10

1612 Words
Bir kızgın baktı bana. Can'ın sahiden kızdığı zamanlar da asi bir poyraz olacağını bilmediğimden kızgınlığı da bu kadardır diye düşündüm kendimce. "Aleviyiz diye niye alınayım ki?" Gözlerini devirdi. "Bunu kötü sayanlardan mısın sen de?" Yerin dibine girdim, ettiğim laftan utandım, toparlamaya duyduğum korkaklıkla sindim olduğum yere. "Lanetli değiliz biz, hem biz siz diye bir şey yok bana göre. Sana göre varsa..." "Yok!"dedim telaşla. "Özür dilerim, kapatalım bu konuyu." Kapattık. Biz bir daha da konuşmadık bu konuyu. Biz siz demedik, tek adet olduk, o ve ben diyerek. Alışveriş merkezinin içinde bir yere oturduk. Açlıktan zil çalsa da karnım ilk başta yanında bir şey yemeye çekinerek tok olduğumu söyledim. Sonra da sipariş ettiği kahveyi ancak yarısına kadar içtim. Çünkü biz çocukken, mevlütlere giderken annemle, daha yolda yiyeceklere görmemiş gibi saldırmamakla tembihlenirdik. Az yiyen, ikramı ucundan tadan mübahtı. Çekingenliğim onu hiç etkilemedi, alabildiğine kendi gibi konuştukça konuştu. Çok konuşmayan bir babanın kızı olarak bir erkeğin bu kadar konuşkan oluşu, asık suratlı bir babanın kızı olarak bir erkeğin bu kadar neşeli oluşu ilk anda garip hissettirdiyse de gün içerisinde böyle insanların bana iyi geldiğine kanaat getirdim. Etkisi her dakika beni daha çok sarmalamış, dört yanı mamur bir aşkın kahramanı oluvermiştim. Televizyona karşı olan babamın korkusuna hiç sinemaya da gitmemiş biri olarak o gün ilk filmimi onunla izledim. Cenneti Beklerken'di filmin adı. Ne izlediğimi bugün hatırlamadığım gibi o gün filmden çıktıktan sonra da hatırlamıyordum. İzlememiştim çünkü. Kolu oturduğum yerde koluma değerken, sürekli mısır yemem için elindeki mısırı bana uzatırken, yüzüme bakarken filme adapte olamadım. Bir noktadan sonra fark ettim ki aslında o da izlemiyor. Filmin yarısında çıktık ve ikinci yarısına girmedik. "Bir şeyler yiyelim."dedi Can. Artık açlığımı gizleyecek halde değildim. O alışveriş merkezinden hiç çıkmadan en kuytu yere oturduk. "Hep mi böylesin sen?" diye sorduğunu hatırlarım o gün ben patates kızartmamı ketçapa batırırken. "Ne düşündüğünü anlamaz mı kimse?" "Pek öyle değildir aslında." dedim. Elimde ucu ketçaplı patates öylece kaldı. "Sen çok kendinden eminsin." Fena bir şey değildi bu. Elimdeki patates kızartmasına baktığını görünce yemesi için uzattım. Karşı gelmedi, elimden patates kızartmasını uzanıp yedi. Parmaklarımı birbirine sürterek geri çekildim. "Evet."diyerek teşvik etmeye çalıştı beni. "Ben kendimden emin olunca sen geri mi duruyorsun?" "Hata yapmaktan korkuyor olabilirim." "Boşver, öyle buluruz doğruyu. Hem dört gün sonra gideceğim ve uzun süre gelemem. En azından bu dört gün de çekingenliği bir kenara bırak. Saklanırsan bana karşı ne hissettiğini anlayamam ki. Gerçi haklısın ben biraz aceleciyim." Canhıraş savundum onu. "Değilsin." "Ağırkanlı mıyım?" Bir elimle kapattım gözlerimi. "Pes!"dedim. "Seninle mücadele edemiyorum." "Çok tatlısın."deyip güldü. Elimi indirdim yüzümden. "Kısma gözlerini, yoksa biraz miyop musun sen?" "Biraz." "Neden gözlük takmıyorsun?" "Yakışmıyor." "Sanmam, sana yakışmayacak hiçbir şey yoktur." "Kendimi bir şey sanacağım az sonra." "Ne sanacaksın mesela?" "Ya ama sen çok zorsun." Hadi canım dercesine gülerek salladı elini, o salladığı eliyle uzanıp masanın üzerinden elimi tuttu. Küçücük bir yerde büyüyüp uzaktan karşı cinsleri beğenen, çıkma tekliflerini okul kantininde değerlendiren herkes gibi elime dokunan ilk erkekti Can. Her şeyin ilkiydi işte, kazandıysam da kaybettiysem de onunlaydı. "Kıpkırmızı oldun."dedi elini hemen çekerken. "Büyüyeceksin Elif." "Aramızda çok yaş farkı yok ki." "Olsun, yine de hepimizin büyümeye ihtiyacı var. Yarın da buluşur muyuz?" "Yine mi buraya geleceğiz?" "Nereye istersen oraya gideriz? İstersen bize gel." Kolamı içtiğim gibi yutamadım ve genzime kaçışı ile kısa bir nöbet geçirdim. Can o esnada panikledi, su getirdi ve sabırla sakinleşmemi bekledi. "Size nasıl gelirim?"dedim konuşabildiğim ilk anda. "Ben böyle biri değilim ki." "Nasıl biri?" "Erkeklerin evine gidemem. Mümkün değil." "İyi bir şey bu. Erkeklerin evine gitme zaten ama bize gelebilirsin. Sana yemek yaparım." "Delirmişsin. Evlerimiz burun buruna." "Evet çok hoş, odamın penceresi ablanla kaldığın odaya bakıyor. Akşamları perdeni açarsan seni görebilirim. Yarın yine okulu kırabilir misin peki?" "Yapabileceğim en kolay şey bu." O günden sonra her gün astım dersleri ve merkez minibüsü ile ilçeden uzaklaşıp şehrin kalabalığına gizlendik. Uğruna yapabileceklerimin ön gösterimiydi sadece. Ablama bahsetmedim onunla yaşadıklarımdan, hep bir dilimin ucuna kadar gelip gitti. İçten içe istemeyeceğini, beni kıskanacağını düşündüm. Bilip de bilmemezlikten gelmekti benimki, edebiyatın tecahül-i Arif sanatı gibi... Hadi canım ben de, ablam ilk görüşte aşık olmamıştı ya Can'a. Öyle bir beğenmiş, mezhebini öğrenir öğrenmez de vazgeçmişti. Çünkü bana göre tutucu, annemden ve babamdan daha kolay etkilenen biriydi ablam. Can, gideceği son gün yürürken tuttu elimi. El ele gezdiğimiz o son gün bendeki tutkusunun baki kalacağını hissettim adeta. Kalabalık, koşturmalı, törenle davullu zurnalı bir hal kapladı yüreğimin tümünü. Kışın ortası bahar, sakız sardunyalar der ya şairler hiç bilmediğim o çiçekler açtı içimde, petunyalar, fesleğenler, manolyalar, hem zambaklar, bizim evin önündeki ortancalar, leylaklar... Belki o leylaklar sümbüldü, kim bilir? O varken değil, o gittikten sonra başladı her şey. Eve gelen sessiz telefonlar ben telefona cevap veren olmadıkça sessiz kaldı, harçlığımı olduğu gibi kartlı telefonlar için alınan kontörlere harcamaya başladım. Yanımdakinden daha yakın olduk telefonda, gece yarısı telsiz telefonla banyoya girip fısır fısır saatlerce konuştuk, çoktan leylaydım, çoktan kör aşık ve ablamla aramızda oluşan uçurumu hiç görmedim.  Görünmeyecek gibi değildi aslında, elinde sürekli bir elişi işleyip duruşu, benimle artık şarkı tutmaca oynamayışı, bulaşıkları yıkarken durulama tarafını peşinen bana verişi, Asmalı Konak tekrarlarını izlemeyişime hiç mana bulmayıp annemin ısrarına karşın  televizyonun karşısındaki yerini koruyuşu, konuşacak hiçbir şeyimizin kalmayışı herbiri küçük ama kocaman detaylardı. Ben meşguldüm ziyadesiyle, ders kitaplarına boş gözlerle bakıyor, yarı yıl tatilini iple çekiyordum. Dönem başında işlediği bir disiplin suçunda ötürü hocalarından birinden izin cezası alan Can, o yarı yıl tatili için kendini affettirmeyi başarmış ve gelecekti. "Senin için geleceğim."diyordu. Bir başıma kalmışım, sahip olduğum her şeyi kaybetmişim gibi o geldiğinde tamamlanacak bir halde saydım günleri. Bizim yarı yıl tatilinden farklıydı zamanlaması, onunki şubat ortasıydı ve şubat ortasında bizim okullar yeniden açılıyordu. İyi ki de öyle oluyordu, okuldan kaçmak evden çıkmaktan kolaydı benim için. Annem öyle serbestçe evden çıkmamıza yaşımız ne olursa olsun izin vermezdi. İtiraz mı ettik, işi isyana mı döktük o zaman da savunması hazırdı annemin: "Evlenince kocanızla gezersiniz." İkinci dönemin başladığı ilk gündü. Kışın gözü üzerimizde hiçbir yere gitmeye de niyeti yoktu. Lapa lapa günlerdir yağan kar birikmiş, ana yolları belediye araçları açmış, kaldırımlar, arsalar, tarlalar dizimize kadar karla dolmuştu. Ünzile ile ansızın maruz kaldığımız ingilizce sözlüsünden konuşuyorduk. Quiz diyordu buna öğretmenimiz Vecibe Hanım. İsminden mütevellit bir Osmanlı kadınıydı, masaya yumruğunu vurdu mu, ikişer gözlerimiz dört olur, arkasından ne çıkacak bu kadından diye bir telaşla beklerdik. Ünzile de ben de ingilizce sözlüsünden çakmıştık. Her ikimizin de velileri, fakat benim mutlaka babam gelecekti. Babam okula öğretmenlerle görüşmeye veyahut veliler toplantısına asla gelmezdi. Gelecek olan yine annemdi, "Olur."dedim mecburen. Moralimi bozan şey ise okuldan kaçtığımı anneme söyleyecek olmalarıydı. Her birine hastaydım, aman bir boğaz enfeksiyonu olmuşum bir hafta yattım demiştim. Hastalık raporumu istediklerinde de akıl edip almadığımı söyleyince bana pek inanmayan bakışlarla karşılaşmıştım. Şimdi anneme de biz pek inanmadık doğru muydu acaba der miydi Vecibe Hanım? Ah ulan dedim kendime, bende talih yok. Talihim karların arasında, başında beresi, boynunda atkısı, elinde eldivenleri ile tepesine yağan karlarla kardan adam olmuş bir halde az ötede duruyordu. "Gelmiş."diye sayıkladım. "Valla gelmiş."diye destekledi beni Ünzile. Bir koşayım, o buraya kadar gelmiş ben daha çabuk varayım yanında derken ayağım kaydı ve sırtımın üstüne öyle bir düştüm ki utancım sırtımdaki ağrıya, sırtımdaki ağrı utancıma karıştı. Endişeyle geldi yanıma Can, kalkmama yardım etti, iyi olup olmadığımı üç beş kez sordu, belimden sardı bir elini ve sırtım ağrıyor mu diye sormaya devam etti. Ağrıyordu aslında. "Yok."dedim. "Ağrımıyor sırtım iyiyim." "Dikkatli bas." Ünzile karnını tutarak gülüyordu. "Gülme kız sen de!"diye yerime çıkıştı. Ünzile gülmekten alamadı kendini. "Sana hoş geldin gösterisi hazırlamıştık." Sımsıkı sarılmıştı bana Can, Ünzile'nin alaylı sözüne karşılık yüzüne bakmak istediğimde yüzü de çok yakındı yüzüme.  Sol gözünü kırptı, bana en uzak olan gözünü, Ünzile'nin beni yerin dibine sokma çabası önemsizleşti. Ne çok özlemişim onu deyip bunu garipsedim. Az tanışıklıktı bizimkisi ne ara özlenen kılmıştık birbirimizi. "Hoş buldum."deyince Ünzile'nin sözüne cevap gibi oldu. Utancımdan kapadım gözlerimi. "Aç."dedi fısıldar gibi. Tutkuyu o zaman hissettim, ona dokunma isteğimi, kokusunu içime çekme arzumu, bedenimin titrediğini... "Bunda utanılacak ne var, herkes düşer." "Ben biraz komik düştüm ama." Açtım gözlerimi. Her şeyin suçlusu oymuş gibi sitem ettim. "Sen de gülmek istedin de bastırdın sanki. Şimdi bile gülesin var." Bir kahkaha patlatınca karnına dirseğimle vurdum. "Ben gitsem fark etmeyeceksiniz bile." Ünzile karşımıza geçiverdi. "Sensiz olmaz."dedi Can. "Kar kış da olsa sokaklar bize tehlikeli. Arkadaşına yardım et eve kadar yürüyün arkanızdan geleceğim kızlar." İstemeyerek ayrıldım kollarının arasından, Ünzile keyifle yanıma geçti, koluma girdi, muzurca "Ben de olmasam ne yapacaksınız siz?"dedi. Annem Ünzile için kikirdek o kız derdi hep. Ne zaman görse ağzı kulaklarında sırıtıp duruyormuş. Gülmek neden fena olsun demeyin, gülmek aktif fenalıktı bizimkilere göre. Annem beni eve Ünzile'yle gelirken görürse yine bir laf eder mi diye düşünürken ardımızdan seslendi Can. "Bir kış bir kıza bu kadar mı yakışır?" Sesli bir şekilde gülünce Ünzile dürttüm onu, ikimizin duyacağı şekilde uyardım. "Bizimle bağlantılı olduğu anlaşılır sus Allah'ını seversen." "Şey diyeyim mi bende, bir sevda bir adama bu kadar mı yakışır?" "Ünzile, sen benim sevgilime mi asılıyorsun?" Kahkahası soğuk sokakları yaladı yuttu. "Asılsaydım tavlardım cicim."dedi. Ablama benzeri bir laf ettiğimi hatırladım. Bu ne kibir denecek türdendi? Ünzile'nin kendini beğenmişliği değil de benim ablama meydan okumam sıktı canımı. Yemiştim yine bir nane, en tez vakitte de gidecek diyecektim ki seninle yarıştığım için değil gönlüm düştüğü için oldu olan. Can'ın sesi dağıttı düşüncelerimi. "Sinemaya da yeni filmler gelmiş." Yarın okula velimle gideceğini bilmediği için beni onunla gelebilecek durumda sanıyordu. "Belki Ünzile de gelmek ister." Sorar gibi tekrarladı. "İster mi ki?" Ünzile tavlamak istese... Anında attı tepemin tası. Ünzile'nin kolunu ittirdiğim gibi durdum yolun ortasında. "Sen Ünzile'yi mi görmeye geldin?"diyerek döndüm ona. Neye uğradığını şaşırdı. "İyi madem siz gidin ben aranıza girmeyeyim." Çocukluk işte, hızlı hızlı adımlarla çektim gittim oradan. Arkamdan seslenseler de koşup yetişmediler. Dedim ya çocukluk diye, yol boyu ağladım, yetmedi eve ağlayarak girdim, anneme sözlüden zayıf aldığım için ağladığımı söyledim ve yatağın sığınaklı kollarına atıldım. Yorganı tepeme çekip uyuyana dek zırladım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD