11

1635 Words
"Ne var canım?"dedi babam konserve yeşil fasulyesine ekmek banarken. "Ecnebi dilinden anlamak zorunda mısın? Yerine arapça öğren, kuranı anlarsın en azından." Babama hiç halimi anlatacak moralim yoktu. Arapça hem de medrese arapçası öğrenmeliydim. Onu anladığımı belirten bir ifadeyle ona baktım. "Değil mi kızım?"diyerek yine de onay bekledi. "Bir de düştüm bugün okul çıkışı, karda kaydım. Her şey üst üste geldi." Böyle şikayetlenmeleri hiç sevmezdi babam. Namaz kılmayışımın ruhumu aç bıraktığından, basit şeyleri dert gibi gördüğümden bahsetti. "Bak."dedi ablamı gözüyle göstererek. "Ablan senelerdir aksatmadan kılıyor namazını. Ben sabah namazlarına zor kaldırıyorum seni diğer vakitlerde de hatırlatmasam abdest almaya gideceğin yok. İmanın olmadığı gönül aptal gibidir kızım." Nerdeyse kederle iç çekecektim ki karşımdaki öğüdü sükutla dinlemezsem sakin babamı öfkeden delirmiş bir halde bulabilirdim.  Sabrettim, babamın sözünü bitirdiğinde haklılığını onayladım ve yara almadan atlattım baba kız saatini. Ablam bulaşık anlaşmasını bir akşamlığına bozdu, "Git yat sen hadi ben yıkarım."dedi. Hiç yapmayacağı şeydir ama yaptı. Bense hiç işkillenmeden bulaşıktan kurtuldum diye koşarak ablamla paylaştığımız odaya girdim. Radyoyu açtım, önüme matematik kitaplarımı aldım, babam ya da annem aniden gelirse ders çalışıyorum diyecektim, asıl yapacağım ise derin derin düşünmek olacaktı ki pencerenin önünde durup yan eve doğru bakmaya başladım. Tek odanın ışığı yanıyordu ve diğerlerinin tamamı kapalıydı. Belki de hem annesi hem babası nöbetteydi ve tek başına orada oturuyordu. O esnada benim önünde durduğum Pencerenin dibinde gördüm Can'ın gölgesini. İrkilerek geri çekildim ve çabucak toparlanıp pencerenin tek kanadını açtım. "Nerdesin kız sen?"derken kafası resmen odanın içindeydi. "Dondum soğuktan." Endişeyle arkama baktım. Biri gelirse hava mı alıyorum diyecektim? Kar havası, bir yerlerim donsun diye. "Ablan nöbet tutuyor bizim için mutfakta, ne mübarek insan o öyle, kanatsız melek gibi." Ablam bizim için neden nöbet tutuyordu ki? "Meleklerin kanadı olduğunu nerden çıkardın?" Melekleri tartışmayacaktı benimle. "Senin için geldim Elif. Senin için." Kalın kafama girsin diye tekrar etti. "Sürekli görevde olan annem babam için değil, senin için. Yarın gel olur mu?" "Yarın annemi okula çağırdılar, gitmek zorundayım." "Niye çağırdılar?" "Sözlüden sıfır aldım." Canı sıkıldı bu habere. Ben sıfır almış olmamı sahiden zerre önemsemezken. "Ne sözlüsü?" "İngilizce." "Ben seni çalıştırırım." Kıt kanaat vaktimizi ingilizce çalışarak geçirecek değildim, omzumu silktim. "Beni kıskanman hoşuma gitti ama Ünzile bozulmuş olmalı. Ben yarın okul çıkışına gelirim madem." "Biri gelmesin git." "Ablana selam söyle." Ablamla ne ara nasıl ne konuşmuşlar merakında geri çekilecekken eliyle işaret etti. Kulağıma bir şey söyleyecek diye eğildim, bir gaflet işte, yanağımla dudağım arasında bir yerden çabucak öptü. Ortak kullandığımız kazan dairesinin önünden kendi evlerine geçtiğiu ana kadar halimden habersiz öylece duruyordum ki odanın kapısı aniden açıldı. Korktuğum gibi annem ya da babam değil ablamdı gelen. "Kapat camı."dedi. "Götün donacak." Camı kapattım, ablam içeri girip kapıyı ardından itekledikten sonra "Annem halinden huylandı, bulaşığı ben yıkayayım git öğren ne derdi varmış dedi." Perdeleri uzanıp çekerken Can'ın arkasından baktı sadece birkaç saniye. Sonra oturdu kanepeye. "Sen uyurken pencerenin dibinde tıkır tıkır fare gibi gezindi durdu." Yanını işaret etti ablam, sessizce iliştim. "Mutfağın ışığını bir kez kapatıp açınca odaya gelmiş olur dedim. İyi etmiş miyim?" "Küstün mü bana?" "Küsmüş gibi miyim? Az gezer tozar bırakırsın ben seni bilmiyor muyum? Ondan demedin bana." Ondan dememiş gibi görünmek daha çok işime geldi, bozmadım ablamın tahminini. "Biraz çocukmuş bu da, konuşunca tüm karizmasının üstünde gezindi habersiz salak." Ne yaptığını ancak anladım? Ablam yıkılmamış, acımamış, umursamamış gibi yapıyordu. "Ben de çocuğum."dedim. Konuşurken dinlenilesi olduğundan, dinlediğim nice radyocularım gizemli sesinden daha albenili olduğundan, çok tuhaftır bana dokunsun istediğimden bahsetmedim. He öyle tıpkı da senin dediğinin aynısından demiş gibi yaptım. "Bir tane de Ankara'da vardır bunun zaten kesin." Sahiden öyle düşündüğünü bilsem iddia ederdim, göründüğü gibi biri değil ki derdim, gözlerime bakarken erimezdim yoksa, gece bir yarısı benimle konuşmak için soğukta saatlerce balkonda durmazdı yoksa derdim. Can'a dair iyilik kapısına çıkacak hiçbir şey söylemedim. "Sen önce davran terk edilen olma bence." Garibimin hiç deneyimi bile yoktu ancak bana akıl verirken biz bu işlerin erbabıyız der gibiydi. "Ne diyeyim..." iki elini birden açtı. "Bir şeyi istersen yapıyorsun Elif, ne kadar da farklıyız." "O geldi konuştu ama benimle." Savunmaya geçtim ister istemez. "Okul çıkışına gelip anneme sordum seni, adı Zeynep dedi diye... Annesi adlarımızı bilmiyor olmalı. Beğeniyorum seni dedi. Ben ona hiçbir şey demedim." "Hı hı." "Anneme Ünzile ile bozuşmuşlar da aslında canı ona sıkılmış, sözlü falan bahane dersin olmaz mı?" Annem bilmiyor muydu, derslerden kırık not almak beni yıkmazdı. Çünkü bu konuda bir umudum, geleceğe dair beklentim yoktu. En baştan belliydi, lise sona kadardı tahsilim. Mühim olan diplomaları var, lise mezunu benim kızlarım diyecekti babam. Ondan sonra ablamın şimdi yaptığı gibi dikiş nakış kursuna gidebilirdim. Haftada üç gün, annemle birlikte. Ertesi gün korktuğum olmadı, Vecibe Öğretmen anneme okulu astığım zamanlardan bahsetmedi. Dersi dikkatle dinlemediğim, ödevlerimde özenli olmadığım, böyle giderse okumayacağımdan bahsetti. Kulağımı çekiyormuş ama yetmiyormuş annemle babam da çekecekmiş kulağımı. O sebepten babam gelsin istemiş illaki, baba disiplini mühimmiş bir evde, rica edecekmiş annem kocasına dersler hususunda biraz sıkı tutacaklarmış beni. Yoksa hanım, kendini bilen, kurallara uyan bir öğrenciymişim. "Aferin."dedi annem. "Edebinle git gel her zaman böyle kızım." Edebimi annemle gönderdim ve annem gittikten sonraki matematik dersinin öğretmenine karnımın çok ağrıdığını söyledim. İzin kağıdı yaptırırsam gidebilirdim. İzin kağıdını eve götürüp veliye imzalatmak gerekiyordu. Annemin imzasını taklit etmek üzere izin kağıdını matematik defterimin arasına koyup çıktım okuldan. Ünzile bile karnım gerçekten ağrıyor sandı. Bir gün evvelden onu Can'dan kıskanmış olmamı hiç mevzu etmeyince karşılıklı, dostluğumuz kaldığımız yerden devam etti. Kar gitmiş yerine pis bir ayaz gelmişti, yollar buz pistine dönmüştü. Yeniden kayıp düşmemek için dikkatle yürüdüm eve kadar, fakat arka yoldan ve iki evin ortak avlusunun arka kapısından girdim. Kapı sık kullanılmadığı için buz tutmuştu ve açmaya çalışırken paslı demiri eli kesmişti. Canım acıdıysa da fark etmedim, öylesine heyecanlı ve ne yaptığımı sorgulamadan nihai sonuca ulaşmak derdindeydim ki kanadığını da görmedim. Can'ların kapısını çaldım. Bir yandan da bakıp durdum arkama. Can kapıyı açtığında öyle şaşırdı ki hiçbir şey demeden hışımla çekti beni içeri. Panik halinde "Annenler yok değil mi?"diye sordum. "Kimse yok. Nerden çıktın sen? Niye geldin?" Derli toplu giyinirdi Can. Hep aynı kesim kısa saçları, üzerine tam gelen pantolon ve kazakları ile görmüştüm onu. Şimdi üzerinde salaş bir kapüşonlu, altında takımı eşofmanı vardı. "Gelmese miydim?" "Ne aptalım?" Sırtımdan çantamı indirdi. Ben ona öyle bakarken önce montumun bir kolunu çıkardı üzerimden sonra diğer kolunu... Kapının hemen kenarına seyyar vestiyer koymuşlardı. Oraya düzenlice bıraktı. "Elin kanıyor Elif." Elimdeki kanı fark edince bir an düşündüm, neden kanıyordu ki? "Gel suya tut sana yara bandı getireyim." Babaannemin evine onca sene girip çıkan ben o gün yabancı gibi girdim hemen dibimdeki lavaboya, plastik askıların yerine metalleri asılmış, üzerlerine işlemeli havlular bırakılmıştı. Kurulayamadım ellerimi kirlenir havlular diye, fakat hala kan akıyordu baş ve işaret parmağım arasından. "Bakayım Elif." Havlulardan birine uzanıp lak diye ona doğru tuttuğum elimdeki kanı ve ıslaklığı sildi. "Kirlettin havluları." "Yıkanır ne olacak? Nerde kestin ki elini? Bant da bir tane kalmış şansına." Havluyu kaldırıp açtığı bandı yapıştırdı. "Ne dedi hocan annene?" "Kızınız çok hanımefendi demiş, aman maşallah, boncuk takın nazar değmesin demiş." Güldü lafıma, çocuk gibi yanağımı sıkarak. Yapmasın istedim öyle, çocuk değildim ki ben. Sonra yapsın istedim, çocuklaşayım olduğumdan daha çok. "Ne zaman gelir annenler?" "Akşam gelir onlar. Gel içeri oturalım." İçeri dediği yer babaannemin evladiyelik divanlarının yer aldığı salondu. Başka bir yerdi şimdi. Kapısının önünde boynunda küp taşıyan yarı çıplak bir kadın heykeli, koyu yeşil döşemeli bizim buralarda görülmemiş güzel bir koltuk takımı ve parlak mobilyalı bir vitrinle sekiz kişilik yemek masası vardı. Vitrindeki kristal kadehler, alt raflara dekormuş gibi konulmuş içki şişeleri çekti hemen dikkatimi. Bizim vitrinde kitaplar, kahve fincanları ve yapma çiçekler dururdu. "Otursana Elif." Televizyonu rahat izlemek için etrafına dörtgen biçimde konulmuş koltuklardan üç kişilik olanın ortasına oturdum. Hemen yanıma geçti Can ve uzaktan kumanda ile televizyonun sesini kıstı. "Dışarısı o kadar soğuk ki, ısınacağı da yok, iki dakika görmek için bu soğukta dışarı çıkmanı istemedim." "Düşünceli sevgilim benim." Sevgilim hitabını garipsedim. Bir benimseyip de giyinemedim üzerime, şimdilik kenarda kalsın dedim belki zamanla vitrinlerine içki şişeleri koyan bu ailenin çocuğuna da hitaplarına da alışırım. "Okuldan geldin sen açsındır, ne yersin?" "Aç değilim." "Ya bırak şu çekingenliği. Sana çalışan annelerin çocuklarının menüsünden hazırlayayım mı?" "Ne ki o?" "Gel görürsün." Mutfakları da  babaannemden kalma gibi değildi. Küçük tüp değil, dört gözlü ocak vardı. Küçük pencereyi koyu renk çirkin perdeler değil dantel tüller örtüyordu. Kahverengi mutfak dolaplarından da danteller sarkıyordu. Feray Abla, erkek gibi görünen kadın gibi kadınlardandı anlaşılan. Evindeki nizam ve titizlik annemde bile yoktu nerdeyse. Buzdolabından bir şeyler çıkarmaya başladı Can, beyaz çoraplarımla buz gibi yere bastığımdan ayaklarımı birbirine sürterek duruyordum ben de bir köşede. Babam kaloriferli diye biraz yüksek bir fiyata kiralamamış olsa bu evi aynı kazandan ısındırmazdı belki de onları, bilemiyorum, artık bahisleri hiç edilmediğinden babamın ne düşündüğünü anlamıyordum. Pırasa, domates ve beyaz peynirden oluşan sandviçti söylediği şey. Hiç çiğ yememiştim pırasayı, garipsedim. "Ne var ki yeşil soğan işte?"dedi. "Biraz kokarsın en fazla." "Sen de kokarsın." O daracık mutfakta gülüştük bakışarak. Kola da varmış dolaplarında, hatta bira da. "Cici kızlar içki içmez ama."dedi. "Sen içiyor musun ki?" Sandviçleri çabuk çabuk tabaklara koymadan kağıt peçetelere sardı. Büyük bardaklara kola doldururken de "Ben de kola içiyorum."dedi. Yiyecekleri birlikte salondaki masaya taşıdık. Masa örtüsünün bir kenarını sıyırdı ve o köşeye oturduk. "Hadi yiyelim bak sırf sen çekinme diye acıkmadığım halde ben de yiyeceğim." Ekmek arası pırasa değil de onu görmeye gelmiş olsam da razı geldim istediğine. İlk ısırdığımda sevdim yediğim şeyi. "Vitrine neden içki koyuyorsunuz ki?"diye sordum birkaç lokma aldıktan sonra ilk bulduğum boşlukta. "Sergilenilecek bir şey mi bu?" "Onlar pahalı içkiler. Viski hepsi. Bence de sergilenilmesi saçma ama annem işte. Siz ne sergiliyorsunuz vitrinde? Senin fotoğraflarını mı?" Güldürdü sorusu beni. "Benim senin kadar güzel kızım olsa öyle yapardım." "Olunca yaparsın o zaman. Hiç herkesin girdiği yere kızının fotoğrafını koydurur mu babam? Hem benim öyle çok fotoğrafım yok." "O zaman yemekten sonra fotoğrafını çekeyim, okula dönünce dolabımın kapağına asarım. İç kapağına, dışarı değil ha. Niye öyle bakıyorsun Elif?" Uzanıp kolamdan içip toparlamaya çalıştım cümlelerimi. "Senin Ankara'da da bir sevgilin var mı?" "Ne?" "Yok mu?" "Olmalı mı?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD