2.Bölüm

2754 Words
Temmuz 1520 / Mora Yarımadası İKİ HAFTA SONRA Ağrıyan boynumu ovalayıp başımı okuduğum kitaptan kaldırdım. Güneş artık kızıllıklarını bırakıp gökyüzünden ayrılacaktı. Kitabı önümdeki masaya bırakıp ayağı kalktım. Odanın tek güzel yeri olan büyük pencere kenarına gitti. Pencereyi açıp derin nefes aldım. iki hafta olmuştu. O güzel tutkulu gecenin ardından tam iki hafta geçmişti. Onu düşünmeden geçirmediğim tek bir an bile yok. Kalbimi hızlandıran bana 'hatun' diyen o sesini asla unutamıyordum. Özlemiştim onu. Ama onu bir daha görmeyecektim. Ellerimi parmaklarıma geçirilmiş olan yüzüğe baktım. İki hafta boyunca bazı şeyler olmuştu. Richard ile büyük bir parti eşliğinde nişanlanmıştık. Yarın ise düğünümüz vardı. Ve ben kendimi öldürmeyi bile düşünüyordum. Kapının çalınmadan hızla açılmasıyla bakışlarımı kapıya çevirdim. Nöbetçi askerlerden biri nefes nefese kalmış bir şekilde bana bakıyordu. "Ne oluyor? Nasıl prensesin odasına bu şekilde girersin?" diye sesimi biraz yükselterek konuştum. Asker başını öne eğip selam verdi. "Üzgünüm prenses ama çok acil bir durum. Kral ve kraliçe sizi hemen taht odasına bekliyorlar!" dedi. Nedir bu kadar acil olan şey acaba? Askerle birlikte odadan çıkıp taht odasına gittim. Odaya girdiğimde Kral İvan sinirli bir şekilde odada dolanıyordu. Kraliçe ise tahtın oturmuştu. İkisi de sinirli duruyordu. "Buyurun kralım" dedi asker ve kapıyı kapatarak bizi yalnız bıraktı. "Neler oluyor?" dedim merakla. "Seni hiç sevindirmek istemem ama Richard o ölmüş" dedi kraliçe. Ne demek Richard öldü? Daha üç gün önce buradaydı. Nasıl ölmüş olabilir ki? O adamı sevmiyordum hatta midem bulanıyordu ondan. "Ne? Nasıl oldu?" "Hepsi o velet yüzünden!" babam hiddetle bağırdı. "Richard adamla restleşti resmen." Kraliçe Richard'ı umursamadan. "O velet bunun hesabını verecek!" dedi Kral. "Neler oluyor dedim! Neden kimse cevap vermiyor?" sinirli sesimi yükseltim. "İki hafta önce verdiğimiz partide Osmanlı sultanı ile anlaşmazlık yaşamışlardı. Richard padişahla restleşti. Osmanlının topraklarına saldırmış iki gün önce. Sultanda onu ve askerleri acımadan öldürmüş " dedi kraliçe. Açıkçası pek üzülmemiştim. Ama sonuçta bir insandı. Her neyse umurumda bile değil o bunak. "Peki ne olacak?" "Şuan belli değil papaya mektup yazdım. Osmanlı ile oturup anlaşma yapacağız. Bizim Richard'ın yanında olduğumuzu bilirse yaşatmaz " dedi kral tahtına oturup ellerini kafasına yasladı. Bir şey demedim. Ne diyebilirdim ki? Arkamı dönüp salondan çıktım. Parmaklarımdaki yüzüğü çıkarıp yere attım. Bugün en güzel günümdü. İplerimin birinden kurtulmuştum. Temiz havayı içime çekerek atın dizginlerini sıkıca tuttum. Neredeyse her gün yaptığım şeyi yaparak daha güneş doğmadan saraydan atımla çıkmıştım. Sadece birkaç saat olsa da özgür olduğumu hissediyordum. Atımla yavaşça ormanı dolaştım. Kral toplantı için gideli 4 gün olmuştu. Hiçbir haber yoktu. Bu süre zarfında kraliçe ile gerek olmadığınca hiç yan yana gelmedim. Geceleri ise Selim'i düşünmeden edemiyordum. Kalbimde küçük bir ukte olarak kalmıştı. Acaba nasıl biriydi? Onu bir kez daha görmek için her şeyimi verirdim. Güneşin ısısını artırıp yüzüme vurduğunu fark edince gitme vaktimin geldiğini anladım ve saraya doğru atımı sürdüm. Atımdan inip dizginleri hizmetliye verip içeri girdim. Odama doğru yol alırken bir ses duydu. "Prenses yine dışarı mı çıktınız? Her yerde sizi arıyordum" dedi madam. "Üzgünüm madam biraz nefes almak istedim." Dedim ellerimi suçlulukla yukarı kaldırarak. "Ah prenses koca kız oldunuz. Yine at sürmeye gittiniz değil mi? Sizin gibi prenses olup at süren başka bir prenses var mı acaba?" dedi sitemle. "Olsa iyi olur madam çünkü harika bir şey." dedim ve gülümsedim. Odaya geçip üstümü değiştirdikten sonra derse geçtik. Madam Fransızcayı anlatırken neredeyse uyukluyordum. Kendi dilim varken başka dilleri öğrenmek zorunda mıydım? "Madam bir şey sormak istiyorum." dedim aklımdakini sözcüğe dökerek. "Tabi ki prenses." dedi ve kafasını kitaptan kaldırmadan cevapladı beni. "Huri ne demek?" dedim. "Huri mi? Bu kelimeyi nerden duydunuz prenses?" dedi gözlüklerin arkasından bana bakarak. "Bana verdiğiniz Osmanlıca kitapta geçiyordu madam. Anlamını biliyor musunuz?" dedim merakla. "Huri; cennette bir kadın demek yani cennetteki güzel kız diye de geçiyor." dedi sorumu cevaplayarak. Demek bana bunu söylemek istemiş. Düşündüklerimle gülümsedim. O iri cüssesi bana dokunuşu, dudakları, kirli sakalı, o çok yakışıklıydı. Benden biraz büyük görünüyordu. En az yirmi beş kış görmüş gibiydi. Onu tekrar görmek için o kadar can atıyordum ki. Düşünceli halimi madam fark etmiş olacak ki "İsterseniz bugün dersimizi erken bitirelim prenses!" dedi ve kitabı kapattı. Önümdeki kitabı kapatıp ayaklandım. "Olur madam. Yemekten sonra görüşürüz." dedim ve kapıya yöneldim. "Prenses!" diye seslendi madam. Arkamı dönüp baktım ona. "Bilmek istersiniz diye düşündüm. Huri kelimesi size verdiğim Osmanlıca kitaplarda yok. Huri Arapça bir kelimedir." dedi ve gözlerini kaçırdı benden. Tekrar önüme dönüp kapıdan çıktım. Tam bir ahmaktım gerçekten. Ahmak! Büyük salona girdim. Kraliçe beni çağırmıştı. Söylediklerine göre kral gelmişti. Odaya girdim ve kapıyı arkamdan kapattılar. Kralı gördüm. Her zamankinden daha yorgun duruyordu ve biraz gergindi. Gözlerini bana çevirdi. Bana doğru adımlayıp sarıldı. "Maia!" dedi. "Hoş geldin baba. Nasılsın?" dedim sessizce ve sarılışına karşılık verdim. "İyiyim tatlım. Seninle biraz konuşmak istedim. Oturalım mı?" dedi geri çekildi ve koltuğu gösterdi. Başımı onaylarcasına sallayıp koltuğa oturdum. Yanıma oturduktan sonra elleriyle ellerimi tuttu. "Benim canım kızım. Bir kral olarak tüm halkı mutlu etsem de seni edemedim. Kral olduğum için bu zorluklara katlandığını biliyorum. Burada olmayı hiç sevmiyorsun." dedi sıkıntılı bir şekilde. "Baba iyi misin?" dedim endişeyle. Bu tarz konuşmayı hiç yapmamıştık daha önce. "İyi değilim kızım. Krallığımızı elimizden alacaklar." dedi ve elini elimden geçti. "Ne kim neden alsın?" dedim şaşkınlıkla. "Osmanlı devleti. Osmanlı padişahı Richard'ı öğrenmiş. Ona yardım ettiğimi biliyor. Bu kadar güçlü bir devlet karşısında hiç şansımız yok kızım " Çok tedirgindi. "Hiç şansımız yok mu?" dedim. "Var Osmanlı sultanı Richard ile yaptığımız ittifakın aynen geçerli olmasını istiyor. Sadece Osmanlı ile yaparsak!" dedi gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Anlamadım o beni mi istiyor?" Şaşırmıştım o neden beni istiyor ki? "Aslında bunu papa önerdi o da kabul etti. Sen ne diyorsun?" diye sordu. "Bilmiyorum baba inan-" "Tabi ki de kabul edecek" Kraliçenin sesi odayı doldurdu. Kapıda durmuş bana bakıyordu. "Krallığın için ilk defa bir şey yapacaksın. Bir işe yarayacaksın sonunda!" dedi. "Catherine sen karışma bu işe!" dedi babam sinirle. "Bu kararı o verecek!" "Krallığın elinden gitsin mi istiyorsun?" dedi kraliçe te kaşını kaldırarak. "Bu kız eğer o adamla evlenirse neler olur düşünsene?" kraliçe babamın aklına girmeye çalışıyordu. "Eğer evlenmezse direk seni öldürür anlamıyor musun?" "Sana karışm-" "Kabul ediyorum!" dedim babamın lafını keserek. "Ama k-" "Baba o haklı halkımız için yapmalıyım bunu!" dedim. "Aferin benim akıllı kızım." Kraliçe gülümseyerek bana bakıyordu. Bu kadından nefret ediyordum. Babam yanıma gelerek elimi tuttu. "Emin misin Maia? Bunun dönüşü yok" Son kez soruyordu. "Evet o olmasaydı Richard olacaktı benim için bir fark yok." Dedim ve ona gülümsedim. Kollarını bana dolayıp teşekkür etti. Kollarında ayrıldım. "Peki ne zaman gideceğim?" diye sordum "Hemen bu sabah, gelirken birkaç askeriyle geldim. Sana eşlik edecekler. Bu arada madam da seninle gelecek. " dedi Bu kadar erken olmasına şaşırmıştım. Ama sonra takmadım. Başımı sallayıp toparlanmak içim salondan çıktım. İyi tarafı madam bu duruma çok sevinecekti. Bense yine tanımadığım bir adamla evlenecektim. "Lütfen dikkat edin. Bu eşyalar değerli!" Madam askerlerle konuşurken bende gözlerimi denizde dolaştırıyordum. Sabah erkenden gelmiştik ve şimdi eşyaları yerleştiriyorlardı. Madam aksanlı diliyle Osmanlıca konuşuyordu. "Prenses!" Yanımda hemen bir boğaz temizleme sesi duydum. Bu John'du. John buradaki muhafızların komutanıydı. Çok az da olsa görüşürdük. İyi bir adamdı ve iyi bir kılıç ustası. Kumrala çalan uzun saçları ve kahverengi gözleri vardı. Açıkçası yakışıklıydı ama o sadece iyi bir arkadaştı. Önümde reverans yapıp dik durdu. "Babanızın emriyle buradayım prenses. Siz evlenene kadar sizi yalnız bırakmayacağım!" dedi ve yumruk yaptığı elini göğsüne vurdu. "Onur duydum John. Teşekkür ederim. Artık gitmek istiyorum duruma bakar mısın lütfen?" dedim ve elimdeki yelpazeyi havaya kaldırıp yüzüme tuttum. "Emredersiniz prenses!" Askerlerle konuştu ve kısa sürede gemiye bindik. "Madam çok heyecanlı görüyorum seni" dedim ona gülümseyerek. "Evet prenses sayenizde ülkemi göreceğim" dedi mutlulukla. En azından birimiz mutluyduk. "Peki ne kadar sürecek bu yolculuk?" dedim. "Üç gün sürecekmiş prenses!" dedi. Başımı sallayıp doğup büyüdüğüm yere son kez baktım. Gidiyordum. İstanbul'a. 1 AĞUSTOS 1520 / İSTANBUL AÇIKLARI Sallanan masam eşliğinde yemek yiyordum. İki gündür doğru düzgün bir şey yiyememiştim. Deniz midemi bulandırıyordu. Artık ayağımı karaya basmak istiyordum. Yorgunlukla arkama yaslandım. "Prenses lütfen bir şeyler yiyin, düşüp bayılacaksınız." dedi madam. "Hiçbir şey istemiyorum. Hem ne zaman varacağız sıkıldım artık." Dedim ve ayağı kalktım. Verandadan çıkıp dışarı baktım. O sırada İstanbul'u gördüm. Muhteşemdi. Muazzam. "İşte prenses geldik!" dedi madam arkamdan. Bir süre sonra karaya yaklaştık. Karada bizi bekleyen insanlar vardı. Sonunda gemi durdu. Askerler indi ve yavaşça adımlarımı atarak karaya ayağımı bastım ve etrafıma baktım. Çok kalabalık ama güzel bir şehirdi. Evler yan yana sıralanmış dört tane uzun kolona benzeyen bir mimari yapı vardı ve dışarıdan çok güzel görünüyordu. Etrafı incelemeyi bırakıp bizi bekleyen insanların yanına adımladım. Birçok asker ve birkaç da kadın vardı. Uzun elbiseler giymiş başlarına tülden bir şey takmışlardı. Kızlardan biri yanıma adımlayarak önümde eğildi. "Hoş geldiniz prenses. Biz de sizi bekliyorduk." dedi tüm sevecenliğiyle. "Teşekkür ederim. Adın ne senin?" dedim aksanla. Kız kafasını kaldırıp şaşkınca bana baktı. Dillerini konuşmamı beklemiyordu galiba. "Adım Esma efendim!" dedi ve başını yere eğdi. Çok tatlı bir kızdı. Sarı saçlı yeşil gözlü bir kızdı. Ona gülümseyerek baktım. O sırada madam geldi. "Prenses artık saraya gitmeliyiz!" dedi. Ona kafa sallayıp bizi bekleyen atlı arabalara bindik. "Madam sultan ile ilgili bir şey öğrenebildin mi?" dedim merakla. "Evet prenses kendisi avdaymış. Bu yüzden gelememiş sizi daha geç bekliyormuş." dedi. Başımı sallayıp etrafımı inceledim. O sırada aklıma bir şey geldi. "Madam adı, adı ne?" dedim "Yavuz, Yavuz sultanmış prenses!" Atlı arabadan indikten sonra hizmetliler eşyaları indirmeye başladılar. John askerlerle birlikte sarayın bahçesine dağılmıştı. Büyük görkemliydi sarayın bahçesi. Madam ve Esma ile sarayın girişine doğru yürüdük. "Prenses valide sultan sizi bekliyor. İsterseniz önce oraya gidelim!" dedi ve bana baktı. "Vali- ne dedin?" diye sordum "Valide sultan. Sultanımızın annesi!" dedi. "Anladım!" Sarayın içine girdik ve geniş koridorlarından geçmeye başladık. Sarayda birçok insan vardı ve gözleri bizim üstümüzdeydi. Sırtımı dikleştirip yürümeye devam ettim. Sarayın içi bizim saradan daha ferahtı. Dev gibiydi buraya alışmam zaman alacaktı. Krem ve beyaz renklerin karışımı ile duvarlar süslenmiş. Tavanda ise renkli döşemelerle saraya renk katmıştı. Gözlerimi saraydan alamıyordum. Birçok koridordan geçmiştik. Uzun koridorun sonunda kahverengi işlemeli önünde birkaç insanın durduğu kapının önünde durduk. Yeşil elbiseli, hafif tombul, saçları siyah ve yüzü çok ciddi duran bir kadın önümüzde durdu. "Hayırdır Esma hatun? Kimdir bunlar" dedi kadın merakla. Gözleri yüzümde geziniyor bir şeyler arıyordu. Dediklerini anlıyordum ancak konuşması biraz zor oluyordu. "Atike Hatun prenses geldi. Valide sultan onu bekliyor." dedi kısık sesle. Atike hatun başını eğip önümde eğildi. "Affedin prenses bilmiyordum" dedi. "Önemli değil." dedim. Şaşırarak kafasını kaldırıp bana baktı. Sonra silkelenip kapıyı çaldı. İçeri girdi bir takım seslerden sonra Atike hatun geri geldi. "Buyurun prenses. Valide sultan sizi bekliyor!" dedi ve önümden çekildi. Oda baya büyüktü ve genişti. İşlemeli perdeler, desenli halılar, odada mistik bir tarz vardı. Başköşeye oturmuş başında zümrüt işlemeli tacıyla siyah elbisesi içinde dimdik duran bir kadın vardı. Siyah saçları ve mavi gözleri vardı. Elbisesini ve tacını bedeni çok iyi taşıyordu. Dalıp gittiğimi fark edip direk önünde eğildim ve dik durarak ona baktım. Gözlerinde hafif bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Üzerimdeki pembe uzun biraz dekolteli elbiseyi, yüzümün her ayrıntısını inceledi. "Hoş geldin prenses!" dedi ve yüzünün kusursuzluğunu bana sundu. "Hoş bulduk Sultanım!" dedim ve ona gülümsedim. "Demek dilimizi biliyorsun!" Biraz şaşırmıştı ve şaşkınlığı cümlesine yansımıştı. Ona gülümseyerek bakıp cevap verdim. "Evet Sultanım. Biraz biliyorum." Elini kaldırıp beni yanına çağırdı. Yanına gittim ve ayakucuna oturdum. Elini çeneme koyarak yüzümü dikkatle inceledi. "Maşallah çok güzelsin, taptaze bir tohum gibi. Oğlumun seni neden seçtiği aşikar!" dedi "Maşalah?" dedim anlamayarak. Bu halime gülüp çenemi bıraktı. "Çok güzelmişsin diyorum." Utanıp yüzümü eğdim. "Teşekkür ederim Sultanım!" dedim. "İstersen şimdi git biraz dinlen nasıl olsa bolca vaktimiz var. Sana odanı hazırlattım. Gidip kalabilirsin akşam senin için ziyafet vereceğim. Akşama kadar güzelce dinlen!" dedi ve Atike Hatunu çağırdı. "Tamam sultanim. İzninizle!" dedim ve ayaklanıp odadan çıkmaya hazırlandım. Çıkmadan o sözleri duydum. "Sonunda bulmuş!" Gece hazırlanmam için kıyafet seçiyordum. Odaya geldikten sonra güzelce duş alıp dinlenmiştim ama bulanan midem yüzünden bir şey yiyememiştim. Valide Gülbahar (Madam söyledi) Sultan bana güzel bir oda hazırlatmıştı. Oda büyük ve genişti. Beyaz tül perdeler, duvardaki işlemeler her şey çok güzeldi. Odanın küçük bir balkonu bile vardı. Manzarasına bayılmıştım. Madamın seslenmesiyle ona döndüm "Merak etmiyor musunuz prenses?" diye sordu. "Neyi madam?" "Sultanı?" "Çok merak ediyorum. Acaba nasıl biri." dedim. Aynadaki yansımama bakıp gülümsedi. "Bu gece sizin için her şeyi öğreneceğim prenses. Hiç meraklanmayın." dedi. Ona gülümseyerek baktım. Üstümü değiştirmeye başladım. Madamın yardımıyla korseyi taktıktan sonra düşük askılı omuzları açıkta bırakan kirli beyaz bir elbise giydim. Elbisenin kalın beyaz kemeri uzun eteği vardı. Elbiseyi giydikten sonra saçlarımı salaş bırakıp aynada kendime baktım. "Çok güzel olmuşsunuz prenses." dedi madam. Ona gülümseyerek baktım ve birlikte odadan çıktık. Davetin yapıldığı odanın önüne geldim. Hizmetliler kapıyı açtılar ve içeri girdim. Çalgı sesleri, gülerek oynayan kızlar, yemek yiyenler, sohbet edenler... Bildiğim partilerden daha samimiydi. Gülümseyerek etrafı gezdim. Atike hatun beni görünce namına geldi. "Hoş geldiniz prenses" dedi ve önümde eğildi. Ona gülümseyerek baktım. Bana eşlik edip beni başköşede oturmuş Valide sultanın yanına götürdü. Önünde eğilip selam verdikten sonra beni yanına çağırdı. "Hoş geldin kızım otur şöyle" diyerek ayak ucundaki minderi gösterdi. Gösterdiği yere oturdum. Atike sultanı çağırıp önünü donatmasını istedi. Önüme çeşitli yemekler koyduktan sonra ona baktım. "Güzelce doyur karnını." dedi ve yemek yemeye başladı. Önümdeki bardaktan biraz su içtim. "Çok güzel olmuşsun." dedi. "Teşekkürler Sultanım!" Yan masadaki hatta etraftaki insanların bakışlarını hissedebiliyordum. Valide sultan elini havaya kaldırdı müzik kesildi. "Hatunlar, yanımda gördüğünüz kişi Mora Prensesi Maia, oğlum aslan parçam Yavuz'un eşi benim gelinim olacak inşallah!" diye tanıttı beni. Herkes bana bakıp konuşmaya başladı. "Bu ziyafet ona özeldir. Yiyin, içip, eğlenin ve şükredin" dedi ve hareketiyle müzik tekrar çalındı bende rahat bir nefes aldım. O sırada yanımıza bir kadın geldi. "Validem!" diye selam verip Valide sultanın yanına benim karşıma oturdu. Hoş geldin Safiye" dedi Valide sultan. "Hoş bulduk Validem. Prensesi duyunca hemen geldim" dedi ve bana baktı. Ona gülümseyip selam verdim. "Hoş geldiniz!" Önce herkes gibi şaşırdı sonra o da gülümsedi. "Prenses, ben Safiye, Valide Sultanımızın kızıyım!" dedi. Safiye, orta boylu uzun kahverengi saçlı, güler yüzlü bir kızdı. Ortamda konuştuğum tek kızdı. Zaman su gibi akınca artık odalara çekilme vakti geline Valide sultan ayaklandı. Herkes birden ayağı kalkınca bende kalktım. Valide sultan odadan çıkınca Safiye'ye döndüm. "Ben de gitsem iyi olacak!" dedim. Gülümseyip bana baktı. "Tabi sen git. Yol yorgunusundur. Zaten bundan sonra buradasın görüşürüz!" dedi. Onunla vedalaşıp kızlarla kaynaşan madamı alıp odama geçtik. Madam üstümdeki korseyi çıkarırken konuştu. "Sultan yaşlı değilmiş!" dedi "Anlamadım?" "Padişah diyorum prenses gençmiş!" dedi gülümseyerek. "Söylediklerine göre çok yakışıklıymış, sert mizaçlı biriymiş. Biraz da vicdansızmış babasını tahtan indirip kendi geçmiş yerine. Kızların anlattığına göre canavarmış." "Canavar mı?" "Evet sertmiş, gözüne bakana öfkesi büyük oluyormuş prenses. Sizi ürkütmek istemiyorum ama böyle biriymiş." "Tamam madam bu kadar yeter. Gerisini ben hallederim sende yoruldun gidebilirsin artık!" dedim. Söyledikleri ürkütmüştü beni. Gerçekten doğru muydu bunlar? "Peki prenses iyi uykular!" dedi ve odadan çıktı. Odadan çıkıp balkona çıktım. Derin bir nefes alıp manzaraya baktım. Bir odanın manzaraya bakan balkonu vardı. Birisi sol tarafta yukarıda çok güzel bir balkondu oranın manzarasını düşününce iç geçirdim. Yeniden önüme dönüp büyüleyici manzaraya baktım. Sultanı düşündüm. Annesi ve Safiye sultan çok hoş kimselerdi. O nasıl canavar olabiliyordu ki? Manzaraya dalıp Selim'i düşündüm. Bu bana yasaktı. Başkasıyla evlenecektim. Hala eskide takılıp kalıyordum onu görsem bile ona ait olamazdım. Koskoca Osmanlı da onu bulamazdım ya orası ayrı tabi. Yorgunlukla omuzlarımı gerip odama girdim. Yumuşak yatağa uzanıp gözlerimi karanlığa bıraktım. Bazı sesler duyuyordum. Yatağa yaklaşan adım seslerini duyunca düşlerimden yavaşça sıyrıldım. Yatağın sol tarafı çökünce aniden yüzümde bir baskı hissettim. Nefes alamıyordum. Yüzümdeki baskı artınca nefesim kesilmeye başladı. Ellerimi baskının üstüne koyup çekmeye çalıştım ama çok güçlüydü. Ellerimle yastığı yüzümden çekmeye çalışmaya devam ettim. Boğuk seslerim kulağıma geliyordu. O sırada yatağın yanındaki masanın üstündeki mumluğu baskıya vurdum. Üzerimdeki baskı hafifleyince direk üstümden sıyırıp yataktan kalkıp arkama bakmadan kapıya koştum. Arkamdan bir acılı bir inleme duysam da bakmadım. Kapıyı hızla açıp uzun koridora attım kendimi. Arkamda ayak sesleri duyuyordum. Arkama bakmadan adımlarımı hızlandırıp koşmaya başladım. Uzun koridor bitince sol taraftaki koridora dönüp koşmaya devam ettim. Soluklarım kesik kesik, ayaklarım çıplak bir şekilde koridorda koşuyordum. Sağ tarafa ayrılan koridoru seçip koşmaya devam ettim. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Arkamı kontrol etmek için kafamı çevirdiğimde bir şeye çarptım. Nefes nefese önüme döndüm. Gördüğüm yüzle şaşkına döndüm. O yabancı buradaydı. Bedenim onun sert bedenine çarpınca durmuştum. Nefesimi kontrol etmeye çalışırken ona baktım. Büyük avuçlarını omuzlarıma koyup bana baktı. "Sen, sana ne oldu böyle?" dedi endişeyle. Nefesimi düzeltmeye çalışıp ellerimle üzerindeki beyaz gömleğe tutundum "Lü-lütfen yar-yar-" Bir anda her şey ayağımın altında kayınca kendimi kaybettim. Bilincim kapanmadan önce en son hissettiğim şey bedenimi düşmekten kurtaran sımsıkı kollardı.   Bölüm sonu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD