Hatem sırtını dönüp giderken ne çantamı isteyebildim ne de bir bardak su talep edebildim. Dudaklarımın arasına elimi götürdüm, tırnağımın kenarındaki eti kopararak sadece ardından bakakaldım. Hani derler ya, kumaş söküğü gibi diye…Ben de onun karşısında öylece döküldüm. Elbet eksik bir şeyler vardı. Bu yola çıkarken ayrıca farklı fikir ve projelerle yol almıştım. Belki de ilk kez işe yarayacak bir şeyler yapabilirdim.
Yalnız adamın fena halde ikna yöntemi vardı. Gözlerimin içine bakarken mimik oynatmıyor el kol hareketleriyle koordinasyonu güzel sağlıyordu. O dudak ısırma eylemleri falan insanın dikkatini fazlasıyla dağıtmaya yetiyordu. Adam beni resmen çapraz sorguya tutmuştu.
Hayır ben nu gibi durumlarda her zaman temkini elden bırakmamaya çalışırdım. Özellikle söz konusu ailem olduğunda. Ayrıca ben bir de asker kızı olarak büyümüş biri olduğum için, hep ölçülü ve tedbirli olmayı öğrenmiştim.
Her neyse işte aile içi durumumuzu sadece iki gündür tanıdığım birine anlatmam tamamen evde kalmak içindi. Şu hâlde nereye gidebilirdim. Kışa giriş yapılan bir ayda ayağım sakat halde bana inansın diye resmen yalvaracaktım. Belki de yalvardım. O an ki ruh halim fazlasıyla değişkenlik gösteriyordu.
Bazen fazla mı ileri gidiyordum? Burnumun dikine giderken, gözümün önündeki hiçbir şeyi sorgulamıyorum. Kafamı taktıysam o iş olacak gözüyle etrafımdakilere karşı bencil mi davranıyorum.
Ben kendimi ikna ettiğimi zannederken sanki Hatem’in çıkmadan önceki son bakışı, bunu söylüyordu. Bunları düşünürken tırnak diplerim yine eskisi gibi yara olacak gibiydi. Üzerime çöken ağırlık, suratımın iyice asılmasına yetti.
“Zoraki evimize yerleştin” demesi ayrıca içime öküz oturmuş gibi hissettiriyordu. Belki gerçekten benimle paylaşacak ikinci bir ekmekleri yoktu. Karadul yanımda yatıyordu, demek ki paylaşacak başka odaları da yoktu. Hatem burada kalmıyordu, o halde onu da yerinden etmiştim.
Anne ve babaları ne zaman ölmüştü? Yahut ölmüşler miydi? İki kardeş burada yaşadıklarına göre diğer ihtimaller zayıf geliyordu. Hatem’in söylediği gibi, zorla evlerine yerleştiğim yetmezmiş gibi, bir de üstüne bakıma muhtaç hale düşmüştüm.
Şu durumda beni; ayağı kırık, kafadan çatlak ve tam bir manyak misafir gibi görüyor olmalıydılar. Dürüst olmak gerekirse, ben olsam, ben de kabul etmezdim. Yani bana karşı tavırlarını normalleştirebilirdim.
İşte buna iç çekerek başımı arkaya yasladım. Şu Karadul bir gelseydi...Bütün cevaplar ondaydı. Hatem, mutlaka benim hakkımda öğrendiklerini ablasıyla paylaşacaktı. Bu kez üzerlerine gitmeden, gerçek düşüncelerini öğrenecek ve ona göre hareket edecektim.
Sonuçta, işin ucunda ölüm yoktu ya!
Alt tarafı birine telefon edip, beni götürmesi gerektiğini söyleyerek, bu macerayı şimdilik noktalamış olacaktım.
Of kafam fazlasıyla karışıktı. Hem böyle hem daha farklı düşünürken beynimin içinde yüzlerce davul çalıyor ve her biri farklı ritim tutuyordu. Düşüncelerimin daha sağlıklı ve akıllıca olması gerekiyordu. Ayrıca ayağımın ağrısı artmış gibiydi. Biraz uyumalı ve ağrımı dindirmeli hem de aklımı toparlamalıydım.
***
Uyuduğumun bilincinde gibiydim. Rüyamda koşuşturma sesleri duyuyordum. İki kişi ayaklarını vura vura hızlıca koşuyorlardı. Kuyu dibine düşmüşler gibi hararetli konuşmalarını duyuyor, ne söylediklerini seçmeye çalışıyordum. Ama kelimeler birbirine karışıyor, anlamları kayboluyordu.
Birden “Çattt!” diye keskin bir ses yankılandı. Rüya olmadığını bu ses sayesinde idrak ettim. Bu kapı çarpma sesiydi ve yattığım yerden irkilerek uyandım. Gözlerimi açtığımda, hala aynı yatakta yatıyordum. Kaç saat uyuduysam hava kararmıştı. Çoktan akşam olmuştu.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken birkaç saniye önce duyduklarım kesinlikle rüya değildi. Biri birinden kaçmış olacak ki yattığım odanın dışında soluk sesleri duyuluyordu. Biri birinden kaçmış olmalıydı. Neler oluyordu?
Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Seslenip neler olduğunu sormak için ağzımı açtığımda az önce sertçe kapanan kapı sertçe çalmaya başladı. Birinin başı dertteydi ve bu her kimse kapıyı yıkacaktı. Ben içeriden “neler oluyor” diye doğrularak seslendim ama dışarıdaki her kimse sesimi bastırmıştı. Ondan önce Karadulun sesini duydum.
“Oy ben ne yapayım! Ah ben ne yapayım!” diye yarı ağlamalı sesiyle yakınıyordu. İçimde bir şey hızla yerinden oynadı. Aklıma gelen ilk ihtimal, birileri tarafından taciz mi ediliyordu sorusu oldu. Kan beynime sıçradı. Ayağımın kırık olması umurumda bile değildi. Hızla yatağımdan doğruldum. Ayağımın üstüne basmama gayretinde kapıya doğru sekerek gidiyordum ki dışarıdakinin sesi engel oldu.
"Aç kapıyı! Aç kapıyı, yalvarırım sana aç!" diye yalvaran kişi bir Tok, ama kırılgan bir erkek sesiydi. Sesi öyle titriyordu ki taciz ihtimalini zayıflatıyordu. Zaten Karadul da yardım istemiyor sadece yakınıyordu. Karadul, duyduğu yakarışa rağmen sükunetini koruyordu.
Ama adamın pes etmeye niyeti yoktu.
“Aç şu kapıyı, kurban olduğum! Yetmedi mi zulmün? Bitiremedin mi?!” derken adam şok oldum. Bir suça tanık oluyormuş gibi elimi ağzıma kapatma sesim “ay yy” diyecektim ağzımdan kaçmasın diye. Olduğum yerde pıştım kaldım.
Ben odanın ortasında tek atak üstünde durumu değerlendirirken onlar dışarıdaydılar. Kesinlikle taciz değildi. Adamın seslenişi, konuşma tarzı, beklemede kalmamı söylüyor gibiydi. O arka arkaya yarı fısıltıyla kapıyı açması için yalvarırken Karadul ’un sesi de duyuldu. Alçak ama keskin bir tonla konuştu:
"Get işine, adam! Hatem içeride uyuyor! Akşam akşam başımı belaya sokma benim.” Dedi ama bu bana karşı çıkıştığı gibi bir ses değildi. Hem kızıyor gibi hem de sesi titriyordu. Buna şaşırdım ama adamın verdiği cevap benim için çok daha sarsıcıydı.
“Bana yalan söyleme, Asmin! Hatem çoban evinde kalıyor. İçeride olmadığını biliyorum.” Diyerek ses tonunu yükseltti. Nefesim kesildi çünkü bir cümlede öğrenmek için kafamı fazlasıyla meşgul eden iki şeyi öğrenmiştim. Hatem başka bir yerde kalıyordu.
Ay yy. Karadul ‘un ismi Asmin idi. Asmin. Ah ne güzel bir ismi varmış.
Allah’ım, kalbim duracak gibiydi. Bir filmin en can alıcı sahnesindeymiş gibi nefesimi tuttum. Sahne akıyordu. Hem de kalp ritmimi tekletecek şekilde.
"Etme, Osman!" derken Karadul o nasıl söyleme şekliydi. "Etme Osman! Git işine. Git, geldiğin yere! Kurban olurum git” diye resmen yalvarıyordu.
Ama bu cevher Osman her kimse hiç niyeti yoktu.
“Ben sana kurban olayım. Dayanamıyorum artık. Bin kez kovsan da kapından, yine gelirim. Aç hadi kapıyı! Yüz yüze konuşalım. Ne olur aç!”
Osman’ın sesi, deli bir aşıktan başka bir şeye benzemiyordu. Allah’ım, bu nasıl heyecan verici bir işti. Yemişim yalancı aşk filmlerini. Şu an en gerçeğinin tam ortasındaydım. Hayatımda ilk kez buna şahit oluyor ve hiç yapmacık gelmiyordu. Eminim ki Asmin ’den daha çok benim kalbim atıyordu.
Kalp sesim kulağımı tıkamasın diye sakin kalmaya çalışarak Karadul görünümlü adı güzel Asmin ’in ne cevap vereceğini duymak için adeta heykel gibi dikildim. Hadi be kızım derken tek sabırsız ben değildim. Kapıdaki Osman’ın da sabrı taşmış gibi kapıyı güm güm vurdu.
“Asmin, şu kapıyı aç! Bu kez boynumu eğip dönmeyeceğim geldiğim o yere. Ne amcam ne yengem umurumda değil artık. Asla gitmeyeceğim! Duyuyor musun beni? Asla!"
“Asmin! Kime söylüyorum ben!” derken adam evi başımıza yıkacaktı. Asmin ise tık demiyordu. Hıçkırık seslerini duyuyordum. Of benim güzel hayaletim kim bilir ne durumdaydı.
“Sana şu kapıyı aç diyorum!” dediğinde Osman sanki o da mı ağlıyordu. Bununla beraber, Asmin ‘in de ağlaması şiddetlendi. Eğilip bükülmez, hizaya gelmez gibi görünen kadın, bir anda acizleşmişti. Onlar o haldeyken neredeyse ben de ağlayacaktım. Elim boğazıma gitme sebebi bundandı.
“Yalvarırım sadece bir kez. Çık karşıma konuşalım.” Dedi adam. Sesi tükenmiş gibi. Aynı tükenmiş bir ifadeyle Asmin cevabını verdi.
"Canıma kıyarım, Osman! Gitmezsen, canıma kıyarım! Yapmadığım iş değil. Bu kez öldürürüm kendimi!” dedi.
Bu ses hepimizin soluğunu aynı an da kesti. Ağzım açık kaldım. Keşke bu duyduğum rüya olarak kalsaydı dedim. Bir insanın kendi canına kıyabileceğini ve bunu daha önce de yapmış olduğunu öğrenmek, kesinlikle kaldırabileceğim bir şey değildi. Ben bu şoku üzerimden atmaya çalışırken kapıdaki Osman da aynı şoku yaşıyor gibi sesi aniden kesilmişti.
Duyulan tek ses Asmin ‘in şiddetli ağlama sesiydi. Ben içeride elim kolum bağlanmış gibi kaldım. Bence Osman da dışarıda aynı durumdaydı. Yarım dakika kadar böylece geçti. Osman’ın yılgın sesi duyuldu.
“Ağlama! Ağlama gidiyorum. Yeter ki sen ağlama” dedi. Sonra ayak sesleri duyuldu. Bulunduğum odanın penceresinden gölgesini gördüm. Gidiyordu.
O gitmişti ama ben odanın tam ortasında kalmıştım. Müdahale etmek istesem de şu an değildi. Asmin şu an beni kaldıracak gibi hiç değildi. Sessiz olma gayretinde yerdeki döşeğe geri döndüm. Ayağımın üstüne bastığımdan canım acımıştı. İnlememek için dudağımı birbirine bastırıp yatağın içine uzandım. Sırtımı da kapıya döndüm. Olur da içeri girerse beni uyuyor sansın ve daha çok rahatsız olmasın diye.
Böyle bir anda ne açlığım ne susuzluğum ne de patlayacak gibi olan mesanem umurumdaydı. Dakikalar akıp giderken Asmin ile aramızda sadece bir kapı vardı. O orada içli içli ağlarken ben yatağın içinde can çekişiyordum. Ve tam da bu an şunu fark ettim…
Bazen birinin acısına tanık olmak, onunla aynı acıyı paylaşmaktan daha ağırdı.
…
Adım seslerini işittiğim an, yüzümü pencere tarafına çevirerek nasıl davranmam gerektiğini düşündüm. Yeni uyandım numarası yapmak, pek inandırıcı gelmiyordu. Osman kapıyı yıkmıştı, nasıl böyle bir hengamede hâlâ uyuyor olabilirdim?
Asmin hareketlendiğine göre odaya girecek ve yüz yüze gelecektik. Peki karşısında be söyleyecektim. Teselli mi etmeli ya da neler oldu diye sormalı mıydım? Ah ben bu kadına nasıl davranacaktım?
Yoksa Hatem’in benim üzerimde kullandığı yöntemi mi kullansaydım. “Çabuk bana anlat neler oluyor” diye çapraz sorguya mı tutsaydım.
Başım yastıkta elim yanaklarımın altında yüzüm pencereye dönük ne yapmalı derdiyle kıvranırken odanın içi aniden aydınlandı. Ah bir bu eksikti! Karanlıkta yüzleşmek daha kolay olacakken günlerdir kesik olduğu söylenilen elektrik gelmişti. Aynı zamanda odanın da kapısı açılmıştı. Araba ışığına maruz kalmış tavşan misali, gözlerim yerinden fırlamış gibi açıldı. Hazırlıksız yakalanmıştım. Hatta göz kapaklarımı bile kapatamıyordum. Nefesimi tutup bekledim.
İdam mahkumlarının yanına yaklaşan cellatlar misali, adım sesleri ağır ama kararlı şekilde yatağın kıyısında son buldu. Asmin denilen güzel Karadul olarak ensemdeydi.
Öyle bir nefes alıyordu ki, sanki önce beni, sonra kendini öldürecekmiş gibi.
“Uyumadığını pencereden görüyorum” dedi yorgun bir sesle. Konuştuğu an, irkilmemek elimde değildi. Gözlerim, söylediği gibi yerden bitme pencere görüntüme takıldı. Oradan bakınca sanki duygusal dayak yiyen bendim.
Evet şimdi ne olacaktı? Aramızda nasıl bir konuşma geçecekti.
Az önce yaşananların ağırlığı ikimizin de üzerinde bunu nefes seslerinden belli ediyorduk. Ağır hareketlerle yüzümü ona döndüm. O aniden bir maske taktı. Eski haline döndü. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladı.
“Dışarı ihtiyacın var mı?” diye sordu, sesi düz ve sıradan bir tondaydı. Bütün olanlardan sonra bu ne demekti?
Sanki Osman kapıyı yumruklamamış, sanki içimizi titreten o sözleri hiç duymamıştık. Sanki sabah beni bırakıp gitmemiş de sohbetimiz hâlâ devam ediyormuş gibi...
“Ne dışarısı?” diye şaşkınlıkla sordum. Üzerinde sabah giydiği siyah çarşaf hâlâ duruyordu, ama başında örtüsü yoktu. Saçları darmadağındı, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.
“Çişin var mı diyorum. Ne dışarısı olacak?" diye sertçe çıkıştı. Tuvaletimin olup olmadığını soruyordu. Beni dışarı atmayacaktı. Bunu duyunca aniden rahatladım. Dudaklarım kıvrıldı. Onun aksine gülümseyerek cevap verdim.
“Olmaz mı? Patlayacak derecede” dedim fazlasıyla samimi bir halde. Üstüne bir de otuz iki diş sırıttım. Hiç etkisi olmadı.
“Kalk o zaman geldiyse. Ne sırıtıyorsun pişmiş kelle gibi. Bir de döşeğe işeyip şu soğukta yün derdine sokma beni." der demez üzerime eğilip doğrulmama yardımcı olmak için koltuk altımdan tutup kaldırdı.
“Yükünü tek ayağına ver” diyerek kaldırmaya çalıştı. Aslında az önce ayaktaydım zaten demek istesem de onun yönlendirmesine izin verdim. Tek ayak üzerimde ondan destek alarak seke seke, ilk kez odanın dışına çıkmıştım.
Odanın sıcaklığının aksine havanın soğukluğu yüzüme vurmuştu. Önümüz kare şeklinde bir ara alandı. Tam karşımızda, kapısı açık mutfak vardı. Gözlerim ilk oraya takıldı. Çizgi filmlerdeki gibiydi.
Duvar boyunca uzanan ahşap bir tezgâh vardı. Onun altına fırfırlı beyaz tülden perde çekilmişti. Tezgâhın üstünde ise tahtadan raflar ve ustalıkla dizilmiş tabaklar vardı. Mutfak çok tatlıydı.
Birkaç güçlükle atılmış adımın ardından, mutfağın çaprazında iki yan yana kapı belirdi. Biri banyo olmalıydı ki kapının arkasında havlular asılmıştı. Asmin ‘in açtığı ise tuvalet.
Kapıyı açarak “Şimdilik böyle idare et. Yarın Hatem bir çaresine bakar.” dedi. Bana normal tuvaleti gösterdi. Klozet yoktu nasıl yapacaktım. Bunu tereddütle sorarken o dövecek gibi baktı.
“Ben buraya nasıl yapacağım ki?" diye yüzüne baktım.
“Ne bileyim, nasıl yapacaksın? Giy şu terliği de erkekler gibi işe işte!” diyerek eğildi ayağıma mavi renkli kocaman plastik terlikleri giydirmeye çalıştı.
Osman’ın karşısında mırıl mırıl mırıldayan tatlış bana gelince kaplan kesiliyordu. Böyle tepkilerini kontrol edinerek davranmayı öğrenmesi uzun yıllarını almış olmalıydı