bc

KEKLİK GÖZÜ ( Türkçe)

book_age18+
1.7K
FOLLOW
6.4K
READ
tragedy
comedy
humorous
mystery
like
intro-logo
Blurb

( +18) Pireye kızıp, yorgan yakmak uğruna kendini köylere vuran,maceraperest bir kızın, kadrajına yansıyanlar unuttuğumuz degerlerimizi gözlerimiz önüne sergilerken gülmek ve ağlamak serbest.

Bazen hayatı dolu dizgin yaşamak istersin. Kafana göre istediğin gibi. Fakat bu istediklerinin olması için dilediğin hayatta kimsesizsin. Çünkü kimse sen değil..

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1
Bağırmak istedim. "Yeter artık! Sen nasıl bir insansın, nasıl bir annesin!" diye tekme tokat dalmak istedim. içimden haykışlar yükseldi. Başına örttüğü siyah boncuklu örtünün kenarlarından dışarı fırlayan yağlı kıvırcık saçlarını elime dolayıp çekmeyi de düşündüm. Öyle ki yüzü de fazlasıyla çirkindi. Bir kadına söyleyebileceğim en ağır hakaret ve bir anneye yakıştırılamayacak kadar kötü de olsa, çirkindi işte. Bilmem kaç saattir ağlayan çocuğunu susturabilmek için yapmadığı işkence kalmamıştı. Evet tam da bahsettiğim üzere yanında huzursuz olan çocuğunu susturabilmek için resmen işkence eder gibi davranıyordu. Elinde şu herkesin rahatlıkla ulaşabileceği kırmızı pakette satılan çubuk krakerlerden bir tanesini, salya sümük ağlayan çocuğun ağzına zorla tıkıştırıyor, yetmezmiş gibi biran önce sussun diye birde ağzına vuruyordu. Tabiki insan bunu bir anneye konduramıyordu. Desem ki yiyecek başka bir şeyleri yok ve kadın aç çocuğunu dizginlemeye çalışıyor, mümkünatı yok. Çünkü neredeyse beş saat kadardır, aynı otobüste yolculuk yapıyor, benim gibi birçok yolcu, çocuğu susturabilmek adına yanlarında getirdikleri yiyeceklerden kadına da vermişlerdi. Ama bu çirkin kadın, verilen yiyecekleri sakince çocuğuna yedirmek yerine. Önündeki sehpa görevi yapan çıkıntıya yerleştirmiş, çocuğun koltukta ağlayarak tepinmesine aldırış etmeden, neredeyse hepsini yemişti. Oturdukları koltuğun tam karşısındaydım ve bu akıl almaz görüntüyü izlerken bende sinirle tırnaklarımı yemiştim ki en son üniversite sınavında elimi ağzıma aldığımı hatırlıyorum. Kendimi de zor tutuyordum. Yanımda oturan, muhtemelen ellili yaşlarında olan teyze de benim gibi sinir olmuştu. Kadının hareketlerine elini ağzına kapatarak cık cık diye ses çıkarıyor, işin boyutu arttıkça da kendine has anaç tavrıyla duruma müdahale etmeye çalışıyordu. " kızım kucağına bir al konuşmaya çalış, belki başka bir sıkıntısı var yavrucağın" diye birkaç öneri sunmuştu. Fakat anlayan kim? Duyan kim? Bakmıyordu bile. Ancak tıkınıyordu. Yanımda ki teyze kendince beddua mı desem dua mı desem sesli bir şekilde dile getirdi. Onu da duymazlıktan geldi. Sonra otobüsün içinde uğultular çoğaldı. insanların tahammülü kalmamıştı. Kimi küfürlü bir dilde kadını uyarırken kimi de hâla önerilerde bulunuyordu. Muavin elinde peluş bir oyuncakla geldi. Küçük onu da görmezden geldi. Hatta küçük tekmeleri ile gencin özel bölgesine tekme savurdu. Taş olsa çatlar misali muavin sert bi dille kadını uyarınca, arkalardan sesler de yükseldi. Lâkin kimse lanet olsun senin gibi anneye deme cesaretinde bulunamamış, çocuğu ondan kurtarıp bağrına basamamıştı. Şimdilik buna ben de dahil! Otobüsün içinde curcuna olunca nihayet hanımefendi cevap verme tenezzülünde bulunabildi. " Çocuğun bir şeyi yok! Görmüyor musunuz, arsızlığından yapıyor. Siz konuştukça da daha çok şımarıyor. Herkes kendi işine baksın. Rahatsız olan da insin. Bende aynı parayı verdim siz de " Kadın bu şekilde arsız arsız konuşurken sıktığım dişler, ağzımın içine dökülecekti. Ne demek şımarıklık? Şımarıklık yapıyor dediği çocuk taş çatlasın iki yaşında vardı ya da yoktu. Ortalığın karışmasına daha fazla tahammül edemeyen şoför, mola vereli uzun bir süre olmamasına rağmen, önüne çıkan ilk tesiste durmaya karar verince, bütün yolcular sanki içeriden biri üzerlerine su sıçratıyor gibi kendilerini dışarı attı. Herhangi bir olaya karışmamak için kendimle savaş eden ben de onlar gibi aşağı inince, derin bir soluk aldım. Zor tutuyordum kendimi. Kadına hak ettiği cezayı vermemek için. Kulaklarım uğulduyor, sinirden dudaklarım titriyordu. Otobüsün yakınında ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Etrafımdaki kalabalık da benimle aynı düşünceler içinde bir araya toplanmış, kadın ve çocuk hakkında sesli yorumda bulunuyorlardı. Kadın ise en son inmişti. Yürümemek için direten çocuğu, kolundan tuttuğu gibi sürükleyerek tam önümüzden geçmişti. Bir de utanmadan söyleniyordu. "Millet ne bilsin derdimi. Dördü evde, bu eteğimde ömrümü çürüttüğümü. Ancak akıl verirler" diyerek, hızlı hızlı yürüyordu. Ah! Bir de dört tane daha mı vardı. Böyle bir insana bahşedilen dört can. Herkesin gözü kadının üzerinde, kendi aralarında konuşmaya devam ederlerken, bu gurubun içinde şoför ve muavin de vardı. Tesisin çatısından beyaz gömleğine damlayan çamurlu yağmur sularına aldırış etmeyen kaptan bir karara varmış olacak ki çöp kutusunun yanında sigara içen kadına doğru yürüdü. Adamın suratı haliyle beş karıştı. " Bacım sana nasıl yardımcı olabiliriz, bir söyle de yolumuza bakalım" diye kibar olma çabasıyla sordu. Sesinde ki o tını çocuğun ağlamasından duyduğu rahatsızlıktan değil aksine kadının göstermiş olduğu tavırlarından ötürüydü. Herkes pür dikkat onları dinliyordu. Kaptan konuşurken yüzündeki o çirkin ifadeyle bize öyle bir baktı ki olduğum yerde irkildim. Korkmam, aklıma gelen ihtimallerden ötürüydü . Kadının yüzünde gördüğüm ifade kesinlikle hiç denk gelmediğim ve gelmek de istemediğim sanki bir katilin yüzünü anımsatıyordu. Çünkü o denli tuhaf bir bakışı vardı. Bu kadın bir katil olabilir miydi! Olabilirdi tabi. Küçücük çocuğa bunları yapan birinin bu damgayı alabilmesi için illa ki birilerini kesip, doğrayarak ya da ne bileyim silahla vurarak öldürmesi mi gerekiyordu. O da öldürüyordu. Hemde öz çocuğunu! annelik gibi kutsal vazifesinin ardına sığınarak, bunu ben ürettim benim malım diye istediğimi yaparım düşüncesiyle öldürüyordu. Hiç katil gördün mü sorusuna karşı net vereceğim cevap bu kadın olacaktı. Kendi evladını bile isteye ince ince öldüren azılı bir katil. Hatta şuan on leşi varmış da on birinci kişi şoför, on ikinci kişi de muavin olacakmış gibi karşısında kendine yardım etmeye çalışan iki kişiye elini kolunu sallayarak, konuşmaya başladı. kendini savunmaya çalışması " karışmayın yoksa sizi de deşerim" der gibiydi. Ağzının içinde tükürükler savurup son sözlerini söyleyerek çocuğun kolundan tuttuğu gibi sürükleyip tesisin içine girdi.. " Al başına belayı. Burada bıraksan ayrı dert, yanında götürsen ayrı dert " diye sıkıntıyla siyah kravatını çekiştiren şoförün yanına yaklaşan yolculardan biri "acaba çocuğu kaçırıyor olabilir mi?" diye sordu. Destekleyerek devam ettiren bir başkası ise “ belki annesi bile değil " diye devam ettirdi konuşmayı. Aklıma gelen ihtimalin bir başkası tarafından dile getirilmesi ayaklarımı hareket ettirse de beklemek zorunda olduğum için durdum. Şoför " Aklıma geldi, gelmez mi! Hemen önlemimi aldım. İkinci kimlik kontrolü yaptırırken bilhassa muavinden onlara dikkat etmesini söyledim. Annesiydi çocuğun " diye cevap verdi. Bu daha kötüydü. Keşke çocuk kaçırılmış olsaydı da biz elinden çekip kurtarsaydık. Herkes kendince yorumlarını söylerken, olay kızıştı. Boyu kısa, sarı saçlı hafif kilolu bir ablamız iki elini beline koyup öne atıldı. Polise ihbar edeceğini söyledi. Herkes gibi o da sinirden köpürüyordu. Bu tarz olaylarda çoklu ihbarın önemini daha iyi sonuçlar vereceğini söyledi. İnsanlar birkaç saatlik yolculukta öylesine dolmuşlardı ki zannedersin kadının bütün geçmişini biliyor gibi davranıyorlardı. “Böyle bir ananın ellerinde büyümektense anasız büyüsün daha iyi " derken kadın, herkes onayladı. Kaptan kadının iki saat içinde yolculuğunun biteceğini söyledi. O süreçte kadının kendi yaşadığı yahut her ne iş için gidiyorsa, ulaştığı memlekette ihbar ederse içinin ancak öyle rahat edeceğini söyledi. Dağ başında, jandarma karakollarında, o yavrucakla uğraşmasın diyecek kadar da düşünceli ve iyi birine benziyordu. Fakat ben, o gidecekleri yere kadar bu kadını çekebilecek durumda hiç değildim. Şöyle ki aynı şeyleri bir kez daha tekrar ederse değil izimin bulunması, hapishaneye düşeceğimi de bilsem tırnaklarımla derin izler bırakmakla büyük bir zevk alacaktım. Beş dakika sonra otobüsün harekat edileceği anons, kulaklarımda çınlamaya başlayınca aceleyle kafamda planımı yaptım. O kadını ne görmeye ne de o çocuğun çaresizliğini duymaya gücüm olmadığı kanaatindeydim. Zaten bundan sonrasını planlamışlardı. Bana gerek kalmayacaktı. Kalabalığı ardımda bırakarak dinlenme tesisinin içerisinde bulunan market bölümüne doğru hızla koşmaya başladım. Muavin "abla iki dakikaya hareket ediyoruz “ diye peşimden bağırdı. Elimle bir dakika diye göstererek kasiyere yaklaştım. Önünde ki bilgisayarda işlem yapan benim yaşlarımda olan gence hızla "buraya en yakın yerleşim alanı, köy, kasaba neresi?” diye sordum. Genç adam bana ne amaçla soruyorsun diye bakmaya başlayınca konuşmasına fırsat vermeden ve hakkımda yanlış düşünmesine müsaade etmeyerek. " normal de bu yol üzerinde inecektim fakat doğru yer mi değil mi bilemedim. İlk kez geliyorum. Yardımcı olur musunuz " diye açıklamada bulundum. İnanmadığı ortadaydı fakat irdelemeyecek kadar da umursamaz birine benziyordu. Neyse ki uzatmadı. " Buradan yirmi kilometre ötede Hasan Dağına yakın Sığırcık köyü var. Onun az berisinde Hasanlar ve Toptaş köyü var. Onun dışında en yakın il merkezî elli kilometre. Sen hangisine gidecektin ki “ dedi. O konuşurken Hasan dağı yakınında ki Sığırcık köyü dedikten sonra diğer söyledikleri dikkatimi çekmedi bile. Bir dağ köyü. Tam da istediğim gibi dört ayağımın üstüne düşmenin vermiş olduğu heyecanla ellerimi alkış biçiminde birleştirerek sevincimi gizlemeden aceleyle konuştum. " Tamam işte doğru yer imiş. Ben de Sığırcık köyüne gidecektim. İyi ki sormuşum. Yoksa kaçıracaktım yolu" dedim. Genç adam kırmızı şapkasının altından bana öyle bir baktı ki inanıp inanmadığını anlamadan, teşekkür ettiğim gibi yanından hızla uzaklaştım. Bütün yolcular binmiş hatta kaptanda koltuğuna yerleşmiş, beni bekledikleri ortadaydı. Muavin kapıdan yarı gövdesini dışarı çıkarmış el işareti yaparak "hadi abla seni bekliyoruz" diye seslendi. Nefes nefese ön kapıdan binip, şoföre doğru yaklaştım. Yolcuların beni izlemesine aldırış etmeden, biletimde gideceğim yerin adı belli olduğu için hakkımda herhangi bir şüphe uyandırmamak adına yalan söyledim. Burada ineceğimi, daha fazla yavrunun sesine katlanamayacağımı, dile getirdim. Şoför gideceğim memlekete -onu bile terminalde karar vermiş bana- daha iki saat olduğunu söyledi. " Merak etmeyiniz. Malesef şiddetli derecede migrenim var benim. Baksanıza bu şirret kadınla aynı ortamda durulacak gibi değil. Ben bu kadının saçını başını yolar size de dert olurum . O yüzden başımın çaresine bakmam en hayırlısı “ dedim. Bilhassa sesimin kadına ulaşmasını sağladım. Destek verenler uğultuyu yükseltti. Kadın ise oturduğu koltuktan kalkıp "seni şıllık, kahpe. Sanane benden” diye bağırıyordu. Şayet muavin önüne geçmeseydi, beni parçalayacakmış gibiydi. Muavine ortalığı sakinleştirmek için el işareti yaparken kaptan "kızım böyle bir başına, buralarda bırakmak istemem. Hem çocukta sakinleşmiş idare etmeye çalışsan olmaz mı? " diyerek, İyi niyetini ortaya koysa da kadının hakaretleri artınca ortalık aniden karıştı. Dar koridorda kadının oturduğu koltuğa öyle bir ilerledim ki yapmazsam ömür billah içimde dert olacaktı. Önce çocuğun dikkatini dağıtmak için pencereyi gösterdim ve “ aaa bak orada uçurtma var “ diyerek dikkatini pencereye doğru çektim. Sonra da hızla kadına tıpkı çocuğa yaptığı gibi önünde ki yiyecekleri zorla ağzına basmaya çalışıp yüzünü tırmaladım. Hepsi saniyelikti. Geri nasıl çekildim, insanlar ne ara alkış yaptı, muavin ne ara çantamı elime tutuşturdu anlamadım bile. Birkaç dakika sonra şoför muavin ile birlikte bagajdan valizlerimi indirirken, içerdekiler şirret kadını sakinleştirmeye aslında bana saldırmasına engel olmaya çalışıyordu. Küçüklü büyüklü dört valizimi bagajdan çıkarılırken, şoförün sıkıntısı gözlerinden okunuyordu. " Lütfen kusuruma bakmayın. Sizi böyle zor durumda bırakmak istemezdim. O güzel çocukta böyle çirkin anne olduğu sürece değil sakinleşmesi, yaşaması bile mucize. Rica ederim siz de az önce konuştuklarınızı biran önce uygulamaya koyulun. Bir çocuğun daha, ölü bedenini haberlerde okumamak için elinizden ne geliyorsa fazlasını yapın." diye ricada bulundum. Şoför anlayışından şüphem olmadığını bir kez daha kanıtladı. "gerekirse kırk yolcuyu da peşimden sürükler gidecekleri yere üç gün sonra teslim eder, yine de o çocuğun gözyaşını bir daha akıtmam. Benim de üç evlâdım var kızım aklın kalmasın" diye açıklamada bulununca rahatladım. Son kez teşekkür ederek yol verdim. ...... Otobüs gideli neredeyse iki buçuk saat kadar olmuştu. Ve ben hâlâ aynı tesiste bekliyordum. Otobüsten indikten birkaç dakika sonra gelen otobüsleri yıkayan orta yaşlarını çoktan geçmiş amcaya Sığırcık köyüne nasıl gidebilirim diye sormuştum. Dişleri ve bıyığı içtiği sigaralardan ötürü sararmış, göz çukurları mezarı anımsatan amca, önce tuhaf tuhaf bakmış sonra da kısa bir açıklamada bulunmuştu. " O köye buradan ulaşabilmen için ya birinin benzini bitip buraya uğrayacak ya da sen ileriye geçip yol ayrımından birilerinin köye yola düşmesini bekleyeceksin" Yani dediğine göre belki bir hastası olanı, yahut benzin almaya gelebilme ihtimali olan birini bekleyecektim. Dediği gibi de iki saattir o kişi yahut kişiler kimse onları bekliyordum. Tam karşımda bana gülümseyen, yaşayacağın maceralara hazır mısın diye göz kırpan Hasan Dağının tam karşısında, umarım tam da hayallerimdeki gibi olan o Sığırcık köyünden birinin, benzini yahut mazotu bitsin diye dualar ediyordum. Kaç bardak çay tükettim, kaç çeşit abur cubur yedim, hesap etmedim. Normal şartlarda herhangi bir yerde saatin geçip gitmesi umurumda olmazdı. Fakat havanın fazlasıyla soğuk ve akşam güneşinin batmak üzere olması tedirginliğimi arttırmıyor değildi. Geceyi kamyoncu amcaların mekanında geçirmek istemiyordum. Üzerime giydiğim kıyafetler dersen bu yörenin soğuğuna karşı fazla dirençli değildi. Kırmızı küçük çiçeklerle süslenmiş siyah kadifemsi elbisemin altına giydiğim kilotlu çorabımın kalın olması şöyle dursun, üzerine tuvalette giydiğim dar paça kot pantolonum bile soğuğu kesmiyordu. Üstelik aylardan Ekim-26, mevsimlerden henüz sonbahar olmasına rağmen. Ekim ayında bile böyleyse buralar, Ocak ayını hiç düşünemiyordum. Pekâlâ ocak ayına kadar kalabilecek olma ihtimalim de bambaşka konuydu. Bir içeri bir dışarı, çokça düşünceli geçirdiğim yarım saatin ardından, bir kez daha belirli aralıklarla rahatsız ettiğim, adının Asım olduğunu öğrendiğim araba yıkayan amcanın yanına bir kez daha gittim. “ Ya özür dilerim Asım amca ama bir kez daha soracağım. Var mı gelip giden “ diye bilmem kaçıncı kez tekrar sordum. Elinde tuttuğu hortumla sarı çizmelerinin çamurunu yıkarken hafif bir tebessümle yeniden yüzüme bakınca ilk gördüğüm sarı bıyıklı tehlikeli hali gözümde sevimli bir hale büründü. " Kızım on dakika önce yok dedim ya. Olsa haber ederim zaten. " " Saatli otobüsü de mi yok bu köyün. Hayır ulaşılamaması bu kadar zor mu yani?" diye sesli bir şekilde aslında kendi kendime sordum. Hayır bundan önce, gittiğim köylerde vardı. "Hiç olmaz mı kızım. Yüz kişilik dağ köyüne belediye her on dakikaya vırt zırt otobüs kaldırır. " diye pürüzlü sesiyle gülerek açıklamada bulunan sarı bıyık amca, sanırım benimle dalga geçiyordu. Anlamaz gözlerle yüzüne bakakalırken, hortumun bağlı olduğu