3. Bölüm

1874 Words
İyi okumalar dilerim... Melinda Kurt'tan anlatım... Kader; İnsanın alın yazısı ana rahmine düştüğü anda kaleme alınıp yazılırmış. Doğduğu ve öldüğü gün arasındaki o ince çizgide yaşayacağı hayatın tümüne denilir kader. Kadersiz insan var mıydı bu koca evrende? Ya da şansına küsüp mücadele etmeyi bırakanlarla mı doluydu ucu bucağı olmayan kainat? Doğudan batıya, kuzeyden güneye her birimizin farklı bir yaşam hikayesi hüküm sürmüştür dünya üzerinde. Her yaşamın bir katliamı illaki vardı. Dışarıdan zengin, toz pembe diye betimlediğimiz hayatların içinde bile derde derman olamayan hikayeler vardı. Asıl olan biz insanların hayat ile savaşıydı. Peki kadın olmak neydi? Bizim en büyük zorluğumuzdu hayat ile güreşmek. Yıllar önce sevmiş ve sonunu düşünmeden de evlenme kararı almıştım. İlk zamanlar her şey güzel gidiyorken bana yaşattığı ilk darbe kumar borcu olmuştu. Defalarca kez özür dilemiş ve bir kez daha olmayacağına dair sözler vermişti. İnandım. İnanmak istedim çünkü gerçekten de sevmiştim. Evliliğimizin ikinci yıl dönümünde bana hediye olarak yine bir tefeci borcu getirmişti. Üstelik adamlar benim evimde ve 'eğer ki paran yoksa biz karınla da hesaplaşırız' diyecek kadar cesaretliydi. Dünyamın yıkıldığını hissetmiştim. Yaşadığım ömrün altında ezilmek ve o güçlü yolları boşuna çıktığımı görmek öylesine acıydı ki, bunu tarif etmem imkansızdı. Yatak odama gidip özel kasada olan altınlarımı çıkarttım. Hepsini adamların yüzüne çarpıp hemen evimden çıkmalarını söyledim. Öyle ki, 'altınlar senin olsun hatun, sen bana yetersin' demişti içlerinden biri. O an ölmek istemiştim. Kocam olacak adam ise başı önünde sadece ağlıyordu. Başımı dik tutup 'cesedime bile dokumazsın' diyerek söylenmiş ve elime dede yadigarı hançeri almıştım. O an olay büyüyecek diye altınları alıp gitmişlerdi. Saatlerce elimde hançerle tekli koltuğa oturup öylece bekledim. Canım öylesine yanıyordu ki gerçekten ölmeyi ilk kez bu kadar arzulamıştım. Yerimden kalkıp yatak odasına geçip eşya toplamaya başladım. Belime sarılan kollar ile duraksayıp bırakmasını söylemiştim. Bıraksın ki gidebileyim. Hiçbir kadın böylesine bir onursuz yaşamı, namusu olmayan bir kocayı kabul etmemeli. Edemezdim bu adamı bir kez daha kabul edip kocam diyemezdim. Onu üzerimden savurmaya çalıştığım her an bana daha çok yapışmış ve sıkıca sarmalamıştı. Zorlukla ondan uzaklaştığım an telefonlarımız aynı anda çalmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadan birbirimizin gözleri içine baktık. O gece benim hayatımın bitiş gecesiydi. O gece benim en sevdiklerime veda gecemdi. *** Deli gibi fırladım yataktan. Yine aynı sesler, yine aynı kabus ve yine aynı yok oluşum. Ter içinde bir sağıma, bir de soluma baktım. Bedenimden süzülen terler vücudumu karıncanaldırıyordu. Daha şafak sökmemiş bir haldeydi. Yerimden kalkıp banyoya attım kendimi. Soğuk suyu açıp üzerimdekileri çıkartarak hemen küvetin içine girdim. Suyun serimliği nefesimi keserken, bir yandan da ayılmamı sağlıyordu. İçim cehennem ateşinde yanarken vücudum buz tutmuştu resmen. Bu kabusların sonu gelmeliydi artık. Rahatça nefes almam için, bu lanet hayatı yaşamam içim artık sonu gelmeliydi. Suyu kapatıp titreyen bedenimle küvetten çıktım ve bornozuma uzanarak hemen üzerime giydim. Gecenin serinliği dişlerimi titretirken kendimi banyodan mutfağa attım. Koridorun ışığı yanıyordu ve mutfak ışığını bu nedenle açma gereği duymamıştım. Kendime yine sert bir kahve yapıp sandalyeye oturdum. Elimde sıkıca kahve kupasını tutup dudaklarıma yaklaştırdım. Bir yudum içtim ve gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Zihnimin içinde yankılanan çığlıklar, karanlık görüntüler gidecek gibi değildi. Sıcak olmasına rağmen kahvemi içtim ve ayağa kalkarak bir tane daha yaptım. Başımı gökyüzüne çevirdiğimde yavaş yavaş günün ağardığını gördüm. Derin bir soluk alıp kahve kupasını mutfak tezgahına bırakıp yatak odasına geçtim. Üzerimdeki bornozu çıkartıp giysi dolabımı açtım. Beyaz iç çamaşırlarımı çıkartıp hemen giyindim. Üzerime beyaz tişört ve altıma da siyah eşofman giyerek yatak odasından çıktım. Banyoya geçip saçlarımı taradım ve havlu yardımı ile nemini aldım. Tekrar mutfağa geçip tezgahın üzerinde olan kahve kupamı elime aldım ve balkona geçtim. Martıların sesleri, mis gibi çam kokusunu içime çekip sandalyeye oturdum ve gökyüzünün ağarmasını izlemeye başladım. Her iç çekişimde sanki biraz daha aydınlanıyordu hava. Güneş ışıklarını yavaş yavaş bizlere sunarken, bu doğa harikası görüntüyü büyük bir keyifle izledim. Sanki içimdeki sıkıntıyı biliyor ve beni o karanlıktan kurtarmak istercesine çabucak doğuyordu güneş. Kahvemi bitirdiğim de güneş doğmuştu. Sessizliği bölen sadece martı sesleri değil, güne başlanacak alarm sesleriydi. Yerimden kalkıp mutfağa geçtim ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Selim ve Yasemin geleceklerdi. Malum bugün ilk önce tapu işlemleri yapılacak. Ardından bizde Yasemin ile mobilya bakmaya gidecektik. Dün Ümit beye gerekli bilgileri vererek bugün için izin istediğimde tahmin ettiğim gibi hiçbir zorluk çıkartmamıştı. Buz dolabını açıp kahvaltılıkları çıkartıp masanın üzerine koydum. Şöyle güzel bir menemen ve patates kızartması gayet güzel giderdi. Aslında hala daha kendimi avutma çabamdı bu kahvaltı hazırlığı. Derin bir soluk alıp kahvaltı tabaklarını çıkarttım. Peynir, zeytin, reçeller ve Selim'in olmazsa olması çemeninden servis edip masaya yerleştirdim. Uzun büyük servis tabağına domates, salatalık, biber doğrayıp üzerine kaşar lorundan ekledim. Biraz taze kekik ve pul biber serptikten sonra zeytinyağı gezdirdim ve masadaki yerine koydum. Hemen beş adet orta boydan biraz daha büyük olan patateslerin kabuklarını soymaya başladım. Patatesleri yıkayıp parmak şeklinde doğradıktan sonra tekrardan suda iyice yıkadım ve süzgüye koydum. Alt dolabı açıp bir kızartma tavası ve bir de menemen yaptığım tavayı aldım. Her ikisi de ocaktaki yerlerini aldığında kızartma tavasına göz kararı yağ koyup altını yaktım. Tam patatesleri tuzlayacağım an kapı çalmaya başlamıştı. Hızlıca mutfaktan çıkıp kapıya koştum. Beklemeden açıp gelenlere baktım. Yasemin "günaydın canım. Kusura bakma bu saatte dikildik kapına". Şaşkınca "saat kaç ki?". Selim "ooo daha sekiz bile olmadı". Başımı sallayıp hadi içeri geçin kahvaltı hazırlıyordum bende". Onları ardımda bırakıp mutfağa geçtiğimde Selim "ben de sıcak gevrek aldım". Kıkırdayarak "oh mis gibi kahvaltı yapacağız desene". İzmir'in en güzel yiyeceğiydi gevrek. Taze, sıcak ve çıtır çıtır bir lezzet. Derin bir iç çekerek tuzladığım patatesleri kızgın yağa atıp kızartmaya başladım. Yasemin'de bana yardımcı olarak çay demlemiş ve memeni yapmıştı. Her şey hazır olduğunda masaya geçip kahvaltı yapmaya başladık. Selin yine kendini kaybetmiş şekilde kahvaltısını yapıyordu. Başımı kaldırıp "Yaso bu çocuğun içkisi yok, kumarı yok ama acayip bir iştahı var. Ona göre baştan söylüyorum en çok mutfak masrafınız olacak". Yasemin gülümseyerek "zararı yok, o sağlıklı olsun da ne istiyorsa yaparım ben". Bıkkın bir soluk alıp "sana görümcelik değil, kaynanalık yapmam gerekiyor sanırım. Kız azıcık benden yana olsan ölür müsün?". Yasemin tebessüm ederek başını sağa sola salladı ve "kıyamıyorum ki Melo. Ben onun bana aşkla bakan gözlerine kıyamıyorum". Selim elindeki çatalı bırakıp oturduğu yerde geriye yaslandı. Öyle bir tutku vardı ki gözlerinde içim titremişti. Gülümsedi, elini kaldırıp Yasemin'in yüzüne yerleştirdi ve "sana ölünür sevdam. Sana hayat olunur ama ölünür". Kendimi toparlayarak elimi birkaç kez masaya vurdum. Derin bir soluk alıp "kimse ölmüyor hadi kahvaltıya devam. Daha bir ton işimiz var". Selin "sen çok konuşma çirkef. Kalk abine okkalı bir çay koy". Ağzım açık bir şekilde başımı kalırdım ve Selim'in gözleri içine baktım. Şaşkınca "ben miyim çirkef?". Selim başını sallayıp "senden alasını görmek daha nasip olmadı bu kula". Yerimden kalkıp ellerimi belime yerleştirerek "ne çirkefliğimi gördün be. Ayıp ayıp insan hiç kardeşine öyle çirkef der mi?". Selim kolunu Yasemin'in omzuna atıp "hayatım şuan karşında ne görüyorsun?" diye sordu. Anlın bir şekilde üzerime baktım. Sonra kollarımı iki yanıma indirip "tamam be birazcık olabilirim. Benden alası da var ayrıca tamam mı?". Selim ve Yasemin kahkaha atmaya başladığında ben de onlara katıldım. İkisi de haklıydı ki, benden ala çirkef yoktu. Kahvaltının ardından hemen hazırlanmış ve evden çıkmıştık. İlk olarak tapuya gidip randevu almış, ardından evi Selim'in üzerine satış olarak vermiştim. Onu zorla yanımızdan gönderdiğimde bizde bir taksi yardımı ile Karabağlar semtine gelmiştik. Artık kesinlikle bir araç alma vaktimin geldiğini de bu sayede anlamıştım. Verdiğim adrese geldiğimizde hemen taksi ücretini ödeyip taksiden inmiştik. Yasemin "kızım en azından ben ödeseydim. Böyle yaptıkça üzülüyorum". Bıkkın bir soluk alıp "Yasemin sen ailene destek olacaksın anladın mı? Sıçtırma şimdi taksi parasına. Hadi gel bir an önce mobilya bakalım". Birlikte kol kola mobilya mağazasına girdiğimizde Nevruz hanım hemen yerinden kalkıp "hoş gediniz Melinda hanım. Çok uzun zaman olmuştu". Tebessüm edip "hoş bulduk Nevruz hanım. Dediğiniz gibi baya bir zaman oldu. Şimdi de yanımdaki güzel hanım için geldim. Şöyle bu sene neler moda, hangi renkler göz dolduruyor bize yardımcı olur musunuz?". Nevruz hanım "hay, hay buyurun ilk önce bir üst kata çıkıp modellere bakalım. Ardından kartelalardan renk ve kumaş cinsi seçeriz". Nevruz hanımı takip ederek bir üst kata çıktık. Burası oldukça geniş ve fazlasıyla model barından mobilya mağazasıydı. Yasemin "ay Melo hepsini alasım var" dediğin de kahkaha atmaya başladım. Sonuç olarak hakkı vardı, benim bile bir takım koltuk alasım geldi. İlk önce salon takımı ve yemek odası baktık. Yasemin çalışacağı için spor klasik bir takım olmasını istemişti. Bu konuda ona hak veriyorum. Çalışırken ev temizliği gerçekten de zor oluyordu. Güzel bir salon takımı ve onu tamamlayan yemek odası takımı seçmiştik. Ardından oturma gurubu bakmaya başladığımızda "Yaso istersen L koltuk takımı bak. Hep temizliği kolay, hem de geniş bir alan kalmış olur". Yasemin başını sallayıp "ben şu petrol mavisi takımı beğendim. Bir de şu lake beyaz yaşam ünitesini". Başımı sallayıp "Nevruz hanım Yasemin'in beğendiği tüm eşyalar bir ay içinde hazır olsun. Biz ödeme kısmı için aşağı inelim". Hep birlikte aşağı indiğimizde Nevruz hanım seçtiğimiz tüm eşyaların ücretini çıkartmıştı. Yasemin her ne kadar faturayı görmek istese de ona engel olup ofisten dışarı çıkarttım. Ödemeyi yapıp onun yanına gittiğimde "hazır kız kızayız bir Alsancak yapar mıyız?". Yasemin mahcup bir tavırla "hesabı ben ödeyeceğim ama". Bıkkınlıkla başımı sallayıp "tamam başımın belası hesaplar sende". Birlikte Nevruz hanımla vedalaşıp yine bir taksi yardımı ile Alsancak semtine geldik. Sahile inip kordona doğru yürüyerek biraz zaman geçirdik. Bahar öylesine yakışıyordu ki İzmir'e iyi ki burada doğdum ve iyi ki burada yaşıyordum. Sahil kıyında bir mekana oturup saate baktım. Ne ara saat 16:00 olmuştu farkında bile değildim. Yasemin'e bakıp "bira midye" diyerek göz kırptım. Yasemin gülümseyerek "çok iyi olur buz gibi içimizi serinletir". Garsona siparişlerimizi verip öyle tatlı bir sohbete daldık. O heyecanını anlatırken ben eski günlerin ağına yakalanmıştım. Bizde kız kardeşimle alış veriş sonraları böyle oturur yorgunluk atardık. O dönem ben evlenecektim, o da biri ile ciddi anlamda görüşmeye başlamıştı. Ben ona içimdeki heyecanı anlatırken o yeni tanıştığı çocuğu ve nasıl biri olduğunu anlatıyordu. Zihnimden anıları def ederken Yasemin "Melo bu tarafa gelmişken gelinlik modellerine de baksa mıydık? ". Başımı olumsuzca sallayıp "ee buraya oturmadan önce söyleseydin ya. Olmadı haftaya gelir bakarız olur mu? Ben de kendime abiye bakacağım". Yasemin başını sallayıp "daha o kadar eksik olan şey var ki, nasıl kısa zaman da toparlayacağız hiç bilmiyorum". Tebessüm ettim o an. Derin bir nefes alıp "düşündüğün şeye bak Yaso. Allah sağlık versin gerisi elbette hal yoluna girer". Başını sallamakla yetindi. Biliyorum ne dersek diyelim içinde acabalar hep olacak. İşte nasıl yetişeceğiz, şu eksik kaldı almamız lazım ve benzeri bir sürü takıntı. Hal bu ki akan su yolunu buluyordu bir şekilde. Siparişlerimiz geldiğinde daha eskilerden konuşmaya başladık. Onun çocukluğu, benim yaramaz günlerim derken saat ne ara sekiz olmuştu farkında bile değildim. Selim yanımıza geldiğinde "pis ayyaşlar" diyerek takışmıştı bize. Hep birlikte mekan değiştirdiğimizde Selim "şöyle ocak başına gidip rakı mı içsek?". Ben sevinçle "olur ama bizim ustaya gidelim Adana usulü olsun". Gecemiz öylesine güzel geçmişti ki, sanırım yavaş yavaş iyileşiyordum. Kalbim bunu kabul etmek istemese de iyileşmek ve hayatta kalmak zorundaydım. Yaşıyordum, nefes alıyordum. Güçlü olup ayaklarımın üzerinde durarak yaşamak zorundaydım. Selim ve Yasemin beni eve bıraktıklarında yorgun adımlarla çıkmıştım merdivenleri. Hal bu ki asansör vardı ama hiç sevmezdim ki ben. istediğim tek şey ılık bir duş ve ardından derince uyuyacağım uykuydu. Çantamdan anahtarımı çıkarttım ve kilide yerleştirdim. Kilidi iki kez çevirmeyi beklerken ilk çevirişte açılması şaşırmama sebep olmuştu. Ayakkabılarımı çıkartıp eve adım attığım o an tüylerimin ürperdiğine yemin edebilirim.  Çantamı yere bırakıp kapıyı kapattım. Sol tarafıma dönüp salon ışığını yaktığım o an, dudaklarımdan kopan çığlığa mani olamamıştım... Bölüm bitti...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD