Düğün bitti, abimler kendi evlerine geçip bir gün sonra uzun bir balayına çıkacaklar. Biz de çok güzel geçen düğünün ardından, kendi evlerimizin yolunu tuttuk. Eve geldiğimde hemen duşa attım kendimi; yorucu ve stresli bir gündü. Stres kısmı tamamen Poyraz’la alakalıydı. Bir yandan çok ilgili, bir yandan soğuk ve mesafeli. Anlamlandıramadığım bir sürü davranış. Aşk, adamın kafasını karıştırmış herhalde. Gelgitler yaşıyor yine. Yaptığını düşününce sinirlendim; bu adamın artık beynimi ve kalbimi meşgul etmemesi gerekiyor. Adam başkasına aşık, daha kaç kere bunu kendime söylemem gerek? Kalbimin kabul etmesi için kaç kere daha? Yorgunluktan aklımda Poyraz’la kısa bir sürede uykuya daldım.
Sabah saat 12:00 civarı uyanmışım. Bugün, Tunç’la beraber yurt dışındaki bir konferansa başvuru yapacaktık. Tıpta çığır açan kişilerin katıldığı bir konferansmış; çok az öğrenci kabul ediliyormuş. Biz de şansımızı denemek istedik, belki kabul edilirdik. Hızlıca hazırlanıp, ayaküstü annemin söylenmelerine rağmen kahvaltımı yaptım. Babam, dünkü yorgunluğa rağmen erkenden işe gitmiş; adam tam bir işkolik.
Tunç’u telefonla aradım ama açmadı. Hızlıca evlerine geçtim, kapının ziline bastım. Bekledim. Bir süre sonra kapı açıldı ve yine o sahne. Spor yapmış, üstü çıplak, terden kasları parlayan, saçları dağınık ve yüzünde hafif bir tebessüm olan bir Poyraz. Ben sudan çıkmış balık gibi şaşkın şaşkın gözlerinin içine bakıyorum. Off.
Kapıyı sonuna kadar açıp geçmem için kenara çekildi.
“Günaydın, Tunç’la işimiz vardı da ona bakmaya gelmiştim,” dedim aceleyle.
Bir süre bana baktıktan sonra Tunç çıktı.
Yüzüm asıldı, birlikte gidecektik ama diye somurtup tekrar Tunç’u aradım. Bu defa telefonu açtı.
“Günaydın güzellik,” dedi.
“Tunç, nerdesin? Bensiz mi gittin?” diye söylenmeye başladım.
“Hey, sakin ol. Dün çok yoruldun ve sabah erken evrakların teslim edilmesi gerekiyordu. Ben de senin ve benim evraklarımı alıp getirip başvuruyu yaptım. Sana kıyamadım, ben hallettim,” dedi.
Hemen yüzüm yumuşadı.
“Çok teşekkür ederim, sen bitanesin,” deyip telefonu kapattım. Ve karşımda dikkatli gözlerle beni izleyen bir Poyraz’la karşılaştım.
“Bitane demek?” dedi birden.
Kaşlarımı çatıp:
“Evet, Tunç benim için bir tane,” dedim.
“Neyse, ben eve geçiyorum. Bu arada evde çıplak gezme, ayıp ayıp,” diyip tam kapıya yöneliyordum ki, kolumdan tutup beni kucağına aldı. Önce küçük bir çığlık atıp, sonra şok olmuş gözlerle ona baktım.
“Ne yapıyorsun? İndir beni!” diye kucağında debelenmeye başladım.
Bana hiç aldırış etmeden, beni spor salonuna taşıdı. Arada çok zayıflamışsın, neyle besleniyorsun sen diye söyleniyordu. Ben de ona olan şu anki yakınlığımdan dolayı aptal gibi hissediyordum. Spor salonuna indik.
Beni yere bırakıp:
“Seninle biraz spor yapalım,” dedi. Dün geceden bu yana tuhaflıkları devam ediyordu Poyraz’ın.
“Spor yapmak istemiyorum,” dedim, burnumu dikip. Beni ciddiye almadan koşu bandına doğru yürüttü.
“Yavaş tempoda koşuyla başlayalım,” dedi.
Ve koşu bandına çıkmıştık.
“Spor yapmak istemiyorum,” dedim, ama beni dinlemedi. Neyse, inadı tutmuştu. Yine vazgeçmeyeceğini anlayıp ona uymaya karar verdim. Konuşmayı hiç sevmezdi Poyraz, o yüzden yarım saate yakın koşu bandında yavaş tempoda koştuk ve sürekli aynadan birbirimize kaçamak bakışlar atarak geçirdik bu zamanı.
Daha sonra sırasıyla squat ve ardından bisiklete geçtik. Bana uygun sporlar yapıyordu.
“Nasıl gidiyor?”
“Aynı,” dedim umursamaz şekilde, sanki iki arkadaş birlikte planlı spora gelmişiz gibi muhabbet etmeye çalışıyordu. Hep değişik bir adamdı Poyraz, ama bu anlık gelgitleri beni her zaman şaşırtırdı.
“Hımmm,” dedi.
“Abi yok mu?” dedi, gözlerime bakarak.
“Dün akşama taş attığını anladım,” dedim.
“Sen benim abim değilsin,” dedim.
Dün akşam abi diyordun bu söylediğime sinirlenmiş gibi
“O dün akşamdı,”
yine gözlerini gözlerime dikip, derin derin baktı. Beni bakışlarıyla öldürmeye niyetli bu adam.
Sonra mekik çekmek için uzandım, en kötü olduğum hareket. Yetmezmiş gibi dizlerime oturdu.
“Başla bakalım, yeşil,” dedi.
Biz böyleyken, nasıl spor yapabilirim? Bende uzanıp sadece yüzüne baktım
“Senin programın falan yok mu? Sevgilinle kahvaltıya gitmek, gezmek, romantik zaman geçirmek gibi,” bu kelimeleri neredeyse iğrenerek söylemiştim.
Birden dizlerimden kalkıp üzerime şınav pozisyonunda uzandı. Bana asla temas etmiyordu. Şınav çekmeye başladı; her eğildiğinde yüzlerimiz arasındaki mesafe neredeyse sıfırlanıyordu. Gözlerim kocaman açıldı, kalbim deli gibi çarpıyor, beynim durmuş ve nefes almayı unutmuş bir şekilde onu izliyorum. Verdiğim tepkilerin farkındaydı; yüzünde hafif bir tebessümle şınav çekmeye devam etti. Sanki ben altında yokmuşum gibi. Ve işin kötüsü, biri görse o kadar yanlış anlaşılmaya müsait bir pozisyondaydık ki, Poyraz bunu sanki hiç umursamıyordu.
“O benim sevgilim değil,”
“Hiç öyle görünmüyor,”
“Tekrar yüzüme eğilip: “Nasıl görünüyor?” diye sordu.
“Nasıl olsun? Kız arkadaşın gibi düğüne koluna takıp getiriyorsun, herkesle tanıştırıyorsun, yanından bir saniye bile ayırmıyorsun, tüm gece onunla dans ediyorsun,” diye arka arkaya sıraladım, nefes almadan.
Gülümsedi.
“Bunlar olunca insan sevgilimi oluyor,” dedi.
“Sence?” dedim.
“Bence değil. Eğer birinin gözlerinin içine bakıp kaybolmuyorsan, ona sevgili diyemezsin ki. Sen Selin’le aramda duygusal bir durum var demedim, yanlış mıyım?” dedim.
“Evet, sözlü söylemedin ama davranışların bunu aksini söylüyor. Ve herkes o kadınla aranda duygusal bir şeyler olduğunu düşünüyor,” dedim.
“En başta da sen değil mi, yeşil?”
Bir süre durdum.
“Evet, çünkü öyle davranıyorsun. Onun elini tutup geceyi onunla geçiriyorsun,” dedim.
“Ne düşünmemi bekliyorsun?” dedim kendimden beklenmeyecek bir öfkeyle.
“O geceyi onunla geçirmedim. Onu evine bırakıp kendi evime geçtim,” dedi ve aradan iki yıl geçti. “Nasıl bu kadar net hatırlıyorsun o günü?” dedi. Sonra yüzüme yaklaşıp, “Gerçi, sen benimle ilgili hiçbir şeyi unutmazsın, değil mi, yeşil?” dediği an, ben nefes almayı tamamen bıraktım.
Şınav pozisyonunun üstümde bana hiçbir şekilde temas etmiyordu ama benim ruhum ve beynim bir yangının içindeydi.
Gözlerini gözlerimden çekip birden üstümden katladı.
“Beni çok zorluyorsun,” dedi ve dönüp elimden tutup beni kaldırdı. Hiçbir şey söyleyemedim. Biz ne yaşıyorduk böyle? Neyin içindeydik ve Poyraz ne yapmaya çalışıyordu? Bu davranışlar hiç Poyrazlık hareketler değildi, yüzünde bir karmaşa vardı.
Havluyu eline alıp yüzümü sildi.
“Bazen bir şeyler insanların duydukları ve gördükleri gibi değildir. Daha derine bakmak gerekir, yeşil,” dedi.
İki yıl önce abimle yaptıkları ve benim dinlediğim konuşmaya atıfta bulunuyordu ama neden? Ne anlatmaya çalışıyorsun, Poyraz? Daha açık ol, demek istedim ama sanki kelimeler boğazımda düğümlendi. O sırada Esin aşağıya indi.
“Günaydın,” deyip bana sarıldı.
“Günaydın, Esin, terliyim,” dedim, kendimi toparlayarak.
“Hayırdır, sabah sabah?” dedi.
Poyraz:
“Ben yeşili yakalamışken biraz spor yaptırayım dedim, uzun zamandır spor yapmadığı çok belli,” dedi.
“Doğru, Esin’le sadece arada koşuyorduk, son zamanlarda iyice tembelleştik,” dedim
“İyi abi, o zaman biz Naz’la bir spor salonuna yazılalım, okuldan fırsat buldukça gideriz,” dedi.
Ne diyorsun, Naz tatlım
Olur harika fikir esinciğim deyip yanına yanaştım
Hem değişikler iyidir deyip gülümsedim
Poyraz:
“Olmaz, evde çalışın. Burada spor salonu var, ne işiniz var o kadar adamın içinde?” dedi.
İkimiz birden şaşkın gözlerle Poyraz’a döndük.
“Konu kapandı,” dedi, karalı bir şekilde.
Tam spor salonundan çıkacaktık ki, Esin:
“Yarın Can’la randevuna hazır mısın?” diye sordu ve o an zaman durdu.
Poyraz öfkeli bakışlarını bana çevirip hiçbir şey söylemeden bir hışımla çıkıp gitti yanımızdan.
Sanki bugün çok normal şeyler yaşamışım gibi, Poyraz’ın bu son hareketi beni iyice dağıttı. Karışık olan kafam daha da karıştı. Yine bana düşmem için bir sürü duygu bırakıp gitti…