bc

Gecenin Komutanı

book_age18+
882
FOLLOW
8.3K
READ
dark
family
HE
mafia
heir/heiress
drama
tragedy
sweet
lighthearted
serious
kicking
city
love at the first sight
like
intro-logo
Blurb

Yüzbaşı Feza Duman, biyolojik ailesine dair tek izin peşindeyken tayinini Şırnak'a aldırır. Geçtiği dağ yolunda karşısına kanlar içinde bir adam çıkar. Feza kimliğini gizleyerek adamı arabasına alır.Binbaşı Ilgaz Erden, teröristlerin içine sızdığı gizli görevde ifşa olmuştur. Elindeki hayati delillerle ve yaralı şekilde dağ yolunda kaçmaya başlar. Ancak yolda farklı plakalı bir sivil araç görüp durdurur. Peşlerinde ölüm varken karşılaşan bu iki yabancı bir aksiyonun içine sürüklenecek. Karanlık köy yollarında, mermilerin gökyüzünü yırtarak geçtiği bu gecede başlayan bu tanışma; ihanetle, sırlarla, ölüm kalım mücadelesiyle ve derin bir çekimle sınanacaktır.

chap-preview
Free preview
İlk Karşılaşma
Feza direksiyonu sola kırarken, Kaya’nın telefonun ucundan savurduğu beddualar art arda geliyordu. “İnşallah saçlarını şampuanlarsın da sular kesilir. İnşallah çayını koyduktan sonra şekerin bittiğini anlarsın salak.” Feza kaşlarını çatarak, “Ben çayı şekersiz içerim. Bari doğru beddua oku,” diye karşılık verdi. Kaya’nın görmeden bile gözlerini devirdiğini adı gibi biliyordu. Ama Kaya durmadı, asla da durmazdı. “İnşallah postallarının içine su kaçar da ayakların mantar olur. İnşallah düz yolda düşersin de havan söner.” Onun beddua repertuvarı sınırsızdı; dedikoducu teyzelerle yarışırdı. Bu huyu karşı komşuları Rukiye Teyze’den kapmıştı. Mesai bitimlerinde iki paket bol tuzlu çekirdek alıp Rukiye Teyze’nin kapısında saatlerce dedikodu yaparlardı. Feza da yanlarından geçerken göz devire devire eve girerdi. “Kes salak,” dedi Feza, karanlık dağ yolunda farlarının aydınlattığı her gölgeyi inceleyerek. Yol ıssız, hava keskin soğuk, sessizlik uğursuzdu. Benzini azdı; en son durduğu benzincideki pompacıya uyuz olduğu için almamıştı. “Şırnak’a kadar idare eder,” diye düşünmüştü, ama ibre tehlikeli seviyeye yaklaşmıştı. Bu yol niye bitmiyordu? Az önce bir kurt uluması duymuştu. Kaya arayınca da dilinden kurtulmak için hemen açmıştı, çünkü onu beklemeden yola çıkmıştı. Feza ve Kaya, yetimhaneden tanışıyor, kardeşten öte bir bağ taşıyorlardı. Kumral saçları, ela gözleri yüzünden herkes onları öz kardeş sanırdı. Yaş aldıkça yabancıların yorumları değişse de, onlar hiç umursamamıştı. Asker olma hayallerini birlikte gerçekleştirmişlerdi. Feza daha çok çalışıp onun komutanı olmuştu ama bu, aralarındaki bağı bozmamıştı. En son başarılı bir operasyondan sonra tayinlerini bu şehre aldırmışlardı. Timleri de peşlerinden gelecekti. Yıllarca biyolojik ailelerini aramışlardı. Kaya hâlâ ailesinden iz bulamamıştı ama geçen ay Feza ile ilgili bir gelişme olmuştu. Şırnak’a gelmesinin sebebi buydu. Kaya’nın sesi telefonda yükseldi: “Sen nasıl beni beklemeden yola çıkarsın FEZA! Bir gün daha bekleyemedin mi? Arabayı da almışsın!” “Abartma. Bir gün daha bekleyemezdim. O aileyi görmem lazım. Yarın otobüsle gelirsin,” dedi Feza. Kaya küfretti, söylenip durdu,“Aklına tüküreyim lan ben senin. Allah’tan lojmanı önceden ayarlamışız. Sokaklara düşecektin yoksa. Varınca beni ara. Bu gece yola çıkacağım,” deyip yüzüne kapattı. Böyleydi onlar. Kavga eder, bağırır, küfreder ama birbirinden kopamazlardı. Bu hayatta en çok birbirine değer verirlerdi. Feza telefonu ön konsola takıp yan koltuktaki poşetten bir paket cips aldı. Tam ağzına bir tane atmıştı ki yol kenarında bir kıpırtı gördü. Kaşları çatıldı, eli refleksle torpidoya gitti. Bu dağ yolunun başlangıcında devriye gezen askerler onu durdurmuş, bu yolun tekin olmadığını söylemişlerdi. Yüzbaşı kimliğini göstererek geçmişti ama tetikteydi. Burası kestirmeydi çünkü. Arabanın hızını düşürdü, montunun fermuarını açtı. Ay ışığında ağaç gölgelerini tararken, birden ani fren yaptı. İri yapılı bir adam yolun ortasında dikiliyordu. Simsiyah saçları ve kahverengi gözleri far ışığında parlıyordu. Siyah kot pantolon ve mont giymişti. Eliyle göğsünü tutarak Feza’ya doğru yürümeye başladı. Feza sol eliyle silahını kavradı, adamın yaklaşmasını bekledi. Gözleriyle çevreyi taradı; pusu ihtimali için kulak kesildi. Binbaşı Ilgaz, tek başına bir operasyona çıkmıştı. Görevin ne olduğunu tim arkadaşları bile bilmiyordu. Hedefini aylarca izlemişti. Kılık değiştirmiş, aralarına sızmış, güvenlerini kazanmıştı. Ama bir yerde hata yapmış olmalıydı. Belki yanlış bir bakış, belki bir kelime fazlası… Bilmiyordu. Bildiği tek şey, kimliğinin açığa çıktığıydı. Ve şimdi peşindeydiler. İçini rahatlatan tek şey kaçarken delilleri ele geçirmiş olmasıydı. Mora dağının karanlık kısımlarında saklanarak yaralı bir şekilde şehir merkezine yürümeye çalışırken duyduğu araba sesiyle bir kayanın arkasına sinmişti. Ancak gelen arabanın farklı şehir plakasına ait olduğunu görünce hemen pustuğu yerden çıkmış ve yola ulaşmıştı. Arabanın önüne adım attı. Şoförün silueti seçiliyordu—kadındı. Şaşkınlıkla, dikkatle ona bakıyordu. Araba durduğunda göğsündeki yanma hissi her nefeste biraz daha derinleşiyordu. Bir an önce arabayla uzaklaşması gerekiyordu. Parmaklarını göğsüne bastırdığında sıcak, yapışkan kan eline bulaşıyordu. Kurşun yemişti ve fazla vakti yoktu. Mora Dağı’nda yalnız başına kalmak ölüm demekti; hem de kendi görev arkadaşları olmayan, dağın öte yakasındaki piçler tarafından. Feza bakışlarını ona yaklaşan iri bedene çevirdi. Ilgaz ise kızın yüzüne bakakalmıştı. Rüya falan mı görüyordu? Bu saatte bu dağ başında kuş uçmaz kervan geçmez yerde böyle güzel bir kadının tek başına ne işi vardı? Camı açması için işaret etti. Elindeki kan dikkat çekiciydi ama kadının fark edeceğini sanmamıştı. Feza ise kanı çoktan fark etmiş ve camı biraz indirip silahını saklamıştı. “Beni şehir merkezine bırakman lazım, acil,” dedi Ilgaz tok bir sesle. Gözleri etrafta gezinirken yarasından dolayı çok acı çekiyordu. “Yaralı mısın?” Ilgaz soruyu pas geçti, “Bu saatte, bu yolda, tek başına bu çıtı pıtı halinle..." diyerek sustu. Daha fazla içinde tutamamıştı. Feza'nın bu lafla siniri tepesine çıkarken Ilgaz devam etti. "Tekin değil burası. Yardım edecek misin? Keklik gibi bekliyoruz!” Feza kısa bir tereddütten sonra, “Atla,” dedi. Ilgaz arkasını kontrol ederek arabanın arkasından dolandı. Yan koltuğun kapısını açarken üzerindeki abur cuburlara baktı. Feza hepsini ön panele toplarken Ilgaz derin bir nefes alarak zorla koltuğa oturdu. Otururken çevreyi taramayı sürdürdü. Bir yandan “Bu kız kim? Burada ne işi var? Sivil mi, yoksa onlardan biri mi…?” diye düşünüyordu. Mora Dağı’nda rastgele birine güvenmek ölüm fermanı olabilirdi. Ama şansı kalmamıştı. Arkadaki adamlar yaklaşmadan köy yoluna sapmaları gerekiyordu. Durumu gerçekten kötüydü. Zor nefes alıyordu ama arabanın içine girince aldığı hoş koku sinirlerinin yatışmasını sağlamıştı. Bu güzel koku kadından geliyordu. Feza ise arabadaki yoğun kan kokusunu hemen aldı. Bakışlarını adama çevirip gaza basarken bilmesine rağmen "Kaza falan mı geçirdin?” diye sordu. Ilgaz ilk defa bir kadını gerçekten merak etmişti. Başını ona çevirip dikkatle inceledi. Kız arabanın tepe lambasını yaktığı için daha net görüyordu. Parlak kumral saçlar ve dehşet güzel ela yeşil karışımı gözleri vardı. Sonra dalgınca, “Sen öğretmen falan mısın? Yeni mi atandın?” diye sordu. Ardından kadının niyetini ölçmek için ekledi. "Otobüsle gelseniz olmaz mı? Böyle yollara tek başına… askeri kontrol noktasında durdurmadılar mı seni? Size promosyon olarak mı veriliyor bu cesaret?” Feza içinden bu ne ya! Diye geçirdi. "Sanane kardeşim" dedi sinirle. “İnsanlık etmişim, arabaya almışım. Teşekkür edeceğine…” "Kızım Mora Dağı burası. Mora! Metropol yollarına benzemez. Dua et karşına ben çıktım. Yoksa burada başına gelmeyen kalmazdı." Aynadan yolu kontrol etti yine. "Ayrıca gaza bas!" Feza da arkayı kontrol etti ama karanlık boş yoldan başka bir şey göremedi. "Kızım sensin!" Dedi ona dönüp sinirle gülerek. "Çattık akşam akşam ya." Ilgaz hâlâ kızdan şüpheleniyordu ama bir bok yemiş arabaya binmişti. Terörist olsa şimdiye işini çoktan bitirmeye çalışırdı diye düşünerek kendini avutuyordu ama yine de kızın bu agresif lafına ters ters bakmayı ihmal etmemişti. Feza ise onun ters bakışına ve yakışıklı yüzüne sinirle bakarak bir anda arabayı durdurdu. Akşam akşam kimseyi çekemeyecekti. Zaten bir sürü işi vardı sabah. Bir an önce lojmana gidip yerleşmesi gerekiyordu. "İn lan arabamdan hödük" diye bağırdı. "Yok, suç sende değil, ne idüğü belirsiz adamı arabama alan bende suç. Önce düzgünce konuşmayı öğren Allah'ın dağ ayısı!" Bağıran sesiyle yüzünü buruşturdu Ilgaz. Amma da gür sesi vardı kızın. "Ciddi misin?" “Gayet” dedi Feza işaret parmağıyla kapıya yönelmesini isterken. Fena yakışıklı olsa da insanda beyin namına bir şey olmayınca olmuyordu işte diye geçirdi içinden. Bu kız onlardan biri değildi. Bu belliydi artık. Bu kadar iyi rol yapamazdı. “Gaza bas, hemen!” Başını çevirip arka yolu kontrol etti. Eli yine göğsüne gitmişti, çok kanaması olduğunu fark etmemek imkânsızdı. Sonra aniden sertleşti. “Sür şu arabayı." Feza şaşırdı. “Sen kimden kaçıyorsun? Arkada kimse yok ayrıca” dedi. Ilgaz dişlerini sıktı. “Yaralıyım. Arkamızda birileri var, on dakikalık mesafedeler. Benzinin az. Şehir merkezine yetişemeyeceğiz. İlk sağdan Molla Köyü’ne gireceksin. Bayılırsam muhtar Hamit’i bul.” Kadın, “Tamam,” dedi. Hiç paniklememesi Ilgaz'ın aklını karıştırsa da elinde başka seçeneği yoktu. Her ihtimale karşı bir eli montunun cebindeki silahındaydı. Arabayı sürdü. Ilgaz’ın gözleri ağırlaşıyordu; kan kaybı onu bitiriyordu. Dudakları kurumuştu. Kadın ona su uzattı. Ilgaz şişeyi aldı ama içiyormuş gibi yapıp içmedi. Ardından ağzına ilk geleni söyledi. “Güzel kızmışsın,” içinden küfür etti ama o bunu sadece bilincini açık tutmak için söylemişti. Kadının göz devirdiğini gördü. "Güzelsem sanane, hanzo musun sen?" Diye sorduğunda hafifçe güldü. Kafasını yukarıya kaldırıp gözlerini sertçe açıp kapattı. "İlk sağdan köy yoluna gireceksin." "Anladık" diye tersledi Feza adamı. 'Kaya benim ağzıma sıçacak' diye de geçirdi içinden. Daha Şırnak'a gelemeden başını yine belaya sokmuştu. Kaya ona felaket tellalı lakabını taktığı için haklı çıkacaktı yine. Bu adama elbette güvenmiyordu ama söylediklerinden 'bayılmak üzere' olduğu kısmın doğru olduğunu anlamıştı. Yüzü ilk gördüğü an'a göre çok daha solgundu, çenesinin kenarı kasılıydı. Kanaması hâlâ devam ediyordu. Battı balık yan giderdi. Zaten benzini de azdı. O olmasa da köye sapmak zorunda kalacaktı. Adamı bu halde arabadan atacak değildi hem. Bir de merak etmişti kimden kaçıyordu. Asker kimliği her şekilde alarm veriyordu Feza'nın. "Eee, ne işin var senin bu kuş uçmaz kervan geçmez yolda" diye sordu Ilgaz. Kendinden geçmemek için sürekli konuşmaya çalışıyordu. Normalde boş konuşmayı hiç sevmezdi. Özellikle tanımadığı insanlarla. "Belli ki başının çaresine bakan bir tipsin de burası senin oralara benzemez." Kızın başka bir şehirden geldiği belliydi plakadan. Üzerinde şişme montuyla altında siyah bir tayt vardı. Vücut hatlarına takıldı gözü. Kıvrımlarında dolaşarak bacaklarına uzun uzun baktığını fark etti. Sonra içinden kendine küfür edip kafasını önüne çevirdi. "Haklısın" dedi Feza gaza biraz daha yüklenerek. "Senin gibi tipler karşıma çıkar bu dağ başında değil mi?" Ilgaz gelen gülme isteğini bastıramadı. Dişli ve ateşli bir kadındı belli ki. Yalnız olmalarına rağmen korkmadan ona kafa tutuyordu. Hatta dayanamayarak hafif bir kahkaha atınca ses tonunun çekiciliğiyle Feza'nın bakışları da ona kaymıştı. Ilgaz yarasına bastırmış gülerken ağzının içinden homurdandı. "Böyle bir gecenin sonunda karşıma çıkana bak!" "Bence şansını zorluyorsun!" Dedi Feza. "Gaza bas biraz daha." Sağa doğru kıvrılan dar köy yoluna girdiğinde lastikler çakıl taşlarını savurdu. Far ışığı artık önlerini tam aydınlatamıyordu, sağlı sollu ağaçlar yolu daraltmıştı. Bir süre daha dümdüz ilerledikten sonra arkaya kısa bir bakış attı Feza. İşte oradaydılar. Farları kapalıydı ama motor seslerinden varlıkları belliydi. Onlardan beş dakika sonra köy yoluna girmişlerdi ve hızla yaklaşıyorlardı. “Geldiler,” dedi yanındaki. Sesi hâlâ tok ama içinde bir acele vardı. "Panik yapma sakın tamam mı? Yoldan asla çıkma, ne olursa olsun." Acaba kan davası falan mı vardı? Böyle bir olayın içine düşmek istemezdi açıkçası diye düşündü Feza. Ilgaz çok kötü durumda olmasına rağmen son gücünü kullanıyordu. Eli ceketinin altındaki silahına gitti. Feza'nın “Siktir," demesine kalmadan camı indirip bedeninin yarısını dışarı sarkıttı. Gecenin sessizliğini ilk kurşun sesi yardı. Arkadaki aracın ön camına doğru üç el ateş etti. Tekrar oturduğu an arabada bir telefon sesi yankılandı. Ilgaz'ın bakışları direksiyonun yanındaki telefonun ekranına kaydı. Onunla aynı anda Feza da telefonuna bakmıştı. Ekranda Kaya'nın ismi olan "Zırtapoz" yazısını görünce içinden bir küfür savurdu. İçine doğmuştu yeminle. Şimdi telefonu açarsa silah seslerini duyup kafayı yer, ardından da onu yerdi. Onsuz basıp gittiği için zaten ağzına sıçacaktı. Elini uzatıp aramayı sessize aldığı an, arka arabadan karşılık geldi. Başını eğdikten sonra yanındaki, "Kafanı eğ, korkma. Sakın yoldan çıkma!" diye bağırdı. Zaten eğmişti ya! Sinirli gözlerle önce dar yola sonra ona baktığında gözü adamın silahına takıldı. Tepe lambasının ışığında silahının üzerindeki parlayan sembolü çok net gördü. Ay yıldız vardı… Gözleri istemsizce büyüdü. Demek bu adam da ya askerdi… ya da polisti. Ve o bütün bu süre boyunca onu dağ ayısı ve hödük diye azarlamıştı. “Bize yetişmelerine izin verme!” dedi adam, tekrar bir el daha sıkıp içeri girerken. Elini iç cebine soktu, başka bir silah çıkardı ve ona doğru uzattı. “Bunu al. Eğer bana bir şey olursa kendini olabildiğince koru. Ve dediğim muhtarı bul,” dedi, arkayı kontrol ederken. Ardından seri, kısa cümlelerle silahın mekanizmasını, şarjörünü, emniyetini anlattı. Feza ise zaten bildiği şeyleri dinlerken hiç konuşmadan sadece arabayı sürüyor, arkalarındaki adamların yaklaşmaması için hızını sabit tutuyordu. Kız cevap vermeyince ve silahın nasıl çalıştığını anladığını gösteren bir belirti göstermeyince “Akıllı bir şeye benziyorsun. Yapabilir misin?” diye sordu. Feza ise adamdaki egoya uyuz olduğu için yüzbaşı olduğunu söyleme gereği duymadı. Buradan kurtulurlarsa yarın zaten karargahta görebilirdi. “Ateş açabilirim,” dedi sadece dudak kenarları gerilirken. Dikiz aynasından arkaya baktı. Arkadaki araç uzun farlarını yakmıştı, ışık gözlerini kamaştırdı. Yan camdan biri ateş etmek için sarkıyordu. Arabada sadece dört kişi vardı. İşi kolaydı. "Dikkat et," dedi kafasını öne eğerek. Ilgaz da aynı anda eğilmişti ve kurşun arkadan gelip ön camına saplanıp orayı çatlatmıştı. Kaya kafasını sikecekti! “Sola dön!” diye talimat verdi adam. Direksiyonu hızla kırdı. Molla Köyü tabelasının yanından geçtiler. Ayağını gazdan çekmedi. Lastikler çakılları savururken, adamın kanı koltuğa sızıyordu. Bilincini yitirmek üzereydi. "Dayan!" diye bağırdı Feza. Göz ucuyla baktığında, göğsündeki yaranın derin olması gerektiğini anladı; siyah montu ıslak ve ağır kan kokuyordu. "Molla Köyü..." diye inledi adam, başı öne düşerek. "Muhtar... Hamit..." Ilgaz kendinden geçmek üzere olduğunun farkındaydı ve daha fazla direnemiyordu. Çok kan kaybetmiş ve çok üşüyordu. Gözlerini açık tutamıyordu. "Uyuma!" diye bağırdı Feza. Arkadaki araba hâlâ takipteydi. Farları açık, sessiz ve ölümcül bir şekilde yaklaşıyorlardı. Arazi aracı olduğu için bozuk yollardan daha kolay geçiyordu. “Kim bunlar?” diye bağırdı arkadan ateş açılırken. İsmini bilmediği, bayılmak üzere olan adama göz ucuyla baktı. “Teröristler,” dedi Ilgaz zorla. Sonra bakışlarını ona çevirdi. “İçlerine sızmıştım, ifşa oldum. Buradan kurtulursak sana bir can borcum olacak, öğretmen hanım. Ayrıca itiraf etmeliyim tahminimden daha iyi idare ediyorsun.” Direksiyona sarılı elleri bir an gevşedi Feza'nın. Askerdi demek. “Öğretmen olduğumu söylemedim." Cevap vermedi Ilgaz. Verecek hali yoktu. Onun yerine son gücüyle doğrulup camdan sarkıp peş peşe dört el sıktı. Arkadaki aracın ön tekerleğini hedef almıştı zaman kazanmak için. Tekerini patlattığı araba sağa sola yalpalamaya başlayınca Feza hızlarını artırdı. Akıllı kızdı gerçekten de. Onun yerinde başkası olsa korkudan düşer bayılırdı. Ilgaz bunları düşünürken bir anda yana eğilip kapıya doğru kan tükürmeye başlamıştı. "Sıçtık," dedi içinden Feza. Gaza sonuna kadar yüklenmesiyle birlikte motor inledi. Arkadan gelen araç da kontrolü sağlayıp hızını artırdı. Onların aracında lastik patlasa da yol tutuşu iyiydi. “Sağdan devam et, birazdan dar bir köprü var,” dedi Ilgaz. Nefesi kesik kesikti artık. Durumu hiç iyi değildi. Olayı devralma zamanı gelmişti. Bu adam gidiciydi. Sağa sapıp dediği köprüye girdi. Ahşap tahtalar lastiklerin altında uğuldadı. Köprüden son sürat geçtikten sonra ayağını frene gömdü. Araba fren sesleriyle birlikte savrularak yol kenarında durdu. İki silahı da kaptı. Kapısını hızla açıp aşağı atladı. Soğuk hava ciğerlerini keserken arabanın açık kapısını kendine siper etti. Ilgaz hayal meyal gördüklerine anlam veremedi. Arabanın durmasıyla öleceklerine emin oldu ama elinden bir şey gelmiyordu. Kıza akıllı demişti ama o ölümlerine sebep olacaktı. Cebindeki flash belleği hızla çıkartıp arabanın camından ağaca doğru fırlattı. Dudaklarından zorla çıkan kısık bir sesle, “Ne yapıyorsun?” diye inledi kadına doğru ama cevap alamadı. Kendinden geçmek üzereydi, iyi bile dayanmıştı. Birazdan yakalanıp öldürüldüğünde flash belleği bulamasınlar diye düşündü. Belki timi bölgede çalışma yaparsa belleğe ulaşırdı diye ümit etti. Ardından bilinci tamamen kapandı. Feza ise adamın gözlerinin kapandığını gördükten sonra silahını doğrultarak arabanın onlara yaklaşmasını bekledi. Biyolojik ailesine dair tek iz, onu bu şehre sürüklemişti. Ve daha ilk dakikada başına gelene bak…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
310.7K
bc

Too Late for Regret

read
289.4K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.2M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
138.0K
bc

The Lost Pack

read
402.2K
bc

Revenge, served in a black dress

read
147.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook