8.BÖLÜM "GİRİFT"
Girift, birbirinin içine girerek çözülemeyecek biçimde karışmış olan, iç içe geçmiş, çapraşık.
Yavuz'un hızlı adımlarla bu tarafa geldiğini gördüm. Arkaya doğru bir adım atarak adının Cem olduğunu söyleyen adamdan uzaklaştım. Yavuz hızla yanımıza gelip elimi tutup beni arkasına çekti. "Senin ne işin var burada?" dedi. Sesindeki öfkeyi ve soğukluğu hissedebiliyordum. İri cüssesinin izin verdiği kadarıyla Cem'e baktım.
"Beni özlemedin kardeşim?" Sesindeki alaylı tanıyı anlamıştım.
"Sana ne işin olduğunu sordum!" dedi sesini yükselterek. Elimi tutuğu elin yavaşça okşadım. Sakin olmalıydı. Hem onu bu kadar sinirlendiren neydi? "Valide Sultanı görmeye geldim." dedi ciddileşerek.
"Seni bu sarayda görmek istemediğimi söylememiş miydim?" dedi tutuğu elimi sıkarak.
"Valide Sultan çağırdı dedim şimdi iznin olursa gideceğim." dedi yüzüne alaycı bir gülümseme takınarak. Gözleri Yavuz'un arkasından bana kaydı. "Memnun oldum prenses. Umarım bir daha karşılaşırız." Dedi.
"Onunla konuşma!" dedi Yavuz. üstüne doğru bir adım atarak. Cem ona aldırmayıp az önce geldiğim koridordan gitti. Yavuz ise elimi bırakmadan hızla yürümeye başladı. Ağzımı açıp tek bir kelime etmedim. Sinirliydi çünkü. Odasının önüne geldiğimizde bir şey hatırlamış gibi durdu. "Hasan Paşa!" dedi öfkeyle.
"Buyurun hünkarım!" dedi Hasan Paşa selam vererek.
"Bir daha prenses odaya girmek istediğinde onu engellemeyin. Direk içeri alın anladınız mı?"
"Baş üstüne hünkarım!" dedi. Kapıyı açıp içeri girdikten sonra arkamızdan kapıyı kapattılar. Az önce neden öyle bir şey yaptı ki? Ama hoşuma gitmişti. "Senin ne işin vardı onun yanında?" dedi sinirle bana bakarak.
"Çarpıştık hem onun kim olduğunu bile bilmiyorum." dedim sessizce. Neden bu kadar bağırıyordu ki?
"Onunla konuşmanı, göz göze gelmeni bile istemiyorum anladın mı?" dedi üzerime bir adım atarak.
Gözlerimi gözlerine dikip "Bana bağırma!" dedim sesimi yükselterek. "Bağırtma o zaman hatun!" dedi bağırarak. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kendime kızdım. Neden bu kadar çabuk doluyorlardı sanki?
Dolan gözlerimi kaçırıp başımı eğdim. Derin bir nefes aldığını hissettim. Hızla arkamı dönüp gidecekken kollarını belime dolayarak gitmeme izin vermedi. Ellerimi kollarının üstüne koyarak çekmeye çalıştım. Kollarını daha da sıkılaştırdı.
Burnunu saçlarıma daldırıp derin bir nefes aldı. "Affet hatun. Sinirliydim!" diye fısıldadı. Dolan gözlerim akmasın diye burnumu çektim. "Her sinirlendiğinde öfkeni benden mi çıkaracaksın?" dedim mırıldanarak.
"Hayır sadece o adamla seni görünce delirdim!" dedi açıklama yaparak. "Neden ona bu kadar öfkelisin?" diye merakla sordum.
"Çünkü tahtımı elimden almaya çalışıyor!" dedi dişlerini sıkarak. Nasıl yani insan kardeşine böyle bir şey yapar mıydı?
"Senden sadece ondan uzak durmanı istiyorum." dedi saçlarıma öpücük koyarak. Başımı sallayıp kolları arasında ona döndüm.
"Daha seni affetmemişken bir de bana bağırdın!" dedim başımı kaldırıp ona bakarak. "Affet hatunum öfkeme karşı çıkamadım." dedi gözlerini gözlerimle buluşturarak.
"Hayır!" dedim. Elimi yanağına uzatıp okşayarak "Affetmeyeceğim. Affettir kendini bana!" Yüzünü avuç içime yaslayıp gözlerini kapattı. Onun bu halini gülümseyerek izledim. Sert yüz hatları gevşemişti. Çatık kaşları düzelmiş yüzünü elime yaslamış, az önceki tüm öfkesi uçup gitmişti.
Parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı dudaklarına sürttüm. "Gönlümü al!" dedim fısıltıyla. Gözlerini açıp bana baktı. Dudaklarını dudaklarıma bastıracakken başımı geri çektim. Boşluğundan faydalanarak hızla kolları arasından çıktım.
Ona gülümseyip bir adım geri attım. "Önce burası." dedim elimi kalbimin üstüne koyarak. Gözlerini kalbimin üstüne koyarak gülümsedi. "Öyle olsun hatun. Ama bunu unutmam." dedi. Utançla gözlerimi kaçırıp odadan kaçarcasına çıktım.
Ah kalbim! Sen neler yaptırıyorsun bana!
Sabah yemek yedikten sonra kitap okumuştum. Zaman öldürmek için en keyifli aktiviteydi. Kitabı bitirdikten sonra derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalkarak kapıya doğru yürüdüm. Odadan çıktığımda kızları gördüm. "Çok sıkıldım bahçeye çıkalım biraz," dedim onlara.
Kabul ettiklerinde sarayın bahçesine çıktık. Dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım ve yürümeye başladım. "Sarayda canım çok sıkılıyor!" dedim kızlara.
"Tüm gün odadan çıkmıyorsunuz prenses. Belki de ondandır?" dedi Gülcan.
"Belki de!" dedim mırıldanarak. O sırada askerlerle konuşan John'u gördüm. "John!" diye seslendim. Bakışlarını etrafta gezdirip beni buldu. Hızla askerlerin yanından ayrılıp yanıma geldi. Selamını verip yüzüme baktı. "Buyurun prensesim" dedi sert sesiyle. Ona gülümsedim. "Nasılsın?" dedim.
Bana bakıp gülümsedi. "Teşekkür ederim prenses. Siz nasılsınız?" dedi. "Sıkılıyorum biraz. Saraya alışabildin mi?" dedim yürümeye başlayarak.
"Evet alıştım. Açıkçası çok güzel bir saray hem askeri alanda da baya gelişmişler." dedi ciddiyetle.
"Hünkarla konuşma fırsatı bulabildin mi?"
"Hayır daha kendilerini göremedim maalesef."
"Anladım." dedim gözlerimi etrafta gezdirerek. O sırada gözlerim bir yere takıldı. "John bir işin var mı?"
"Hayır prensesim. Neden?" dedi.
"Gel benimle." dedim. Hızla adımlarımı ok ve yayın olduğu tarafa yönelttim. Nereye gideceğini anlayınca beni takip etti. Dartın yanına geldiğimde büyük ve ağır olan yayı elime aldım. Çok ağırdı. "Eskiden hep yarış yapardık hatırladın mı?" dedim. Başını sallayıp gülümsedi. "Evet, ne kadar iyi bir nişancı olduğunuzu unutmak mümkün değil" dedi.
Esma ve Gülcan'a dönüp "Burası hünkara mı ait?" dedim merakla. "Evet prensesim elinizdeki yay da ona ait." dedi Gülcan.
Elimle yayın tutuğum tarafını okşadım. "Önce sen!" dedim.
Sırtına asılı olan oklarını ve yayını çıkarıp darta nişan aldı. Ve hızla yayı bıraktı. Ona gülüp "Pek olmadı sanki." dedim. Nişan aldı yuvarlak dartın tam köşesine isabet ettirmişti oku.
Elindeki yayı bir eline alıp bana döndü. "Hala o kadar alıştırmaya rağmen size yetişemedim." dedi. Ona gülümseyip bir adım atarak pozisyon aldım. Tek gözümü kapatıp elimle oku kendime çektim. Gözlerimi iyice kısıp nişana baktım. Pozisyondan emin olduğum zaman tam oku bırakacaktım ki sırtımda bir sert göğüs okun üzerindeki elimin üstüne bir el kondu. "Demek meleğim buradaymış. Her yerde seni arıyordum!" dedi kulağıma fısıldayan tanıdık ses. Başımı çevirip onun güzel yüzüne baktım. "Buradayım." dedim gülümseyerek.
Elini sıkılaştırıp gözlerime baktı. "Ok atmayı biliyor musun sen?"
"Tabi ki ne sandın?" dedim burnumu havaya dikerek. Bu halime gülüp geri çekildi. "Görelim marifetini!" dedi ellerini iki yana açarak. Ona gözlerimi kısıp önüme döndüm. Yayı iyice gerip atış yapmaya hazırlandım. Gözlerimin tekini kısıp nişan aldım. Ve oku hızla bıraktım. Tam dartın ortasına isabet etmişti. Gözlerimi kocam açıp sevinçle zıpladım. "Evet!" dedim gülerek. Bakışlarımı ona çevirdim. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Hatun, seni orduya mı alsam?" diye sordu. Ona güldüm. Daha sonra ona yaklaşıp yayı ona verdim. "Sıra sende!" dedim. Elimi okşayıp yayı elimden aldı. Heyecanla atış yapmasını bekledim. Yayı iyice gerip hızla atışını yapmıştı. Dartın tam yanına benim attığım okun biraz sağına gelmişti. Yerimde zıplayıp zaferle "Ben kazandım!" dedim. Bu halime gülüp yayı tek eline alıp yanıma geldi. Tek elini belime sarıp alnıma öpücük kondurdu.
"Sen kazandın!" dedi fısıltıyla. İçimden bir ses bunun oyunla alakası olmadığını söylüyordu. Başı kaldırdığımda göz göze geldik. Göz bebekleri büyümüş göz rengi biraz daha açılmıştı. Gözlerine dalıp giderken bir kuş gibi çırpınan kalbimin atışlarını umursamadım. Gözleriyle yüzümü dikkatle inceledi. O kadar dikkatli inceliyordu ki utanarak gözlerimi kaçırdım. Pembeleşen yanaklarımı ondan saklamak istesem de bunu beceremedim.
Yanımızda duran selamda duran John'u gördüğümde daha da kızardım. Onu unutmuştum. Kuruyan boğazımı temizleyip Yavuz'a döndüm. "Yavuz!" dedim yumuşak sesimle.
Gözlerini hızla bana çevirdi. Ona ilk defa ismiyle hitap ediyordum. Buna şaşırmıştı elbette. Ona gülümseyip John'u gösterdim. "Bu Kont John. Bizim sarayımızın muhafızlar komutanıydı!" diye tanıttım. Başını iki yana sallayıp derin bir nefes aldı. Gözlerini John'a çevirip onu inceledi. Gözleri aynı bir şahin gibi dikkatle John'un üstündeydi.
"Tanıdığıma memnun oldum Joh. Ben Yavuz Sultan Selim bu gördüğün tüm toprakların sahibiyim!" dedi sert sesiyle. Ona şaşkınca baktım. Resmen gövde gösterisi yapıyordu.
"Sizinle tanıştığım için onur duydum hünkarım. Adım John. Kral İvan tarafından prensesi korumakla görevlendirildim." dedi İngilizcesiyle. Selam verip konuştu.
John Türklerin dilini bilmediği için bu İngilizce konuşmuştu. Yavuz İngilizce bildiği için çok zorlanmamıştı. "Anladım Joh. Eğer bir sorunun olursa derhal bana gel. Prensesi de düzgünce koruyacağından hiç şüphem yok. Şimdi bizi yalnız bırak!" dedi dişlerinin arasından. Ona şaşkınca baktım. Neden böyle yapıyordu ki? Hem John'un adını bilerek yanlış söylediğine emindim.
John selam verip yanımızdan ayrıldığında "Neden böyle davranıyorsun?" dedim sinirle. Bakışlarını bana çevirip "O adam neden bu kadar yakın sana. Hem neden onunla ok atıyordun?" dedi öfkeyle. "Çünkü sıkılmıştım. Hem o benim arkadaşım." dedim.
"İyi sıkılınca yanıma gelirsin olur biter. Ben seni eğlendiririm." dedi arzulu bir sesle. Dudaklarım dediği şeyle aralandı. Bakışlarımı kızlara ve Hasan Paşa'ya çevirip duyup duymadıklarına baktım. Gözlerimi tekrar ona çevirip "Edepsiz!" dedim sinirle.
"Ne var hatun? Ne edepsizliğimi gördün? Sanki bir şey yapabiliyoruz?" dedi. Onun bu haline şaşkınca bakıp tek kelime edemiyordum. "S-sen çok terbiyesizsin. Ben gidiyorum!" dedim arkamı dönerek.
"Hatun nereye? Gel buraya!" dedi arkamdan gelip. Omuzlarımı kaldırıp omuzlarımı silktim. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Benim hızlanmamla o da hızlandı. "Ya gelmesene!" dedim korkuyla.
"Seni yakalarsam bırakmam hatun!" dedi alayla. Adımlarını hızlandırıp aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattı. Eteklerimi elimle toplayıp koşmaya başladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Heyecandan yanaklarımın kızardığını hissettim. Saçlarım rüzgarın etkisiyle havada uçuşuyordu.
"Hatun! Dur dedim sana!" dedi öfkeyle çıkmasını sağlamaya çalıştığı sesiyle. Arkama baktım. Büyük adımlarla üzerime doğru geliyordu. Ona gülümseyip önüme döndüm. "Yakala o zaman!" dedim sevinçle bağırarak.
"Yakalarsam senin için kötü olur bak?" dedi imayla. Kahkaha atıp ona döndüm. "Korkutamazsın ki beni?" dedim heyecanla. Koşmanın etkisiyle göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Hızlı hızlı nefesler alıyordum. Yüzüm kızarmış bir şekilde ona bakıyordum.
Bir anda koşarak üzerime gelmeye başlamasıyla ne yapacağımı şaşırdım. Korkuyla arkaya dönüp birkaç adım atmıştım ki belime sarılan kollarla engellendim. Kollarını karnımın üstünde birleştirip fısıldadı "Demek korkutamam seni ha?" Sesindeki alayı anlayabiliyordum.
Ellerimi kollarının üstüne koyup ellerimize baktım. Beyaz tenim esmer kollarıyla çok güzel görünüyordu. Kolları arasında dönüp ona baktım. "Yakaladın beni!" diye fısıldadım göğsüne.
"Seni asla bırakmam!" dedi tok sesiyle. Ona bakarken kolunun birini sırtımdan çekip üstündeki ceketin içine koydu. Elini ceketin içinden çıkardığında kırmızı çiçeklerden oluşan bir tac gözlerimin önünde belirdi. Şaşkınca taca bakıp gözlerimi ona çevirdim.
"Beyaz tenine çok yakışacak" diyerek tacı saçlarımın arasına koydu. Ona şaşkınca bakıyordum. Ne güzel bir adamdı böyle?
"Bunu sen mi yaptın?" diye sordum şaşkınca.
"Hayır!" dedi.
"O zaman bu sayılmaz. Ben senden bir şeyler bekliyorum."
"Bunu içimden geldiği için yaptım. Esas meseleyi unutmuş değilim." dedi.
Ona kocaman gülümsedim. Elini saçlarıma daldırıp dudaklarını alnıma bastırdı.
"Helalimsin sen benim!"
Hasan Paşa'nın yanımıza gelmesiyle Yavuz'dan ayrılıp saraya döndüm. Ondan ayrılmayı hiç istemiyordum. Odaya gelip aynadan kendime baktığımda Yavuz'a bir kere daha hayran kalmıştım. Taç siyah saçlarımın arasında çok güzel görünüyordu. Aynada kendime gülümsedim.
Daha sonra dün gece karar verdiğim bir şeyi yapıp aynanın önündeki kitapları alarak odadan çıktım. Kapıda bekleyen kızları Madam'a yollayıp sarayın bahçesine çıktım. Yolunu bildiğim camiye adımlarımı yönlendirdim. Ezana daha çok olduğunu düşünüp içeri girdim. Yine o aydınlık ve ferah veren odaya girip Ahmet hocayı aradım. Onu çabucak bulmuştum. Yerde önünde bir kitapla durmuştu. Sanırım kitap okuyordu. Hızla onun yanına gittim. Beni görünce gülümsedi ve önündeki kitabı kapattı. "Hoş geldin kızım. Bu ne güzel bir ziyaret!" dedi.
Ona gülümseyip "Hoş bulduk. Sizi ziyaret etmek istedim. Müsait miydiniz?" dedim. "Tabi ki buyur kızım!" dedi önünü göstererek. Ona gülümsedim ve gösterdiği yere oturdum.
"Aslında buraya sizden bir şey istemek için gelmiştim." dedim heyecanla. Başını sallayıp "Yapabileceğim bir şeyse?" dedi merakla.
"Müslüman olmak istiyorum yardım eder misiniz?" diye sordum mutlulukla. Şaşırıp "Emin misin kızım?" dedi. Elimdeki kitapları okuduğu kitabın yanına indirerek "Kitapları bitirdim. Ve evet araştırdım bulduğum tüm kitapları okudum. Belki de benim burada olmamın amacı budur." dedim hevesle.
Gülümseyip "O zaman gidip abdestini al ve yanıma gel!" dedi. Hızla ayağı kalkıp odadan çıktım. Temiz olan abdesthane yerine gidip öğrendiğim gibi abdest alıp hızla odaya geri döndüm. Kapının oradaki namaz elbiselerinden bir tanesini aldım ve giydim. Tacımı dikkatlice elime alıp eşarbı örttüm. Takıcı elime alıp hocaya doğru ilerledim. Bana tüm her şeyi teker teker anlattı. Onu dikkatlice dinledim. Daha sonra kelime-i şehadet getirmemi istedi ama dilim dönmüyordu. Biraz uğraş verdikten sonra yaptım.
"Bir kez daha söyle." dedi.
"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü." dedim yavaşça.
"Aferin!" dedi. Okuduğu dualardan sonra elini yüzüne sürttü. "Amin" dedi. Bende onun gibi yaptım. Bana dönüp "Artık Müslümansın kızım. İnşallah hayatında mutluluk hiç bitmez."
"İnşallah!" dedi gülümseyerek. Onunla vedalaştıktan sonra üstümü değiştirip, tacımı takıp tekrar saraya döndüm. Koridorlarda ilerlerken bağıran bir erkek sesi duydum. Yürümeyi kesip sesin geldiği yöne baktım. Başında cüppesi olan bir adamla dün tanıştığım Cem sultanı açık kapısı olan bir odada gördüm. Bir şeyler konuşuyorlardı. İkisi de sinirliydi. Koridorun duvarına bedenimi saklayıp onları dinlemeye başladım.
"O hayatta olduğu sürece tahta çıkmam imkansız!" dedi Cem sesi öfkeli ve yüksekti.
"Sessiz ol evlat! Biri duyarsa bizi işimiz biter" dedi gözlerini etrafta gezdirip yeniden Cem'e döndü.
"Bak Mehmet Paşa eğer sözünü tutmaz-"
"Hünkar şuan saray bahçesinde birazdan ölüm haberini duyarsın. İşte o zaman sözümü tutup tutmadığımı anlarsın." dedi gülerek.
Ağzımı şokla kapattım. Yavuz'u öldüreceklerdi!
"Şimdi mi?"
"Evet adamı ayarladım. Birazdan alırsın güzel haberi şimdi gitmem lazım. Tutma beni!" dedi ve hızla odadan çıktı. Elimi göğsümün üstüne koydum. Onu öldüreceklerdi hem de şimdi? Ben onsun ne yapardım?
Bir saniyeliğine onun öldüğünü düşündüm. Kalbime sanki bir bıçak saplandı ve nefesim kesildi. Hızla koridorda dönüp arkamdan ses çıkmasını umursamadan koştum.
Ya geç kalırsam?
Adımlarımı hızlandırıp koridorda dönüp sarayın bahçesine çıktım. Hızla bahçede koşup gözlerimi etrafta gezdirdim.
Yoktu!
Hiçbir yerde yoktu!
Gözlerimi hızla etrafta dolaştırdım. Biraz daha koştum. Sonunda onu sabah ok attığımız yerde Hasan Paşa ile konuşurken gördüm. Etrafında bir sürü hizmetli ve asker vardı.
Gözlerim onu canlı görünce derin bir nefes aldım. Üstümden sanki bir yük kalkmıştı. Gözlerimle onun bedenini tarayıp bir yarası olup olmadığa baktım. Çok şükür ki yoktu. Elimi göğsüme koyup derin bir nefes aldım. Ona bir şey olacak diye ödüm kopmuştu. Tam arkamı dönecekken sarayın karşı tarafında elinde yayla duran bir adamı gördüm. Ağaçların arkasına gizlenmiş oku Yavuz'a doğru yöneltmişti. Onu öldürecekti.
Bir anda hızlanıp ona doğru koşmaya başladım. İlk önce beni görmedi. Hasan Paşa konuşurken arkasını döndü. Bakışları Hasan Paşadayken sanki hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdi. Ona koştuğumu görünce gülümsedi. Bakışlarımı onun tam arkasındaki noktaya çevirdim. Adam okunu biraz daha gerdirdi.
Son kalan gücümle Yavuz'a koştum. Aramızdaki iki üç adımlık mesafeyi hızla kapatıp kollarımı boynuna sarıp döndürdüm. Ellerini hızla sırtıma sardı. O sırada küçük bir ses duydum. Daha sonra ise sırtıma giren bıçak gibi oku.
Ellerimi sıkılaştırıp daha da sardım kollarımı ona. Bırakmadım. Gözlerim acıdan dolarken nefesim kesildi.
Kaburgalarım yandı sanki.
O sırada bedeninin donduğunu hissettim. Gözlerinin oku buluşunu ve bedenini benden çekmeye çalışını.
Korkuyordu.
Yavuz'dan
Minik bedenini kollarımla sardığımda gözlerimi kapattım. Meleğim beni çok özlemişti anlaşılan. Kollarımın arasındaki bedeni sarsılınca gözlerimi açtım. Elimi kaldırıp saçlarına koyacakken gördüğüm kanla durdum.
Dünya sanki bir anlığına durdu benim için.
Kaskatı kesildim.
O vurulmuştu.
Kulaklarım uğulduyordu sanki Hasan Paşa'nın askerlere bağırışını, hizmetlilerin çığlığı sanki hepsi kafamda birikmişti. Ellerimle küçük bedenini çekmeye çalıştığımda daha da sardı boynuma ellerini. Hızla bedenimi bedenimden ayırdım. Askerler her tarafımızı sarmıştı. Dizlerimi yere dayayıp gözlerimi yüzüne çevirdim.
Gözlerinden yaşlar akıtarak bakıyordu bana. "Hayır!" dedim fısıldayarak.
"Hayır! Bırakma beni!"
"Hekimi çağırın hemen!" diye bağırdım. Gözlerini gözlerime çevirdi. Titreyen elini kaldırdı. Elimi hızla kaldırıp elini tuttum ve yanağıma yasladım. "Bırakma beni. Kapatma o taptığım gözlerini!" dedim. Gülümsemeye çalıştığında yüzü acıyla buruştu.
Dudaklarını araladı. "S-se-ni-" dedi zorla. Elimi dudağının üstüne koyup "Konuşma yorma kendini. Bırakma!" dedim.
"Hekimi çağırın lan!" diye bağırdım boğazlarım acıyana dek. Bir anda gözlerinin kaydığını ve dudaklarının hareketini kestiğini gördüm.
"Kapatma. Kapatma gözlerini!" dedim canhıraş bir sesle.
"Meleğim bırakma beni!"
Göz kapaklarının kapandığını gördüm.
Dünya benim için durmuştu o an.