çeşmeye doğru gülerek ilerledi. Çeşmeyi kapattı. Hortumu halka şekline getirip, toparladı. Halka hortumu omzuna astığı gibi fırçasını ve kovasını da eline aldı. Burnunun ucuyla bir yeri işaret ederek " gel bakalım sen benimle " dedi. Yine güvendim. Kendimde hem sevdiğim hem de sevmediğim özelliklerimden bir tanesi de hemen güvenebilmekti. Kanımın insanlara çabuk ısınmasıydı. Kişi statü mevki ayırt etmeksizin, herkesle çabucak kaynaşmamdı. Elbette bu uğurda çok kazık yedim, çok canım yandı fakat kazandıklarım kaybettiklerimden bu özelliğim sayesinde kat ve kat fazlaydı. Kime güvenip kime sırtımı dönebileceğimi bir şekilde hissedebilme gibi de bir özelliğim vardı. Çalışmadığı nadir zamanlarda olurdu. Şuan tıkır tıkır işliyor olacak ki Asım amcanın peşinden tin tin giderken huzursuz değildim. İçim kime gülümseyebiliyorsa, koşulsuz peşinde koşturmakta üstüme yoktu. Asım amca malzemelerini mescit yazan kulübenin yanında ki boş odaya bırakırken hemen arkasındaydım. İşi bitince tam karşımda durdu. Yarısı beyaz yarısı sarımtırak şekilsiz sakallarını sıvazlayarak karşıma geçti. Bu bakışı bir şüpheye mi düştüğünü gösteriyordu, anlamaya çalışırken sordu. " Ee de bakalım kime geldin, ne sebeple geldin?" Tamam herkese çabucak güvenirim dediysem, kelimelerimi de ulu ortaya saçacak değildim. Bu lanet zekamı babamdan aldığım kesindi! Sorduğu soruya karşı şüpheye mahal vermeden henüz birkaç saat önce öğrendiğim köyün adını yine tekrar ettim. "İşte Sığırcık köyüne geldim. Kaç kez tekrar etmem gerekir Asım amca" “ He dedin demesine de bende kime geldin derim işte. Kim var orada. “ diye sorunca telaşa kapıldım. Yine de çaktırmamaya çalıştım. inşallah korktuğum başıma gelmezdi. "Sanki söylesem tanıyacaksın" diye de direttim. " Hemen iki kilometre ötesinde Hasanlar köyündenim kızım. Köylerimiz iç içe ve herkes birbirini tanır " demesin mi! İşte korktuğum başıma gelmişti. Az önce üşüyen bedenimi telaştan birden terlemeye başladı. Ne desem ne uydursam diye düşündüm, aklıma ilk gelen şey, ayaklarımın üzerinde arkamı dönerek hızla koşmak oldu. Karşısında em küm bir şeyler demeye çalışıyordum ki dakikalar önce yanında gördüğüm pompacı çocuk koşar adım bize doğru seslenerek geliyordu. " Asım emmi! Asım emmi! " diye bağırırken, nefes nefese önümüzde durunca, neredeyse sarılactım beni kurtardı diye. "Irzaların Hatem geldi. Koyun almış şehirden. Arabasının içini de kasasını da yine doldurmuş. Sayamadım kaç tane olduğunu, sen dediydin ya köyden gelen biri olursa haber et diye, bende benzin alırken sordum. Köye mi gidiyon diye " Çocuk hızla hızlı konuşuyor, aynı zamanda gözlerini kaçırarak bana bakıyor bir türlü sadede gelmiyordu.. "Eeeee evladım, uzatma " diye sesini yükseltince Asım amca. " He dedi işte. Köye gidiyorum, başka nereye gideceğim dedi" Asım Amca gence sadece " iyi haydi bak işine " diyerek önüme geçti. Sonra da düş peşime dedi. İşareti aldığım gibi heyecanla peşi sıra peşine düşerken, fazla soru sormaya fırsatı olmadığı içinde ayrıca seviniyordum. İkisi önde ben arkalarında benzinliğe doğru ilerledik. Koca koca mazot bidonlarını dizlerinden destek alarak kamyonetin ön koltuğuna yükleyen adam bahsettikleri kişi olsa gerek, sırtı bize dönüktü. "Selamın aleyküm Hatem oğlum " diye arkasından seslenince Asım amca, elindeki son bidonu koyduğu gibi yüzünü bize doğru döndü. Önce Asım amca ya sonra da kısa bir göz değdirerek bana baktı. " Aleyküm selam " diyerek kısa bir karşılık verdi. İri yarı, uzun boylu bir adamdı. Başında gri renginde örgü bir şapka vardı. Sakalları uzun, burnu kemerli ve yaşça büyük biri gibiydi. Tahminen otuzlu yaşlarının sonunda olsa gerekti. " Bu kızımız sizin köye gidecekmiş. Eğer aracın uygunsa, sen götürür müsün?" Konu bahis ben olduğumdan, sırt çantamın kulplarına asılarak parmaklarımın üzerine basarak yükselmek gibi saçma bir hareket bulundum. Bir altmış beşlik boyum birkaç santim daha yükselince sanki kendimden fazlasıyla emin olduğumu gözler önüne sermek istediğimdendi. Hemen ardından daha da saçmalayarak otuz iki diş göstererek gülümsedim. Bu şu demekti. Ben çok sevimli bir kızım ve lütfen isteğimizi geri çevirmeyin. Ne parmaklarımın üzerine basarak yükseldiğimi ne de şebek maymunu gibi gülümsediğimi fark etti. Saniyelik bakışını çektiği gibi Asım Amcaya döndü. " Sıkıntı değil götürürüm götürmesine de hayvan pazarından koyun aldım. Araba tıka basa " diyerek gözüyle aracını işaret etti. Üçümüz de aynı yere baktık. Hayvan pazarından koyun almamış, hayvan pazarını kamyonete almış gibiydi. Bu sevimli yün yumaklarını kamyonetinin kasasına tıka basa doldurmuş, sadece iki koyunun ne ayrıcalığı varsa onları da ön koltuğun arkasında ki boşluğa yerleştirmişti . Onlar kendi aralarında beni unutup koyunlarla ilgili sohbete tutulunca, hızlıca ne yapabileceğimi düşündüm. Saatlerdir buradaydım. Bir kilometre dahi yol ilerleyememiştim. O köye gitmek istiyordum. Sanki gerçekten bir tanıdığım varmış gibi, sanki gerçekten o köye gitmek için yola koyulmuşum gibi, bir şekilde gitmek istiyordum. Buna mecburdum. Sohbetleri bitince ikisi de benden bir cevap bekledikleri için yüzüme baktılar. Ne diyeceğimi bilemediğim için önce ön koltuğa baktım. Sadece oturulacak yeri boştu. Ve orada da mozot bidonları vardı. “Ölmek var dönmek yok” ideolojisine sadık kalarak düşündüğümü söyledim. "Eğer izin verirseniz, bence oraya sığabilirim" diyerek ön koltukta bulunan iki avucumun birleşimi kadar olan boşluğu gösterdim. İkisinin de kaşı aynı anda kalktı. Asım amca "kızım arkadaki hayvanlardan ötürü, tipin pek onlarla yolculuk edecek gibi durmuyor " dedi. " Olur mu öyle şey Asım amca. Benim en sevdiğim hayvanlardandır kuzular " diye heyecanımı ve yalanımı bastıramayarak aceleyle karşılık verdim. Sesimin bile yüksekliğini ayarlayamayınca, bize haber veren çocuk, bastı kahkahayı. "İlahi abla. Ne kuzusu? Bildiğin boynuzlu koç onlar. Arkadakileri kakmasınlar diye öne koymuştur ağabeyim “ diye belirtti. Koç moç adlarına ne söyleniyorsa artık, yiyecek değiller ya beni, o köye gidecektim. Omuzlarımı silktim. "inanın benim için hiç sorun değil. Bakmayınız tipime. Benim hayatım koçların içinde geçti " diye bir de yersiz bir şekilde böbürlenince Asım amca " Tövbe estağfurullah " çekti. Ne dedim de böyle tepki verdi çözemedim. ...... Yediler. Cidden tam arkamda ayakları bağlı olan uzun kulaklı o koç dedikleri canavarlardan bir tanesi, saçlarımın üzerine geçirdiğim mor beremi ağzıyla çekeleyip salyalı ağzıyla bir güzel geveledi durdu. Çıkardıkları meleme sesleriyle de beynimi bir güzel yediler. Onlardan kaçmak için öne doğru eğildiğim bu kez ayaklarımın ucunda duran mazot bidonlarından yayılan kokular içimi dışıma getirdi. Hayatım boyunca Türkiye nin birçok şehrinde gezintiye çıkan ben, ilk kez çığlık çığlığa, bağıra çağıra yolculuk yaptım. Gittiğim çoğu yer turistik yerlerdi ve yolculuk esnasında olanaklarım daha konforluydu. Yani şu durumda yolculuk yapabileceğim ölsem aklıma gelmezdi. Ben bunları yaşarken, adını ve birkaç cümle dışında başka herhangi bir konuşma eyleminde bulunmayan adam, halime bakıp sadece bir kez dudaklarını ısırarak kısık bir kahkaha attı. Onun dışında benden bin beter sürekli düşünceliydi. Sanki bilmediği bir köye yola çıkmış gibi. On yahut on beş dakika da öyle geçti. Yani geçmiş olmalıydı ki saatim yanımda yok, önümüze çıkan küçük mavi levhada Sığırcık köyüne üç kilometre yazdığını gördüm. Derin bir oh çektim. Çok az yolumuz kalmıştı. Bu şekilde biraz daha sabredebilirdim. Gideceğim köyü ve misafir olacağım Karadulu düşünmeye çalıştım yeniden. İçimde oluşan heyecan arabadaki olağanüstü hâlimi bir nebze de olsa rahatlamaya yetti. Karadul dediğim Kişi kim derseniz, o da son saniyelerde belli olmuştu. Birdenbire çıkmıştı sahiden de. Yanında yolculuk yaptığım Hatem denilen adam arabasının durumunu bana izah etmeye çalışırken yanımıza biri gelmişti. Hedefi bu adamdı. Biraz sessiz konuşmaya çalışsalar da ne dediklerini duymuştum. " Ağabey Karadul teyzenin sabunları bitti. Rağbet çok fazla, söyle de tez vakit bize yenilerini hazır etsin." Demişti. Anladım ki gideceğimiz köydeydi bu kişi. " söylerim " diyerek dişlerini sıka sıka cevap vermesine takılsam da kafamda ki tilkilerin kuyruklarının biri birine dolaşmaması derdine düşmüştüm. Adamı tek kelimeyle savuşturduktan sonra arabanın durumunu bir kez daha öne sürerek, kararı bana bıraktı. Hemen ardından köylerinde kimin yanına gittiğimi sordu. "Sen kime gelmiştin bizim köyde " diyerek. Allah’tan saniyeler önce bulmuştum cevabımı. Kim olacak! Canım teyzem, yani değişik, fazlasıyla tuhaf isimli, inşallah teyze sıfatını layıkıyla taşıyan kişinin ismini doğru telaffuz etmeye dikkat ederek göğsümü gere gere cevap verdim. " Ben Karadul teyzeme geldim. Canım teyzem çok özledim onu.Tanır mısınız ? “ diye birde utanmadan sormuştum. Dedim demesine de, bana öyle bir bakmışlardı ki, kim ise bu Karadul kadın, sanırsın teyze değil, sanırsın insan değil, sanırsın teyze olma ihtimali varda dayı olmuş, sonradan cinsiyet değiştirmiş de yeniden teyze olmuş gibi baka kalmışlardı yüzüme.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Mafyanın Barbi Bebeği

read
117.8K
bc

Kaybolan Hisler +16

read
5.2K
bc

Mafyanın Namusu

read
96.9K
bc

YERALTI KRALİÇESİ +18

read
18.5K
bc

Vampir Ve Mafya 2

read
1.6K
bc

Kehribar Lisesi

read
3.2K
bc

Kedicik

read
5.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook