8

1261 Words
2006, Ocak "Gelmiş."dedi sadece ablam. Adını zikretmedi, yanına herhangi bir açıklama eklemedi, sadece ve sadece gelmiş dedi. Kim diye sormadım ben de, biliyordu, aylardır bekliyordum, diyordum ki insan annesini babasını görmeden bu kadar zaman bir başına durur mu? Ankara'da okuyormuş demişlerdi, kaç saatti ki Ankara'dan bizim burası da çıkıp gelmemişti. İki bayram geçmişti üzerine, ancak yılbaşının mı hatrını saymıştı da çıkıp gelmişti. Bu sorularla meşgul etmek niyetinde değildim zihnimi, geçtiğimiz yaz yediğim nane gibi sadece müziğin sesini ve pencereyi açıp duymasını umarak da beklemeyecektim. Duyduğu yoktu zaten, duysa bile önemsediği, üzerine aldığı, aa bu kız benimle ilgileniyor galiba dediği de yoktu. Bu defa daha mühim adımlar atmalıydım, ayan beyan göstermeliydim kendimi, karşı koyamazdı, güzeldim ben ve güzelliğinin farkında olan o kızlardandım. Mütevazi olmayacaktım, gurur yapıp ilk fark edilen olmayı da beklemeyecektim. "Sen gördün mü?"diye sordum ablama. Ranzayla karşılıklı duran, nekahet döneminde babaannemi ağırlayan kanepeye oturmuş hafta sonu gazetesinin magazin sayfalarına bakıyordu. Sadece bakıyordu, haberlerini çoktan okumuştuk.  Resimli gazeteler en sevdiğimizdi ve babam bu yarı çıplak kadınların poz verdiği gazeteleri eve sokmazdı. Benim halt yememdi hepsi, pazardan ekmek fırınına giderken Cumartesininkini de alıp montumun içine saklardım. Ne elem ki yazları hazinelerimi saklayacak yerim yoktu. "Gördüm ki biliyorum."diye terslendi ablam. Kiracılarımızla her türlü ilişkiyi kestiğimiz için başka türlü haber alamazdık, sadece sinsice ve gizlice izlememiz serbestti. Gizliliği baki oldukça. "Ne kadar kalacak acaba?"diye peşinen hayıflandığımda ablamla göz göze geldik. Buruktu, mutlu olmasını gerektirecek bir haber almış da hevesi kursağında kalmış gibi. Gibi diyordum, emin olasım yoktu, üzerime alınasım ise hiç yoktu. Pencerenin önüne konuşlandım, perdeleri kapalı, ışıkları yanan eve doğru baktım. "Yılbaşı ağacı getirdiler sabah, demek oğulları içinmiş." "Babamın yanında da ağaç falan deme, zaten sinir oluyor onlara." Demezdim. Babamın yanında yan evden bahsedecek kadar aklımı peynir ekmekle yememiştim. Bir ağacın kime zararı var demez açardı ağzını yumardı gözünü. İlerde, Can ile evlenince biz de yılbaşında çam ağacı süsleriz diye düşledim hemen. "Bunların damına noel baba da iniyordur."diyerek güldü ablam. Buruk da olsa bir süredir görmeyi özlediğim neşesindeydi. "Ho ho ho bile diyordur." Aman ne güldü söylediğine, hatrı kalmasın diye eşlik ettim gülmesine. Nesi komikti ki bunun? "Kırmızı don da giyiyorlardır." Ben kendi anlayışımla eşlik ettim ablamın muhabbetine. Belden aşağı muhabbetler hep çekerdi ilgimi. "Kırmızı tanga giyiyordur hatta Feryal Abla. Erkekler için de tanga varmış." "Elif!" Net ve vakur bir telaffuzdu bu. Omzumu silktim, ablamdan korkacak değildim. "Geçen bizim kızlar konuşuyordu aralarında. Babam gibi erkekler için değil tabii, seks yapan erkekler için." "Salak."diyerek sıktı dişlerini ablam. "Babam seks yapıyor diye salak dediysen bana onlarınkinin adı cima." "Çok edepsizsin Elif, hep bu Ünzile yüzünden, onunla arkadaşlık etmeyi bırakmalısın kesinlikle." Ünzile ile arkadaşlık etmeyi ablam dedi diye bırakmazdım. Seviyordum onu, kafası bir dünya neşeli bir kızdı, Can'ı bilen tek arkadaşımdı, onunla sevgili olduğumuzda ona Canım diye hitap edeceğimi bile biliyordu, bir cep telefonum olursa da böyle kaydedecektim numarasını. Fakat Can kelimesinden sonra ayraç koyacaktım ve şöyle görünecekti. Can'ım. "Öpüşerek mi giriyorlar acaba yeni yıla? Can kimle öpüşecek, ne yazık?" Ayağındaki terliği kafamı isabet alarak fırlattığında terlik cama çarptı. Pür neşe güldüm. Az evvel ki öylesine gülüşüme göre fazlaca içten. "Abla korkarım öpüşmek senin de evleneceğin adamla yapacağın ilk şey olacak. Dudağında uçuk çıksa bile önemsemeyeceksin. Asmalı Konak'taki..." Kaşlarını kaldırdı ablam. Biz Asmalı Konak izleyemezdik, gününde, saatinde de izleyememiştik zaten. Gündüz vaktinde tekrarı dönüyordu şu günlerde de anneme yalvar yakar açıyorduk. Dizi biter bitmez babamın kanalını açıp televizyonu kapatıyor, tüm ekranı kapatan örtüsünü seriyorduk. Asmalı Konak'ta ne olacağı artık annemin de merak ettiği konular arasındaydı. "İyi bir şey demedim."diye yuttum lafımı. Suça iştirak eden herkesle iş birliği asla dizi hakkında konuşmayacak olmamızdı. Fakat Seymen Ağa da çok karizmatikti canım. "Yine de insana aşkı öğrettikleri bir gerçek. Yoksa biz nerden bileceğiz?" "Kalbimizden."dedi ablam. "Kalbimiz bize söyleyecek, diyecek ki bu aşk." Hoşnut olmadım bu bahisten ablam böyle havalı sözleri Can için ediyordu ise konuşmaya da devam etmezdim. Öyle yaptım, radyoyu açtım, Kayahan'dan bir aşk hikayesi çalıyordu. "Bu benim şarkım."dedim. "Senin olsun." Şarkıyı verirdi ne vardı canım bunda? Peki ya Can'ı? Tez zamanda o vermeden almalıydım, ablama kaptırırsam onu enişte derken kan ağlardım. Ertesi gün resmi tatildi. Annem ellerimize birer bez verip bizi temizliğe soktu. Bana kış günü cam silmek düştü. Çok söylendim, ödevlerim var dedim, mızmızlandım ama yırtamadım. Yırtamadığıma sonradan sevindim. Can'ın evden çıkışını gördüm. O da beni gördü, camda, elimde temizlikçi gibi bezle, üstüm döküm saçım, bakar gibi yaptı, ilki Allah'tan derler ya hani o sebepten ilk seferinde özgürce tuttu bakışlarını bizim evden tarafta sonra arkası dönük bir şekilde çıktı gitti. Sandım ki okuluna döndü, dönmemiş, on dakikanın içinde, ben salon pencerelerine geçtiğimde geri döndü. Bu defa bakar gibi yapmadı, baktı, ayan beyan, elini kaldırdı, selam verdi, gülümsedi, başını önüne çevirdi ve evine girdi. Kalbim ablamın dediğini yaptı ve bana bir şeyler söyledi. Dili yabancıydı, bizim okulda verilen ingilizce derslerine beden eğitimi öğretmenimiz giriyordu ve sürekli aynı konuları işlemiştik bu yıla kadar. Bu sebepten ingilizcem zayıftı ve ben kalbimin dili İngilizce mi onu bile anlayamazken çıktı gitti. Pencereleri yarım yamalak silip anneme karnımın çok ağrıdığını söyledim. Sahi ağrıyordu karnım, burkuluyordu, düğüm düğüm, ishalmişim gibi, değilmişim gibi... annem sıcak su torbası koydu karnıma, üstümü kat kat örttü, uyu dedi, uyanınca geçer. Arkamı döndüm, gözlerimi kapadım hep onun yüzü, gördüğüm en hoş çocuktu bir kere. Bayılacak gibi oluyor ama zaten uzandığım için bayılmıyordum. Midem de bulanıyordu, bir türlü geçmedi o hal benden. Uyumuşum sonra, uyandığımda bacaklarım daha dirençli taşıdı bedenimi. Babam az yediğimi söyledi, annem okul yoruyor dedi, aman bir bitseydi. Ben ertesi günden sonra okul hiç bitmesin istedim. Çünkü okul çıkışında nehrin oradaki sallanan köprüde gördüm onu. Sigara içerken. Sadece sigara içip öylece duruyordu. Ünzile vardı yanımda, kol kola yürüyorduk. Uzaktan gösterdim ona, sanki gösterdiğimi görmüş gibi baktı durdu bana. Burnunun dibine dek öylece yürüdüm. "Seni bekliyor."diye sayıkladı durdu Ünzile. "Allah belamı versin seni beklemiyorsa." Haklıydı. Sigarası bitmeden attı yere, üstüne basıp geçti, hemen önümde durdu. "Merhaba."dedi. Yürümeye devam edemedim, cevap da veremedim. Benim yerime Ünzile karşılık verdi. Bakmadı hiç Ünzile'ye. "Burada midye satan bir yer var mı?"diye sordu. Müslüman mahallesinde salyangoz satılır mı der gibi geldi sorusu bana. "Çarşıda var."dedi Ünzile. "Benim adım Ünzile."diye de ekledi. "Seninki de Zeynep?" "Elif." "Zeynep kim?" "Ablam." "Karıştırmış annem." Annesine beni mi sormuştu? Lafın gelişi bizim isimlerimize mi denk düşmüştü? Hiç sormadım. Ünzile ona midye satan yeri göstermek için çarşı içinden yürüyebileceğimizi söyleyince bizim yanımızda yürümeye başladı, benden tarafta, aramızda bir kişilik boşluk bırakacak şekilde. Ünzile'nin kolundan daha sıkı tutundum, karnım ağrıyor, midem bulanıyor diye içimden besmele çekmeye başladım. Ünzile o sırada konuşuyordu. O da polis olmak istiyordu, buna yeni karar vermişti anlaşılan, daha evvel hiç böyle bir şey söylememişti çünkü. Can nasıl karar vermişti polis olmaya? Meğer o vermemiş, annesi babası ona başka seçenek bırakmamış. Akademiye puanı yetince o da olumlu bakmış. Disiplinliymiş akademi, zorlanıyormuş. Bir çırpıda anlattı bunları, biz midyecinin önünde durunca bitti anlatacakları. "Burası." dedi Ünzile. "Ee siz gelmiyor musunuz benimle?" "Geliriz değil mi?"diye benden onay almaya çalışan arkadaşımı duymazdan gelip ilk kez cesaretimi toplayıp gözlerine baktım. Gözleri çok güzeldi, geçen yazdan hatırladığımdan da daha güzel. Boyu kocaman denecek kadardı, başımı kaldırıp bakıyordum. "Ben gelemem, biri görür de babama derse babam kızar." dedim. Çarşı içinde olmazdı çünkü mutlaka biri görürdü. "Yaa..."dedi üzüntülü bir halde. "Nerde görmez baban?" "Nasıl?" "Seninle konuşmak istiyorum da ben. Baban görmeden nerde konuşabiliriz? Ya da konuşabilir miyiz?" "Ben Aşıklar Tepesine kadar eşlik ederim Elif'e, sen de arkamızdan yavaş yavaş takip et." Çabucak yaptı planı Ünzile. "Olur." dedi hemen Can. Dizlerim titreye titreye önünden yürümeye başladık. Ünzile'yi daha daha sıkı tutarken bu defa ayakta durup bayılacakmış gibi olup ayık olmamı anlamlandırdım. Bu iş böyleydi, bayılacak gibi yapıyor ama bayıltmıyordu. İstilaydı bir nevi, topla tüfekle saldırıyor, teslim olunca kuşatma tamamlanıyor ve bu koca savaşta kimse ölmüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD