Kadın ise söylenerek sofrayı hazırlamaya devam etti.
"Bu kızın atlara olan tutkusunu anlayamıyorum dede" dedi yanındaki yaşlı adama.
"Dağ başında onlardan başka arkadaşımı vardı kızım.
Onlarla beraber büyüdü Nazlı'm."
"Derslerine bu kadar ilgi göstermiyor dede.
Kızımın başarılı kendine güvenen güçlü bir kız olmasını istiyorum."
"Kızım zaten başarılı benim kızım.
Yarım dönemi kaldı. Üniversite bitecek.
Kızın artık ziraat mühendisi sayılır."
"Çok şükür dede, çok şükür.
Bugünleri gördüm ya.
Başka ne isterim bu hayattan?
Kızımın başarılı olması tek isteğimdi."
"İstediğin oldu güzel kızım üzülme artık.
O kadar çektiğin sıkıntılardan acılardan sonra nihayet istediğin oldu. Nazlı, büyüdü koca kız oldu.
Bundan sonra da sana layık bir evlat olacak bundan emin olabilirsin."
"Biliyorum dedem biliyorum.
Nazlım beni hiçbir zaman yanıltmadı. Yanıltmaz da Bundan eminim"
Nazlı, her zamanki gibi, cıvıl cıvıl sesiyle girdi içeri.
"Yemekte ne var sultanım?" dedi masaya doğru yürürken."
"Allah ne verdiyse kuzum. Gel hadi otur"
Nazlı, önce annesini sonrada büyük dedesini öpüp sofraya oturdu.
Hep beraber annesinin kızına özel yaptığı karnıyarık ve pilavı yemeğe başladılar.
Bir taraftan yemeklerini yerken,
Nazlı, dedesiyle koyu bir sohbete dalmıştı bile.
Dede torun sohbet ederken
Irmak, geçmişte ki günlerine gitti.
Kızını bu yaşa getirinceye kadar çok sıkıntılar çekmişti kadın.
Evinden ayrıldığında hamile olduğunu bilmiyordu.
Bir an önce buralardan uzak olmayı çok istiyordu.
Tek çaresi Hamza dedesinin yanına gitmekti.
Annesi, babasıyla kaçarak evlenmişti. Bu yüzden dedesi yıllardır annesiyle konuşmuyordu. Zavallı anneciğim babasına hasret ölmüştü.
Hamza dedesinin kendi kasabasından çokta uzak olmayan evine vardığında hiçte sıcak karşılanmamıştı.
Yaşlı adam, Irmak'ı kabul etmek istememişti.
Irmak'ın başka gidecek yeri, sığınacak kimsesi yoktu.
Dedesi onu istemese de, o dedesinin kapısından ayrılmadı.
Nereye gidebilirdi ki kız? Onun için tek güvenli yer dedesinin yanıydı.
Günlerce dedesinin onu kabul etmesini bekledi.
Yaşlı adamın kapısında yattı. Hiç bir yere ayrılmadı.
Irmak, bir kaç gün sonra açlığa ve susuzluğa daha fazla dayanamamıştı. Oracıkta bayılan kızı dedesi mecburen evine almıştı
Irmak'ın dedesi Hamza, aksi bir adamdı. Ona bir şeyi kabul ettirmek imkânsız gibi bir şeydi.
Bir kaç ay Irmak'a çok soğuk davrandı.
Onu görmezden geldi.
Irmak, ise dedesini el üstünde tuttu.
Bütün işlerini yaptı.
Karnı iyice belli olmaya başlayınca dedesi durumu fark etti.
Kızın evden gitmesini istedi. Kızından sonra bir de torunu başını yere eğmişti. Irmak'a annesi gibi olduğunu söyleyerek onun daha da üzülmesine neden olmuştu.
Ölen annesinin adının böyle bir olaya karışması kadını kahretmişti.
Yine de karnında ki çocuğu için savaşmak istiyordu.
Bu nasıl olmuştu anlayamamıştı kız?
Barlas Ağa'nın çocuğunun olmadığını söylüyordu herkes.
Irmağa ondan başka dokunan olmamıştı.
Bu çocuk Barlas Ağa'nın çocuğuydu.
Kimsenin istemediği bir çocuktu.
Onu düşürüp günahına girmek istemiyordu Irmak.
O alçak adamın çocuğu olsa da yaşamaya hakkı vardı.
Irmak, çocuğu için dedesine çok yalvarmıştı.
Onları ortalarda bırakmaması için çok yalvarmıştı.
Ne kadar yalvarsa da dedesine söz geçiremeyen kız ne yapacağını şaşırmıştı.
Gidecek hiçbir yeri yoktu.
Tek çaresi vardı kadının.
Karnındaki çocuğuyla beraber bu dünyadan yok olup gitmek.
Düşünecek bir şey yoktu. Irmak, canına kıymaya karar vermişti artık.
Dedesi evde yokken tüfeği alıp ahıra gitti.
Orada saatlerce ağladı. Allah'a yalvardı af diledi.
İntihar ettiği için affetmesini diledi rabbinden. Irmak tam tüfeği ateşleyecekti Hamza dedesi geldi yanına.
Hamza dede tarladan eve geldiğinde, Irmak'ın evde olmadığını gördü.
Bu durum yaşlı adamı çok korkmuştu.
Kızın evden gitmesini kendi istemişti ama gidecek bir yeri yoktu ki.
Bu yüzden gidemeyeceğini de biliyordu.
Yaşlı adam hemen başını kaldırıp duvara baktı.
Tüfeği asılı olduğu yerde yoktu.
Yüreği ağzına gelmişti adamın. Nereye gitmişti bu kız?
Hemen evin odalarını aramaya başladı.
Evde hiç bir yerde bulamayınca koşarak ahıra gitti.
Ahırın kapısını açtığında gördükleri yaşlı adamın kalp krizi geçirmesine sebep olacaktı.
Başına tüfeği dayamış olan kızın yanına koşarak geldi.
Irmak'ın elinden tüfeği alıp kıza sımsıkı sarıldı.
Bir inat uğruna kendi kızına hasret yaşamıştı.
Hastalığında bile yanında olmamıştı.
Kızını kaybetmişti ama torununu kaybetmeyecekti.
Kim ne derse desin torunundan vaz geçmeyecekti.
Dedesi o günden sonra Irmak'ın hep üstüne titredi.
Köydekilerden bir laf duyup üzülmesin diye köyün dışındaki yayla evine taşındılar.
Torunu için her tür fedakârlığı yaptı.
Irmak'ın hamileliği boyunca elini sıcak sudan soğuk suya sokturtmadı.
Çocuğun babasının askerde öldüğünü söylediler herkese.
Irmak'ın doğumu yaklaşınca şehirde bir arkadaşını yanına gittiler.
Nihayet Irmak'ın çocuğu sağ salim doğmuştu.
Bir kızı olmuştu genç kadının.
İlk bakışta babasını andıran ama tamamen Irmak'a benzeyen çok tatlı bir kız.
Irmak, kızının ismini dedesinin koymasını istemişti.
Dedesi de çok sevdiği karısının adını koydu küçük torununa.
Nazlı, hem dedesinin hem de annesinin yaşama sebebiydi bundan sonra.
Irmak, dedesine başına gelenleri anlatmıştı.
Kızının babasının kim olduğunu söylemişti ona.
Adamın ona sahip çıkmak istediğini, Irmak'ın bunu kabul etmediğini de biliyordu. Adamın evli olduğu karısının onu nasıl tehdit ettiğini de anlatmıştı Irmak.
Dedesine hiç bir şey saklamadan her şeyi anlatmıştı.
Irmak, yıllarca Barlas'ı hiç affetmedi.
Belki sarhoş olmasa asla öyle bir şey yapmayacak bir adamdı ama Irmak'a hayatının en büyük kötülüğünü yapmıştı.
İçkili olması asla onu affettirecek bir şey değildi.
Barlas Ağa, hem kalbinde hem ruhunda kara bir leke olmuştu.
Sonraki yıllarda da onun hakkında birçok şey duymuştu.
Barlas'ın çocuğunun olmadığını söylemeye devam ediyordu herkes.
Herkes tüm suçun Barlas Ağa'da olduğunu konuşuyordu.
Koskoca ağanın adı kısır ağaya çıkmıştı.
Irmak, bunu karısının yaptığını biliyordu artık.
Çünkü karısı tam bir yılandı.
Barlas, Irmağa yaptıklarının cezasını çekiyordu yıllardır.
Kısır bir adam değildi. Dünya güzeli bir kızı vardı ve o bilmiyordu.
Nazlı, belki istenmeyen bir birliktelik sonucu olmuştu ama o bir Hanoğlu’ydu. Barlas, Hamoğlu'nun kızı soyunun devamı.
Dedesi Barlas'a gerçeği anlatma konusunda çok ısrar etmişti.
Irmak, asla böyle bir şey yapmayacaktı.
Çünkü Nazan, denilen kadın onun için büyük bir tehlikeydi.
Barlas'ın aslında kısır olmadığını öğrenmemesi için elinden geleni yapar hatta kızını bile öldürebilirdi.
Ya da Irmak'ı yalancılık la suçlardı.
Herkes tabi ki ona inanırdı.
Irmağa kimse inanmazdı.
Barlas, bile inanmazdı belki.
Çünkü kadın Barlas'ı avucunun içinde böyle tutuyordu.
Dedesi Irmak'a ısrar ediyordu çünkü Barlas Ağa yıllardır Irmağı arıyordu.
Bunu gizliden yapıyordu ama Irmağın dedesi bunu duymuştu.
Hamza dede, Nazan'ı ve kötülüklerini duyduktan sonra Irmak'tan Barlas'a gerçeği anlatmasını bir daha istemedi.
Çok yakışıklı adamdı Barlas.
Bakanın dönüp bir daha bakacağı erkeklerdendi.
O gün konakta Irmak'tan özür dileyip yalvarmıştı.
Ama Irmak, onun yüzüne bile bakmadan oradan ayrılmıştı.
O günden sonra Irmak'ta hep onu düşünmüştü.
Belki Irmak'ın onursuz olduğunu düşüneceklerdi ama Barlas Ağa hep aklındaydı.
Hem Nazlı'sı hem de aklından çıkmayan kalbinin karası için kimseyle evlenmemişti.
Hem Irmak'a hem kızına sahip çıkmak isteyen onunla evlenmek isteyen zengin adamlar çıkmıştı karşısına. Genç kadın asla evlenmeyi düşünmemişti.
Dedesiyle beraber Nazlı'nın bu yayla evinde büyütmüşlerdi.
Nazlı, okul zamanı şehirde Hamza dedesinin asker arkadaşının evinde kalıyordu.
Yaşlı çiftin çocukları yoktu. Onun için Irmak ve kızını kendi torunları gibi seviyorlardı.
Okul zamanlarında bazen Irmak'ta kalırdı kızının yanında.
Kızının hasretine uzun süre dayanamıyordu genç kadın.
Dedesinin asker arkadaşı öldükten sonra Irmak, kızının yanına daha sık gitmeye başladı.
Nazlı, büyüdükçe kendi ayaklarının üstünde duran başarılı bir genç kız oluyordu.
Kendine özgüveni çok fazlaydı.
Tuttuğunu koparan bir kız olmuştu.
Derslerinde ise çok başarılıydı.
Gittiği bütün okulları dereceyle bitirmişti.
Nazlı, liseye başladıktan sonra Irmak daha az gidiyordu şehre.
Çünkü Nazlı'yı okutabilmek için daha çok çalışması gerekiyordu.
Dedesi evde hayvanlarla ilgilenirken oda çevre köylere tarla işlerine gidiyordu.
Muhteşem bir güzelliği olduğu için sık sık evlenmek isteyen biri çıkıyordu karşısına.
Irmak, kararlıydı. Hiç bir şekilde başka bir adamla evlenmeyi düşünmüyordu.
Nazlı, liseyi bitirmiş Üniversitede ziraat mühendisliği okuyordu.
Yarım dönemi kalmıştı mezun olmaya.
Şehirde yıllardır Gülsüm teyzesiyle yaşamış hem okumuş hem ona can yoldaşı olmuştu. Üstelik okulunu bitirmek üzereydi artık.
Irmak'ın yemek boyunca bugüne kadar yaşadıkları film şeridi gibi gözünün önünden geçti.
Nazlı ve dedesi atlarla ilgili konuşmaya başladıklarında saatlerce sürüyordu konuşmaları.
Irmak, onları baş başa bırakıp dışarı doğru yürüdü.
Yayla evinin küçük balkonuna çıktı.
Oradaki sandalyeye oturdu ve her zamanki gibi aklına Barlas, geldi.
En son Barlas Ağa'nın hasta olduğunu söylemişti dedesi.
Irmak'a çok kötülüğü dokunmuştu ama Irmak onun için üzülmekten geri duramıyordu.
Kendini suçlamıyordu Irmak.
Çünkü Barlas'a âşık olmayacak bir kadın dünya üzerinde olamazdı.
Ona yaptıklarını affetmemişti tabi ki.
Ama kızının istemeden de olsa babası oydu.
Ve biliyordu ki eğer kızını bilse çok severdi.
Irmak, ne kadar inkâr etmeye çalışsa da kalbinin sahibi de Barlas'tı.
Hem kalbinin karası. Hem de kalbinin sahibi Barlas Hanoğlu'ydu.
Irmak, balkonda otururken.
Dedesi ve kızı gülerek çıktılar evden.
Dedesi seksenine merdiven dayamıştı. Ama iki torunu ona hayat olmuştu.
Nazlı, yarın üniversitenin son dönemi için şehre gidecekti.
Bugün annesi ve dedesiyle son günüydü.
" Annem ya arkadaşım için şu ayva reçelinden koyar mısın?
Kız her defasında başımın etini yiyor.
Irmak teyzemin reçelinden getir diye."
"Tabi ki kuzum sen iste yeter ki.
Valizlerini hazırladım zaten. Sana da çok şeyler koydum. Gidince mutlaka buzdolabına koy."
"Anne bu kadar kendini yorma.
Niye kendini bu kadar yoruyorsun güzel annem.
Senin gönderdiklerine dadanıyor kızlar.
Bizim kapıda bekliyorlar kedi gibi."
"Olsun kızım hepiniz yiyin.
Onlarda ailelerinden uzak. Kıyamam onlara da."
"Annem benim, canımsın. Birtanemsin."
"Ee haydin kızlar bugün bahçeye gitmeyecek miyiz?
Ana kız ağlamak falan yok.
Yarım dönem kaldı okulun bitmesine.
Ondan sonra Nazlı kızım bizimle nasılsa.
Sonra sen Nazlı, nereye giderse onunla gideceksin. Bir daha ikinize ayrılmak yok."
"Ya sen dedem sen bizimle gelmeyecek misin? Seni bırakmam ben ona göre."
"Ben de ara sıra gelirim yanınıza Nazlım.
Burası benim evim buradan ayrılamam.
En güzel günlerim de en kötü günlerimde burada geçti.
Ölürsem de burada öleceğim.
Siz mutlu olun yeter benim için."
"Hele okul bitsin ondan sonra konuşuruz dede." dedi Irmak.
Hepsi beraber bahçelerine gidip içinde dolandılar.
Nazlı'nın götürmesi için birçok sebze meyve topladılar.Ertesi gün Ece, erken saatlerde Nazlı'nın evine geldi.
Öğleye kadar Nazlı'nın ailesinin yanında zaman geçirdiler. Sonra da iki arkadaş arabayla şehre doğru yola çıktılar.Irmak, kızlar yola çıkmadan arabayı tıka basa doldurmuştu.
Ne bulduysa bagaja tıkıştırmış, "Yersiniz yavrum. Lazım olur yavrum." demişti.
Ece, bu defa ailesinin arabasıyla gidiyordu.
Her zaman otobüsle gelen Nazlı ve Ece, çok zorluk yaşıyorlardı.
Ece'nin abisi ise kardeşine bu seferlik arabayı götürebileceğini söylemişti.
İki kız yolda ilerlerken bir taraftan da sohbet ediyorlardı.
"Kızım senin bu annen var ya harika bir kadın. Onun sayesinde midemiz bayram ediyor." dedi Ece.
"Ece, kuşum benim, sen midenden başka bir yerini düşünüyor musun acaba?"
"Yok, valla düşünmüyorum Nazlı'm.
Tek derdim midem yani."
İki kız, üç saat süren yolculuğun ardından, neşe içinde Nazlı'nın kaldığı eve geldiler.
Gülsüm Teyzesi çok özlemişti kızı. Kapılarda güler yüzle karşıladı onları.
Nazlı'nın ikinci annesi gibiydi kadın.
Sıkı sıkı sarıldı Nazlı'ya.
Getirdikleri eşyaları iki kız zorlukla taşıdı içeriye.
Nazlı, Ece'nin evine gitmesine izin vermedi.
Hep beraber yemek hazırlayıp yediler.
Okulun açılmasına bir gün kalmıştı.
Ece ve Nazlı, ertesi günü beraber gezerek alışveriş yaparak geçireceklerdi.
Gece erkenden yatan kızlar, sabah da erken kalktılar.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra kendilerini sokağa attılar.
Neredeyse gezmedik alışveriş merkezi bırakmamışlardı.
Ece'nin elbise merakı takı merakı hiç bitmiyordu.
Aldıkça alası geliyordu kızın.
Yorgunluktan iyice bitkin düşen kızlar dinlenmek ve kahve içmek için lüks bir kafeye girdiler.
Ön taraflarda boş masa olmadığı için arkalara doğru ilerlemeye karar verdiler.
Cam kenarında gördükleri boş masaya ilerlerken ellerinde ki poşetler onları zorluyordu.
Ece, genç bir adamla bir kadının oturduğu masanın yanından geçerken masanın üstündeki suyu kızın üzerine döktü.
Kız hemen ayağa fırlayıp Ece'ye bağırıp hakaret etmeye başladı.
"Önüne baksana salak şey gözün kör mü." dedi kız.
Ece, biraz mahcup bir şekilde,
"Kusura bakmayın istemeden oldu"
"Bir de istemeden oldu diyor ya, bilerek yaptın görmediğimi sanma."
"Görmeden oldu diyor işte ne uzatıyorsun?" dedi Nazlı, Ece'nin önüne geçerek.
"Siz ne görgüsüz insanlarsınız be.
Sizin gibilerin böyle yerlerde ne işi var.
Siz gidin direk kahvehanede için kahvenizi."
"Bana bak kızım yolarım seni."
"Hop, sen kimi yoluyorsun lan?
Bücüre bak sen. Hem suçlu hem güçlü.
Bilerek döktün diyorsa bilerek dökmüşsündür.
Kız arkadaşımdan özür dileyin hemen."
Nazlı, şimdiye kadar konuşmayan adamın onlara söyledikleriyle bakışlarını ona çevirdi.
"Arkadaşım kaza olduğunu söyleyip özür dilemişti zaten.
Suçlu olan senin arkadaşın."
Ece, adamı görünce kim olduğunu tanımıştı. Nazlıyı dürtmüştü ama Nazlı kendini kaptırmıştı tartışmaya.
"Uzatma kızım, hemen özür dileyin dedim size."
Ece olayın daha fazla uzamaması için hemen müdahale etti. "Tamam, Poyraz Bey ben özür dilerim.
Lütfen kusura bakmayın." dedi.
Bir taraftan da Nazlı'nın uzatmaması için kaş göz işareti yapıyordu.
"Kızım sen salak mısın, neden özür diliyorsun bunlardan?
Kaza olduğunu söyledin zaten.
Uzatan kendileri."
"Tamam, Nazlı uzatma hadi gidelim."
Ece, Nazlı'nın bir şey söylemesine izin vermeden kızı sürükleyerek hemen oradan uzaklaştırdı.
Kafeteryanın en uzak köşesindeki bir masaya oturdular.
Nazlı, öfkeyle Ece'ye baktı. "Neden özür diliyorsun sen Ece?
Senin bir suçun yok ki kaza olduğunu herkes gördü."
"Sussana kızım artık. Ben özür diledim bitti."
"Hayır, ben kabul etmiyorum. Sen asla özür dilemeyeceksin onlardan."
"Bak Nazlı, o adam kim biliyor musun sen?"
"Bilmiyorum Ece, kimse kim beni ilgilendirmiyor."
"O var ya bu şehrin en serseri ve tehlikeli gençlerinden biri.
Birine kafayı taktığında o insanın kurtuluşu olmaz. Her türlü pisliği yapar.
Bir defasında bir kız ona yüz vermedi diye kızı hem okuluna hemde neredeyse bütün şehre rezil etti.
Onun için özür dilemekten bir kaybımız yok.
Bizden uzak olsun o serseri."
Nazlı ve Ece, masaya oturduktan sonra garsonun gelmesini beklemeye başladılar.
Dakikalarca bekledikleri halde kimse gelmedi.
Garsonlar bütün masalarla tek tek ilgileniyorlardı ama onların masasına gelmiyorlardı.
Nazlı, bu duruma çok öfkelenmişti. Yapılan bu ayrımcılık deliye döndürmüştü. Öfkeyle ayağa kalktı. Ece'nin dur demesine aldırmadan soluğu garsonun yanında aldı.
"Affedersin neredeyse yarım saattir bizim masaya siparişlerimizi almaya gelmenizi bekliyoruz.
Biz den sonra gelenlerle bile ilgilendiniz.
Hala bize uğramadınız, sebebini sorabilir miyim?"
"Üzgünüm hanımefendi, patron sizin masanızla ilgilenmemize izin vermedi."
"Patronun mu izin vermedi?"
"Evet hanımefendi."
"Kim senin patronun? Hem neden izin vermiyormuş?"
"Poyraz Bey, izin vermiyor efendim. Sizde zorluk çıkarmayın lütfen."
Duyduklarına şok geçiren Nazlı Poyraz Karadağ'ın olduğu masaya baktı öfkeyle.
Adam sinsi bir gülümsemeyle Nazlı'ya bakıyordu.
Bu arada Ece'de Nazlı'nın yanına gelmişti bile.
"Ne oldu Nazlı neden gelmiyormuş garson?"
"Neden gelmiyormuş öyle mi? Nedenini söyleyeyim Ece.
Hani o çarptığın şıllık var ya.
Onun yanında ki çok korktuğun zibidi.
İşte buranın patronu oymuş.
Adam bize servis yapılmasını istemiyormuş."
Nazlı, Ece'yle konuşurken Poyraz Karadağlı ‘ya da nefretle bakıyordu.
"Sorun değil Nazlı. Zaten tüm iştahım kaçtı. Hadi hemen gidelim buradan."
"O adama haddini bildirmeden buradan gitmeyi düşünmüyorum Ece.
O adama mutlaka haddini bildirmem lazım."
"Kızım saçmalama ne yapabiliriz? Etimiz ne budumuz ne bizim.
Hem o adamı kendime düşman etmek en son isteyeceğim şey."
"Tamam, sen yapma ben kendim hallederim." diyerek hızla Poyraz'ın olduğu masaya yöneldi.
Masanın yanına gelince gözünü Poyraz' dan ayırmadan masadaki suyu alıp Poyraz'ın suratına serpti.
Oradaki herkes şok olmuş bir şekilde Nazlı'ya bakıyorlardı.
Yürek mi yemişti bu kız?
Nazlı'nın yüzüne su serpmesi ile çılgına dönenen Poyraz, hızla yerinden ayağa kalktı.
Şu an Poyraz'ın gözünde gördüğü nefret kurşun olsa Nazlı yı delik deşik ederdi.
Önce etrafına göz gezdirdi. Sonra da Nazlı'ya bakarak bağırmaya başladı.
"Yürek mi yedin lan sen? Yürek mi yedin? Kimsin sen, kimsin kızım? Benim kim olduğumu biliyor musun sen?
Hayatının hatasını yaptın kızım.
Bunu yapmayacaktın, buna cüret etmeyecektin.
Ha madem yaptın bu saatten sonra olacaklardan ben sorumlu değilim."
Nazlı da aynı sinirle cevap verdi,
"Elinden geleni ardına koyma.
Sen bunu çok tan hak ettin." dedi Poyraz'ın yanından ayrıldı.
"Ece'nin yanına gitti ve " Hadi Ece, buradan gidiyoruz." diyerek eşyalarını alıp dışarı doğru yürümeye başladı.
"Bittik biz." dedi Ece, "Artık bizi kimse kurtaramaz."
"Ne diyorsun Ece ya? Ne yapacak öldürecek mi?"
"İnan ölmek daha iyi. Bu adamın nefretinin yanında."
"Abartma istersen kızım. Yürü eve gidelim bugün daha fazla uzamasın."
"Evet, gidelim Nazlı. Hemen eve gidelim ve mümkünse yaşadığımız sürece çıkmayalım evden.
Sen o adamı tanımıyorsun kızım.
Poyraz Karadağlı, Allah'ım adını söylerken bile titriyorum.
O adamdan çok korkuyorum ben"
"Sen var ya iyice saçmalamaya başladın Ece. Bu kadar korkma kızım. İnsan neyden korkarsa o üzerine gelir ona kâbus olur.
Ne yapacaksa yapsın görelim."
İki kız hemen eve gelip biraz dinlendiler. Sonra da aldıklarını denemeye başladılar.
Daha doğrusu Ece, denedi Nazlı, onu izledi.
Ece'ye belli etmek istemese de Poyraz'ın bakışlarından çok ürkmüştü.
Adam bakışlarıyla "Bittin kızım sen" diyordu
İki arkadaş yarın okul başlayacağı için bütün hazırlıklarını tamamladılar.
Yarın sabah ikinci dönem başlıyordu.
Nazlı, bir an önce okulu bitirip annesinin ve dedesinin yanına gitmek istiyordu.
Gece geç yatan kızlar kurdukları saatin çalmasıyla uykularını alamadan kalktılar. Hızlı bir şekilde hazırlanıp Gülsüm teyzesinin hazırladığı kahvaltı sofrasına oturdular.
Sıkı bir kahvaltıdan sonra hemen okula gittiler.
Nazlı'nın ilk dersi boş olduğu için okulun kafeteryasına gitti.
Ece, dersten çıkıncaya kadar kahve içmek istiyordu.
Kafeterya ya geldiğinde kimseler yoktu.
Her zaman dolu olan kafeteryanın boş olması kızı çok şaşırtmıştı.
Kahvesini aldı ve gidip bir masaya oturdu.
Hem notlarına göz gezdiriyordu.
Hem de kahvesini yudumluyordu.
Okulunu dereceyle bitirmek istiyordu.
Bu yüzden çok çalışıyordu.
Nazlı, kahvesinden son bir yudum almıştı ki kafeteryanın kapısı açıldı.
İki tane yüzü kapalı adam girdi içeriye.
Adamlar hızla kızın oturduğu masaya geldi.
Nazlı, daha bağırmaya bile fırsat bulamadan
Adamlardan bir tanesi hemen ağzını kapattı.
İkisi birlikte kızı tutup ayağa kaldırdılar. Sonra da hiç kıpırdamadan beklemeye başladılar.
Bir kaç saniye sonra tekrar kapı açıldı.
Bu sefer giren adam Nazlı'nın daha çok korkmasına sebep oldu.
Gözlerini bile kırpmadan doğruca Nazlı ya bakan, Poyraz Karadağlı girdi içeriye.
Sert adımlarla kıza doğru yaklaşarak çenesinden tuttu ve sıktı.
" Sana ne demiştim hatırlıyor musun?
Hatırlıyorsun değil mi?
Hatırlıyorsun tabi ki. O kadar söylenen sözleri ve yaptıkları unutamazsın.
Şu an benden çok korkuyorsun taşralı.
O küçük kalbin çıkacak gibi atıyor" dedi. Ellerini kızın kalbinin üzerine koyarak.
"Bana bulaşmayacaktın kızım.
Sen kimsin ki benim mekânım da bana kafa tutuyorsun ha kimsin?"
"Bırak beni aşağılık, asıl sen kimsin dağ başımı burası.
Söyle köpeklerine beni bıraksın."
"Bırakacaklar tabi ki merak etme.
Önce seninle küçük bir işim var. "
Poyraz, Nazlı’yı bırakarak yanından bir süre uzaklaştı.
Sonra da kafeteryanın mutfak bölümüne gitti.
Oradan bir bıçak aldı ve ateşin üzerine koydu. Isınıncaya kadar bekleyip elinde bıçakla tekrar yanlarına geldi.
Kızın yanına yaklaşarak adamlarına kızı sıkı tutmalarını söyledi.
Nazlı, ne kadar bağırmaya çalışıp çırpınsa da adamlardan kurtulamadı.
Poyraz, kızın gömleğinin yakasını açtı.
Göğsünün üst kısmına kızgın bıçakla bir çizik attı.
Sonra da çiziğin üstünden yuvarlayıp bıraktı. Kendi isminin baş harfi olan P çıkmıştı ortaya.
Nazlı'nın canı o kadar yanmıştı ki acıdan bayılmak üzereydi.
Bıçağı yanındaki adama verip tekrar Nazlı'ya yaklaştı.
Nazlı, acıdan titriyordu.
Bütün vücudundan terler fışkırmıştı.
Poyraz, kızın kulağına eğildi.
"Bu damga ne biliyor musun taşralı?
Bu senin benim kızlarımdan biri olduğunu gösteren damga.
Bunu gören insanlar, senin benim kadınım olduğunu sanacak.
Koynuma aldığım sayısız kadından biri olduğunu sanacak.
Bu cezanın birinci kısmı taşralı.
Bekle beni tamam mı? İkinci kısmında görüşmek üzere." dedi. Sonra da dışarı doğru yürümeye başladı.
Kapıdan çıkmadan önce adamlarına bakarak kızı bırakmalarını söyledi.
Nazlı, gözyaşları içinde yere yığılmıştı.
Canı çok yanıyordu.
Elleri ve vücudu titriyordu.
Çizik ince bir şekilde çizilmişti ama hem canını çok yakmış hem de gururunu kırmıştı.
Bu duruma daha fazla dayanamayan Nazlı, oracıkta kendinden geçti.
Ece, dersten çıktığında okulun bahçesine baktı ama Nazlı'yı göremedi.
Birkaç arkadaşına sorduğunda üniversitenin kafeteryasında olduğunu söylediler.
Kafeterya ya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.
İçeri girdiğinde herkesin bir yerde toplandığını gördü.
Yanlarına doğru iyice yaklaştığında yerde baygın yatan Nazlı'yı gördü.
Çığlık çığlığa arkadaşının yanına koştu.
Birkaç kişi onu ayıltmaya çalışıyordu.
Ece, Nazlı'nın başını hemen kendi dizlerinin üstüne koydu.
Onu ne kadar uyandırmaya çalışsa da
Nazlı hiç bir şekilde uyanmıyordu.
Yüzün kolonya döküp suyla yıkayan arkadaşları Nazlı'nın göğsünün üzerindeki yarayı gördüler.
"Ece, baksana göğsünün üstünde yara var. " dedi bir tanesi.
Ece, usulca açıp baktığında P harfi gibi çizilmiş yarayı gördü.
O zaman anladı Poyraz'ın yaptığını.
Hemen Nazlı'nın gömleğini kapattı. Ama herkes yarayı görmüş ve fısıldaşmaya başlamıştı bile.