bc

Beni Sevmene Muhtacım

book_age18+
4.7K
FOLLOW
40.8K
READ
HE
opposites attract
mafia
drama
bxg
musclebear
surrender
brutal
like
intro-logo
Blurb

Hikaye 🔞 üstü okurlar için uygundur!

Konusu:

Karanlığın içinden doğan bir fedakârlık, zorunluluktan filizlenen bir aşk…

Yeraltı dünyasının acımasız ismi Alpay Kurdoğlu, yıllardır koruyup kolladığı üvey kız kardeşini ölümün eşiğinden çekip almak için her şeyi göze alır. Kendi kanı uymayınca tek çare olarak uygun dokulara sahip bir kadınla zorunlu bir evliliğe adım atmak kalır.

Bu kadın, onun sadık adamlarından birinin henüz 19 yaşındaki kızı Çiçek olur. Alpay, genç kızı babasından satın alır ve onu istemediği bir hayatın içine sürükler: Eylül’ü kurtarmak için yapılmış soğuk bir anlaşma…

Ancak aynı çatı altında başlayan bu zoraki birliktelik, zamanla hesapta olmayan duygulara dönüşür. Çiçek korkuyla, Alpay ise vicdanıyla savaşırken; kanla yazılan kaderleri, kalplerinin seçimine yenik düşmeye başlar.

Bu hikâye, karanlık bir adamın iyileşme arayışıyla masum bir kızın özgürlük çığlığının çarpıştığı; zorbalığın gölgesinden doğan, tutkulu ve tehlikeli bir aşkın romanı…

chap-preview
Free preview
1.bölüm
Genç adam ilk defa karısı olan kadının sesini duymuştu. Ne komik. İlk defa duyuyordu onun sesini. Şarkı söylüyordu. Sesi çok güzeldi. ‘Benim burada olduğumun farkında mı acaba?’ diye düşündü adam karısına hayran hayran bakarken. Sonra da kendi kendine “Değil” dedi. Eğer burada olduğunu bilseydi, onu izlediğini bilseydi yine gözlerini yere devirir, ağzını bıçak açmazdı. Başını yerden kaldırmazdı. Ruhsuz bir beden gibi öylece dururdu. Ama bu gün nedense yıldızlara bakarak şarkı söylüyordu. Onunla koskoca bir senedir evliydi ve ilk defa sesini duyuyordu. Nedense bu gün mutlu görünüyordu. Peki neden? Bu gün ona “Zamanı gelince boşanacağız” demişti genç adam. O an anlamıştı! Karısı mutluluktan şarkı söylüyordu! Çünkü ondan kurtulacağım diye mutluydu! Genç adam öfkeyle nefes alıp verdi. Soğuk havayı ciğerlerinde hissetmişti. Balkonda şarkı söylemekte olan karısına bakmaktaydı hala. Havanın soğuk olmasına rağmen aldırış etmiyordu. Sıcak nefesi soğuk havayla karışıp küçük bulutlar oluşturuyordu. Karısını izlemeye devam ediyordu. “Bu gün sen gençsin,yavrum Hayat ümit, neşe dolu Mutlu günler vadediyo Sana yıllar ömür boyu Ne yalnızlık ne de yalan Üzmesin seni Doğarken ağladı insan Bu son olsun, bu son” Genç adamın çenesi seğirmeye başlamıştı. Lanet olası kadın mutlu görünüyordu. Gülümsüyordu şarkı söylerken! Bunun nedeni belliydi. Bu gün işe gitmeden önce ona “Zamanı gelince boşanacağız” demişti. Kesin bu yüzden mutluydu. Ondan kurtulacağım diye sevinçliydi. Bu düşünceleri onu sinir etmeye başlamıştı. Tanrı aşkına neler oluyordu ona böyle? Bunca zaman zerre umurunda olmayan karısına şimdi ‘Benden kurtulacağına bu kadar mı mutlusun?’ diye sormak istiyordu. Öfkeyle yumruklarını sıktı. Demek ondan boşanacağına bu kadar seviniyordu. Demek ondan bu kadar tiksiniyordu! Bir an durdu genç adam. Niye önemsiyordu ki şimdi bu kızı? Tamam, belki bir senedir evliydi ama bir kere bile onunla konuşmamıştı. Aynı oda da bile kalmamıştı. Evli olduğu halde başka kadınlarla ilişkisi olmuştu. Gerçi evlilikleri formaliteydi ancak yine de aldatmak aldatmak oluyordu. Kabul etmeliydi. Piçin tekiydu. Nedense balkondaki büyük kanepede kedi gibi uysal uysal oturmakta olan karısına bakarak bir tuhaf oldu. Yutkundu. Sesi çok güzeldi. Neden bu güne kadar onunla hiç konuşmamıştı? Bu kadar güzel sesini neden ondan saklamıştı? Nedeni olmadan gülümsedi adam. Eşi olan kadına, daha doğrusu kıza bakıyordu ve gülümsüyordu. Birden kahkaha attı. Kendi kendine “Kız kaç yaşındaydı?” diye sordu. On dokuz muydu? Evet, evet dedi kendi kendine. Geçen sene evlendiğinde babası 18 yaşında olduğunu söylemişti. Kendine küfür savurdu. Daha karısı olan kadının yaşını bile bilmiyordu. Tam bir pislikti. Hala bir köşede durarak şarkı söylemekte olan karısını gizlice süzüyordu. Sonunda genç kız üzerine sardığı battaniyeye sarılarak uyuya kalmıştı. Genç adam başta çekinse de sonra kararını vererek kızın yanına balkona gitti. Koca kanepede küçücük kedi yavrusu gibi kıvrılarak uyuya kalmıştı karısı. Genç adam karısını dikkatle süzmeye başladı. Geceydi ama etrafı lambalar iyice aydınlatıyordu. Karısının loş ışıkta parlayan, kırmızıyı andıran kahverengi saçları vardı. Minicik kalkık burnu ve dolgun dudakları vardı. Peki ya gözlerinin rengi diye düşündü genç adam. Daha önce karısının gözlerine hiç bakmamıştı. Baktıysa bile göz rengine hiç önem vermemişti. Acıyla yutkundu. Kim bilir ne acılar çekmişti bu küçük kız onun yüzünden. Bu güne kadar düşünememişti. Yüzünü buruşturarak sessizce karısının uyumakta olduğu kanepenin karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Küçük kızı uyandırmak istemiyordu. Sonra birden gözü ahşap masada ki resim defterine kaydı. “Bu o elinden hiç düşürmediği resim defteri olmalı,” dedi kendi kendine. Uzanarak defteri eline aldı. O an kanepede uyumakta olan karısı yavaşça kıpırdandı. Adam nedense gerilmişti. Sonunda uyumakta olan genç kız kıpırdanmasını bırakarak kendini yine derin uykunun kollarına bırakmıştı. Genç adım tuttuğu soluğunu rahatlıkla verdi. Sessizce elindeki deftere bakıyordu. Bu defteri karısının elinde kaç defa görmüştü kendisi bile hatırlamıyordu. Genellikle sessizce bir köşede oturarak bu deftere bir şeyler karalardı. “Bakalım neler çizmişsin” diye defteri usulca açtı. İlk sayfadaki resmi görünce adam hayranlıkla kalakalmıştı. Karısının bu kadar iyi resim yapabildiğinden habersizdi. Kız baya yetenekliydi. İlk sayfada beline kadar suya batmış olan bir kadın resmi vardı. Elinde fener gibi bir şey vardı. Yüzü aşağıya bakıyordu. İç karartıcı bir resimdi ancak ustaca çizilmişti. İkinci sayfaya çevirdiğinde bu kez daha çok şaşırdı genç adam. Siyah ve gri tonlar kullanılarak yapılmış bir resimdi bu. Bir çocuk piyano kullanıyor gibiydi. Yanındaysa aslana benzer bir hayvan vardı. Resme pek anlam verememişti. Üçüncü sayfaya çevirdiğinde genç adam öfkeyle dişlerini sıktı. Bu sayfadaki resmi anlamıştı! Lanet olsun! Resimde onu anlatmıştı. Çirkin bir canavar resmi çizmişti genç kız. Çok korkunç ve ürkütücü görünüyordu. Yanında da bir masa vardı. Masanın üzerindeyse bir çiçek vardı. Cam bir kavanozun içerisindeydi! Sinirle yüzünü ovuşturdu adam. Resme baktıkça cinleri tepesine çıkıyordu sanki. Cam kafeste ÇİÇEK! NE GÜZEL! Çiçek – bu karısının adıydı. O cam kafesteki çiçeği o yüzden çizmişti. Canavarda oydu. Alpay’dı. Ta kendisiydi. Sinirle defteri kapattı, aldığı yere neredeyse fırlatarak bıraktı. O sırada karısı da ürkerek uyanmıştı. “Lanet olsun!” Alpay öfkeyle homurdanmıştı. Kızı uyandırmak gibi bir niyeti yoktu. Zavallı kız ona bakar bakmaz korkarak başını yere çevirdi. Alpay o an nedense kendisinden tiksindi. Bu kız ondan çok korkuyordu. Yüzüne bile bakamıyordu. Öfkeyle yerinden kalktı. O sırada kız Alpay’ın ani hareketi yüzünden korkarak kendini geriye doğru atmıştı. Alpay kızın bu hareketini fark edince öfkesi ikiye katlanmıştı. Dişlerini bir birine kenetleyerek kıza döndü. Tam bir şeyler söyleyecekti ki kızın battaniyesine daha da sarılarak titrediğini fark etti. Kaşları çatıldı genç adamın. Kız hala titriyordu. “İyi misin sen?” diye sordu biraz çekinerek. Kız sadece başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Alt dudağı titriyordu. Çok üşüyordu. Alpay bir elini kıza uzattığında kız korkarak geriledi. Adam sinirle soluyarak “Sana bir şey yapmayacağım!” diye biraz yüksek sesle konuştu. İçinden hay dilimi eşek arası sokaydı diye düşündü o an, çünkü karşısındaki kızın gözleri dolmaya başlamıştı bile. “Sakın” dedi adam “Sakın ağlayayım deme! Gidiyorum. Sana bir şey yapmıyorum!” Ellerini yukarıya kaldırarak avuç içlerini kıza gösteriyordu genç adam. Neydi bu şimdi? Sadece bekli hastadır ateşi var mı yok mu diye bakmak istemişti ama kız ha ağladı ha ağlayacaktı. Balkondan uzaklaşırken “Eylül!” diye bağırdı genç adam. Büyük salonda karşısına çıkan Eylül gözlerini kırpıştırarak abisine bakıyordu. “Efendim ağabey?” Alpay boğazını temizleyerek arkasındaki balkona bir kez daha bakındı. Sonra gene kardeşine bakarak “O balkonda. İyi görünmüyor. Hasta olabilir. Bir bak,” dedi homurdanmaya yakın çıkan ses tonuyla. Eylül kaşlarını çatarak, anlamamış bir ifadeyle “Kim balkonda?” diye sordu. Alpay sinirle gözlerini devirdi. ‘Kim olacak benim aklı kıt olan kardeşim’ dememek için kendini zor tutuyordu. Öfkelendiğinde kendini tutamayan bir yanı vardı genç adamın. “Çiçek orda Eylül! Çi-çek, yengen! Pekiyi görünmüyor” diye tısladı dişlerinin arasından. “Ne dedin ne?” Eylül abisine delirmiş gibi bakıyordu. Abisi ilk defa söylemişti! İlk defa karısının adını ağzına almıştı. Yani elbette bundan öncede almıştı fakat bu kez baya farklıydı. Onun için endişelenmiş gibi görünüyordu. Çünkü gözlerinden ve bu tuhaf halinden endişelendiği açıktı, ses tonuna kadar bir tuhaftı! “Ağabey… Ağabeyciğim… Yoksa.. s-sen yengem için endişelendin mi az önce? Ben yanlış mı anladım?” diye sordu genç kız şaşkınlıkla, sesinde biraz alayda vardı “Az önce doğru duydum değil mi? Çiçek? Yani yengem olan Çiçek’ten bahsediyoruz dimi? Sevgilin falan değil de karın olan Çiçek’ten?” “Kızım beni delirtme! Git ne diyorsam yap işte! Adamı çileden çıkartmayın!” Sinirlenerek kendi odasına çekilen ağabeyinin arkasından şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordu Eylül. Sonra da “Ay yengem, unuttum” diye balkona koştu. “Yenge iyi misin?” Kanepede tir tir titremekte olan genç kız kendisine seslenen kıza baktı. Sahte bir gülümsemeyle başını evet anlamında salladı. Eylül kaşlarını çatarak “Yenge sen iyi görünmüyorsun” diyerek elini alnına koydu genç kızın. “Yenge sen yanıyorsun! Doktor! Doktor lazım…” kız şaşırmış halde bir o yana bir bu yana koşmaya başlamıştı birden. Yengesi hastaydı! Alev-alev yanıyordu ve bunu bilmiyordu! Çiçek zangır zangır titriyordu. Yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Bunun aksine dudakları ise mor renge bürünmüştü. “A-ağlama lütfen Eylül...” dedi Çiçek zar zor yutkunarak “Bak… iyiiyiyim b-ben…” “Nasıl iyisin yenge? Nasıl!” Eylül gözyaşlarını silerek yengesine sarıldı hemen “Konuşamıyorsun bile. Benim gibi salak yok bu dünyada! Hasta olduğunu bile bilmiyorum! Allah beni bildiği gibi yapsın!” “Şşşşt.. öyle deme..” Çiçek hala titriyordu ama Eylül’ün ona sarılması iyi gelmişti. Bu kız bu koca hapishanedeki tek arkadaşıydı çünkü. *** “Durumu iyi mı doktor?” Eylül yerinde duramıyordu. Yatakta sessizce uyumakta olan yengesine bakıyordu. “Yengem iyi mi doktor? Çok mu hasta? İyi olacak dimi? Ha ağabey?” sonunda güzel şeyler duyabilmek için ağabeyine çevirmişti üzgün bakışlarını. Doktor elindeki reçeteyi küçük kıza uzatarak başını evet anlamında salladı. “Evet, şu an durumu iyi hanım efendinin. Birazdan verdiğim ilaçlar etki eder, ateşi düşer. Ama fazla yormayın kızımızı” doktor yatakta uyumakta olan kıza tekrar dönerek “Yavrucak çok bitkin düşmüş. Nasıl bu hale gelebildi? Üstelik çok zayıf. Kızın yediği yemeklere dikkat edin. Sağlıklı yemekler yesin. Kendine gelir sonra. İyi beslenmesi önemli unutmayın!” dedi ciddi bir tonda. “Tamam… Ben bakarım yengeme!” hemen öne atılmıştı Eylül “Siz merak etmeyin artık yemeklerini bizzat ben hazırlarım!” Doktor Salih Bey çatık kaşlarını yanlarında duran genç adama çevirerek “Şimdi kızı yalnız bırakın biraz dinlensin. Az önceki verdiğim reçete de bulunan bütün ilaçları ve vitaminleri düzenli olarak alsın, sakın aksatmasın” dedi. Sesindeki sertliği genç adam anlamıştı ama umursamadı. Eski aile dostu olan Salih beye karısıyla olan evlilik ilişkisini anlatacak değildi. “Reçeteyi bana verin. Bu gün alınsın ilaçlar.” Alpay elini uzatarak reçeteyi istedi. Eylül elindeki reçeteye ağlamak yüzünden kıpkırmızı olan göz bebekleriyle bakınarak bir an durdu, sonrada burun çekerek abisine uzattı. Üçü de odadan çıkar çıkmaz Alpay “Boran!” diye bağırdı. Boran hemen yanlarında belirmişti. “Salih beyi evine götür. Birde burada yazan bütün ilaçları al gel aslanım,” diye reçeteyi adama uzattı “Eğer birini bile bulamazsan seni elimden kimse kurtaramaz ona göre!” “T-tamam abi.” Boran hemen doktorla yola koyulmuştu. Eylül’se sinirle salondaki koltuklardan birine oturdu. Bacaklarını kendine çekerek başını dizlerine dayadı. “Ben çok aptalım!” dedi kendi kendine “Onun hastalandığını bile fark etmedim! Oysa ben bu gün hayattaysam onun sayesinde. Onun sayesinde nefes alıp veriyorum. Onun sayesinde okula gidip geliyorum. Zaten onu her gördüğümde çektiğim vicdan azabı beni öldürüyor. Hayatını elinden çaldığım aklıma geliyor! Kendimden iğreniyorum…” “Ne diyorsun sen? Sen kimsenin hayatını falan çalmadın Eylül!” Alpay hemen kardeşinin karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Bu dünyada tek bir Allah’ın kulu kardeşini birinin hayatını çalmakla suçlayamazdı! “Çıkar o kafandaki saçma sapan fikirleri! Kim sokuyor senin kafana bunları!” “Değil mi ağabey!” Eylül öfkeyle yerinden kalkmıştı. Yanakları ıslaktı. “O kızın hayatını ben mahvetmedim mi? Benim yüzümden burada yaşamak zorunda bırakılmadı mı? O kız benim yüzümden bu hale geldi! Ve ben hala aşağılık bir insan olduğumdan onun bu evden gitmesini istemiyorum!” dedi tekrar burnunu çekerek. Bu kadar yüzsüz olmasından nefret ediyordu. Alpay yerinden kalkarak kız kardeşinin omuzlarından tutarak narince kendine çevirdi. Yüzünde yumuşak bir ifade vardı. “Onun hayatını sen mahvetmedim güzelim, tamam mı? Sen aşağılık bir insan falan da değilsin. Bir daha duymayayım bunu,” dedi adam güven verici sesiyle, kaşlarını çatarak devam etti “Onun hayatını mahveden biri varsa… O da sadece benim.” Eylül o an dayanamayıp abisine sarılmıştı. Hıçkırıklara boğularak ağlıyordu. “Abi yengem hiç mutlu değil… Biliyorum ben” dedi yüzünü yukarıya ağabeyine doğru kaldırarak “Gözlerinde görebiliyorum. Çok mutsuz. Ama ben onun gitmesini gerçekten istemiyorum. Beni bırakmasın abi!” Alpay afallayarak bir an ne diyeceğini bilemedi. Kardeşi ne ara bu kıza bu kadar bağlanmıştı? Ona sarılarak “Gitmeyecek,” dedi güvence vererek “Seni bırakmayacak güzelim, güven bana.” Eylül burnunu çekerek abisine sarılıyordu. Daha 15 yaşındaydı ama çok olgun bir kızdı. Hayatta büyük acılar çekmişti. Bu dünya da abisinden başka hiç kimsesi yoktu. Birde bir sene önce hayatına girmiş, onun hayatına ışık olan yengesi vardı artık. Onun hayatına güneş gibi doğmuştu. Çiçek onun için anne gibiydi aslında. Annesi onu 6 yaşında bırakmıştı. Uyuşturucu bağımlısı bir kadındı. Kızı 6 yaşına geldiğinde Hakan Kurdoğlu’nun konağına gelerek kızını ayaklarına doğru fırlatmıştı. Büyük bir miktar para karşılığı kızını orada bırakıp çekip gitmişti. Babası olan adam bir kere bile yüzüne bakmamıştı. Ama Eylül’ün abisi vardı. O her şey olmuştu onun için. Anneleri ayrı olabilirdi ama bunu bir kez bile hissettirmemişti. Aradan iki sene geçer geçmez babası olduğunu bildiği fakat yüzüne bir kere bile baba diyemediği adamda ölmüştü. Geriye sadece abisi kalmıştı. “Seni bırakmayacak güzelim güven bana.” Eylül bir daha burnunu çekerek yüzündeki buruk gülümsemesiyle başını hafifçe salladı. Abisine güvenmekten başka çaresi yoktu. Alpay küçük kardeşinin yüzünü avuçlayarak “Sen şimdi doğru yatağına. Geç oldu” dedi usulca. “Ama yengem…” “Yengene..” Alpay kız kardeşinin saçını karıştırarak küçük bir buse kondurdu alnına “Ben bakarım.” Kardeşinin itiraz etmesine izin verememişti genç adam. O kız yüzünden çok ağlamıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Üstelik yorgun görünüyordu. Dinlenmesi gerekiyordu. Eylül bir daha karşı çıkmak için ağzını açtığı sırada Alpay kaşları çatılmış bir vaziyette öfkeyle ona bakmaya başladığından dudaklarını birbirine bastırdı. İçinden en iyisi tamam demek diyerek başını salladı küçük kız. “Tamam abi… O zaman ben odama çıkıyorum” dedi genç kız masumca. Bir ara durarak dudağını ısırmaya başlamıştı “Şey… birde…” o sırada Alpay sinirle soluğunu tutmuştu “Hemen sinirlenme abi ya. Sadece yengemin iyi olmasını istiyorum o yüzden! Şey diyecektim.. şey…” “Ne şey şey? Söylesene güzel kardeşim!” Alpay ellerini göğsünde birleştirerek yarım saattir iki cümleyi birleştirmek için terler dökmekte olan kardeşine dik dik bakmaya başladı. Artık ne söyleyecekse çok merak etmeye başlamıştı. “Ne söyleyeceksen söyle. Ya da git uyu güzelim!” “Abi…” dedi Eylül büyük bir nefes alıp vererek “Yengem senden birazcık korkuyor. O yüzden eğer ilaç falan vereceksen Meltem abladan rica et. O verir… Sen kızın yanına gidip de onu korkutma olur mu? Boran abi bile verebilir ilacı ama… ama sen girme kızın odasına tamam mı?” Alpay öfkeyle dilini yanaklarının içinde gezdirdi. Nasıl oluyormuş da Boran bile eşinin odasına girebiliyordu ama o giremezmiş. Olacak şey mi bu! Bu kadar saçma şey duymamıştı. Canavar mıydı o? Ne vampir de kızın kanını mı emecek gördüğü yerde? İyice onu kana susamış canavar bellediler! Kız o kadar mı korkuyor ondan?! “Tamam mı abi?” Eylül dikkatle ağabeyinin vereceği cevabı bekliyordu. Alpay’sa sadece başını sallamakla yetindi. TABİ Kİ DE KARIMIN ODASINA GİRECEĞİM diye bağırıyordu içi ama şimdi küçük kardeşiyle gecenin bir vakti didişmek istemiyordu. Eylül yüzünde oluşan küçük tebessümle “Tamam o zaman, teşekkür ederim abi” diye yukarı kata, odasına gitti. Alpay sinirle konaktaki içkilerin saklandığı mahzene vararak içki şişelerinden birkaçını aldı. Yine büyük salona vararak elindeki en pahalı İtalyan şaraplarından biri olan bir şişeyi açarak bardağını doldurdu. İçkisini yudumlarken az önce balkonda şarkı söyleyen karısının şekli belirdi gözlerinin önünde. “Demek benden ölümüne korkuyorsun ha küçük serçe” dedi kendi kendine Alpay. Düşüncelerine dalmıştı. Kız neden ondan bu kadar korkuyordu ki? Canını fiziksel anlamda yakmamıştı bundan çok emindi genç adam. Bir kere bile kadına el kaldırmamıştı. “Abi..” O kız neden ondan bu kadar korkuyordu? Tam olarak neden – kafasındaki düşünceler yüzünden Boran’ın ona seslendiğini bile duymamıştı genç adam. “Abi!” Nihayet Boran’ın sesini duyduktan sonra Alpay sinirle gözlerini kapadı. O sırada Boran tekrar abi diye seslenmişti. “Ne var! Duydum seni!!” Genç adam yorgun olduğunda çekilmez, huysuz, aksi bir adam olduğunu biliyordu ama ne yapsın karakteri böyleydi. Elden ne gelir? Başa gelen çekilirdi. Bu yüzden kendisini değiştirmeye bile çalışmıyordu. Varsın hayat bildiğinden böyle devam etsin diyordu. Boran Alpay’ın anı şekilde bağırmasıyla biraz gerilmişti “Abi istediğiniz ilaçları getirdim” dedi çekinerek. Gece gece gene içki içiyordu patronu. Bu hiç hayra alamet değildi. Patronunu iyi tanıyordu Boran. Genellikle kafasına bir şey takıldı mı içerdi. Başka vakit alkolden uzak durmayı tercih eden bir adamdı. “Tamam aslanım” Alpay önündeki masayı çenesiyle işaret ederek “Bırak şuraya. Birazdan kendim veririm ona ilaçlarını” dedi sert çıkan ses tonuyla. Boran’sa duyduklarına inanamayarak öylece duruyordu. Alpay kendisine hayretle bakmakta olan Boran’a sinirlenerek “Duymuyor musun beni? Bırak şu lanet masaya o s*ktiğim ilaçları!!” dedi bu kez biraz yüksek ses tonuyla. Niye ona bön bön bakıyordu ki? Sinir olurdu insanlar bir dediğini ikinci kez söylettiklerinde. “T-tamam abi... Bırakıyorum..” Alpay elindeki içki bardağını sıkıyordu. Boran tökezleyerek ilaçları masaya bıraktıktan sonra tam gidecekken birden durdu. Alpay sinirle kaşlarını çatmış ona bakıyordu. Bakalım bu kez ne söyleyecekti? “Abi bana düşmez ama… Meltem ablayı uyandırayım mı? Saat geç oldu… Siz uğraşmayın şimdi..” “Hayır,” dedi Alpay Boran’ın sözünü keserek, öfkeyle soluğunu verdi “Kimseyi uyandırma. Ona ben vereceğim ilaçlarını!” Son sözünü söyledikten sonra bardağındaki son yudumuda kafaya dikti Alpay. Öfkeyle oturduğu yerden kalktı. Yerinden kalkarken hafiften dizlerine vurarak kalkmıştı. “Abi…” dedi Boran yüzünü buruşturarak. Alpay ona okkalı bir bakış attı ama adam ne kadar korkarsa da söylemeye niyetliydi. “Abi bana söylemek düşmez ama… Yengem sizden biraz çekiniyor… Meltem abla verse..” “Git lan işine!” Alpay hırlarcasına konuşmuştu “Sen mi söylüyorsun bana ne yapıp yapmayacağımı artık!” “Yok abi estağfirullah.. Ben öyle demek istemedim..” “O zaman ne lan!” “Tamam abi.. Özür dilerim.. ben gideyim..” Alpay derin bir nefes alıp verdi. Herkesin kendisini o kızdan uzak tutmaya çalışmasına gıcık olmuştu. Kızı yemeyecekti ya da öldürmeyecekti! Niye herkes onu yanlış anlıyordu! Sadece gidip bir ilaç verecekti! Bu kadar basit! Mutfaktan bir bardak su aldıktan sonra karısının odasının önünde duruyordu Alpay. “Ulan doğru mu yapıyorum?” diye sordu kendi kendine “Ne olacaksa olsun lan! Kızı öldürmek niyetim yok sonuçta!” Kapıyı çalmadan içeriye daldı genç adam. Çiçek hala uyuyordu. Ama yanakları ıslaktı. Genç adam fark etmişti bunu. Ağladı mı o? Genç adam ağır adımlarla kıza yakınlaştı. Kaşlarını çatarak kızın yüzüne baktı. Kız hala ağlıyordu ve anlayamadığı bir şeyler mırıldanıyordu. Kabus görüyor olmalı diye düşündü genç adam. “Yapmaa… lütfen… bırakma.. bırakma beni!” Alpay sinirle dişlerini gıcırdattı. Bırakma beni! Kuru bir kahkaha attı genç adam. Artık eşi kime ‘Beni Bırakma’ diyorsa! Bu gün eski aşkını çok hatırladı sanırım. Tam kızı sarsarak uyandıracakken kız tekrar bir şeyler mırıldanmaya başladı. “Baba.. lütfen yapma.. Anne bırakma beni… yalvarırım… Baba ne istersen yaparım. Verme, verme beni… Satma beni!” Genç adamın eli havada kalmıştı. Ne demişti az önce bu kız? Allah aşkına oysa neler düşünmüştü! Acıyla gözlerini kapattı o an. Şimdi anlamıştı işte! Kızın gördüğü kabus hatıralarıydı. O günü hatırlamıştı. Onunla tanıştığı o günü! O günde aynı sözleri bağıra çağıra haykırarak söylemişti bu zavallı kız. Sonuç. Kendini onun ayakları altında bulmuştu. “Sen neler yaşattın bu kıza Alpay” dedi adam fısıldayarak kendi kendine, küçük kıza acıyarak bakıyordu. Çok savunmasız görünüyordu. Alpay çekinerek kızın omzuna dokundu. Narince silkeleyerek “Çiçek, uyan. İlaçlarını alman gerek” dedi. Her zaman kükreyerek, bağırıp çağıran adam ilk defa bu kadar yumuşak bir ses tonuyla konuşmuştu. Bu ses tonunu sadece kardeşi Eylül’e karşı kullanırdı. Çiçek biraz kendine gelir gibi olmuştu. Ama hala başı dönüyordu. Fena hastalanmıştı zavallı kız ama kimseye söylememeyi tercih etmişti. Hem söylese bile kim onun için endişelenirdi ki. Ailesi onu terk etmemiş miydi? Gerçi ortada hiçbir zaman gerçek bir ailede olmadı ki… Biri adını söyler gibi oldu birden. Zavallı kız zonklayan başı yüzünden sesi ayırt edemiyordu. Kim ona sesleniyordu? Umurunda da değildi aslında. Boğazı kupkuruydu. Ciğerleri sanki alev almış yanıyordu. Zar zor, kuruyan ağzıyla yutkunarak konuşmaya çalıştı. “Su.. su..” O sırada hemen biri bir bardak suyu ağzına tutmuştu genç kızın. Narince, hiç acıtmadan bir el başının arkasından tutmuştu. Hafifçe başını kaldırarak suyunu içmesine yardım etti. Sonra bir daha o sesi duydu. İlaç içmesini söylüyordu. Aniden genç kızın ağzında çok acı bir tat belirmişti. Çiçek yüzünü buruşturarak “Çok iğrenç” dedi kendi kendine. Aniden hırıltılı bir gülümseme sesi duyar gibi oldu genç kız. Biri “İğrenç bile olsa içmelisin küçük kız” dedi başını yastığa koyarken. Kimdi bu konuşan? Hala gözleri kapalıydı. Eylül olabilir mi? Gözlerini usulca açmaya denedi ama oda zifiri karanlıktı, ya da gözleri etrafı görmeyi reddetmişti, sonuç olarak her yeri karanlık görüyordu. Aniden yine o sesin sahibi konuştu. “Sen yat uyu. İyice dinlen.” Çiçek başını gene yumuşak yastıkların arasında hissetmişti, biri usulca üzerini örttü. Genç kız zar zor “Hıhı” diyebildi. Çok yorgundu. Uyumak istiyordu. Uyumak ve hiç bir zaman uyanmamak istiyordu…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KİRLİ KAÇAMAK

read
6.5K
bc

ZÜRRİYETSİZ AĞA +18 [Töre]

read
255.8K
bc

BANA ELLERİNİ VER

read
3.4K
bc

KÖR KURŞUN

read
6.2K
bc

AĞANIN TUTSAĞI +18

read
31.2K
bc

Grift

read
2.1K
bc

ESK-AŞK (mahalle) +18

read
43.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook