BÖLÜM 7

2146 Words
Duyduklarım ve bildiklerim karşısında sessizliğimi koruyarak geçirdiğim üçüncü günün sabahıydı. Saat sekizi yirmi geçiyor ve diğer günlerde olduğu gibi yine yalnız uyanmıştım. Genellikle bu saatlerde kimse olmuyordu evde. Karşılıklı konuşabileceğim birileri olsaydı eğer, onlara; misafir olduğum evin sahibi hakkında, her sabah ne işle meşgul olduğunu sorabilirdim. Kendisiyle iletişimin pek iç açıcı değildi de. Hangi arada kalkıyor, kaşla göz arası ses çıkarmadan yatağını ne ara toplayıp, sobayı nasıl ses çıkarmadan yakıyor, merak ediyordum. Aslında normal şartlarda uykum bu kadar derin hiç olmamıştı. Özellikle başka birisiyle aynı odada yatma mecburiyetinde olduğum zamanlar, daha hassas olur ve en ufak çıtırtıdan bile haberim olurdu.Fakat son üç gecedir,bu köyde, bu evde, nasıl anında uykuya teslim olabiliyor ve hiç  bölünmeden sabahına uyanıyor bir türlü anlam veremiyordum. Sanki uyku ilacı almış gibi gözlerim direnmeden kapandığı gibi, açıldığında ise sabah olmuş oluyordu. Belki de ayağımın ağrısı ve yaşadığım beyin yorgunluğu beni uykuya anında teslim ederken, bilhassa yattığım yatağın rahatlığı da etkendi. Sobanın içinde yanan odunların çıtırtıları, ninni söylerken, yün döşeğin üzerine serilen ve bir türlü kokusunu çözemediğim sabun kokulu çarşaf takımı ve yine yünden yapıldığını bildiğim ağır yorganın arasında sızıp kalmak, aldığım uykuların en lezizi olduğu için belkide bu haldeydim.  Yani diyeceğim ben uykumla sarmaş dolaşken, karadul da nerede, nasıl, ne zaman, neler yapıyordu kimbilir! O gece yani Karadul'un belalı aşkıyla -ki ona bu ismi ben taktım çünkü öyle düşünüyorum-  görüştüğü geceden bu güne,sanki köşe kapmaca oynuyor gibi ihtiyaçlarım dışında hiç konuşmadık. Adımı dahil sormamıştı. Benim şu durumum ne kadar absürdse, onun bana karşı tutumu da bir o kadar absürddü. Sanki herhangi bir otelde kalıyorum da suratı sirke satan bayan yardımcı oflayıp puflayarak, gerekli ihtiyaçlarımı temin ediyor, ne zaman gideceğim diye gün sayıyordu. Cidden şu durumdaydım. Paramla rezil oluyorum bile diyemeyecek kadar kötü.  Mesala dün gece "daha fazla üzerimdeki kıyafetlerle yatamam. Rica etsem çantalarımı getirirmisin" Dediğim de " Hay çantan batsın " diye ağzının içinde mırıldanırken, duyacağımdan hiç gocunmamıştı. Ben de duyunca sıradan birşey söylüyormuş gibi hiç üstüme alınmamıştım. O kadar tuhaftık yani. Aslında dili başka söylüyor, içi başka söylüyor gibi geliyordu. Nedense söylediği her iğneleyici sözde art niyet taşıdığına inanasım gelmiyordu. Birşey vardı bu kadının her sözünü sineme çekmemi sağlayan. Bu duruma bir ad koyamıyordum. Yüzsüz bir kız gibi suçu kendimde aramaya çalışsam da ayağımı n sakatlandığı gün, üstüne basarak istenmediğimi söyledikleri an kesinlikle  gidecektim. Yine giderdim. Defol git istemiyoruz seni dedikleri an asla ısrar etmezdim. Önemli olan onu bana hissettirebilmeleriydi. Aksine babamın evinden daha rahattım. Hem çantan batsın demiş, hemde getirip odanın baş köşesine yerleştirmişti. "Hangisinde üstün başın " diye sormuş, parmağımla küçük olanı işaret ettiğimde yanıma taşımıştı. Içinden pijamalarımı, iç çamaşırlarımı, diş fırçasını ve tarağımı alırken alttan alttan izlemişti. Yani diyeceğim o ki , Ne kal diyordu ne de git. Benim durumumda birini evinde ağırlayacak kadar vefakar, can-ı sıkıldığı an bir kaşık suda boğacak kadar aksi ve huzursuzdu. Şimdi de ortalıkta yoktu. ........ Uykudan uyanır uyanmaz, kendimde farkettiğim değişiklik, kesinlikle ayağımın ağrısının hafiflemiş hissiydi. Emin olmak için yatağımda oturur pozisyona gelerek, ayak bileğimi oynatmaya çalıştım. Ilk güne nazaran   daha az ağrıdığının farkına varınca gülümsedim. Demek ki ayağıma sardıkları üç kilogramlık şey her neyse, kısa zamanda etkisini göstererek iyileşmeme yardımcı olmuştu. Ne demişti Karadul; yumurta akı, un ve tuz. Geldiğim yerde bu tarifi ortopedi uzmanlarına söylemeye kalksam, kesinlikle benim bir deli olduğumu düşünebilirlerdi. Hatta jilet kısmını dahil edersem, tımarhanelik. Yok ya o kadar da değil!. Niçin öyle düşüneceklerdi ki. Yüzyıllardır insanlar  bilimsel buluşlar yüzünden mi ayakta kalmışlardı sanki. Şimdi ki cağın röntgen cihazıyla iç tespitimiz ortaya dökülürken, tenha bir köyde yaşayan yaşlı bir amca; kırık yahut çatlağı eliyle çözebiliyorsa, olmaz ihtimali önlerine sunduğum da delilik örneği değil bilâkis keşif ve gözlemlerimlerimden dolayı takdir bile edilebilirdim. Engin tecrübelerimden yaralanarak onlara kimyasal ilaçlar yerine daha organik ilaç tarifiyle literatüre bile geçerdim. Önceden keşfedilmedeyse tabii. Bu konuda büyük çaplı bir araştırma yapmayı aklımın bir köşesine not aldım. Buradan gidene kadar hafızamda yer kalırsa bu konunun da mutlaka üstünden geçmeliydim. Bilmiyorum ayağımın ağrısının hafiflemesi mi yoksa dün gece çantalarıma kavuştuktan sonra kendime uyguladığım kişisel bakımdan mı kendimi çok iyi hissediyordum. Düşüncelerimin arasında kendi kendime gülümsediğimin farkındaydım. Otantik odada, doğrulduğum yatağın içinde ellerimi birleştirerek vücudumu sağa sola esnettim. Acaba ayağa kalkabilirmiyim diye düşünürken, evin dış kapısının gıcırdayarak açıldığını duydum. Sevgili teyzeciğimden, abla yoluna ilerlemekte olan oda arkadaşım, dakikasını şaşmadan gelmişti. Tıpkı diğer sabahları olduğu gibi.. Şimdi içeri girecek, zaten iri olan sürmeli ela gözlerini daha çok açarak elleri belinde tam karşımda duracaktı. Uyanmış olduğumugördüğü halde " uyandın mı topal keçi " diye sorarken özelikle adımı sormaya tenezzül etmeyerek, kendince taktığı isimle seslenecekti. Bende onun imasını ve çıkışlarını görmezden geldiğim gibi gülümseyerek " uyandım Karadul ablacığım. Günaydın " diyerek pişkin bir tavırla onun bana yaptığının aynısını yapacaktım. Benim tavrıma karşı, hızla sırtını dönüp ayağını yere vurduğu gibi huysuzlanarak işinin başına dönecekti. Onun bu hallerine gülümseyerek kapıdan içeri girmesini beklerken, tahminlerim boşa çıktı.. Odanın kapısı, Karadul'un hareketlerine tezat " müsait misin" diyerek, biri tarafından tıklatılıyordu. Sesinden tanıdığım kadarıyla gelen kişi Hatem di. Üç gündür ilk kez gelirken, ıçeri girmek için müsade istiyordu.  Yatağın içinde, küçük karpuz dilimli polor pijamalarımla sere serpe otururken, pek müsait gibi  olamasamda,tek yapabileceğim, kabarık uzun saçlarımı el çabukluğuyla tepeme topuz yapmak oldu. Daha fazla bekletmemek adına " tabii. Müsaitim" diyerek seslendim. Tahta kapıyı yavaşça araladı. Başını ıçeri uzatıp, önceliği odanın içinde beni bulmak oldu. Müsait olduğuma kendi gözleriyle emin olduktan sonra, ayakkabılarını kapının dışına çıkardıktan sonra eğilerek ıçeri girdi. Uzun boylu, iri yarı bir adam olunca kapının kirişi çene hizasına geliyordu. Kendimle karşılaştırmaya kalktığımda, karşımda beliren görüntü fil ile sincabın boy aralığı gibi birşey oluyordu. Normal de Bir altmış sekiz  boyumla çok kısa olmama rağmen karşımda ki kişiyle kıyaslamaya kalkınca ancak öyle bir görüntü çıkıyordu. Boy hesaplamasından sonra ikinci şaşkınlığım, paltosunun ve beresinin tamamen karla kaplı olduğunu görmekti. " inanamıyorum. Kar mı yağıyor " diye ellerimi alkış yaparak karşılarken, sevincimi saklayamadım. Pencerenin önünde yattığım halde, dışarıya bakmak aklıma gelmediği için cevap beklemeyerek perdeyi açtığım gibi dışarı baktım. Heryer bembeyazdı. Ve hâlâ lapa lapa yağıyordu. En son karın yağdığını, babamın görev yaptığı Aksaray da görmüştüm. On yahut on iki yaşlarında falandım.. Bugün güne değişik bir hisle uyanırken, güzel devam edeceği belli oluyordu. Bir çocuk edasıyla pencereden bakarken, sevincimi gizliyemiyordum "  bu çok ama çok güzel birşey " diyerek Hatem' e döndüğümde sanki hiç görmemiş olan oymuş gibi göstermek istedim. Montunu çıkarmış, kapının arkasında ki askıya asarken başka bir işle meşgul olduğundan beni duymuyor gibiydi. Dağılmış saçlarını beresinden kurtarıp tekrar baktığında, parmağımla dışarıyı gösterdim. Sahiden de çocuk gibiydim. Saçlarını parmaklarıyla geriye doğru tarayarak, sobanın yanına geçti. Ellerini ısınmak için uzattı. " Daha önce hiç mi kar görmedin " diye sordu. " elbette gördüm.  Fakat uzun zaman oldu görmeyeli  " derken sesimde ki heyecan bunu destekliyordu. O da ilk kez görüyormuş gibi pencereye doğru bakarken, " Güzel yağıyor mübarek. " Diyerek mırıldandı. O sobanın başında ayakta, ben yatağın içinde oturur pozisyonda bir iki dakika sesizce karın yağışını izledik. Ben dışarıya çıkmak için can atarken bir an önce ayağa kalkmayı diliyordum. Düşüncelerimi okumuş olacak ki konuşmaya başlayınca, yüzüne baktım. " öğleye doğru Veli amcayı getireceğim. Ayağına bakması için. " dedi. Ayağımı tedavi eden adamdan bahsediyordu. Demek ki onun için gelmişti. " Size sıkıntı verdiğimin farkındayım fakat elimden başka türlüsü gelmiyor. Ayrıca ayağım bugün daha iyi gibi. Fazla ağrımıyor. Belki de şu Veli amca sardığı kaya parçasını çıkarırsa daha çok rahatlayacak " derken mahçup olmuş bir şekilde devam ettim. " Bana karşı göstermiş olduğunuz alakadan dolayı teşekkür ederim " Bu şekilde dudaklarımı büzerek konuşunca, yüzünde muzip bir ifade oluştu. " şu yaşıma kadar kapımı çalan, yardım isteyen, arabama binen kimseyi asla yüz çevirmedim. Çevirmem de. Ha!  bacadan şıp diye düşenlere gösterdiğim muamele ayrıdır. Sen memnun olduysan bizlik sıkıntı değil! " dediğinde dudakları yana doğru kıvrılmıştı. Tam aksini ima eder gibi. Bana ayrı muamele göstereceklerini - ki sağolsunlar bunu itinayla yaptıklarını açıkça belli ediyordu. Bu benim için söz konusu  bile değildi. Üç gündür gördüğüm gibi muamele göreceksem eğer sorun teşkil etmiyordu. Bağışıklık kazanmaya başlamıştım. Daha fazla söz atışına girmeden dışarıyı tekrar izlemeye başladım. ........... Bazı adamlar yaptıkları birçok işin üstünden başarıyla gelebiliyorlardı. Normal masa başında çalışan bir adam aynı zamanda tornavida ile evindeki birçok tamiratı yaparken, bulaşık ve yemek yapmakta  da başarılı olabiliyordu. Bazısı da tek bir işi yapıp eve gelerek elinde kumanda yatana kadar bir çöp dahil kaldırmıyordu. Niçin! ben akşama kadar çalıştım psikolojisi.. yorulmadığı halde yormaya adam arayanlar oluyor bu genellikle.. Eli her işe yatkın insanları cinslerine ayırmak aslında uygun değil ama ele almak istediğim gerçekten bazı adamlar. Bu  tanıyı yattığım yerden, Hatem'i izlerken birkez daha kanıtladım. Becerikli birine benziyordu. Odanın içinde hareket halinde yaptığı işleri takip ederken hayranlık duymadan edemedim. Önceliği üzerine giydiği kışlık lâcivert kareli yün gömleğinin kollarını sıvayarak, ısısını kaybetmekte olan sobanın içine odun doldurmak oldu. Dikkatli ve titiz çalışıyordu. Onun yerinde ben olsaydım çoktan sobanın kapağını açarken yere düşürür, kovada ki odunları içine atarkan, kırıntılarını heryere saçardım. Sobanın üzerinde neredeyse yarım saattir kaynayan çaydanlığı alıp, adının güğüm olduğunu bildiğim gereçden su eklerken de titizdi. Işini bitirip dışarı çıkarken sadece yapacağı işlere odaklanmış gibiydi. Benim varlığımdan haberdar fakat yokmuşum gibi davranıyordu. Çok konuşkan birine benzemiyordu. Sorarsan cevaplıyor sormazsan susuyor seni yok sayıyordu. Bu daha kötüydü sanki. Birkaç dakika sonra geri döndüğünde, elinde büyük bir tepsi ve üzerinde malzemeler vardı. Tepsiyi kenara bırakarak, üzerinde bulunan çay kavanozunu eline alıp ilk işi çayı demlemek oldu. Kesinlikle onun bu göze hitap eden hallerini çekmeliydim. Iri görüntüsüne tezat becerikli hâl ve hareketleri bunu hakediyordu. Cok fazla hareket ettiğimi belli etmemeye çalışarak telefonumu elime aldım. Deklanşör sesini kısıp, sobanın başında uzun boyuyla eğilerek çayla ilgilendiği halini çektim. Sırtı dönük olduğundan farketmemişti. Aynı sessizlikle tepsinin üzerinde bulunan leğenin için de ki soyulmamış patatesleri alıp sobanın fırın kısmına attı. Sanırım kumpir misali onları orada pişirecekti. Sonra örtüye sarılmış ıslak yufkaları çıkardı. Annem bu yufkaları, balkona koyduğu tüplü sacda yaptığı için biliyordum. Pişirdiği zaman halka halinde ve gevrek olur,daha sonra da üzerine su serpeleyerek yumuşatırdı. Yumuşak yufkaları börek tepsinin içine yerleştirerek, içine peynir döşedi. Bir kabın için de bulunan tereyağı kaşıklayarak aynı peynir gibi dağıttı. Üzerini yufkayla kapatarak börek yapar gibi kenarlarında sarkan parçaları içine doğru katladı. Üzerine tekrar tereyağı serpiştirirken nasıl birşey olacağını merak etmiştim. Pişmiş ama yumuşatılmış gevrek yufkadan böreğini de hazır ederken tekrar dışarı çıkıp geldiğinde ellerini yıkamış olacak ki havluyla kurulayarak ıçeri girdi.  Nihayet benimde odada olduğumu hatırlayarak yüzüme baktı. "Eğer dışarı ihtiyacın varsa yardımcı olabilirim " dedi. " yani elini yüzünü yıkamak isterseb" diye eklerken utanarak gözlerini kaçırdı. Ne demek istediğini artık biliyordum. Bu köy de dışarı ihtiyacı demek, tuvalete çıkmak demek ti. Karadul ablacığım öğretmişti mevzuyu. Tuvalet konusu öne sürülünce aklımdan tamamen çıkan bir diğer ayrıntıyı hatırlayınca telaşla sordum " bir dakika. Sahi Karadul ablacığım nerede " diyerek. Yeni mi aklına geldi der gibi, gözlerini devirerek " bugün yok Karadul ablacığın! Işi çıktı biryere gitti" dedi. " nasıl ya! Beni bu durumda bırakıp nasıl gider " derken ciddimiydim ben bile kendime inanamadım. Sen kimin umurundaydın ki seni düşünsün diye kendim cevapladım sorduğum soruyu. " merak etme. Seni bu durumda yalnız bırakacak değilim. Başına beni tayin etti ablacığın" " hadi yaa! Gerçekten benimle ilgilenmeni o mu söyledi " dedim. Beni kabullenmişti. Kabul etmişti düşüncesiyle hevesli bir şekilde. Yine aynı gülüşü önüme sunuyordu..dudakları alayla kıvrılıyor, sen gerçekten safsın diyordu. " He yaa! O söyledi. Hatem şu topal keçinin başında dur, evi barkı  felan yakar,  birde kış günü ortada kalmayalım derken tamamen seni düşünüyordu" diyerek sobanın başına bağdaş kurup oturdu. Daha gerçekçi olmalıydım. Daha makûl sorular sorarak. " sadece iki kardeşmisiniz " diye sordum. Isındırma aşamasında, verdiği cevaplara göre gidişatı düzenleyebilmek adına. " Hayır üç kardeşiz" " yaa. O nerede peki. " " benim küçüğüm. Merkezde polis. Ablam da bugün onun yanında kalacak " diyerek gözlerini üzerime dikti. Şimdi anlaşılıyordu hakkımda öğrendikleri. Neyse bu konuyu daha sonra ele alacaktım. " abla diye söylüyorsun ama sen daha büyük gösteriyorsun. Kaç yaş var ki aranızda dedim. " aslında Asmin 'in kaç yaşında olduğunu öğrenmekti amacım. Hemde bu kadar genç gösterirken niçin karadul etiketinin yapıştığını. " iki " diyerek kestirip attı. Ayağa kalkıp çay demlenmişmi diye kapağını açıp baktı. Şöyle ağzından laf alamadığım kişileri boğazlıyasım geliyordu. " yani. Kaç yaşındasınız o zaman " diye sesimin yükselmesine mâni olamadım. Elinde çaydanlığın kapağıyla bakakaldı. " ben yirmi sekiz. Ablam da otuz. Kardeşimiz yirmi beş. Anam babam vefat etti. Üçümüz den başka kimsemiz yok. Birde ikiyüz elli baş küçükbaş hayvanımız var. Haa birde başımıza sonra dan dahil olan hem topal hemde meraklı bir keçiyi sayarsak iki yüz elli bir. Beş tavuk, bir horoz birde karabaş köpeğimiz ile geçinip gidiyoruz. Daha sayayım mı. " diyerek eliyle işaret ederken, "benim için sıkıntı değil, çok güzel gidiyorsun " diyerek hâline gülümsedim.  " peki niçin ablanın adı Karadul " diye bir çırpıda sordum. Işte buna sinirlenmişti. Elinde ki kapağı hızla demliğe kapatarak yanıma geldi. " kalk ayağı. Çişin felan varsa götüreyim. Yoksa otur yerine yemeğini ye. Hiç değilse ağzın dolu olur da her şeye burnunu sokmazsın " dedi. Dipnot.. çiş önemliydi. Ilgilenilen durumlarda dışarı çıkacakmısın diye sorulurken, kızdıkları an çişini yap diye azarlıyorlardı. Dipnot 2... Karadul ismi bu ailenin bam teliydi. Münkün olduğunca o tele vururken dikkat etmeliydim ki burada tutunabileyim..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD