6

983 Words
Çukurdan seslendi bana gözleri, derdin giz besbelli ama benden sana zarar gelmez dercesine. "Ayrıldık. Yok artık öyle biri."dedim peşi sıra. "Buralar küçük yer, babam annem hoş karşılamadı ondan biran önce evlendirmek istiyorlar beni." "Dul adamla mı?" Bilhassa öylesi ile. Ayıbım başıma çalınmasın diye, bundan sonra beni başka kim alacaktı ki? Sakladım gözlerimi ondan, çaydan tutundum, masayı denetledim. "Güzellik geçici derler Elif, seninki sanki baki." Mevzu güzelliğime nasıl gelmişti ki? Yüzüm kızarmışsa da iltifatından değildi, o halde baktım ona. "Güzellik de bir sınavdır biliyorsun değil mi? Sen geçtin mi kaldın mı?" "Kaldım."dedim bir çırpıda. Neyi kastettiğini düşünmedim derinlemesine ama yine de emindim sanki. Bir elinin parmakları masayı gezindi tıkır tıkır. Canımı almak üzere gelmiş de işinin keyfini çıkarır gibi izledi, bekledi ve gülümsedi. Bembeyaz, sıra sıra dizilmiş iri dişleri çekti dikkatimi. Açık mavi gömleğinin üzerine giydiği lacivert ceketi, kısa boynunu daha uzun göstermek için üstten açtığı tek düğmeyi inceledim bu esnada. "Evlenmek istiyorum ben seninle."dedim. "Yani illaki seninle değil. Herhangi biriyle. Ama sen de istersen seninle olur tabii. Benim sohbetim hoştur. Öyler derler. Yemeğini pişirir, üstünü başını ütülerim." "Bunları annem de yapıyor." "Haklısın."dedim. Evlilik bu sebepten istenmezdi. Daracık geldi oturduğum yer, ne aptalca, ne saçma bir duruma düşmüştüm. "Gitmem lazım buralardan."diye yineledim. "Anlaşamadık dersin, yaşıtım olmayınca kafam sarmadı. Olur mu?" "Olur."dedi hiç düşünmeden. Kalkacak gibi oldum, oturmamı işaret etti. "Birkaç ay nişanlı kalalım. Birimizden biri vazgeçecek olursa daha kolay olur. Benim de halden anlayacak birine ihtiyacım var. İnan Elif, evlenmek için çok erken. Rahmetli eşimin anısı çok taze." Eşlerinin anılarına değer veren erkeklerden Zahit. Böyle kazandı önce kalbimi, sonra nişan yüzükleri takılınca babam imam nikahı kıyalım gelir gidersin hoş olmaz deyince nikahın formalitesi olmaz, resmisi dinisi düğün zamanı kıyılır deyince girdi gözüme. Bir ay kadar nişanlılık sonrası bir kargo firmasından aldığım kutudan çıkan cep telefonu ile görüştük ilk. Halimi hatırımı sordu bana. "Babam örtünmem için ısrar ediyor, hacı hanımı olacaksın, başın açık olmaz artık diyor."diye derdimi arz ettim ona. Sanki çok az tanışmıyor, bir aydır da konuşmuyoruz gibi rahattım ona karşı. Anne baba bir öp öz abimdi adeta, aksi bir hissiyatı taşımazken o denli de yakındı ruhum. "Sen ne düşünüyorsun?"diye sordu. "İçimden gelmiyor. Babam istedi diye hele, riyakarlık değil mi?" "İçinden gelir inşallah. Dua edelim." "Şart mı?" "Dinen tabii şart. Ancak önce iman Elif, iman etmek lazım." Önce iman dedim o gün kendime. Hacı Muammer'in kızı olup nasıl imansız kalmıştım ki ben. Dini kulaktan dolma öğrenmekle benimseyemiyordun demekki. Hay Allah dedim, o gece uyuyamadım panikten. Ertesi gün Zahit'e ilk kez telefon açtım. "Ya hiç hakikaten iman edemezsem?" "Bu da nerden çıktı?" "Ne olur o zaman?" "Eyvah ki ne eyvah Elif." "Korkuyorum." "Haklısın, korkmalısın. Şöyle yapalım mı ne dersin? Ben sana güvendiğim bir kaynak göndereyim, önce Kuran'ı bildiğin dilden oku. Sonra konuşuruz." "Sağ ol." "Sen sağ ol, vesile olabilirsem benden alası yok." Bana söz verdiği Türkçe kaynağı gönderdikten sonra her gün üzerine konuştuğumuz ayetler okur olduk. Annem bizi kapı ardında sessizce dinledi. Muhabbetimizden, telefonumun uzaktan gelen zil sesinden mesut yüzünde güller açar oldu. Nişanlanalı üç ay olmuştu ki bir aralık sabahı ansızın çıka geldi. Açtığım kapıda karşımda görünce onu eski bir ahbabımı görmüş gibi sevindim. Aramızdaki nişanlılık muhabbeti olmasa ahbabıma sarılır gibi de sarılır, hasretle öperdim yanaklarından. Öyle yapamadım, besbelliydi ama yüzümden, gülüşümden. Annem nişanlı da olsak böyle çat kapı gelişinden rahatsız olup belli etmemeye çalıştı ayıp olmasın diye. Buyur etti, çayımız daha sıcak dedi. İçi fıstıklı çikolatalarla iki kitap getirmişti bana. Sandım ki yine dini kitap. Felsefik edebiyat kitaplarıymış meğer. Tasavvuf severdi kendisi, zamanla ben de okuyacaktım, karşılıklı tartışacaktık. "Annen de okur mu?"diye sordum benim annemin yanında. Hiç anlam veremedi ilk an bu soruma. "Onunla da tartışır mısınız?" "Hayır. Annem ilmihaller dışında dini herhangi bir kitap okumamıştır herhalde." "Annenin yapamadığı bir şeyi birlikte yapabiliriz o zaman." derken geçmişe atıfta bulundum. Gülümsedi, başını salladı, hiç itiraz etmedi. Annem aval aval baktı. Zahit'in arkasından nişanlılık da zamana ayak uydurmuş bir değişik olmuş demişti. O akşam babamla aynı sofrada yemek yedi Zahit. Babam onu erkeklerin oturduğu tarafa almadı, benim de bulunduğum sofraya buyur etti. İşlerini güçlerini anlattırdı uzun uzun, lafı döndürüp dolaştırıp düğüne getirdi. Geciktirmek iyi olmazdı. Hayırlı iş bekletilmeye de gelmezdi. Ne zaman yapacaktı düğünü? "Yapalım."dedi o gün Zahit. "Bir aya kalmadan yapalım." Hazırlıklar başladı, elinde iğne oyaları ağlayarak çeyizimi topladı annem. Ağlamayı bırakalı çok olmuştu, çeyiz umurumda bile değildi, giyeceğim gelinliği dahi göz zevkime göre beğenmemiştim, ben Zahit'in getirdiği kitapları okuyup akşamına telefonla onunla uzun tartışmalar yapmak dışında pek bir işle meşgul olmadım o zaman diliminde. Gün geldi çattı, tam bir gün öncesinden çıktı geldi ablam düğüne. Bir tebrik etmedi, bir kez yüzüme bakmadı, kocası ile misafir odasında yatıp kalktı ve düğün sabahı babam kuşağımı bağlarken annem ağlıyor diye onun sırtını sıvazladı. "Sarıl kardeşine."dedi annem diye üstünkörü şöyle bir sarıldı. Ablam sarılana dek ağlayasım gelmediyse de o vakit geldi, yine de ağlamadım. Üzerimde gelinliğimle süslü gelin arabasına binip semazenlerin gösteri yaptığı mevlütlü düğünümün gelin odasında Zahit ile oturup etli pilav yedim. "Yağlı olmuş."dedi Zahit. "Ben yemeği az yağlı severim. Sen nasıl seversin?" "Ben pek boğazıma düşkün değilimdir, bir tek İzmir üzümü severim."dedim. Yüzüme huzurla baktı, başını eğdi, çatalını bıraktı ve gözleri yerde tane tane şöyle dedi: "Allah pişman etmesin Elif." Allah onu pişman etmiş olsaydı söylerdi bana. Allah beni pişman etmiş olsaydı ben de ona söylerdim. "Mesnevi okudun mu?"dedim ona semazenler dönerken. Salondaki herkes bize bakıyordu. Mevlütlü düğünün gelininin başı açıktı, kolları kapalı da olsa tülü kapatan dantelin kenarlarından teni görünüyordu. İronik bulmuştu herkes. Umurumda değildi, Zahit'in de öyle. "Okumak için zamanım olursa okuruz. Açıkçası ilk kez canlı semazen görüyorum. Ben geleneksel mevzuları severim. Davulla zurna olsa pekala oynamaktan anlamazdım ama oynayanları da tıpkı böyle izlerdim."derken gülümsedi. Saçımın ön tarafına uzandı, başımın üzerinden bir kağıt parçası aldı. "Bir önceki düğünümde gelin, halayın en başında mendil sallıyordu." "Merak ettim doğrusu eski gelini." "Bir fotoğrafını gösteririm. Ben pek meraklı değilimdir. Birbirimizi tamamlarız belki." Öylesi gerekecekti demek ki dedim. Birbirimiz diyebileceğimiz bir evlilikti bu. O ana kadar hiç de hayal etmediğim ciddiyetin tam ortasındaydım. Zahit, abim değil kocamdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD