3.BÖLÜM "NESTERİNZAR"
Nesterinzar, gül bahçesi.
Kapının gıcırtısıyla tavanda olan gözlerini kapıya çevirdi genç adam. Bembeyaz uzun tül elbisesiyle genç kız ürkekçe kapıyı kapatıp adama yaklaştı. Süt gibi teni odanın karanlığında parlıyordu. Uzun ince bir sabahlık giymişti. Altına göğüs kısmı ipten ince askıları olan bir gecelik ve tüm bacaklarını ortaya seren kısa bir şort giymişti. Genç kız yatakta bir elini başının altına almış çıplak göğsüyle uzanıp kendisine bakan genç adamdan kaçırıp minicik ayaklarıyla yatağa yanaştı. Genç adam kendisine yaklaşan bu meleği görünce bedeni kasıldı. Kız yatağın yanına gelip küçük köşesine oturdu. Titreyen ellerinden biri yavaşça adamın alnına götürüp özgürce kendini salmış saçlarının uçlarına dokundu. Genç adamın bakışları kızı dikkatlice izliyordu. Uzandığı yerden doğrulup kızın alnında olan elini tutup ani bir hareketle kızı kucağına çekti.
Kız bu hareketle ufak bir çığlık atıp ellerini adamın göğsünün üstüne bıraktı. Genç adam bir elini kızın kalçasına koyup kızı karnının üstüne oturttu. Diğer eliyle kızın yüzüne düşmüş gece karası saçlarının bir tutamını alıp burnuna götürdü. Gözlerini kapatarak içine derin bir nefes çekti. Kirpiklerini aralayarak yüzünü kızın boynuna gömdü. Derin nefesler alarak fısıldadı. "Nesterinzar!"
Başını kızın boynundan kaldırıp kızın yüzünü inceledi. Ela gözleri, bembeyaz teni, küçücük burnu, kıpkırmızı dudaklarıyla adamın aklını çeliyordu. Adam yüzünü kızın yüzüne yaklaştırıp burnunu kızın küçük burnuna sürttü. Kız adamın bu hareketiyle küçük bedenini hareket ettirdi. Adam kızın bu hareketiyle ellerini kızın kalçalarına koyup bedenini bedenine astırdı. Arzuyla kasılmış bedeni bu kızı istiyordu. Şimdi şu dakikada hiçbir şeyi umursamadan bu kızı altına alıp vahşice sahip olmak istiyordu.
Genç kız adamın aklındakileri bilmeden küçük ellerini adamın kısa sakallarının üstüne koyup gözlerini gözlerine dikti. "Bul beni" fısıldadı genç kız. Dudaklarını adamın dudaklarına sürtüp adama baktı. Kalçalarını oynatıp bedenini altındaki bedene sürttü ihtiyaçla. "Ah!" diye inledi.
Genç adam inlemeyle aklını kaybedecek gibi oldu. Kızın her hareketinde alttaki erkekliği ihtiyaçla kasılıyordu. Kızın kalçasındaki ellerini sıkılaştırıp kızın sıkı dolgun kalçasını sıktı. Kızın sıcak kuytusunu erkekliğine bastırdı. Hırlayarak karamış gözlerini kıza dikti. Bu melek aklını kaybetmesine neden olacaktı. Bu anın hiç bitmesini istemiyordu.
Genç kız adamın kalçalarındaki ellerinden destek alarak bedenini yavaşça adamın bedenine sürtmeye başladı. Genç adam hissettiği arzuyla başını geriye atıp inledi.
"Ah!"
Genç kız adamın yüzünü tutup dudaklarını dudaklarına sürttü bir kez daha. Yanan yanakları, buğulanmış gözleriyle fısıldadı adama.
"Beni kurtar. Beni bul!"
Genç adam kızın her ayrıntısını hafızasına kazımak istercesine inceledi. Küçücük bedeni kafasını allak bullak etmişti. Kızın her ayrıntısını inceliyor hafızasına yazıyordu. Küçük ayakları, incecik beyaz bacakları dolgun kalçaları, vücuduna göre gelişmiş geceliğin üstünden belli olan memeleri, yanmış yanakları ile aynı bir melekti. Bu kızı bırakmaya hiç niyeti yoktu. Kızın yüzüne bakıp dudaklarına sürtünen o kıpkırmızı dudakları ağzının içine alacakken bir anda her şey yok oldu sanki.
Genç adam nefes nefese sıçradı uykusundan. Bir an nerde olduğunu kavrayamadı. Derin derin nefes alıp kendine gelmeye çalıştı. Terden sırılsıklam olan üzerindeki kazağı çıkarıp attı sinirle. Yine aynı şey olmuştu.
Ayağı kalkıp balkona açılan kapıya ilerledi. Yine aynı rüyayı görmüştü. Neredeyse her gün o melek rüyalarına girip kafasını bulandırıyordu.
Balkona çıkıp demirliklere dirseklerini yaslayıp manzara baktı. O küçük kız aklından çıkmıyordu. Tam 3 yıl olmuştu. Kız her gece rüyalarını süsleyip bir anda yok oluyordu ortadan. Genç adam sinirle yüzünü sıvazladı. Heyecandan ve arzudan bedeni yine yarım kalmışlıkla gerilmişti. O kızı istiyordu. O melek rüyalarına girdiği günden beri kendine gelememişti adam. Başka kadın şöyle dursun bakmıyordu bile. O kızı istiyordu. Her defasında gelip aynı şeyi söylüyordu.
'Bul beni!'
'Kurtar!'
Adam yemin içmişti. Öleceğini bilse de o kızı bulacaktı.
O kızı bulacak ve onu asla bırakmayacaktı.
Bedenimdeki acıyla gözlerimi kırpıştırdım. Bir şeyler mırıldanarak bedenimdeki acıyı umursamadan rahat bir pozisyon bularak yatakta rahatsıza kıpırdandım. Bedenimi döndürüp bacaklarımın birini kendime çekerek uykuma devam etmek istedim. Zihnimi yeniden karanlığa bırakacakken duyduğum sesle yerimden rahatsızca kıpırdandım.
"Sabır ya rab!"
Kirpiklerimi yavaşça kıpırdatarak dudaklarımı aralayıp bir şeyler mırıldandım. Gözlerimi açarak önce nerede olduğu kavramaya çalıştım. Kuruyan dudaklarımı yalayıp boğazımı temizledim. Yorgun bedenim uyku diye yalvarıyordu. Kalkacak halim yoktu. O gemi yolculuğu beni mahvetmişti. Gözlerini yorgunlukla bir kez daha kapattım. Rahatça bedenimi gerdim.
Yatağın kenarının çöktüğünü hissettim. Arkamda biri vardı. Gözlerimi hızlıca açıp arkamı dönmeye çalıştım. Ama belime dolanan sert kollar yüzünden dönemedim. Arkamdaki kişi bedenini bedenime bastırıp kollarını sıkılaştırdı. Açıkta olan boynumda nefesini hissettim. Karnımda birleştirdiği elleriyle sakince bedenimi okşuyordu.
"Bırak beni!" diye sinirlenip kollarını üstüne ellerimi koyup itmeye çalıştım. "Uslu dur hatun!" boğuk sesini duyunca hareket etmeyi kestim. Tanıdık idi bu ses.
Ellerim kollarının üstünde duruyordu. Kalp atışlarım hızlandı. "S-sen buradasın?" dedim kekeleyerek.
Kollarının genişlemesiyle bedenimi çevirdim ve ona doğru öndüm.
Göz göze geldik.
O özlemle yandığım edeni buradaydı işte. Gözlerinde muzip ifadeyle bana bakıyordu. Sakalları son gördüğümden beri biraz uzamıştı ama bu ona daha çok yakışmıştı. Kırmızı dudakları kıvrılmış bana bakıyordu. Esmer tenine bile hasret kalmıştım. Nefeslerim hızlandı. Gözlerimi yeniden gözlerine çevirdim. "S-sensin!" dedim.
Bakışlarını yüzümde gezdirdi. Gözlerimi, saçlarımı, burnumu, dudaklarımı inceledi. Gözleri bedenime düştü. Beni baştan aşağı inceledi. Gözleri bacaklarımda oyalandı. Gözlerinin baktığı yere çevirdim bakışlarımı. Uzun geceliğim debelendiğim için bir bacağım olduğu gibi ortadaydı. Gözlerini gözlerime dikti. Hızla geceliği aşağı çekiştirdim. Yanan yanaklarımla gözlerini gözlerimden çektim. Geceliği aşağı çektiğim için iplikten oluşan yakası biraz fazla açıldı. Göğüslerim bakışlarına yakalandı.
Az önceye nazaran muzip bakışından eser kalmamış kararmış gözlerini göğüslerime dikti. Utançla gözlerimi kapatıp kendime saydırdım.
Ahmak!
Tam bir aptal!
Gözlerimi açıp ona baktım. Bakışlarını yüzüme çevirdi.
Çok şükür!
Göz göze birbirimize bakarken aklıma dün olanlar düştü. Hızla doğrulmaya çalıştım. Beni dün öldürmeye çalıştılar. Ama kimdi?
Endişeli bakışlarımı ona diktim. Anlamış gibiydi. Sırtımdaki elleriyle destek verip beni yatakta oturttu.
"Neler oluyor? Se-sen ne-neden buradasın? Dü-dün gece ne oldu?" dedim hızla.
Elini kaldırıp dudaklarımın üstüne koydu. "Şşşttt hatun yavaş. Sakin ol!" dedi.
Başparmağını alt dudağıma sürtüp elini geri çekti. "Dün sana ne oldu? Sen önce onu anlat!" dedi ve konuşmamı bekledi.
"Dün biri odaya girdi. Uyuyordum ben. Sonra biri beni boğmaya çalıştı bende ondan kurtulup kaçtım oradan. Sonrada sen buldun beni!" dedim hızlıca.
"Bir şey yaptı mı sana?" dedi sinirle.
"Hayır masada ki mumluğu vurdum ona kaçtım oradan!" dedim.
"Peki görebildin mi yapanı?" Sinirliydi yanımda oturan bedeni gerilmişti.
"Hayır"
Sinirle yataktan kalktı. Eliyle yüzünü sıvazlayıp bir şeyler söyledi ama anlamadım. Yatağın yanına gelip ayakucunda duran örtüyü tutup üstüme çekti. "Uzan" dedi sert sesiyle.
Aslında biraz ürkmüştüm ondan. Dediğini yapıp uzandım. Örtüyü boğazıma kadar çekti. Ellerimi örtünün üstündeki elinin üstüne koyarak "Ü-üşümüyorum!" dedim ürkekçe. Gözlerini önce ellerimize sonra da gözlerime çevirdi. Dediğimi duymazlıktan gelip üstümü sıkıca örttü. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp "Biliyorum. Seni bu halde adamların önüne çıkaracağımı düşünmüyordun herhalde hatun?" dedi muzipçe. Dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimi kapatıp bu öpücüğün keyfini çıkardım. Dudaklarını bir süre orda tuttuktan sonra geri çekildi. "Biraz uyu hekimi göndereceğim yanına. Sakın yataktan çıkayım deme. Anladın mı?"
Başımı salladım. "Hasan ağa!" diye yüksek sesle bağırdı. Kapı sesini duydum. İçeri kafasında siyah kavuğa benzeyen lacivert elbiseli bir adam girdi. Kumral tenli kahverengi uzun sakallı mavi gözlü, orta yaşlı bir adamdı. Gözlerini yerden kaldırmadan konuştu. "Buyurun hünkarım!" dedi
"Bana dün gece prensesin odasında nöbet tutan askeri bul hem de hemen. Dün geceyle ilgili her şeyi istiyorum senden. Valide sultana da haber ver yanına gideceğimi!" dedi öfkeyle.
Hasan paşa dediği adam başını kalmadan geri geri adımlayıp odadan çıktı. Selim bana döndü.
Kaşlarımı çatarak "Hünkar ne demek? Hem sen kimsin?" dedim.
Gözlerini yüzümde gezdirdi. Yanıma gelip elini yanağıma koydu. "Bunları düşünme yorgunsun. Uyu uyanınca konuşacağız." dedi.
Başımı sallayıp zaten ağrıyan yorgun bedenimi dinleyerek gözlerimi kapattım. Zihnim karanlığa sürüklenmeden önce hissettiğim şey göz kapaklarıma bastırdığı dudaklarıydı.
Hekime bakıp ofladım. Uzun süredir her yerimi kontrol ediyordu. Hekim bileğimdeki gözlerini çekip bana baktı. Sonrada yumuşakça bileğimi yatağa bıraktı. Başını eğerek konuşmaya başladı.
"Mazur görün prenses ama en son ne zaman yemek yediniz?" diye sordu. Gemi yolculuğunda bulantıdan hiçbir şey yiyememiştim. Dün gece ziyafette de canım hiçbir şey istememişti. Cevap vermediğimi anlayınca bakışını bana çevirdi.
"Bedeniniz takatsiz kalmış. Halsiz düşmüşsünüz. Onun dışında eliniz içinde küçük bir merhem bıraktım onu düzenli kullanın prenses. Allah şifa versin size!" dedi selam verip dışarı çıktı.
Elimin iç kısmına baktım. Dün boğuşurken olmalıydı herhalde. Tırnaklarını avuç içime geçirmişti. Uyandıktan sonra fark etmiştim. Hekim iyice sarıp sarmalamıştı. O sırada derin oh çeken yanı başımda oturan madama baktım. Endişenle ayakta bana bakıyordu. "Madam duydun işte bir şeyim yok merak etme!" dedim sakince.
Uyandıktan sonra yanıma gelmiş beni bulamadığında deliye dönmüştü. Gelip iyice azarlamış olanları anlattıktan sonra da endişelenmişti. "Prenses ya bir şey olsaydı size ben ne yapardım o zaman?" dedi sitemle.
Elini tutup gülümseyerek baktım ona. "Merak etme iyiyim!" dedim.
Biraz konuştuktan sonra ayaklandı. "Gidip komutan John'u bulsam iyi olur. Onu haberdar etmem gerek." dedi.
Başımı sallayıp onayladım ve odada yalnız kaldım. Selim gittiğinden beri gelmemişti ve uzun zaman olmuştu. Kafam çok karışıktı. O bir asker değil miydi? Ama Osmanlıda askerle böyle büyük odalar mı verirlerdi? Hem o emir veriyordu askerlerin Osmanlıda bu kadar yüksek mertebesi mi vardı?
Oflayıp gözlerimi odada dolaştırdım. Büyük genellikle koyu renkleri olan bir odaydı. Yatak oldukça büyük ve yumuşaktı. Kırmızı ve turuncu desenlerden ölçüsü vardı. Yatağın büyük olduğuna şaşırmamak gerek. O iri cüssesi bu yatağa zor sığardı. Bakışlarımı beyaz tülden perdelere çevirdim. Büyük geniş bir balkona açılıyordu. İçeri giren rüzgardan perdeler sürekli havalanıyordu. Odanın diğer tarafında büyük bir masa sandalye vardı. Yerde desenli halılar duvardaki tablolarla uyuyordu. Koyu renklerin ağırlıklı olmasına rağmen oda aydınlık ferahtı.
Bakışlarımı ellerime çevirip yaralı avuç içine baktım. O an fark etmemiştim ancak yara biraz derin gibiydi. Düşüncelerimle boğuşurken kapının ardından bir ses duydum.
"Destur Sultan Yavuz Han Hazretleri!" diye bağıran erkek sesiyle kendime geldi. Kapının gıcırtlı sesiyle yaralı olan elimi örtünün altına koyup yatakta oturur vaziyete geçtim.
İçeri girdiğinde bakışlarını hemen üstüme çevirdi. Kaşları çatık yüzü gergin gibiydi. Bir şeye fena halde kızmıştı. "Kendine neden dikkat etmiyorsun?" gür sesiyle yerimden sıçradım. Yatağa yaklaşıp ucuna oturdu. "Anlamadım." dedim ürkekçe.
"Hekimle konuştum bana uzun süredir yemek yemediğini halsiz düştüğünü söyledi" dedi sinirle. Gözlerimi gözlerine diktim. "Gemiden dolayı yol çok kötü geçti benim için." dedim sessizce.
Yüzünü yüzüme yaklaştırarak üstüme uzandı. İrkilerek sırtımı arkaya verdim ve uzanır hale geçtim. Yüzünü aramızda mesafe kalmayacak kadar yakına getirdi. Gözlerime bakarak elini yanağıma uzatıp yanağımı okşadı. "Bana bak hatun senin o değer biçmediğin bedenin benim için çok değerli. Kendine dikkat etmezsen bu sefer beni kimse durduramaz. Anladın mı?" Nefesini yüzüme üfleyerek konuştu. Sesi kısıktı ama tehditkar bir tonda konuşuyordu. Başımı sallayıp onayladım. Geri çekilip örtüyü üzerimden çekti ve beni bir anda kucağına aldı.
Ufak bir çığlık atıp düşmemek için kollarımı boynuna doladım. Bu halime dudaklarını kıvırıp baktı. Gözlerimi irice açarak ona baktım. "Ne yapıyorsun sen?" dedim. "Müstakbel zevcemi taşıyorum!" Dudaklarını kulağıma yaslayarak fısıldadı. Dudaklarımı aralayıp tam cevap verecektim ki dediklerini kavradım. Müstakbel zevcemi mi? İşaret parmağımı kaldırıp onu gösterdim.
"S-sen yoksa?"
Bu şaşkın halime kısık bir kahkaha attı. Kahkahasını duyduğumda o güzel melodinin sesine baktım. Dudakları kıvrılmış, inci gibi işlenmiş dişleri gözlerimin önündeydi. Çok güzel gülüyordu. Tanrım bu nasıl güzel bir manzaraydı böyle.
Gülmesi sona erdiğinde ona olan bakışlarımı yakalamıştım. Utançla gözlerimi kaçırdım. Resmen adamı incelemiştim utanmadan. Burnun yanağıma sürterek fısıldadı "Utandın mı nazlı güzel?"
Yüzümü ona çevirdi. Burnu burnuma sürtündü. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim içime. Değişik ama güzel bir kokusu vardı. İnsanı sarhoş ediyordu.
Burnunu burnumdan uzaklaştırıp yanağıma yasladı. İçine derin bir nefes çektiğini işittim. Beni kokluyordu. Aramızdaki çekimden yine heyecanlanmıştım. Burnunu tenimden ayırmadan konuştu. "Önce küçük meleğimizle ilgilenelim" dedi ve beni şömineye benzer yatağın hemen karşısındaki odayı ısıtmak için yanan ateşin yanına götürdü. Yerde küçük minderlerden oluşan yastıkların üzerine beni yavaşça bıraktı. Geri çekileceği an gözlerine bir şey takıldı. Onun baktığı yere baktım. Gözleri hekimin sardığı elimdeydi. İri kemikli elleriyle sarılı olan elimi avuçları arasına aldı. "Bu ne? Nasıl oldu bu?" sinirli ve sert sesi kulaklarıma doldu.
"Şey sanırım bana saldırdıklarında olmuş. Bende fark etmemişim." Dedim sıkıntıyla dudaklarımı dişlerimin arasına aldım. Gözlerini dudaklarına çevirerek "Isırma o dudakların hatun. Zaten zor duruyorum" Koyulaşan gözlerini dudaklarıma dikti. Dediğini yapıp dudaklarımı serbest bıraktım. Gerilen bedenini ellerinden hissettim. "O aptal hekim neden bundan bahsetmedi peki bana."
"Şimdi görür o gününü!" Sert ellerini elimden çekecekken boştaki elimle elini tuttum.
"Lütfen buna gerek yok hem acımıyor ki!" dedim yumuşak bir sesle.
Gözlerini ilk önce ellerini tutan ellerime sonra da yüzüme çevirdi. İkna olmamışçasına yüzüme baktı. Parmaklarımla başparmağının sırtını okşadım yavaşça ve gülümsedim. "Lütfen!"
Gözleri dudaklarımdaki gülümsemeye baktı. Ellerinden birini yavaşça dudaklarımın kenarına koydu. "Sakın silme bunu dudaklarından." dedi arzulu sesiyle. Ellerini bedenimden çekip yatağın örtüsünü alıp yavaşça omuzlarıma bıraktı. "Ama üşümüyorum ki!" dedim.
Örtünün uçlarını önümde birleştirip boğazıma kadar her yerimi kapattı. "Bir cana kıymamı istemiyorsan örtüyü çıkarma hatun." dedi ve koca cüssesini hemen yanımdaki mindere bıraktı.
"Hasan ağa!" diye bağırdı gür sesiyle.
Kapı açıldı içeri bugün gördüğüm adam girdi. Başını eğip selam verdi. "Buyurun Sultanım!"
"Her şey hazır mı?" dedi emir veren sesiyle.
"Evet hünkarım. Dilerseniz içeri buyur edeyim!"
"Buyur!" dedi. Hasan ağa kapıya yöneldi ve içeri elinde tabaklarla tepsilerle kadınlar girdi. Çeşit çeşit yemeklerle, meyvelerle doldurdular önümüzü. İşlerini bitiren kadınlar dışarı çıktı.
"Tadıldı mı bunlar Hasan!" dedi yanımdaki bedeni.
"Evet Sultanım. Başka bir emriniz yoksa?" dedi Hasan ağa.
"Atike Hatuna söyle Valideme haber versin sabah ilk iş oraya gideceğim. Şimdi çekilebilirsin!" dedi sert sesiyle. Bakışlarımı hatun diyen adama çevirdim. Ne yani bu sadece bana hatun demiyor muydu? Sinirle kaşlarımı çattım.
"Emredersiniz Sultanım!" dedi ve odadan çıktı.
Kapı kapandı ve baş başa kaldık. Önündeki tabakta olan üzümden birin alıp dudaklarıma uzattı. Elime almamı bekliyor gibiydi ama beklemediği bir şey yapıp ağzımı aralayarak üzümü dudaklarımın arasına aldım. Dilimi kullanarak ağzımın içindeki parmağını emdim. Kararan gözleriyle şaşkınca bana bakıyordu. Yanaklarım ateşle yanıyordu. Burası sıcak mı oldu ne?
Parmağının ucunu emip ağzımdan çıkardım. Üzümü yavaşça çiğneyerek yuttum. Gözlerini bir dakika ayırmadı dudaklarımdan. Daha sonra kendine gülerek boğazını temizleyip havadaki elini çekti.
"Uslu dur dedik hatun!" Boğuk sesi kulaklarıma doldu.
"Bana hatun deme!" dedim sinirle.
Kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Neden?"
"Çünkü buradaki herkese hatun diyorsun. Yani herkes senin için güzel kadın mı?" dedim kıskançlıkla. İçime dolan bu yabancı duyguya anlam veremiyordum. Ben onu şimdi Atike Hatundan mı kıskanmıştım? Alt tarafı 'hatun' dedi diye.
Söylediklerimle dudakları kıvrıldı. Muzip bakışlarını üzerimde hissettim. Yüzünü yanan yüzüme yaklaştırarak fısıldadı. "Ne o? Sadece sana özel mi olsun istedin? " dedi.
Bende kendimden beklenmeyecek bir hareketle yüzüne fısıldadım. "Evet! Öyle olsun istedim."
Mutlu bir şekilde geri çekti yüzünü. "Peki o halde hatun kimseye demem bir daha sen iste yeter!" dedi.
"Ama şimdi o küçük mideni doldurma zamanı. Yoksa ben sana bir şeyler dolduracağım hiç iyi şeyler olmayacak!" dedi arzulu sesle.
Dediği lafın edepsizliğiyle yüzüne baktım. "Edepsiz!" dedim gözlerimi irice açarak.
Gözlerini yüzümden ayırmadan "Bunu az önce parmağımı yalayan sen mi söylüyorsun?" dedi muzip bir sesle. Utançla gözlerimi kaçırıp önümdeki bardaktan su içtim.
Halime gülüp önündeki yemeklerden tabağıma fazlaca koymaya başladı. "Bunların hepsi bitecek hatun!" dedi.
Ona itiraz etme zamanım olmadan yemekleri yemeye başladım. Resmen saldırmıştım. Üç gündür doğru düzgün bir şey yememiştim. O yüzden fırsatı kaçırmadan ve prenses olduğumu unutarak hızlıca yemeye başladım. Yemekler öyle lezzetliydi ki 'ımm' diye sesler çıkarmadan duramıyordum. Ağzıma koca ekmeği attığımda ona döndüm. Kararmış gözleriyle yemek yemeden öylece bana bakıyordu. Ağzımdaki ekmeği çiğnemem durdu. Utanmıştım. Resmen saldırmıştım adamın önünde. Utanarak bakışlarımı kaçırdım. "Utanma hatun. Önündekilerinin hepsi bitecek." dedi emir veren sesiyle.
Doyan karnımı okşayıp ona baktım. Artık bir şeyleri konuşma vakti gelmişti.
"Bana isminin Selim olduğunu söylemiştin." dedim sorgulayarak. Yalan mı söylemişti?
"Evet doğru ismim Yavuz Sultan Selim. Osmanlının 9.hükümdarıyım. Bu gördüğün saray bütün topraklar bana ait!" dedi gururla.
"Ama anlamıyorum sen Mora'ya geldin?" dedim kafam karışarak.
"Bir haber aldı. Macar Kralı Richard topraklarımda isyan çıkarmış. O yüzden davetteydim. O şerefsizi görmek için." dedi sert sesiyle. "Onunla konuştum benimle restleşti ve bedelini ödedi." Dedi acımasızca.
"Anladım." dedim mırıldanarak.
"Seni ilk orada gördüm. Yanında bir kızla konuşuyordun. Mutsuzdun oraya ait değil gibiydin ama mutsuzken bile güzeldin. Babanla konuştuktan sonra kalabalıkta aradım ve peşine takıldım." dedi.
"Peki beni? Beni neden istedin? Hem babamı da tehdit ettin!" dedim sinirle.
"Bak hatun senin bir soylu olduğunu biliyordum ama prenses olduğun aklıma gelmemişti doğrusu. Sonra o Richard ile nişanlı olduğunu öğrendim. O yaşlı bunağı öldürmem için bir sebep daha verdin bana" dedi sinirle. "O öldükten sonra anlaşma için toplandık. Seni yanıma almanın tek bir yolu vardı. Papa ile konuştum senin için. Baban ilk önce karşı çıktı. Tehdit etmek zorunda kaldım. O da kabul etti." dedi her şeyi açıklığa kavuşturarak.
Elini uzatıp yanağımı okşadı. "Anlasana seni yanıma almam için tek yol buydu." dedi ondan beklenmeyecek kadar yumuşak bir sesle.
"Ama beni ısrarla istemenin nedeni ne?" dedim gözlerine bakarak. O kadar kız vardı neden ben?
Dudaklarını aralayıp konuşacağı zaman kapı çalındı. "Hünkarım rahatsız ettiysem bağışlayın ama önemli bir maruzatım olacaktı!" dedi Hasan Paşa kapının arkasından.
Yavuz elini yanağımdan çekerek yerinden kalktı. "Bekle beni hemen geleceğim!" dedi.
"Tamam!" dedim. Kapıyı açıp çıktı. Bir süre bekledim o süre içerisinde yanan ateşi izledim. Çok merak ediyordum neden istemişti beni? Bu kadar diretmesinin sebebi neydi?
"Destur Valide Sultan hazretleri!" Kapının arkasından ses gelerek ayağı kalktım. Kapı açıldı ve Valide sultan girdi içeri.
Siyah elbisesiyle tam bir kartal gibi önümde durdu. Gözleri beni baştan aşağı süzdü. Başımı eğip selam verdim.
"Demek doğruymuş. Saldırıya uğradığını duydum. Nasılsın güzel kızım?" dedi yumuşak sesle.
Ona bakıp gülümsedim. "Evet sultanım ama iyiyim merak etmeyin. Sizi endişelendirdimse affedin efendim! "
Gülümseyerek baktı bana. "Seni iyi gördüğüme sevindim. Bu olay aslanımla tanışmana vesile olmuş. Seninle yakınen ilgilenmiş." diye sordu merakla.
"Evet sultanım hünkarımız yardım etti bana sağ olsun." dedim.
"İyi iyi. Lakin burada kalamazsın. Ayaklandığına göre Atike hatun seni odana kadar sana eşlik etsin. Yarın senin için hizmetçiler tahsis edeceğim."
Şaşkınlıkla ona baktım. Burada kalamazsın da ne demekti?
"Bak kızım daha nikahınız kıyılmadı. Yani aslanımın zevcesi sayılmazsın o yüzden senin odanda olman daha münasip olur. Anladın mı?" dedi. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Gözlerini kısarak ne tepki vereceğime bakıyordu.
"Tabi Valide Sultanım. Siz ne derseniz o olur." Dedim ve omuzlarımdan sıyrılan örtüyü sıkıca tutarak Atike sultan ile birlikte odadan çıktım.
Umarım beni bulamayınca çok kızmazdı.