7.Bölüm

2848 Words
7.BÖLÜM "İNSİYAK" İnsiyak, içgüdü. Odaya girip elimdeki kitapları aynanın önündeki masaya indirmiştim. Az önce camiye gitmiş Ahmet hocayla konuşmuştum. Bana okumam için birkaç kitap vermişti. Onunla oturup sohbet etmiştim. Beni görünce çok sevinmişti. Ve prenses olduğumu öğrenmişti tabi. Yine de tavrını değiştirmeden benimle aynı şekilde konuşmaya devam etmişti. Ona İslam dinini öğrenmek istediğimi söyleyince çok mutlu olmuştu ama önce kitaplar vermiş okumamı istemişti. Kitaplardan birini alıp kanepeye doğru gittim. Kanepeye oturup rahat bir pozisyon alarak kitabı okumaya başladım. Bazı kuralları Hristiyanlık diniyle benzerdi. Bunu zaten Ahmet Hoca da demişti. Uzun bir süre okuduğumu ağrıyan boynumdan anlamıştı. Kitabın sayfasını aklımda tutup kitabı kapattım. Oturduğum yerden doğrulacakken kapı çalındı. İçeri girmesini istediğim de Gülcan içeri girdi. "Prensesim rahatsızlık verdiğim için affedin lakin Hasan Paşa geldi sizi görmek istiyor!" dedi selam verdikten sonra. "İçeri alabilirsin" dedim yerimden kalkarak. Hasan Paşa içeri girip selam verdi. "Prensesim beni hünkarımız gönderdi. Size iletmemi istediği bir şey var." Heyecanla ona bakıp "Dinliyorum" dedim. "Hünkarımız hazırlanıp sarayın bahçesindeki çardağa gelmenizi istedi." "Hemen mi?" "Evet Prenses!" "Peki hazırlanıp geliyorum!" dedim. Hasan Paşa çıktıktan sonra heyecanla aynanın karşısına geçtim. Üzerimde maviye benzeyen uzun kollu bir elbise vardı. Sade bir elbiseydi. Değiştirmeyi düşündüm ama geç olurdu. Ellerimi saçlarımın arasından tarak gibi geçirdim düzgün görünmesi için. Saçlarımda gümüş bir taç vardı. Onu düzeltip dolaba doğru ilerledim. Hava güneşliydi fakat biraz soğuktu bu yüzden koyu kırmızı bir kabanı alarak üstüme geçirdim. Önünden düğmesi kapatıp aynada kendimi inceledim. Fena olmamıştım. Kapıyı açarak dışarı çıktım. Madam ve kızlar konuşuyorlardı. Bakışları bana döndüğünde "Hünkarımız çağırmış!" dedim heyecanla. Bu halime kısık sesle güldüler. Onlara bakıp kaşlarımı çattım ne vardı heyecanlıysam biraz? Biraz? "Bahçede çardaktaymış. Gidiyoruz!" dedim. "Siz gidin benim birkaç işim var prensesim." dedi Madam. Başımı onaylarcasına sallayıp arkamı döndüm. Hızlı adımlarla koridorda yürümeye başladım. Adımlarımı hızlandırıp hızlıca yürümeye devam ettim. Kızların arkamdan güldüklerini önemsemedim. Sarayın bahçesine çıktığımızda gözlerimi etrafta dolandırdım. Yavuz'u görmedim. Kızlara burada beklemelerini söyleyip çardağa doğru yürüdüm. Küçük bir gölün kenarındaki çardağa geldim ama kimse yoktu. Gölün önünde durup iç çektim. Gitmiş miydi? Belime dolanan kollarla ürktüm. Ellerini karnımın üstünde birleştirip kulağıma fısıldadı. "Ne o? Beni göremeyince üzüldün mü?" "Hiç de bile! Göle bakıyordum ben!" dedim huysuzlukla. Kısık bir kahkaha atıp burnunu saçlarıma bastırdı. Derin bir nefes aldığını işittim. Beni kokluyordu. Kokumu özlediğiniz bilmem karnımda bir şeyleri harekete geçirdi. Ayaklarım yere basmıyordu. Öyle mutluydum ki! Ama onu affetmemiştim ben! Ellerimi birleştirdiği ellerinin üstüne koydum. "Hatunum büyük bir sorunumuz var" dedi ciddiyetle. Yüreğim korkuyla ezildi. "Ne oldu?" dedim endişeyle. "Bizim çabucak evlenmemiz lazım!" dedi ciddiyetini bozmadan. Yüreğimde ki baskı bir anda yok oldu sanki. Başımı çevirip dudaklarımı büzerek ona baktım. Yüzüme bakıp gülmeye başladı. "Bir de gülüyor musun utanmadan?" dedim sinirle. Kollarının arasında dönüp yüzüne bakmak için başımı yukarı kaldırdım. Dudakları iki yana kıvrılmış gülümsüyordu. Bu yüzden gözleri kısılmıştı. Yüzü yine her zaman ki gibi yakışıklıydı. Sakalları yüzüne çok yakışıyordu. Güneş yüzüne vurduğu için esmer teni daha da cezbedici görünüyordu. Üstünde Siyah bir mont giymişti üstüne boydan uzun kollu. Siyah bir pantolon ve siyah botlarıyla çok hoş görünüyordu. "Ne var hatun? Yalan mı söylüyorum? Acilen evlenmemiz lazım. Artık ayrı kalmak istemiyorum senden!" dedi yüzümü inceleyerek. Utanarak bakışlarımı kaçırdım. Sağ elini belimden ayırıp yanağıma koydu. Yüzümü kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı. Eliyle yanağımı okşayıp "Kızaran yanaklarına bayılıyorum hatun. Kıpkırmızı elma gibiler." dedi şefkatle. Ona gülümsedim heyecanla. "Beni neden çağırmıştın?" "Bir yere gideceğiz." dedi geri çekilerek. Elini belimden çekip parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Gözlerimi birleşen ellerimize çevirdim. Elim elinin içinde kaybolmuştu. Bu görüntüyü aklıma kazıyıp ona cevap verdim. "Nereye?" dedim merakla. "Ülkeni tanımak istemez misin?" diye sordu. Ne yani dışarı mı çıkacaktık? "Dışarı mı çıkacağız?" dedim mutlulukla. İstanbul'u hep merak etmiştim. Şimdi ise görme fırsatını yakalamıştım. "Bilseydim bu kadar mutlu olacağını daha evvel çıkartırdım seni." dedi yüzüme bakarak. "Sadece İstanbul'u hep merak etmiştim." dedim. "Şimdi göreceksin." Elimi sıkıca tutup yürümeye başladı. O sırada uzakta Hasan Paşa'nın yanında bize kıkır kıkır gülerek bakan kızları görünce utandım. Elimi elinden çekmek istesem de daha sıkı tutup çekmeme izin vermedi. Hasan Paşa'nın yanında duran atlı arabayı yeni fark ediyordum. Siyah oldukça lüks bir arabaydı. Ahşaptan yapılmış mat bir siyahla boyanmıştı. Önünde iki at ile bizi bekliyordu. Arabanın yanına vardığımızda durduk. "Her şey hazır mı Hasan Paşa?" dedi sert sesiyle. Yumuşak sesini bir tek bana kullanıyordu sanırım. "Evet hünkarım!" dedi Hasan Paşa başını eğerek. Yavuz bana dönüp "Hadi gel!" dedi. Atın yanında durup ellerini uzatarak arabaya binmeme yardım etti. Daha sonra koca cüssesiyle yanıma oturup elini tekrardan elimle birleştirdi. "Haydi gidelim!" dedi sürücüye dönerek. "Baş üstüne hünkarım!" dedi ve atları harekete geçirerek hızla sürmeye başladı. Sarayın büyük kapısını geçerek uzaktan görünen denizi ve şehri incelemeye başladım. Öyle güzel bir manzaraydı ki. Manzara dalıp gittiğimde bana bakan gözlere döndüm. "Manzara çok güzel!" dedim gülümseyerek. Gözlerini yüzümden ayırmadan, "Evet çok güzel. Eşsiz!" dedi hayranlıkla. Manzaradan değil de bana böyle söylemesi hoşuma gitmişti. Hızlanan kalp atışlarımı umursamadan gülümsemeye devam ettim. Utanarak gözlerimi kaçırdım. Elini omuzuma atarak beni göğsüne çekti. İtiraz etmeden başımı sert ama huzurlu göğsüne yasladım. Huzurla gözlerimi kapatarak mırıldandım. "Bu seni affettiğimi göstermez!" "Peki meleğim öyle olsun. Daha yeni başlıyorum!" dedi burnunu saçlarıma dayayıp nefes alırken. Kısa süre sonra şehrin merkezine geldik. Çok kalabalıktı. İnsanlar oradan oraya koşuyorlardı. Bazı insanlar bağırıp eşyalarını satmaya çalışıyorlardı. Gözlerimi kalabalıktan çevirip kaybolmaya korkan bir edayla yanımdaki bedene sokuldum. Elimi sıkarak okşadı. Sanırım kalabalıktan hoşlanmadığımı anlamıştı. Tek tek bütün yerleri gezdik dolaştık. Pazarda birçok şey almıştık. Bana küçük bir bileklik bile almıştı. Kırmızı elma alırken bana imayla bakmıştı. Gözlerimi kaçırmış utanmıştım. Eşyaları askerlere verip denize gitmiştik. Sandala binmiş beni denizle buluşturmuştu. Deniz maceramız bitince yeniden saraya döndük. Saraya döndüğümüzde Yavuz'un divan toplantısı olduğu için istemesem de ondan ayrılmak zorunda kalmıştım. Bende odama gelmeye karar verdim. Odaya girdiğimde Madam beni bekliyordu. "Hoş geldiniz prenses!" "Hoş bulduk Madam!" dedim gülümseyerek. Yüzüme bakıp "Dünden beri yüzünde güller açıyor. Hayırdır?" dedi gözlerini kısarak. Kabanı çıkarıp sandalyenin üstüne koydum ve kanepe de oturan Madamın yanına oturdum. "Madam o kadar mutluyum ki! Hayatım da bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Bu bozulacak diye öyle ödüm kopuyor ki!" dedim endişeyle. Elimi tutup "merak etmeyin prenses öyle bir şey asla olmayacak. Ne kadar mutlu olduğunuzu görebiliyorum. Lütfen aklınıza kötü şeyler getirip kendinizi üzmeyin!" dedi bana güç vererek. "Merakımı mazur görün prenses hünkara karşı ne hissediyorsunuz?" diye sordu. "Onun yanındayken her şeyi unutuyorum sanki. Dünyada ki kötü olan her şey silinip bir tek o kalıyor gibi. Onu gördüğümde kalbim yerinden çıkacak diye çok korkuyorum. Bana bir bakışı bile yetiyor!" dedim kalbimden geçenleri söyleyerek. "Peki o sizi üzecek bir şey dediğinde?" "Paramparça oluyorum. Yüreğime bir ateş düşüyor sanki. Kalbim o kadar acıyor ki. Söylesene Madam ne demek oluyor tüm bunlar?" dedim merakla. Elimi sıkıca tutmaya devam edip gülümsedi. "Merak etmeyin prenses endişe edilecek bir şey yok. Sadece küçük bir hastalığa yakalanmışsınız!" "Ne hastalığı?" "Aşk hem de çok fena" dedi ve güldü. Hiçbir şey demedim. Elimi kalbime götürüp sesini dinledim. Ben Yavuz'a aşık mı olmuştum? Madam gittikten sonra oturup derince düşündüm. O haklı mıydı? Ona aşık mıydım? Derin bir nefes aldım. Onu özlüyordum, kıskanıyordum, bana bir dokunuşuyla yanıyordum, iltifat etmesiyle karnıma kelebekler doluşuyordu sanki. Belki de kendime itiraf etmeliydim? Sonunda! İç sesim yine başlamıştı anlaşılan. Belki de o da haklıydı. Ben Yavuz'u seviyordum. Ona aşıktım. Kelimeyi fısıldadığım da kalbimden bir yük kalktı sanki. Onu gerçekten seviyor ve değer veriyordum. Acaba o da seviyor muydu? Düşüncelerimden sıyrılarak oturduğum yerden kalktım. Odadan çıkarak kapıyı kapattım. Kızlara dönerek "Valide Sultan'ın yanına gideceğiz!" dedim. Başlarını sallayıp arkamdan geldiler. Koridordan dönüp büyük avluya ulaştım. Haremin önünden geçerken odanın içinde toplanmış kızları gördüm. Onlara takılmadan geçecektim ki ismimi duymamla durdum. "Ne oldu prensesim?" dedi Gülcan. Elimi kaldırarak susturdum. "Ne yani gerçekten ağladı mı?" dedi içlerinden bir kız. "Evet tabi. Hünkarın benimle ilgilenmesini kaldıramadı herhalde!" dedi o gece ki kız. Yüzümü ona çevirerek baktım. Neydi ismi? Ha Ayşe. Has odadan çıkıp buraya benim dedikodumu yapmaya mı gelmişti. "Sonra ne oldu peki?" "Ne olacak hünkar onu kovdu tabi. Resmen sülük gibi yapışmıştı adama!" Ayşe yüzünü tiksinirmiş gibi yaparak. Ellerimi yumruk yapıp sinirle kaşlarımı çattım. "Prensesim isterseniz onlara ha-" Esma'nın sözünü sertçe kestim. "Sen dur ben hallederim!" dedim ve içeriye doğru adımladım. Dışarıda asker olmadığı için geldiğimi duymamışlardı. İçlerinden bir kız gözlerini kocaman açıp dudaklarını aralayacaktı ki elimi dudaklarıma götürdüm 'sus' işareti yaptım. "Anlayacağınız kızlar gurursuz gibi neredeyse hünkarın ayaklarına kapanacaktı ama hünkarımız kapı dışarı etti onu?" "Eee eğer dediğin gibiyse neden az önce el ele şehre gittiler?" dedi aralarından bir kız. "Ne? Ne zaman?" "Az evvel bahçede Gülnihal görmüş resmen aşık gibilermiş" dedi birisi. Ayşe denen kızını sustuğunu gördüm. Sesi kesilmişti birden. "Ne o? Diyecek bir şey bulamadın mı?" dedim sinirle sesimi yükselterek. Hepsi sesimi duyunca şaşkınlıkla bana baktılar. "Size terbiye öğretmediler mi? Karşınızda bir prenses var saygı gösterin!" dedi Gülcan bağırarak. Bazı kızlar ayağı kalktı. Diğerleri yerlerinden kıpırdamadılar. "Ne diye saygı göstereceğiz ki? O kim ki? Prenses olabilir ama bizim prensesimiz değil. Senin bu tavırların bize sökmez. Senden emir almıyoruz biz!" dedi Ayşe sinirle bana bakarak. "Doğru konuş benimle!" dedim sinirle. Nasıl çirkef bir kızdı böyle? "Konuşmazsam ne olur? Gidip ağlayarak hünkara mı şikayet edersin?" dedi ve oturan kızlarla birlikte güldüler. O sırada Sümbül ağa ve Canan hatun sesimizi duyup geldiler. Karşıma geçip selam verdiler. "Hayırdır prensesim bir sorun mu var?" dedi Sümbül ağa. "Sümbül ağa bu kıza neden saygı gösteriyorsun o kim ki?" dedi Ayşe ayağı kalkarak. Sümbül ağa kıza dönüp "Edepsiz ahlaksız nasıl konuşuyorsun haddini bil karşında prenses var!" dedi sinirle. Ayşe üstüme doğru bir adım attı. "Ne prenses ama hala hangi yüzle hünkarın karşısına çıkabiliyorsun? O gece olanları anlatsana! Nasıl bir zavallı gibi ağladığını, hünkarın seni kovduğunu anlat!" dedi alayla. Gözlerimi gözlerine dikip öylece baktım. "Gerçekten çok salaksın. Hünkar bana dokunmuşken ona bedenini sunacak kadar alça-" "Haddini bil!" Sert erkek sesini duyduğumda arkamı döndüm. Yavuz sinirle elini yumruk yapmış gerilen yüzü ile haremin kapısında duruyordu. Oturan kızlar hızla ayağı kalkıp selamda durdu. Ayşe de geri çekilip selam verdi. Gözlerimi ona çevirdim. Daha sonra başımı eğip selam verdim. Hızlı ve sert adımlarla yanımıza geldi. "Ne oluyor burada biri bana hemen açıklasın!" diye kükredi. "Hün-hünkarım prenses bana hesap soruyordu. Sizin odanıza geldiğim için. Cevap vermeyince de üzerime yürüdü hünkarım!" dedi ağlamaklı sesiyle. Gözlerimi şaşkınca ona diktim. Nasıl bu kadar kolay yalan söyleyebiliyordu? "Demek öyle ha? Demek senin üstüne yürüdü?" dedi sert sesiyle. "Evet hünkarım. Bana bağırıp hesap sordu. Buradaki herkes şahit!" dedi. Gözlerimi Yavuz'a çevirdim. Gözlerini gözlerime çevirip bana baktı. "Sümbül Ağa!" dedi gözlerini benden ayırmadan. "Buyurun hünkarım!" dedi Sümbül ağa. "Siz haremde cariyelere yalan nedir öğretmiyor musunuz?" dedi ve gözlerini Sümbül ağaya dikti. "Hünkar-" "Kes! Siz!" dedi eliyle Ayşe ve diğer kızları göstererek "Bir daha prensese bir hareket veya davranışınızda bir art niyet görürsem, ona iftira attığınızı duyarsam hepinizin kellesini uçururum!" dedi bağırarak. "A-ama-" Ayşe'nin sözünü keserek. "Sen hiç konuşma! Prensese dediğin her şeyin kelimesi kelimesine duydum. Senin gibi rezil bir kadını haremim de istemiyorum. Hasan Paşa!" "Buyurun hünkarım!" dedi Hasan Paşa. "Şu kadını değil sarayım da ülkemde bile görmek istemiyorum. Çabuk gözümün önünden def et şunu!" "Baş üstüne hünkarım!" Ayşe'nin yalvarmasına rağmen askerler onu alıp haremden çıkardı. "Bu size ders olsun. Bir daha böyle bir olay yaşanırsa hepinizi sürürüm haberiniz ola!" dedi gözlerini bana çevirip elimi tuttu. "Yanımda gördüğünüz kadın hünkarın müstakbel eşidir. Ona edilmiş sözü kendime sayarım. Ona bir davranış sergilemeden önce ilki defa düşünün. Anladınız mı beni?" dedi haremde sesi yankılanırken. Elimi tutup arkaya bakmadan beni haremden çıkardı. Sert ve hızlı adımlarla yürüdük. Elimi tek elimle tutmuş ona yetişmeye çalışıyordum. Hızla odasına girip arkasından kapıyı kapattı. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Bedeni gerilmiş öfkeli nefeslerini duyabiliyordum. "Seninle böyle konuşmaya nasıl cüret eder!" dedi sertçe bana dönerek. Çenesi kasılmış yanaklarında çukur oluşmuştu. Kadın olmasaydı elim de kalırdı Allah biliyor ya!" dedi bağırarak. Ona yaklaşıp parmak uçlarımda yükselerek ellerimi yanaklarına koyup okşadım. "Tamam sorun değil!" dedim yumuşak sesimle. "Nasıl sorun değil? Orada olmasaydım ne olacaktı?" dedi sinirle. "Ama beni korudun öyle değil mi? Takma artık kafana boş ver!" dedim kısa sakallarını okşayarak. Gözlerini gözlerime dikti. Uzun süre baktıktan sonra pes etti. Elini belime koyarak bedenini bedenime yasladı. "Sen kazandın bu seferlik." dedi. Ona şirince gülümseyip baktım. "Senden bir şey isteyeceğim" dedim. "Nedir?" "Ama gözlerini kapatman gerek." dedim. "Ne yapacaksın hatun?" dedi boğuk sesiyle. "Ya sen kapat!" dedim inatla. Sert bir soluk verdi ve gözlerini kapattı. Dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldadım. "Seni seviyorum!" Hızla yanağını öpüp kolları arasından kaçmayı istemiştim. Maalesef öyle olmadı. Hızla elimi yakalayıp beni kapının yanındaki duvara yasladı. Gözlerindeki anlamdıramadığım bir ifadeyle bana bakıyordu. "Ne dedin sen?" "Ne dedim?" dedim bilmezlikten gelerek. "Hatun!" dedi uyarıcı bir sesle. Ona gülümseyip utanarak baktım. "Seni sevdiğimi söyledim." dedim. "Bir daha söyle!" dedi emrederek. "Hayır!" dedim inatla. "Söyle yoksa seni bırakmam!" dedi kollarını belime sarıp beni duvara kıstırarak. Kollarının arasından çıkmaya çalıştım ama nafileydi. Pes ederek ona baktım. Ellerimi göğsünün üstüne koyarak ona baktım. "Sana aşığım. Seni seviyorum dedim!" fısıltıyla. Gözlerime bakıp dudaklarını saçlarıma daldırdı. Derin bir nefes çekip "Bunu duymayı o kadar bekledim ki!" dedi sevgiyle. "Anlamadım?" dedim. "Tam üç yıl bekledim bu sözü duymak için!" dedi kararmış gözlerini gözlerime dikti. "Sen bunca zaman beni mi bekledin?" dedim heyecanla. "Seni her gece görüyordum. Öyle ki artık erken uyuyup düşlerimi süslemeni istedim. Her daim o lafı söyleyecekken sıçrayarak uyanıyordum. Bir türlü duyamadım o lafını gül kurusu dudaklarından!" dedi. "Peki nasıldı düşlerin? Ne yapıyorduk?" dedim merakla. Göz bebekleri büyüyüp karardı. "İnan bana hayalin yetmez yavrum!" dedi imayla. Gözlerimi kaçırdım. Anlamıştım. "O gün o partide seni gördüğümde boğazım düğümlendi yutkunamadım. Önce içtiğim bir iki yudum kadehten mi dedim sonra arkadaşına güldün ya. Orada anladım. Bulmuştum seni sonunda. Nasıl bırakırdım? Düşteki halinden daha güzeldin ama gülmüyordun. Nedenini anlamaya çalıştım sonra senin o yaşlı bunakla nişanlı oluğunu öğrenince anladım. Partide herkes eğlenirken sen sadece bedenen ordaydın. Oraya ait değildin. Mutlu değildin. İşte o anda seni oradan çıkarıp götürmek istedim. Ve dediğimi biraz geçte olsa yaptım." dedi. Alnını alnıma dayadı. "İyi ki yapmışsın!" diye fısıldadım. "İyi ki!" "Harem de bir vukuat olmuş kızım?" dedi Valide sultan. Ağzımdaki eti çiğneyip yuttum. "Endişelenmeyin Valide sultanım önemli bir şey değildi." dedim gülümseyerek. "Aslanımla aranı düzeltmişsin?" diye sorguladı. Utanarak başımı sallayıp gözlerimi kaçırdım. "Utanma güzel kızım lakin" dedi başını bana biraz eğerek. "Aslanıma dedim ama beni pek dinlediği yok kızım. Biliyorum evleneceksiniz ama birbirinizden biraz uzak olsanız ha kızım?" dedi ve kıpkırmızı kesildim. "Utanma kızım. Burası büyük bir yer laf söz çok olur. O yüzden diyorum ben üzülmeni istemem!" dedi. Başımı sallayıp titreyen elimle önümdeki bardağa uzanıp yanan bedenimi dindirmek için suyun hepsini kafama diktim. O sırada karşımda hiçbir şeyden haberi olmadan sessizce yemek yiyen Safiye'ye gözlerimi diktim. Biraz üzgün müydü ne? "Safiye iyi misin?" dedim. Başını kaldırıp bana baktı. "İyiyim merak etme!" dedi gülümseyerek. Valide sultan ona dönüp "Kızım solgun duruyorsun bir şey mi var?" dedi merakla. "Hayır anne merak etme iyiyim yol biraz midemi bulandırdı da ondan." dedi Safiye. "Hadi inşallah" dedi Valide sultan. Anlamamıştım? "Neden öyle dediniz?" "Bebek istiyor da ondan." dedi Safiye sultan. "Tabi ben de bir torun!" dedi. Safiye'ye dönüp "Sen