9

1418 Words
Aşıklar Tepesi, kış ayından nasibini almış keskin bir ayazla kuru dalları bir o yana bir bu yana savuruyordu. Açık teni kıpkırmızı görünüyordu Can'ın, özellikle de bir o karakteristik uzun ince burnunun ucu... "Ben geri gidiyorum."diye fısıldadı Ünzile kulağıma doğru. O dönemler, bizim yaşlar, arkadaşlarımızla birilerinin aralarını yaptığımızda başarılı sayılacağımız zamandı. Ünzile için bu noktadan sonra geri çekilme zamanıydı ama biz ne konuşacaktık, ne söyleyecektim ben ona onun heyecanı ile sımsıkı tuttum kolundan. Ellerimin arasından sıyrıldı ve uzaktan el sallayarak kayboldu. İki elim istemsizce birleşti birbirleriyle, kendimi ellerimle saklamak istercesine kalakaldım. Saçlarım rüzgardan uçuşuyor, gözlerimi kapatıyordu. İlk kez o zaman  dokundu Can bana, yüzüme düşen saçlarımı kibarca tuttu ve başımın arkasına sakladı. "Soğukmuş."dedi peşi sıra. "Ankara kadar soğuk bir yer burası da." Yaşadığım yerden uzaklarda herhangi bir yeri görmediğimden bahsetmedim. Konuşacak kadar cesur değildim, deli bozuk hallerim, içimde ne varsa dilimde oluşunu kaybettim bir günlüğe mahsus. "Seni dün gördüm." İlk kez dün gördüm demek istemiş gibi geldi bana. "Burnumuzun dibindeki komşularımızın ne güzel kızı varmış da ben görmemişim diye üzüldüm. Daha evvel de görmüştüm seni ama bakmamışım. Ya da bakmış ama görmemişim. Kusura bakma geç kaldım." Ne için? Bir kez daha toparladı yüzümden saçlarımı. Hemen önümde, uzunca boyuyla, bütün çekiciliği ile öylece duruyordu. "Sevgilin var mı?" "Yok." Soru cümlesi olmasa konuşabilecek değildim. Başıma gelen bu şeyden muzdarip susup kalmıştım. Pısırık, aptal bir kız olarak tanımlayacak olmasından endişeli zorladım kendimi daha fazla bir şey söylemek için, yapamadım. "Benim de yok." Olmalıydı! Kanun gibiydi bizim yaşlarda, yalnızlar lanetli, birliktelikleri olanlar şanslıydı. Aşıklar ise efsunlu... "Ama olsun değil mi?" Ne bileyim dercesine omzumu silktim. Bir kez daha düzeltti saçlarımı. "Topla bunları sokağa çıkarken."dedi. Çantamda bir tokam vardı aslında. Okulda saçlarımızı açmamıza müsaade etmeyen öğretmenlerimizin derslerinde toplamak için, hiç ses etmedim. "Böyle çok ilgi çekicisin." İyi bir şeydi besbelli. İlgi çekmek için açıyordum zaten saçlarımı. Birileri beni beğensin, arkamdan da yüzüme karşı da güzel sözler söylesinler istiyordum. Beğenilmek inkar edilemez bir zaaftı insan için. "Ben on dokuz yaşındayım. Kasımda doğum günüm vardı. Gelemedim." "Biliyorum. Hiç gelmedin gittin gideli."  Gülümsedi. Tebessümlere çok derin manalar yüklemeyi o gün öğrendim. Hep gözlerime bakarak gülümsesin istedim. Konuşmasa da olurdu, çok şey vadetmese de olurdu sadece gülümsese anlardım ben zaten.  "Ben seni çok güzel buldum." Daha net güldü. "Ne komik konuşuyorum değil mi?"dedi daha da belirgin gülerek. Eşlik ettim gülüşüne, hiç fark etmedim. "Geldiğim yerde bir sürü kız var." Ciddileşti peşinden. "Ama hiçbiri gerçek manada seni gördüğümde hissettiğim şeyi hissettirmedi. Sen sahiden gördüğüm en tatlı kızsın." Tatlı! Aramızda daha çok yaş farkı var gibi durdurmuştu bu söz, sevemedim. "Bir telefonun var mı?" "Yok." "Seni nasıl arayabilirim? Uyumadan önce, her gün konuşabilirdik olsaydı. Gün içinde de ararım. Birbirimizi tanırsak benden hoşlanacağına eminim." Ben de eminim diyemedim. "Söylesene, arayamaz mıyım seni?" "Telsiz telefon var bizim evde odama götürebilirim." "Sorun olmazsa olur." "Sorun olur." Aptallığımla bir kez daha güldürdüm onu. "Babam fark ederse fena olur. Erkeklerle konuşan kızlara babaları hep aynı tepkiyi verir herhalde." "Hep değil. Buralarda, böyle küçük yerlerde, ablan gibi kızlarının başlarını zorla örttüren babalar yapar o dediğini." Babama da ablama da kötü bir şey söylemişti. Evet ablam babamın zoruyla örtmüştü başını ama yine de böyle bir başkası söylediğinde sıkıldı canım. "Bozulma hemen."dedi. "Kadınlar da erkeklerden  farksız olmalı. Özgürlük konusunda. Ben böyle düşünüyorum. İsteyen örtsün başını tabii ama isteyen. İstemeyene bulaşmasın kimse. Boş ver bu konuları şimdi, seni yarın da görebilir miyim?" "Okul çıkışında belki." "Okul saatinde olmaz mı?" "Olur." Okulu kırmak imkansız değildi ki benim için rahatlıkla kabul ettim bu durumu. "Yoldan merkez arabalarına binersek... Alışveriş merkezine gideriz, orada da babana söyleyen çıkmaz herhalde." Babam ilçenin tanınan esnaflarındandı. Merkezde de tanıyanımız çıkardı ama burası kadar küçük yer değildi oralar. Denemeye değerdi. "Benim okulum sabahtan. Hiç gitmezsem sorun olmaz, ama gider de dersi kırarsam eve haber verebilirler." "Uyanabilirim." "Ben gideyim o zaman sabah görüşürüz." "Beraber gidelim." "Beraber olmaz da ben önden yürüyeyim sen arkadan. Biri babama söylerse başım derde girer." "Yürü hadi, bakalım hangimizin adımları daha hızlı." "Sen uzunsun, seninki hızlıdır."diyerek düştüm yola. Ardımdan seslendi. "Mühim olan uyum. Aynı ahengi tutturmak. Mesela ben de severim İlhan Şeşen." Birileri yediğim tüm naneleri ayıklayıp babamın önüne sermiş gibi hissettim. Korktum! Oysa ben o duysun diye sesini açmıştım radyonun ve pencerenin önüne koymuştum. Beni fark etsin diye... Şimdi fark edildim diye korkmak çelişkiydi, saçma sapan bir kaçıştı. Ses etmedim fakat susmadı o da. "Mesela ben de okulu kırmak isterim sen gibi ama bizim okul bu konuda çok katı. Akademi okuma ama üniversite tercihlerine Ankara yaz, hafta sonları çıktığımda buluşuruz. Böyle arkandan yürümem hem. Yanından yürürüm." Üniversite okumayacağımdan, hem de sınavlarına bile girmeyeceğimden bahsetmedim. Bazı şeyleri gizleyerek kendimi daha ulaşılabilir kılmak istedim. Aile baskısından zor görünmek istemedim gözüne. "Sen de bir şey söylesene." "Konuşalım demedim ki yürüyelim dedim, böyle de birbirimizle alakalı duruyoruz." "Alakalıyız zaten." Pervasızca güldü. "Ben şimdiden seni sevgilim kabul ediyorum. Yarın ilk resmi buluşmamız olduğunda sen de beni kabul edersin belki. Ne demiş İlhan Şeşen: 'Ruh bedenden ayrılıyor, çekimine girdim!'" Şarkıların da tek derdi aşktı, kalbi taze herkesinki gibi. Nerdeyse olduğum yere düşecek, bir adım daha atamayacak kadar titredi bedenim. Dayan Elif dedim, aşkın etkisine de alışabilir insan. "Tamam susuyorum, yarın sabah sekizde minibüs bekleyeceğimiz yere gidene kadar da konuşmayacağım. Sesimi çok özleyeceksin." Daha ilk tanışıklıktan böyle sözler etmezdi erkekler kızlara. Korkusuzdu, kendinden emin ve aşkın kendi gibi serseri. Eve girdiğimde annemin sorgu sualine yenik düştüm, pencereye koşup göremedim Can'ın eve girdiğini. Ablam da anneme destek verince öfkelendim. "Siz de bana taktınız."diye terslendim. Biraz geç kaldım diye ablamın annemle iş birliği yapmasına içerleyip Can ile yaşadıklarımızı anlatmadım. Yatağıma uzandım okul formamla ve yaşımın, hoyratlığımın tadını çıkarıp bir başıma saatlerce tek bir şey yaptım ve onu düşündüm. Sabah olduğunda bir lokma bile atamadım ağzıma. Annem kantinde yiyorum diye söylendi, babam beni annemin şımarttığından dem vurdu. Ablam halimden işkillenmiş gibi yüzüme bakıp durdu. Bir açığımı görse enseleyecek diye hiç bakmadım ondan tarafa. Okula gidiyormuş gibi toparlanıp çıktım. Yan evin önünden geçerken dikkat kesildim oraya. Çıkmış ya da çıkacak mı diye anlamaya çalışarak. Vazgeçmiş olmasından korktum, dün ki tavırlarımın ona çok aptalca gelmiş olmasından da. Okula doğru yürüdüm, hiç bozmadım rutinimi ve okulun arkasından yola çıktım, minibüslerin durak yerine gelirken montumun kapüşonunu taktım, başımı indirdim ve adımlarımı yavaşlattım. Durağın içine girmedim, kenarında beklemeye başlarken de çaktırmadan gelmiş mi diye bakınmaya başladım. Sol tarafımda bir gölge görene dek yüreğim ağzımda, panikle bekledim. Heyecanım yatışmadı yanımda olduğunu fark ettiğimde, üstünü başını çarçabuk çıkarıp yenilerini giyindi ve okudu canıma. "Günaydın."dedi bana. Ecnebi selamıydı, okulda böyle selamlaşıyoruz diye gençlikten giriyorlardı kanımıza. Anlamsızdı babama göre günün aydınlığını dilemek. Hayır dilemek lazımdı bir günden. Ben de onun dileğine uyum sağlayıp fısıldadım. "Günaydın!" Minibüs çok bekletmedi bizi Allah'tan. Koştur koştur herkesten önce binip bir genç hanımın yanına oturuverdim. Hemen önümdeki boş yere oturduğunu gördüm onun da. Çantamdan bozuk para çıkarıp henüz para toplamaya başlamayan muavine verdim, "Bir öğrenci." O yol parasını ne zaman verdi hiç görmedim, kapüşonumu indirmeden uyuyor numarası ile birinin beni tanımasından korkarak kırk dakika yolculuk ettikten sonra indirme yerlerini beklemeden "Müsait yerde inebilir miyim?"diye seslendim. Çantamı sırtladım, yaklaşık yarım dakika sonra sağa yanaşan minibüsten kaçar gibi indim. Peşimden atladı. Minibüs hızla uzaklaşırken kapüşonumu indirdim ve gözlerimi kısarak baktım ona. "Tehlike geçti galiba."dedi. Güldüm. "Bu geçti demek mi?" Gülmeye devam ettim. "Konuşmayı neden sevmiyorsun ki?" "Severim." Yolu gösterdim. "Bu taraftan yürüyeceğiz." İlk kez yan yana o gün yürüdük. "Şurası üniversite biliyorsun değil mi?"dedim. Ankara'ya giden otobüs de buradan geçiyormuş gelip geçerken görüyormuş. Sadece iki fakültesi olan küçük bir yerleşke olduğundan bahsetti. Kampüs kelimesinin Türkçesiymiş. Daha taşra ama daha kolay telaffuz ediliyormuş. "Buranın insanı üniversite öğrencilerini pek sevmezler."  Daha fazlasını dinlemeye hazır oluşunu gizlemeyince devam ettim. "Erkeklere ev vermiyorlarmış kiraya, kızlarla birlikte yaşamaya başlıyorlarmış." "Yobaz buranın insanı." "Ben de buralıyım." "Alınma. Sana demedim." Babama demiş olabilirdi ama. Babamı savunmak istedim savunamadım. Son zamanlarda anlaşamadığımız o kadar açıktı ki. Halinden, tavrından utandığımı kendime itiraf edemeyip bu sevgisizliğime sebep bulmaya çalışmıyordum. "Üniversite öğrencileri on sekiz yaşını geçmiş oluyorlar. Devlet bile o yaştan sonra reşit sayıyor insanları. Abartıyorlar bazı şeyleri." "Bence de." Ona ilk katılışımdı ve anlaşılan son da olmayacaktı.  Alışveriş merkezine doğru yürüdük yan yana, çantamı taşımayı teklif etti yürürken önce kabul etmedim ama sonra ikna etti beni. Tek koluna astı çantamı. Eskiden İstanbul'da yaşadıkları zamanlardan bahsetti kısacık. Orada doğmuş. Aslında annesi ile babası Tokatlıymış. Polis okulunda tanışmışlar ve hemşerilikten ahbap olmuşlar, sonra da sevmişler birbirlerini. Tokat'a gitmezlermiş ama kimse kalmamış oralarda, herkes büyük şehirlere gitmiş. Belki oralar da bizim buralar gibi yobaz olabilirmiş ama bilmiyormuş, kendi ailesinde kimsenin katı kuralları olmazmış. "Belki şeydendir."deyiverdim o sırada. Sonra pişman olup yarıda kestim sözümü. "Nedendir söylesene?" "Boşver, söylemeyeyim." "Neden?" "Alınırsın belki." "Neyden alınacakmışım? Söyle hadi, ben hiç alıngan birisi değilimdir." "Aleviymişsiniz ya siz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD