2018, Aralık
Kahvaltı sofrasında Güneş ile Gökçe okulun resim yarışmasını kendilerinin kazanacağı iddiasıyla didişirlerken Zahit kızları uyarıp duruyor Elif ise çok eskilere ablası ile kilimin üzerine düşen bir iplik parçasını bile paylaşamadıkları o günlere düşmüş çıkamıyordu. Bir eli çay bardağının ince belini kavramış diğer eli yüzünde derin derin düşünüyordu. Halini fark eden kocası işe gitmemesini söyledi, Derya her işi hallederdi nasılsa, bugün de mağaza onsuz dönebilirdi. Evde tüm gün kafayı yerdi, iş yerinde de tüm gün anlamsız bir kalabalık oluştururdu. Herkes ama herkes halini soracak, ne oldu diye başının etini yiyecekti. Kocası haklıydı, bugün evde kalsa iyi olacaktı.
"Ben de erken gelmeye çalışırım. Ben gelince emniyete gidelim, durumda değişiklik var mı öğrenelim olur mu?"
Gitmeye gerek yoktu, Can'ın kartviziti çantasının içindeydi. Böyle söylemedi, giderlerse farklı bir polis bulabilirlerdi muhatap olarak, böylece onun kartvizitini alır, sonraki aşamaları ondan öğrenebilirlerdi.
"Olur."dedi itiraz etmeden.
Çocuklarını ve kocasını kapıdan geçirdikten sonra kahvaltı sofrası masanın üzerinde salondaki koltukta uzunca bir süre tek başına oturdu. Henüz sabah saatleriydi ve koca bir gün evde bu halde nasıl biter haberi yoktu ki kapı çaldı. Zahit dayanamamış, onu bu halde yalnız bırakmak istememiş ve geri dönmüştü. Kapıyı açarken aklında ikinci bir ihtimal yoktu fakat karşısında iki resmî polis memuru duruyordu. Hemen arkalarında da Can ile dün ki arkadaşı.
"Günaydın."dedi Can, resmi giyimli olanların önüne geçerek. "Prosedür gereği evinde bir arama yapılacak, müsait misin?" Onu her gün bu ve benzer sebeplerle görecek miydi yani? Müsait değilim diyemedi, durumun şaşkınlığı ile geri çekilir çekilmez polisler eve dağıldı.
"Odalara, kapı arkalarına, dolap içlerine bakın!"diye bağırdı Fatih ve o da evin içine girdi. Can koridorda Elif'in hemen karşısında, bakışları yerde, ayaklarını vurarak beklemeye başladı.
"Burada olsaydı keşke." Sesli düşündü bir an Elif. Can'ın bakışlarını üzerine çektiğinden habersiz devam etti. "Onu bu kadar merak ediyor olmazdım."
"Belçika'dan cenazeyi teslim almaya geleceklermiş." Bir kez daha bugün göz göze geldiler.
"Ablamı çok merak ediyorum."
"İnan ben de." Ayakta durmakta zorlanıyormuş gibi açık kapıdan güç aldı Can. Hiç bakmadı etrafa, bu evin Elif'in hayatının her detayını saklıyor oluşundan huzursuz kaçırdı bakışlarını.
"Başı başka türlü beladaysa diye de korkuyorum. Ablam birini öldürebilecek..." bu cümleden son anda vazgeçti. "Ablamın bir arkadaşı falan kimseye ulaşamadınız mı?"
"İş yeri ile görüşmeye gideceğim birazdan."
"İş yeri mi varmış?"
"Kuaförün yanında çalışıyormuş. Sigorta bildirimi öyle."
Ablasının saç örgüsünü bile yapamadığını düşünülecek olursa kuaförün yanında çalışan kişi ile kocasını öldüren kişi aynı kişi olabilirdi. Ablasından bambaşka biri.
"Adresi bana da verir misin?"
"Benimle gelebilirsin."
Ani bir tavırla "Olmaz."dedi Elif. Hemen de pişman oldu kendinden emin değilmiş gibi ondan kaçıyor oluşuna.
"Sen bilirsin, faydan dokunabilirdi."
Ablasını polislerden önce de bulabilir miydi acaba? İşe yarar şeyler öğrenebilirse, Zahit ondan yardımını esirgemezdi, yeter ki elinde somut deliller bulunsundu.
"Ben arabamın anahtarını alayım."
"Araç var."
Bir an tereddüt etti sadece, ardından düşündü ki Can'ın arabasıyla onun yanında daha uzun süreli durması münasip olmazdı. Kuralların kadınıydı artık, hiçbir şey geçmişin toyluğuyla yaşadıkları gibi değildi. Üzerinden geçen zaman bir dolu dersle büyütmüştü onu, yetişkin bir anne olmuştu.
"Ben anahtarlarımı alayım."diye isteğini tekrarladı Elif.
Evini arayan polislerin arasından geçip yatak odasındaki etajerin üzerinden arabasının anahtarlarını aldı. Can, hala kapı önünden ayrılmamış gergin bir halde bekliyordu. Rahatlayacak gibi de değildi. Her evin kendine has sahip olduğu o koku yakıyordu genzini. Biraz tanıdıktı sanki bu koku, biraz şekerli, biraz tuzlu, biraz acı... Bir insana ait olabilecek hem eşsiz hem kusurlu bir koku. Bu ev Elif kokuyordu, hiç unutmadığı bir tür salgıydı. İnsanı bir zamanlar mutlu ettiğini saklayacak değildi ancak şimdi ölümcül bir acı veriyordu ona. Atlatır mıydı? Biliyordu Can, atlatacaktı. Zamanında da daha iyi hissetmemiş miydi ilk yıkıcı etkisi geçtikçe... Onunla güldüğü günlere dönememiş, dönecek de değildi fakat ilk kez de son kez de birisi için ağlamış olmayı tattırmıştı ona Elif.
"Kimse yok."diyerek geldiğinde yanına Fatih toparlandı. Arama için gelen iki görevli polis de aynı bilgiyle geri döndüklerinde arkasındaydı Elif. Kısa bir açıklama yaptı böylece Can.
"Elif de bizimle kuaföre gelecek."
Elif'in ayrıcalıklı oluşunu sorgulayacak değildi Fatih. Başıyla durumu onaylar bir işaret yapıp herkesten evvel çıktı evden.
"Biz dönelim mi komiserim?"diye sordu bu esnada görevli memurlardan biri.
"Dönün." Fatih de dönse keşke diye düşündü Can, Elif ile baş başa kalabilirse belki biraz konuşurlar, iyi mi, mutlu mu, hayatından memnun mu öğrenirdi? Ne işe yarardı? Bir işe yarasın diye değil, apaçık meraktı hissettiği, Elif'i merak ediyordu. Aynı merakla da kullandıkları resmi sistemlerden nüfusa kayıtlı aile bilgilerine bakmamış mıydı? İki çocuğu olduğunu, isimlerini, kocasının garip adını bile aynı yerden öğrenmemiş miydi? Fatih ne düşündüğünü duymuş gibi "Ben de arkadaşlarla dönsem olur mu Can, elimde bekleyen çok iş var?"diye soruverdi.
"Olur."derken şuursuzca sayıkladı Can. "Arabayı da al, ben Elif Hanım'ın aracı ile gider oradan gelirim."
Elif, avucundaki anahtarı sıktı. Bu durumdan haberdar olsa Zahit her zaman ki kadar anlayışlı olur muydu? Açık açık sorardı herhalde, onunla yakın olmak bunca zaman sonra ne hissettirdi diye? Ne söylese de inanırdı, şüphe Zahit için icat edilmiş değildi. Peki ona yalan söyleyebilir miydi? Hiçbir şey hissetmediğini, ablasını ondan önce bulmak için çabalarken Can'ın varlığının ufak bir ayrıntı olduğunu söyleyebilir miydi? Zahit'e yalan söyleyemezdi, hiç söylememişti. Avuç içlerim terliyor da diyemezdi ama hep o günü, Can'ı gördüğüm o son günü düşünüyorum, sarsak, döküntü bir hale dönüşüyorum bir bütünde darmadağınım da diyemezdi. Can'ın peşi sıra çıkıp evinin kapısını çekti. Çeker çekmez de "Ay!"diye feryat etti. "Evin anahtarları içeride kaldı."
Fatih güldü bu tepkiye, gülmeye devam ederek de merdivenleri arkadaşlarıyla beraber indi. Can, ardından ters ters baktı ama kimse görmedi.
"Tüh ya."
"Yedek anahtar yok mu kimsede?"
Bu kimse bizzat Zahit'ti. Her zaman almazdı anahtarlarını, bugün almış mıydı bilmiyordu. Arayıp sorarsa nereye gidiyorsun diyebilirdi, doğruyu söylerdi ya da söyleyemezdi. İkisini de, doğruyu ya da yalanı tercih edemiyordu, en aklına yatan gizlemekti.
"Sonra."dedi Elif, bir elini savurarak. "Sonra hallederiz." Gidelim dercesine asansöre yöneldi. Acaba onlar da mı merdivenle inseydi, asansör ikisi için kapalı, özel bir alandı. Özel değildi, zihni özelleştiriyorsa huzursuz olmalıydı ve sahiden de huzursuzdu. Çağırdı asansörü. Can bir adım arkasında durdu asansör gelene dek. Tek bir noktaya baktı, Elif'in kömür karası pırasa saçlarına. Eskiden beline kadar uzundu, şimdiyse omuzlarında. O zaman da toplamazdı şimdi de toplamıyordu. Kesimi, duruşu; pahalı, asil iş kadını imajı veriyordu. Bu imaj için tercih ediyordu belki de bu boyu. İmaj olayını bilmezdi Elif, bu kadar mesafeli, uzak, resmi görünmezdi. Kumaş pantolon giyip altına topuklu botlar tercih etmezdi, klasik kesim bir palto da ona göre değildi. Asansör az bir sesle "bip" diye ses çıkardı, kapısı açıldı.
Önden geçti Elif, sırtını aynaya verdi ve peşinen başını eğmeden evvel zemin kat düğmesine bastı. Ardından girdi Can, açık kapıya sırt döndü, durabileceği kadar uzak durdu ondan. Can başını eğmedi, Elif'in geniş alnına dökülen perçemlerinin altından uzun kirpiklerine, görünmeyen gözlerine, solgun yüzüne baktı. Sıkıntılıydı besbelli, ablasına üzülüyordu ve yıllar sonra eski bir tanıdığı... Eski bir tanıdık mıydı yani kendisi için? Garip bile bulamayacağı kadar anlamlı bir tavırla emindi öyle olmadığından. Kaç sene geçtiğinin önemi yoktu onlar birbirleri için herhangi biri olamazlardı. Dudaklarının titrediğini fark etti o esnada, üst dudağındaki o belirgin kavisi hatırladı, her zerresini unutsa bu kavisi unutmazdı biliyordu. Bir başkasına ait olmuş bir kadının dudaklarına bakmaktan hiç rahatsız olmadı. Ahlaki olarak sorgulamadı bile kendini. Şimdi izin verecek olsa anında öperdi o dudakları. Herhalde vermezdi! Asansör aynı sesle yeniden açtı kapılarını, bu defa Can önde Elif arkada çıktı asansörden. Site otoparkına doğru yan yana yürürlerken birilerinin Zahit'e günün akşamında senin hanımı bir beyle arabasına binerken gördük demelerinden endişe duyup adımlarını yavaşlattığında duydu Can'ı.
"Araban hangisi?"
"Beyaz Volvo, üçüncü sıradaki."
"Volvo."diye tekrarladı Can, manalı, alaycı bir gülüş takındı. "Kaç model?"
"Efendim."
"Boşver!"
Duymuştu oysa Elif, duymuştu da neden bu soruya maruz kaldığını anlamlandıramamıştı. Şimdi anlamlandırıyordu, imayla şöyle diyordu Can: "Beni bir Volvo'ya geçmişte bıraktın."
Arabanın kapılarını uzaktan açarken imaları, kast edilmesi muhtemel durumu attı kafasından Elif. Birazdan trafikte onunla yan yana olacaklardı. Vazgeçtim demeliydi belki de, arayıp sorarım ben sana sonra ablamla ilgili öğrendiklerini... Arabaya aynı anda geçtiler. Park yerinden çıkarken Elif, ona site çıkışından yolun sağına dönmesini söyledi Can. "Araba kullanmayı kimden öğrendin?"diye sormadan hemen önce. Kocamdan diyecek mi diye bekledi?
"Kurstan."
"Başka neler öğrendin?" Trafiğe çıkmamış gibi bir an dalgınlıkla yanındaki adama baktı Elif. "Yola bak, Volvo'na bir şey olsun istemem."
Takılmıştı işte buna, keşke marka adıyla işaret etmeseydi arabasını, başka türlü çıkarım yapmıştı işte. Zahit'in tek artısı parasıymış gibi... Zahit gibi biri için parasının olması bir yıldızın durduğu yer gibi bir şeydi, en görünür yerde bile olsa parlak değilse kimse fark etmezdi ki...
"Ben mesela pilav yapmayı öğrendim." Ona öğrenmek denmezdi aslında, bire bir buçuk diyenleri dinlerse diri, bire iki diyenleri dinlerse lapa yapıyordu. Acaba Elif, pilava ne kadar su koyuyordu. Bire bir yetmiş beş kadar mı? "Bir de leylak ve sümbül diye iki ayrı çiçek olduğunu. Hep farklı renklerde aynı tür olduklarını sanırdım. Leylaklar yüksekte, sümbüller yerde olurmuş. Sümbüller soğanlı çiçeklermiş. Biliyor muydun?"
"Evet."
"İyi misin Elif? Sahiden soruyorum hayatından memnun musun?"
Sımsıkı tuttu direksiyonu Elif. Acaba şu önündeki göbekten nereye dönecekti. Birlikte gittikleri yer neresiydi, veyahut öyle bir yer var mıydı?
"Mutlu musun?" Kavşağı görmezden gelircesine dümdüz devam etti. "Bir çocuk daha yapmayı düşünüyor musunuz mesela?"
Zahit istiyordu. Zahit beş çocuğu da olsa bir tane daha isterdi. Elif iki kızı sağlıklı ve mutlu olsunlar başkaca bir şey istemiyordu. Bir çocuğu daha bebeklikten çocukluğa büyütecek dermanı bulamıyordu kendinde.
"Anadolu erkeği illaki erkek çocuk ister, senin kocan istemiyor mu?"
İstemiyor dese de kapanmayacaktı belli ki bu mevzu. Ablası, işlediği cinayet, yeniden karşılaşmaları birer rastlantı sebebiyle olabilirdi ancak Can için bu rastlantı sessizlikle ve olgunlukla karşılanılacak bir durum değildi. Belli ki aşırılıkta değişmemişti, hırçınlığı, öfkesini zapt edemeyişi geçmişte kalmamıştı. Otuzbir yaşında olmalıydı, hala mı deli akıyordu kanı?
"Kel ve göbekli bir adam mı? Onu bari söyle, merak ediyorum."
"Biraz göbeği var."demiş bulundu. Pişman oldu, keşke Zahit aralarında konuşulmasaydı.
"Kel değil yani." Dikiz aynasına doğru eğildi hemen Can, kendi gür saçlarını lakayt bir tavırla parmaklarıyla taradı. "Yakışıklı mı peki?"derken yaslandı arkasına, alacaklı gibi dikti bakışlarını. Rahatsız oldu bu bakışlardan Elif, görmese de hissetti sırtına yük oldu, ağırlaştı bedeninde. "Çirkin değil mi?"
"Değil. Bu soruları sormaktan vazgeç. Ablam için endişeliyim, başı dertte ise benden başka kimsesi yok, ona yardım etmeliyim. Sen de bana yardım et, bulalım ablamı."
"Bulalım Elif. Ben de merak ediyorum Zeynep'i, birini öldürecek kadar ne yaşattı ona bu hayat mesela? Bu geçen on sene bir tek sana kazandırmış sanki. İki çocuk, bir yakışıklı, göbekli ve paralı koca... Kim koydu kızlarının adı? Güneş ile Gökçe... Türkçe isim sever miymiş dindar adamlar şaşırdım doğrusu."
"Sen kızlarımın adlarını nerden biliyorsun?"
Aynı cümleyi tekrarladı Can. "Yola bak, Volvo'na bir şey olsun istemem."
"Çocuklarımın adını nerden biliyorsun?" Ani bir frenle durdurdu arabayı yolun ortasında Elif, arkasından gelen araba acı bir fren sesiyle durdu ve korna çalmaya başladı. Can biraz dahi ürkmemişti, dörtlüleri açmak üzere uzanıp düğmesine basıp arkasını kontrol etti, arkalarındaki arabalar birer birer yanlarından geçip gitmeye başladıklarında ısrarla sordu Elif. "Nerden biliyorsun kızlarımın adını?"
"Kocanın adını da biliyorum." Aksine sakindi Can. "Zahit." Yine o alaycı gülüşünü kondurdu yüzüne. "Cahit değil, Vahit değil Zahit. Google yazdım ne demek bu Zahit? Geçmiş zaman unuttum şimdi ne demekmiş, iyi bir şeydi herhalde. Yanlışlıkla z harfi yazılmamış, sahiden Zahit diye adamlar varmış bu hayatta. Göbekli ama yakışıklı Zahit'ler."
"Ayıp ediyorsun."
"Zahit'e mi?"
"İn arabamdan, ben eski bir arkadaşımsın diye ablam için yardımcı olursun derken sen saçma sapan..."
Sözünü kesti Can, alelacele. "Biz hiç arkadaş olmadık Elif. İlk günden sevgili olduk. Eski sevgilim olarak düzelt şimdi cümleni..."
"İn arabamdan."
"Volvondan."
"Senin kininle uğraşamam ben Can. Hesaplaşmak için fazla geç kaldın. Vakitlice gelseydin hakkın vardı belki ancak şimdi yok."
"Sür." Boş gözlerle bakıyordu ona Elif. Hissizmiş gibi, belli ki zerre pişman değildi. En sağlam yerinden incindi ilk kez kırılan taraftaymış gibi. "Zeynep'i bulalım, ona da sormak istiyorum sen çocukken de mi bu kadar pişkindin? Sür diyorum Elif, ablanı bulmak istemiyor musun? Herkesten önce, benden bile önce. Sana yardım edeceğim, bulacaksın. Sür şimdi arabanı, endişelenme bir daha kocana ve arabana dair laf etmeyeceğim. Gücümün yetmeyeceği pahadalar anlaşıldı."