Dersimizi işleyip okuldan çıktığımızda kızlar devlette oturmak istediler. Ama ben oturamayacaktım. Pazara gidip yemeklik almam lazımdı. Evde de yemek yoktu.
"Ben pazara gidiyorum," deyip kızlardan ayrılırken Ayşenur'da peşime takıldı. "Karşim be, bende geleyim seninle. Annemle pazara gitmeyi sevmiyorum. Öğreneyim, bakalım sebze meyve neye göre alınıyormuş. Nihayetinde Ozan'la evlenince pazara gitmem lazım. Eve yemeklik gerekiyor." Ozan aşağı, Ozan yukarı. Aga öyle bir aşık ki, Ozan derken bile gözlerinin içi ayrı parlıyor.
"Hadi yürü o zaman," deyip pazarın yolunu tutarken dayanamayıp sordum. "Annenle neden sevmiyorsun sen bu pazar işini?"
"Karşim," dedi kardeşim demek isterken, "Annem üç kere dolanıyor pazarı, son tura çıktığında alıyor ne alacaksa. Canım sıkılıyor. Üç kere gezmek de nedir? Al işte. Sen üç kere gezmezsin?"
"Pazar sürem ortalama 28 dakika 35 saniye sürer. Çünkü eve gidip yemek yapmam, aldıklarımı yerleştirmem, ders çalışmam gerekiyor."
"Senin de işin zor be gülüm," dedi sakince. Normalde hep heyecanla konuşur. "Şerefsiz anan gitmeseydi böyle dertlerin olmayacaktı."
"Boş ver," dedim umursamazca, "Ben artık alıştım..." derken sözümü kesti.
"Tamam karşim tamam. Sen şimdi sene, ay, gün, saat, dakika, saniyesini bile söylersin, valla beynim yanar. Ben o kadar zeki değilim bro. Benim kafam hep Ozan'da..." Gene daldı gitti. Çıkartabilene aşk olsun.
Pazarlığı düzüp ben eve giderken Ayşenur otobüs durağına gitti. Eve gidip babama kısaca selam verdiğim gibi yemek işine koyuldum. Yemek 32 dakika pişecekti, bende o arada aldıklarımı yerleştirdim. Yemek hazır oldu, yine salona götürdüm. Babam mecbur kalmadıkça kalkmıyordu. Bir kaç adım dahi nefesinin kesilmesine sebep oluyordu ki, oksijen tüpleri pahalıydı.
"Günün nasıldı güzeller güzelim?" diye sordu babam yemeklerimizi yerken.
"Standart babam. Teker yuvarlak düz gidiyoruz."
"Sınavlar?"
"Sınavlar bomba, her an patlayabilirim," dedim gülerek.
"Bu cümleden sonra patlamazsan, ne bileyim yani?"
Bön bön yüzüne bakarken kaşığı ağzıma bile sokamadım. "Babam be, sen burada uzanırken koca gün sosyal medyada mı geziyorsun? Ne bu gençlik lafları?"
"Sosyal medyada gezmeyeni de, ne bileyim yani?"
"Fake hesaplarında var mı babam?" Şoklardayım. Varsa ruhumu teslim edeceğim.
"Fake hesabı olmayanı da, ne bileyim yani?"
Ruhumu teslim ederken, "Baba? Ciddi değilim de, ölmek için gencim," dedim hayret hayret.
"Belki vardır kızım. Çünkü neden olmasın?" Mal gibi babama bakışıma karşılık kahkaha atmak istedi ama çok gülemedi. Sakin sakin gülerken yüzüme baktıkça gülesi geliyordu. Amk benim yok fake hesabım.
Yemekten sonra odama çekilip sessizce telefon görüşmelerine başladım. Babam umarım fake hesaplarından beni takip etmiyordu. Bence annem olacak şerefsizi takip etmek için açmıştır. Acaba babamın fake hesabı ne? Merak ettim bak.
Birinci aradığım yer kabul etmedi. Yaşım küçükmüş, sigortasız işçi çalıştıramazlarmış. İkinci aradığım yer kabul etmedi. Üçüncü aradığım yer kabul etmedi. Sigortanız olayım sizin. Şerefsiz sigorta. Bok kafalı yaş. Düzenbaz iş. Adi para. Suratsız zamlar. Ayaklarına taş değesiceler. Bacaklarını sopa sanasıcalar.
Dördüncü, kabul etme ihtimali 1000'de 0,1 olasılık verdiğim Aksoy Oto denilen galericinin mekanını aradım. Çaycı bayan arıyorlarmış.
"Buyurun Aksoy Oto," diyerek bir erkek açtı telefonu. "Gazetedeki iş ilanı için aramıştım..."
"Bir saniye," deyip telefonu yönlendirdi. Daha gür sese sahip bir adam konuştu.
"Merhaba..."
"Ee.. Merhaba, Ezgi ben. Ezgi Türkoğlu. İş ilanı için aramıştım ama..."
"Yaşınız nedir Ezgi hanım?" Yaşınıza sokayım. Yaşınız kadar taş düşsün bir kilo kafanıza.
"16..." Son hayalimde suya beş saniye içerisinde düştü.
"Sigorta yapamayız..."
"Biliyorum, kusura bakmayın rahatsız ettim," deyip kapatıyordum ki, adam kapattırmadı.
"Bir saniye Ezgi hanım. Sigorta yapamayız ama isterseniz yarın gelin, görüşelim." Bedduamı geri aldım.
"Yalnız şöyle de bir durum var beyefendi..."
"İsmim Gökhan Aksoy. Gökhan abi diyebilirsiniz Ezgi hanım." 1 dakika 8 saniye içerisinde nedir bu samimiyet gardaş?
"Peki, Gökhan bey. Lisede okuyorum, dersim öğleden sonra 3'te bitiyor."
"Ezgi hanım, sorun değil. Yarın gelin detaylı konuşalım, ben size konum gönderiyorum."
Okey 1 dakika 8 saniye içinde samimi olan Gökhan bey abi. At konumu. Yarın ben geliyore.
Ertesi gün bölüm sınavından herkesten önce çıkıp kantine indim. Aklımda yine şeytanlar kol geziyordu. Kavak ağacı reisin havası kantinden hiç gitmiyordu sanırım, şeytanlarımla çak yapıp işe koyuldum. Aslında kavak ağacı ama Sandal ağacı kokusu geliyordu şerefsizden. Dün fark ettim. Ama her şekilde odun.
"Kız Ezgi?" dedi kantinci Ayşe abla. "Söyle Ayşe abla?"
"Ne yapıyorsun ablam sen?" Sinsi bir gülüş atıp işime devam ettim.
"Uyuzluk yapıyorum abla." Kantinin baş köşesindeki reis masasının yerini değiştiriyordum. Müzik çalan makinanın tam önüne getirip koydum. Kafası patlar inşallah. Müziğin sesinden kafayı yer de, bir daha bir kıza nasıl davranacağını öğrenir. Hödük. Kalas.
İşimi bitirmeme yakın kantine bizim Fidan delikanlısıyla Ayşenur girdi. Onlarda ne yaptığımı sordular, elimle masayı işaret ettim. "Ezgi, karşim sen kahvaltı da ne yiyorsun?"
"Peynir, ekmek," dedim gülerek. Bizim masaya geçip oturdum. "Peyniriniz yürekli mi çiçeğim sizin?" diye sordu Fidan. Mavi gözlü, kumral saçlı, aslında yakışıklı çocuk ama genleri değişik işte.
"Ne yüreklisi Fidan?" Hala pis pis sırıtıyordum. "Biz Mısra ablamızın efsanesini böyle dinledik."
"Değil mi ya?" dedi Ayşenur, "Aykut reise neler yapmış ama bak evlendiler. Senin gözünde kesin Kutay'da." Pis pis sırıtış Ayşenur'a geçince, bön bön yüzüne baktım. "Kavak ağacıyla mı? Yok baba yok." İkisi kibar kibar kahkahalar atıyordu.
"Yılan yap karşim," dedi Ayşenur elini yılan yapıp yüzünü buruşturarak. Anam güzel de kız, böyle yüzünü buruşturup bakınca sinsirella oluyor.
Elimle yaptığım yılanı Fidan'a yönelttim. "Yapma kız, korkarım. Zaten korkuyorum senden. Yılanımsı..."
"Karşime yılanımsı deme lan Sebasfidan." Fidan gibi delikanlı arkadaşımıza taktığı lakaba bakın hele. Sebasfidan.
Biz Sebasfidan karşimize yılan yaparken zil çaldı. Sıpasını kaybedip arayan eşek sürüsü erkekler kantine doluşmaya başladı. Savaş başladı, cephelere koşun deseler böyle koşmazlar.
Beklenen an geldi. Kavak ağacı Kutay reis kantine girerken ambulans sesi duyan yoğun trafikteki araçlarcasına herkes sağa sola çekilmeye başladı. Ben yine dünkü gibi yol ortasında durup telefonuma mesaj gelmiş mi diye bakıyordum. Gülmemek için dudaklarımı bastırırken ağaç reis başıma geldi. Bir, iki, üç, dört. Dört saniye sonra dünkü gibi arkamdan geçti. Telefonu cebime atıp masasını görünce vereceği tepkiyi izlemeye başladım.
Saniyede bir adım atıyordu, iki saniyeye çıktı. İki adım atıp durdu. Ellerini pantolonunun cebinden çıkartıp öküzün trene baktığı gibi masaya baktı. Müzik makinasının tam yanında duran masanın yanına geçip kantine döndü. Başımı bizim masaya çevirip yandan yandan izledim. Kızları dinliyormuş ayağına yatmaya karar verdim. Bütün kantinde tek tek göz gezdirdi. Toplamda 25 saniye sürdü. Kantinin içine doğru adım attı. Mesaj gelmiş gibi yapıp telefonumu beyaz önlüğümün cebinden çıkarttım.
Bir adım daha attı. İki saniye. Bir adım daha attı. İki saniye. Bir adım daha atıp tam başımda dikildi. Onun orada oluşunu fark etmemişim gibi davranıp sosyal medya hesaplarıma girdim.
Beş saniye yamacımda kök salıp telefonu elimden çekip aldı. Sol tarafımda duruyordu, sol tarafıma baktım. "Hayırdır reis? Telefonun mu bozuldu da benimkini alıyorsun?"
Telefonumu kurcalamaya başladı. Hadsiz. Ne hakla telefonumu kurcalar? Ayağa kalkıp telefonumu elinden almaya kalktığımda istifini asla bozmadı. "Versene telefonumu..." dedim net bir şekilde. Hala bakmaya devam ediyordu.
"Kutay reis, telefonumu ver."
Sağ kaşının tam ortasına mangalı takıp havaya kaldırırken bakışlarını ağır ağır telefondan gözlerime çıkarttı. "Güzelmiş, işe yarar." Telefonumu sağ arkasında duran Murat'a uzattı. Murat alıp almamakta kararsızlık yaşarken uzanıp almaya çalıştım ama başarılı olamadım. "Al şunu Murat."
"Ver şunu Murat."
Murat kavak ağacının arkasından 'Sus' işareti yaptı ama susmadım. "Sen hangi hakla benim telefonumu alırsın Kutay reis? Söyle bakalım," dedim gözlerimi kısarak.
"Bana bak ressamlık kızı." Başını 40 derecelik açıyla eğdi. Boyu 178, aramızda 18 cm var.
"Baktım elektrik erkeği..." Başımı 40 derecelik açıyla kaldırdım.
Üç saniye sinirle bakıp, "Sen bir Mısra Türkmen değilsin." dedi üstüne basa basa.
Üç saniye sinirle bakıp, "Sen bir Aykut Dinçsoy değilsin." dedim üstüne basa basa.
"Sadece ressamlık kızısın."
"Sadece elektrik erkeğisin."
Sağ gözü sinirden seyirirken aynı sinirle sesini yükseltti. "Elektrik erkeğiyim."
"Elektriklerin kesilmiş gibi duruyorsun..." dedim alay ederek.
"Kesildi. Şartellerim attı ressamlık kızı. Hayırdır? Trafo olmaya mı niyetin var?" Aramızda bulunan 10 cm'lik mesafeyi 2 cm'ye düşürürken elini belime atıp kendine çekti.
Kabul ediyorum en başta elektrik çarpmışa döndüm ama iki saniye içerisinde toparlandım. "Sana trafo olmak isteyen onca kız varken, beni mi seçiyorsun kendine trafo diye? Çok istersen ben sana jeneratör ayarlarım." Elini belimden çekip ittim.
"Benim istediğim bir şey yok. Ama sen dikkatimi çekmek istiyorsun." Yandan bir gülüş yapıp meydan okur bir hali vardı.
"Ben?" dedim alaycı bir şekilde gülerek. "Dikkatini çekmek istiyorum?"
"Sen..." dedi alaycı bir şekilde gülerek. "Dikkatimi çekmek istiyorsun."
Aramızdaki mesafeyi artırmak adına üç cm geri çekildim. "Masayı yerine koy."
"Koymuyorum..." İkimizin de sağ kaşları mandalla asılı duruyordu.
"Koyuyorsun..." Her kelimesinde o bir adım yaklaştıkça, ben bir adım geri gittim.
"Koymuyorum..."
"Koyuyorsun." Şeytanlarımla bir kere daha çak yaptım. Baktım ki bizim kızlarda benim gibi ayaklanmışlar, arkamda duruyorlardı. Yerim sizi ressamlık kızları. Haydi er meydanına.
Masaya gidiyormuş gibi yapıp kavak ağacının koluna omzumu vurarak geçtim. Masaya falan gitmiyordum. Sandalyeleri kenara çekip müzik makinasının başına geldiğimde cebimde 1 tl çıkartıp makinaya attım.
Arkamı kantine döndüğüm zaman kavak ağacının kollarının önünde bağlı çenesini sıkan bir görüntü içinde olduğunu gördüm. Oturduğum yere geçip kavak ağacına laf atmadan, dokunmadan sandalyemi yine yolun ortasına koydum.
Kızlar hayretler içindeydiler ama bir yandan gülmemek için zor duruyorlardı. Madem gülmek istiyorlardı, bizde gülecektik. Ellerimi havaya kaldırıp şarkıya eşlik ettim.
"Seni çöpe atacağım, poşete yazık. Bir sigara yakacağım ateşe yazık." diyerek söylemeye başladım. Ama acıları taze olan tekstil kızlarını hatırlayıp eğlence dozunu bölümde artırmak üzere bölüme çıkmayı teklif ettim, kızlarda kabul ettiler.
Telefonum trafo dairesinde kalmıştı. Onu hatırlayarak binanın giriş katındaki elektrik bölümünün önünde Dilara ile Murat'ı beklemeye başladık.
Murat geldiği an telefonumu istedim. "Ezgi," dedi bıkkınca, "Neden ters gidiyorsun sen reise?"
"Murat ver telefonumu, konu kapansın."
"Verme," sesi geldi arkamdan. Kavak ağacına doğru gözlerimi devirerek döndüm.
"Bak sen," dedi kaşlarını kaldırıp, "Demek ressamlık kızı beni bölümümün önünde bekliyor?"
"Ah be reis," dedim alay ederek, "Bilmiyorsun ki nasıl aşığım. Bilsen böyle konuşamazdın."
"Anlat bileyim..."
Alaycı bir şekilde gülmeye devam ettim. "Reisim diyorum başka bir şey demiyorum. Bir bilsen ne çok seviyorum. Elimden gelse elektrik teliyle boğazına yapışır, nefessiz kalışını zevkle izlerdim."
Ne meraklı amk? Sürekli o sağ kaşa mandal takıyor.
"Adını bile bilmiyorum. İlgilendirmiyor da zaten, ama hareketlerine dikkat et. Çarpmayayım."
"Çarpsana be reisim. Etkiye tepki yapalım."
"Murat!" dedi gözlerimin içine sinirle bakarken. "Ver şu telefonu. Bir daha da beni ressamlık kızlarından birisiyle muhatap etmeyin."
"Murat," dedim gülmeye devam ederek, "Ne olur beni reisimle sürekli muhatap et."
Sesli bir şekilde gülüp Murat'tan telefonumu alırken reis arkamda emir vermeye devam ediyordu.
"Benim işim var, çıkıyorum. Eşyalarımı toplarsınız." Nereye gidiyor acaba?
Sınıf arkadaşlarından Tuğrul, "Reis, hangi yengemizin yanına?" diye sordu. Bak, bak, bak. Kavak ağacının sevgilisi varmış. Bir kaç tane var sanırım. Hangisi diye sordu.
"Sana ne amk?"
"Sen bugün gelmezsin bir daha?" dedi Tuğrul gülerek.
"Çok muhtemel..." Bina çıkışına doğru yürümeye başladığında telefonumu Murat'tan alıp Dilara ile merdivenlere yöneldim. 11 merdiveni çıkıp, iki adım sağa atarak diğer merdivenlere yönelirken kavak ağacına doğru baktım. Kollarını kabarta kabarta yürürken bina kapısına geldiğinde arkasını dönüp direkt olarak bana baktı. Çarparmış. Elektrik erkeği seni.