evli miydin?" dedim. "Evet." dedi. "Tanıyor muyum?" "Evet aslında Hasan Paşa." dedi. Daha çok şaşırdım. Hasan Paşa ile Safiye mi? "Ben bilmiyordum." dedim. O gün o yüzden Korkut senin olun mu dediğim de üzülmüştü? "Sorun değil. Uzun süredir bir çocuğumuz olsun istiyoruz ama olmuyor." dedi üzgünce. Onunu bu haline üzüldüm. Umarım bir çocukları olurdu. Ona gülümseyip "İnşallah!" dedim. Onlar bu kelimeyi çok kullanıyorlardı. Bir şeyin hayırlısıyla olmasını isteyince böyle diyorlarmış. Yemekten sonra biraz sohbet ettik. Safiye'nin nasıl evlendiğini Yavuz'un küçüklüğünü konuştuk. Valide sultanın dediğini göre küçükken de aynı şimdi ki gibi bir çocukmuş. Onun küçük halini düşündüğümde gülümsedim. Kapılar açılıp tatlılar geldiğinde servis edilmesini bekledim. Önümde şekilli ve sulu bir tatlı vardı. "Bu baklava." dedi Safiye sultan. Ona bakıp bir kaşık alıp ağzıma attım. Ne muazzam bir tadı vardı böyle! Tadı öyle güzeldi ki! "Sanırım çok beğendin?" dedi Valide sultan. Utanarak gözlerimi kaçırdım. "Ben pek tatlı tüketmezdim Valide sultanım o yüzden bu tatlı bana çok güzel geldi! dedim. "Neden sevmez miydin?" diye sordu. O an aklıma Kraliçe geldi. Ne zaman tatlıya elimi uzatsam bana öfkeyle bağırır bir prensesin her daim güzel görünmesi gerektiğini söylerdi. Ağzımdaki tatlı saman gibi bir tada dönüşmüştü sanki. Elimdeki kaşığı tepsiye bıraktım. "Annem pek tatlı yememe izin vermezdi." dedim gülümsemeye çalışarak. Valide sultan şaşırarak bana baktı "Nasıl yani?" "Bir prensesin her zaman güzel görünmesi gerektiğini söylerdi. O yüzden tatlıyla pek aram yoktur." dedim burukça. Elini saçlarıma koyup okşadı. "Sen istediğin kadar ye kızım ben senin için bir daha yaptırırım." dedi gülümseyerek. 'Kızım' kelimesini bir başkasından duymak çok farklı hissettiriyordu. Fark etmeden dolan gözlerimi kırpıştırarak önümdeki tabağı elime alarak büyük bir lokma aldım ağzıma. Valide Sultan bu halime şefkatle gülümseyip önüne döndü. Nedense zihnimdeki anne modeli aynı Valide Sultan gibiydi. Valide sultana iyi geceler dileyip odadan çıktım. Koridorda yürürken aniden önüme çıkan bedenle çarpışmadan duramadım. Kafam ani çarpışmayla acımıştı. "Ah!" diye inledim acıyla. "Affedersiniz!" dedi duyduğum sesle. Başımı kaldırıp baktım. Orta boylu siyah saçlı bir adam bana bakıyordu. "Sizi görmedim!" dedi sert bir sesle. "Sorun değil!" dedim sertçe. Sorundu aslında başım çok acıyordu. Gözlerini bedenimde gezdirdiğini hissettim. Bakışları altında rahatsızca kıpırdandım. Bu adamdan hiç hoşlanmamıştım. "Siz yoksa sözünü ettikleri prenses misiniz?" dedi bana bakarak. Başımı salladım. Elimi alıp dudaklarına götürdü. Elime ıslak bir öpücük kondurunca elimi hızla çektim. Kaşlarını kaldırarak gülümseyerek bana baktı. "Adım Cem. Cem Sultan!" dedi. Sultan mı? "Hünkarın kardeşiyim peki siz?" dedi. "B-ben-" "Ne oluyor lan burada?" Gözlerimi sesin geldiği yere çevirdim. Yavuz sinirli adımlarla buraya geliyordu. Ne diyordu Türkler? Allah sonumuzu hayır etsin.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD