...
“Günaydın.” dedi kalın efsunlu bir tonda.
Ses tonuyla karnımdaki küçük baş belası şeyler panik yapıp her bir yana süratle dağılınca salak gibi adamın yüzüne baka kaldım. İçimde olup bitene anlam vermeye çalışırken adam gözlerini yüzümde dolaştırmaya başladı. Güzelliğimi fark etmiş inceliyordu ama burun deliklerinin titreyişini ve gözlerinin yeşilinin biraz daha karanlığa teslim oluşunu gördüğümde gözlerimi kırpıştırarak “Günaydın.” dedim.
“En sert kahvenizden alabilir miyim?” diye bakışlarını gözlerime çeker çekmez hızı ve tetikte oluşuyla kirpiklerimi kırpıştırarak yüzünü inceledim. “İlk defa mı geliyorsunuz?” Genellikle ilk kez gelenler istediği kahveyi tarif ederlerdi.
Elini tezgaha koyup sakallarından az biraz görünen dudaklarını gerince gözüm ellerine düştü. Bakımlıydı ve kemikli görünüşüyle erkeksiydi. Ve kolundaki pahalı lüks saat kombinene uymuştu. Kombinene göre pahalı saat takanlar elimi uzatamayacağım zenginlikte adamlardı. Sosyeteden olma olasılıkları çok yüksekti. Bir de onlara av gözüyle bakamazdım. Olaylı bir şekilde batan Şanlıhanlıları kim tanımazdı ki? Bir de benim arkamdan konuşmalarına dayanamazdım.
“Çok mu belli oluyor ilk kez geldiğim?” dedi adam başını hafifçe sağına çevirmiş o halde beni inceledi.
Hayal kırıklığını üzerimden atmaya çalışarak şimdiye odaklanarak en güzel baştan çıkarıcı gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Yüz lirayı cebe atmam için şarttı. Ama içten dudaklarımı ısırmaya yeltenince ilk kez bahşiş almaktan çekindiğimi hatta utandığımı hissettim. Ah ben utanır mıydım? Asla.
“İlk defa gelenler genellikle nasıl bir kahve içmek istediklerini söylerler. Ayılmak için tercih edilir sert kahveler sizin uykulu bakan gözleriniz yok ama.” dedim gözlerini bir kez daha süzerek. Yeşilin kaç tonu vardı öyle? Biraz daha yakından baksam… Her bir yeşil tondan varken neden karanlığa yüz tutmuş yeşiller parıldayıp duruyordu gözlerine odaklandığım an da?
“Ben çoktan ayıldım, haklısınız. Spor dönüşü kokusu beni cezbetti. İşe gitmeden önce içmek istedim. Sabahın altısında ayılmış keyfi gittikçe yerine gelen biri için sizin tavsiyeniz nedir?” derken gözlerini kısıp tek kaşını kaldırarak sorduğunda tavrındaki rahatlıkla yeniden kalbimin dengesiz çarpıntısına maruz kaldım. Bu adam bana seninle keyfim yerine mi geliyor diyordu? Şey aynısı bende de var.
İlk iş günümmüş gibi kafam karıştı ve ne tavsiye edeceğimi bilemeden arkamı dönüp gözüm kapalı çalıştırdığım makinelerle bakıştık. Bu sefer beynim perdelerini çekmiş ortalıkta görünmüyordu. “Hmm size filtre kahve verebilirim.” dedim zar zor ve tekrar dönüp yakışıklı ve beni her fırsatta kesen adamın vereceği siparişi bekledim.
Bakışlarını kısarak beni incelemeyi bırakıp boynunu uzattı. “Filtre kahve güzel seçim. Orta boy olsun lütfen. Ve teşekkür ederim yardımınız için.” dedi kibar bir gülümsemeyle.
“Ne demek.”
Zavallı kalbim gülüşüyle kendini kaybederken titreyen ellerimle karton bardağı ve kalemi kaptım ve kirpiklerimin altında bir an bile yüzümden ayırmadığı bakışlarına geri döndüm. “Adınız?”
“Bora.” dedi tok bir sesle.
Göğsümü titreten adını dilimde döndürmek için ağzımı açtığımda geri kapatıp adını hızlıca yazdım ve “Hemen hazırlıyorum kahvenizi.” diyerek döndüm ve hazır kahveyi dökmeye başladım. Bora’nın beni izlediğini yanan ensemden ve yüzümün sağ yanından anlamıştım ama ilk defa bir erkekten rahatsızlık duymuyordum. Ama bedenim sıcaklıyor sık soluklarımın arasında sağlıklı düşünemiyor işimi yapamıyordum. Öyle ki ellerim titrediği için sıcak kahve parmağıma damladı ve acıyla hızla elimi çekmek zorunda kaldım. Hızlı ve dikkatsiz olduğum için de karton bardak devrildi ve yarıya kadar döktüğüm kahve her yeri batırdı.
“Ah!” diye sinirle nefesimi verirken utançtan arkamı dönemedim.
“Hüma iyi misin?”
Bir havluyu kaptığım gibi makinenin önünü silmeye başladım ve o ara Şirin’e cevap verdim. “İyiyim bir damla geldi. Burayı da hemen siliyorum.”
“Eliniz mi yandı?”
Bora’nın sesiyle beceriksizliğime bir kez daha içimden sayıp omzumun üstünden gülümseyerek bir bakış attım. “Küçük bir damla geçti bile.” dedim ve kirli havluyu alttaki sepete atıp yeni bir karton bardak almak için döndüm ve Bora’nın adını yazdım.
“Bu sefer dikkat edin.” diyen adamla başımı kaldırdım ve gıcık gibi davranmasına dişlerimi görerek gülümsedim. “Merak etmeyin ben çok dikkatliyimdir. Kahve sıçradı sadece.”
Yeşil gözleri gülüşüme takılı kaldığında bakışlarındaki yoğunlukla yine o arsız küçük şeyler içimi gıdıklamaya başladı. Bu hastalığın adı neydi böyle?
“Cildiniz hassassa damlayan yere krem sürün.” diyerek beni düşünen adama bakmaya devam edersem yüzüncü bardağı ziyan eder yine önüne kahve koyamazdım.
“Tabii ben kahvenizi hazırlayayım.” Bakışlarımı üzerinden alıp makinenin başına geçtim ve eskisi gibi işimi titizlikle yaparak kahveyi önüne bıraktım. “Gecikme için özür dilerim. Bu kahve benden olsun.”
Ağzımdan çıkanları kesinlikle düşünmemiş ve kati surette aklımdan geçirmemiştim bile ama günde iki müşteriye kahve ikramında bulunabilirdik. Fakat şefim açıklarım yüzünden beni bir hafta bundan alı koymuştu. Eksi seksen lirayla güne başladığıma inanamıyorum.
Bora başını yavaşça iki yana sallarken “Bu ikramı başka birinde kullanın lütfen.” dedi ve elini cebine atmadan önce kaşlarını kırdı ve bana baktı. Ay param yok deme yoksa o yakışıklı suratını elindeki kahveyle haşlarım. Hmm tamam yüzün çok iyi kahveyi serçe parmağına dökerdim.
“Burada içeceğim ama yanında yemek için ne alabilirim?” dediğinde tuttuğum nefesi gülümsememle bıraktım. “Mozaik pastadan mutlaka denemelisiniz. Benim favorim.”
“Ondan bir tane lütfen.” diyerek elini cebine attığında yanımdaki tezgahta bir tıkırdama duydum. Şirin müşteri varken bu şekilde bana bak diyordu. Göz ucuyla Şirin’e bakarken ellerini çilek büyüklüğündeki göğüslerine koyduğunu ve üst bedenini öne doğru eğdiğini gördüğümde şoktan kasılıp kaldım. Bora’yı işaret ederek yap diye ağzını oynatmasıyla hemen başımı çevirdim ama o sıra Bora’nın da Şirin’e çatık kaşlarının altında baktığını görünce ilk defa utançtan yerin dibine girmek istedim. Adımı av olarak bile görmeyi reddetmiştim bir de teşhircilik yapıp mı bahşiş alacaktım? Alsa. Bora için asla.
Bora bana döndüğünde neler döndüğünü anlamamış gibi bakınca “Kendisi hasta da mola istiyor.” diye uydurdum ama salak biri bile Şirin’in ne demek istediğini rahatlıkla anlardı.
Bora öyle mi dercesine bir gülümsemeyle önüne dönüp cüzdanından bir yüzlük bir iki yüzlülük çıkartınca yanaklarımın içini ısıra ısıra önüme baktım. “Yüz lirayı alabilirsiniz. Yüz kırk beş lira tutuyor.”
“Üstü kalsın.” diyerek yanımdan beklemeden uzaklaşıp tatlı reyonuna doğru yürüdüğünde arkasından geniş sırtına bakmakla yetindim. Bir doksan üstü boyuyla mükemmel bir fiziğe sahipti ve ben böyle bir adamı anca uzaktan izleyebilirdim. Gerçek bir ilişki yaşamayacağım kadar zengin olmasından nefret ettim. Beyaz yakalı bir çalışan olsaydı düşünmeden flört eder bir şans verirdim diye düşünmeye kalmadan ne işlerle hayatta kaldığım aklıma gelince parayı kaptım ve ödemesini alıp geri kalanını cebime attım. Geçmişimi hiçbir erkek kabul etmezdi etse bile o adama çocuk bile veremezdim.
“Neden yüzün düştü öyle? Bahşiş de bıraktı sana.” Şirin yanıma sokulup konuştuğunda Bora’nın tatlısını alıp boş masalardan birine geçip oturmasını izledim. Bardağından bir yudum kahve alıp değerlendirircesine birkaç saniye bekledikten sonra ikinci yudumu da almasıyla dudaklarım cılız bir gülümsemeyle kırıldı. Kahveyi beğenmişti.
“İlk defa birine böyle baktığını görüyorum Hüma. Hoşlandığını belli edebilirdin çünkü o da senden etkilenmiş gibiydi.”
Gözlerimi devirdim ve içimdeki sıkıntıya rağmen alay edercesine güldüm. “Şirin adam sosyeteden. Kolundaki saati bir ev fiyatına. Kıyafetine göre saat takıyorsa kesinlikle çok zengindir.”
Şirin koluma girdiğinde minyon boyuyla başını kaldırıp yüzüme alttan baktı. “En son seni on yedi yaşında görmüş bir sosyeteden bahsediyorsun Hüma . O zaman bile seni kimse tanımıyordur eminim. Hayatını değiştirecek sihirli değnek orada. Üstelik o sihirli değnek sana dokunmak için de pek istekli. Çaktırmadan seni kesiyor.” derken Bora’nın olduğu yere kısa bir bakış attım. Kahvesinin ardından meraklı bir ifadeyle bana bakıyordu ama bence biz de ona baktığımız için dikkat kesilmişti. Kolumdaki Şirin’i iteleyip “Yerine geç adam röngentlediğimizi anladı ondan bakıyor. Bu iş burada bitti iddiayı kazandım. Yüzlüğümü gün sonunda alırım.”
Şirin son kez gıcıklığına “Adamın sihirli değnekleri seni dürtsün. Memeleri gösterseydin en az üç yüz alırdın.” dediğinde elime karton bardaklarından birini alıp sinirle buruşturdum. “Ben striptiz mi yapıyorum salak?”
Fevri çıkışımdan uzaklaşıp yerine geçen Şirin kaş göz işaretiyle Bora’nın masasını gösterdi ama ne kadar çok istememe rağmen bakmadım. Kalbim kırılmış gibi köşeme çekilmek istiyordum şu an.
Bora’dan sonra müşteriler gelmeye devam etti. Aralarında yakışıklı ve benimle flört etmeye çalışan birileri de çıkmıştı ama ben geri adım atarak tekliflerine cevap vermedim ve böylece bahşişlerimden de feragat etmiş oldum. Bora bir bardak kahveyi yarım saatte içip beni gözlemlerken başka erkeklere odaklanamıyor devamlı kafamın içinde bana odaklanan yeşil gözleri geçip duruyordum.
Her geçen dakika Bora’nın benimle ilgili ciddi olduğunu düşünüp daha çok stres yapmaya başladığım sırada tezgahın üstünde var olmayan tozları siliyordum.
“Önerilerin için teşekkür ederim.”
Bora’nın sesiyle başımı kaldırdığımda çenesiyle elimi işaret ederek “Krem sürdün mü” diye sordu. Kahvelerini aldıktan sonra yanıma gelen müşteriler genellikle telefon numaramı almak için benimle flört ederdi ama Bora çok farklı ve hassas bir yerden vurmuştu. Babam on yedi yaşından sonra beni düşünmeyi bıraktığından beri içtenlikle önemsenmenin nasıl olduğunu unutmuştum. Bana o hissi vermişti. Korkutucuydu.
Elimdeki bezi tezgahın altına kaydırıp “İlk fırsatta süreceğim. Teşekkür ederim.” dedim ancak toy bir ergen gibi gaklamışta olabilirdim.
Yeşillerindeki yoğunluk artıp yüzümde yine dolaşmaya başlar başlamaz alt dudağımı içime çekip ısırdım. Bu adamın bakışlarında bir şey vardı. Beni kuşatıp olduğum yerden çekip almaya çalışıyor gibiydi.
“Sabahları gelip bir kahve içerim belki.” dedi sessizliği bozup.
Her sabah böyle bir adamı görmek ve elimi uzatamamam tam anlamıyla işkenceye dönüşecekti. “Tabii beklerim.” dedim eksik etmediğim gülümsememle.
“İyi çalışmalar.” dedi ve bana son kez bakıp arkasını döndü.
Benden etkilenmişti ama telefon numaramı almak gibi bir adım atmamıştı. Kafa karışıklığıyla sırtına bakarken eski moda bir adam olabileceği aklıma geldi. Otuz yaşında gibi duruyordu ve bu yaştaki adamların asla eski moda takılmadıklarını elli yaşında bana utanmadan yazan adamlardan görebiliyordum. Şu hassas, kırılgan eşyayı sever gibi kadın seven erkeklerden miydi acaba? Ama yeşillerindeki koyu lekeler bana hiç de hassas biri olmadığını bağırmıştı.
“Böyle bir adamın milyon takipçisi vardır. Sana göz kırpmışken bakacaktın.”
Şirin elinde tepsilerle yanımdan geçerken dediklerini umursamayıp işime geri döndüm ve akşam mesaim bitene kadar aklıma hiçbir şey sokmadan çalıştım.
Yeni pahalı montumu ve eski sırt çantamı taktığım gibi kendimi kafeden attım ve kaldırımda durarak soğuk havanın yüzüme çarpıp yorgunluğumu bana unutturmasına izin verdim. Şehrin koşuşturmasını geri plana atarak kendi içime gömüldüm. Sabahtan akşamın yedisine kadar ayakta çalışmak yorucuydu ama bugün üstümde başka bir yorgunluk vardı. Canım da biraz sıkkındı.
Derin bir nefes alıp verirken dudaklarımın arasındaki buğuyu seyrederken ağır çekimdeymişçesine kendimi ve Bora’yı hayal ettim. Nasıl bir adam olduğunu bilmiyordum ama bana hissettirdikleri her türlü pisliği görmüş kenar mahalle Hüma'yı bile şaşkına çevirmiş işlevsiz bırakmıştı. Onu gördüğümde midemdeki kıpırdanmalar canlı hissettirmişti. Kendimi ölü gibi hissederken yüzüme tokat gibi çarpmıştı adeta. Bana onu ilk gördüğüm an da bir şey olmuştu ve korktuğumun başıma geldiğini sinyalini veren kalbimin sesini bastırmaya çalışarak yürümeye başladım.
Hızlı hızlı yürüyerek kalbimin sesini bastıracağımı sanmıştım ama durum gittikçe daha kötü bir hal aldı. Bora gibi bir adamla asla olamazdım. On beş yaşından beri erkekleri kendi ihtiyaçlarım için kullanıp atmış daha sonra yüzlerine bakmamış bir kızı hiç kimse istemezdi. Onlara bedenimi vaat ederek istediğim her şeyi aldırmaktan vazgeçemiyordum da üstelik. Lüks içinde yaşadıktan sonra kenar bir mahallede yaşamak çok ağır gelmişti öyle ki babam ben okurken bir ekmek getiremeyecek kadar çok içiyor kendini kaybederek bir yerde sızıyordu. O yüzden açlıktan yattığım geceler çoktu. Sabahları eteğimi kıvırıp beni gözüne kestiren ilk çocukla kantinde soluğu almaktan ilk zamanlarda utanmıştım ama açlıktan yeterince kıvrandığım için utancımı sildim. O günden sonra ise okulun orospusu oldum ama daha kimseyle ne öpüşmüş ne de yatmıştım. Beni görmelerine izin veriyordum sadece. Bu zamana kadar da şanslıydım. Başıma bela olan biri hiç çıkmamıştı. Kara listeye aldıklarımın bir daha sesi çıkmıyordu.
Metroya vardığımda turnikelerden kartımla çekerek hemen köşe bir yere geçerek metroyu beklemeye koyuldum. Etrafıma fazla bakmadan gelen metroya kalabalıkla bindim ve yine köşe bir yer bularak kendimi herkesten soyutladım. Yirmi iki yaşındaydım ve insanlardan yeterince sıkılmıştım.
Kırk dakikalık yoldan sonra çingene mahallesinde duran ve tek tük kişinin indiği istasyondan çıktım ve tanıdık yüzlerin olduğu sokaklarda montuma sarılarak yürümeye başladım.
“Kız Hüma!”
Şennaz arkamdan bağırınca gözlerimi yumarak nefesimi verdim. Yine beni bulmuştu.
“Kız beni duymuyor musun sen?” Romanların gülü Şennaz’ın topuklu terliklerinin sesleri Arnavut kaldırımlarında yükselirken omuzlarımı düşürerek döndüm.
Kırmızı pembe eteği, üstüne yapışan turuncu penyesi ve sarı maşalı saçlarıyla bana elindeki kek tabağıyla koşturuyordu. Otuzundaki güzel kadın onu kocasının elinden kurtardığım günden beri peşimi bırakmamıştı. Hoş yine kocasına dönmüştü ama benim sayemde değiştiğini adam olduğunu söylüyordu.
“Abe kız sen beni niye duymazsın? O kadar baktım sana baban evde yoktu sana kek yapmıştım verecektim. Kapının önüne de koyamadım kedi köpek yerdi elceaazlarımla hazırladım keki. Yazık günah olurdu.”
Burnuna mandal takılmış gibi konuşan Şennaz’ın zınk diye uzattığı kek tabağını alıp göğsüme yapıştırdım. “Ne zahmet ettin Şennaz. Sanırım kafede çalıştığımı yine unuttun. Gerek yoktu.”
Gülen kahve gözleriyle otuz iki diş sırıtıp “Onların hepsi gdolu. Ev yapımı mis gibi kek ye çalışıyorsun sen kız.” dediğinde aslında kendileri de kıt kanaat geçinmelerine rağmen böyle koca yürekli olmaları beni mahcup etti.
“Sağ ol senin kekin çok başka tabii. Hepsini yiyip bitireceğim.” dedim gülümsemeye çalışıp.
Şennaz yüzüme dikkatli bakmaya başladığında elini alnıma koyup endişeyle yüzünü düşürdü. “Hüma senin ateşin mi var? Rengin çok kötü. Hasta mı oldun?”
Bir de Şennaz’ın böyle bir yeteneği vardı. Asla hiçbir duyguyu ondan gizleyemiyordunuz.
“Canım biraz sıkkın. O da yorgunluktan.” diyerek açıkladım.
Bana inanmamış gibi yaparken “Öyle olsun. Evde çorba var gel içelim birlikte. İsmail işe gidecek ondan sonra çay çekirdek çıtlatırız. ” dedi beni kontrol altına almak için.
“Erkenden uyuyacağım sağ ol. Size afiyet olsun.” dedim ve yoluma dönerek devam ettim. Üzerime düşen insanlardan kaçmak gibi eğilimim vardı fakat kucağımdaki keke sarılıp Bora’nın iki kere eline krem sür demesi… Kaçma istediği duymamıştım o zaman. Başımı iki yana sallayarak taş kesilmesi için dua ettiğim kalbimin serap görmesini engelledim. Ciddi ilişki benim kalıbıma uygun değildi.
Çingene mahallesinde en dış bölgede kalan gecekondumuza geldiğimde tahta kapıyı açıp bahçeye girdim. Evin ışıkları yanmıyordu çünkü babam fatura için bıraktığım parayla gidip içmiş bizi karanlığa mahkum etmişti tıpkı beş yıl önce bıraktığı gibi. Kucağımdaki kekle çantamdan anahtarı alıp eve geçtiğimde küf kokusu burnuma doldu ama bu konuda yapacak bir şey yoktu çatı için on bin lira veremezdim. Buz gibi evde telefonumun ışığıyla mutfağa ilerleyip keki bıraktım ve soyunmak için odama geçtim. Polarlı pijamalarımı giydiğim gibi Şennaz’ın asla kabarmayan kekinden bir iki dilim yiyip üstüne bir bardak su içerek kalktım. Kalan keki ve bir bardak suyu da salonda orta sehpaya babam için bırakıp kendimi odama attım. Buz gibi yorganın altında ısınmaya çalışırken kendimi sıktım. Geçen ay en azından ısıtıcıyla biraz soğuğu kırabiliyor kemiklerim titremeden yatabiliyordum ama bu gece hem çok soğuktu hem de aklım hiç olmayacak yere kayıp dururken uyku aklıma bile gelmiyordu.
Bora artık sabahları kafeye geleceğini söylemişti. Gelir miydi? Taş kesilmeyen kalbim tekledi.
Kahveler için değil benim için geleceğini kafeye girdiği ilk dakikadan beri belli ettirmişti fakat ben ciddi bir ilişki yürütemezdim. Erkeklerden devamlı sinsice almayı bilir başımdan atmak için sabırsızlanırdım.
Güzelliğimden etkilenen erkekleri de tercih ederdim genellikle. Bora sadece güzelliğimden etkilenmiş gibi durmuyordu. Delici yeşil gözleri içimi görmek istercesine yoğun ve… ateşliydi. Uzattığı elini tutarsam yanacaktım. Yandığım gibi de kapılarımı açacak utancımla yüzleşecektim. Hem yıllar sonra kendimi kaptırdığım adam takılıp kalırsam ilerisi için asla yeterli olmayacaktım. O kazadan sonra ağır ameliyatlar geçirmiş yumurtalıklarımı kaybetmiştim. Karnımda iki çürük yumurtalık taşıyordum. Sevdiğim adamın hayallerini de çürütemezdim.